Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sahil kapusu Resim: Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,55 Mb.
səhifə58/76
tarix27.12.2018
ölçüsü5,55 Mb.
#86801
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   ...   76

BIÇAKCIOĞLU — On yedinci asrın ilk yarısında kapukulu sipahilerinden namlı bir zorba; asıl adı tesbit edilemedi; Dördüncü Sultan Murada karşı hicrî 1041 (milâdî 1631) ihtilâline iştirak etmiş, kurulan ayak divânında (B.: Ayak Dîvanı), o târihde henüz yirmi üç yaşında bir genç olan pâdişâha karşı, mütecaviz bir küstahlıkla konuşanlardan biri olmuşdu. Müverrih Naima Efendinin kaydına göre bu Bıçakcıoğlu ve emsali sipâhî zorbaları, herbiri, emrinde yüzlerce fedaî bulunan pervasız adamlar idi.

Sultan Murad, dalga dalga kanlı ihtilâl badireleri atlatup kendisi kanlı bir müstebit oldukdan sonra (B.: Murad IV.), Bıçakcıoğ-lunu aman vermeyüp îdam ettirdi.



BIÇAKLI ESKi — îstanbuldaki Osmanlı Sarayında, yalnız erkeklerin bulunduğu, ve pâdişâhın çeşidli zatî hizmetleri ile mükellef «Zülüflü Ağalar» denilen iç oğlanla-larmdan yirmi altı neferi «Bıçaklı Eski» unvanını taşırdı.

Zülüflü Ağalar, hem yaşça, hem mevkî-ce aşağıdan yukarıya dört koğuşa taksim

edilmişlerdi: Şef er li Koğuşu, Kiler Koğuşu, Hazîne Koğuşu ve Has Oda.

İlk üç koğuşun efradı, acemi ağa diye anılırdı; bu üç koğuşda ilk kidem unvanı «Soyunuk Eski», ikinci kidem unvanı da «Bıçaklı Eski» idi. Bıçaklı Eskiler Seferlide 10, Kilerde 10 ve Hazînede 6 nefer zülüflü ağa idi. (B.: Topkapusu Sarayı; Enderunu Hümâyun; Zülüflü Ağalar).

Vazifeleri acemi ağaların iyi geçimine^ koğuş inzibatına nezâret etmek, ağalar arasındaki yakın dostlukları, yahud husûmetleri dikkatle, tâkib idüb her hangi uygunsuz bir hâlin vukuunu önlemek idi. Koğuşclaki yataklarını da, acemi ağaların yataklarının verildiği yere nisbetle daha itibarlı, câme-kân bir köhne, şirvand yaparlardı (kadim anane yer yatağıdır).

Enderunu Hümâyunda hangi koğuşdan-dır tesbiti imkânsız Mehmed adında ve aslı gürcü bıçaklı eski bir delikanlı sânında bir şarkı vardır; şâir kendi adını «Şâkir» olarak veriyor; Beylerbeyinden de bahsettiğine göre, bu şarkının ikinci Mahmud zamanında Beylerbeyi Sarayının yapılmasından sonra yazılmış olması gerekir, zîrâ bir bıçaklı eski delikanlının Beylerbeyi ile başkaca münâsebeti olması düşünülemez, Şâkir'in, bu pâdişâh zamanında ayni adı taşıyan ve saraya men-sub olan Enderunlu Şâkir Ağa olması. kuvvetle muhtemeldir:



Güller misâli ruhşâri âli Yûsuf cemâli Varmı günâhı sevdim o şahı kardeş misâli Yâr ol bu rinde beylerbeyinde etrafı hâlî Var mı günâhı sevdim o şahı kardeş misâli

Perçemi sünbül gamzesi gül gül dilberi hoşbû Kimdir didîm bu gözleri âhû didiler yahu Gürcüdür aslı nâmı Arash Mehmed budur bu Var mı günâhı sevdim o şahı kardeş misâli

Deryâye girsek üryan bî-görsek mûrâde irsek Bûs idüb pâyin işte şehrâyin efendim disek Gelse de yola olsa da nola makaamı yüksek Var mı günâhı sevdim o şahı kardeş misâli

Nev hat civandır taze fidandır bıçaklı eski Sahi bütandır şûhi fettandır bıçaklı eski İsmi Muhammed nûri muhabbet bıçaklı eski Var mı günâhı sevdim o şahı kardeş misâli

Eeftârı levend gaayet hünermend attı bir ke-

mend

BIÇKIN

2748


İSTANBUL

SİKLOPEDİSİ

BIÇKIN


Böyle pehlivan görmemiş meydan şad hezar

pesend


ŞâMri nola satma bir pula lııtfin et bülend Var mı günâhı sevdim o şahı kardeş misâli

BIÇKIN — Bıçak, bıçkı isimleri gibi «Biçmek» kökünden isim; Hüseyin Kâzım Bey bu kelimeyi Büyük Türk Lügatına alma-mışdır, M. Zeki Pakalın «Osmanlı Tarih De-yirn ve Terimlerinde: «Haylaz, Çapkın, külhanbeyi yerinde kullanılır bir tâbirdir» diyor. Pakahnın tarifi doğru, fakat noksandır; Bıçkın, zorba, kabadayı, vurucu, kırıcı, külhanbeyi, haytanın körpesi, tâzesidir; ve hemen dâima bir zorbanın, kabadayının, haytanın, şeririn himâyesi, kanadı altındadır, ve o adamın mahbûbudur; böyle bîr ağası olmayan, fakat o yollara hevesli, meyyal olan tâze-rû gençlere «bıçküı meşreb» denilir, ustasını buldu mu da bıçkın olur, o yaman pençe ve bıçağın himayesinde, hiç beklenmedik, umulmadık bahanelerle, etrafa karsı mütecaviz olurdu; biri kazara yüzüne şöyle baksa, ortaya bir namus davası çıkarırdı; aslında ise cemiyetin bütün kudsî kıymetleri, kendisinde cokdaıı silinmiş, gitmiş bulunurdu.

- Perçem, zülüf salmak, yalın ayak, sine üryan dolaşmak, levendâne çalım; fesi, külahı kaş üstüne eğmek, yalın ayağında yemeni, kundura varsa, paça sıvayub topuk göstermek, elinde, şakağında, kulak ardında bir çiçek bulundurmak; ceketi, câmedânı giyme-yüb omuza atmak, kuşağın bir ucunu yere doğru sarkıtmak, kuşakdan bıçak göstermek, yalın ayak dolaşdığı halde bir parmağında, ne bahâsına olsa da bir elmas, yakut, zümrüd yüzük bulundurmak; ve meyhanede ağasına şakilik bıçkınlık icâblarmdandı; herhalde Bıçkın, makbul genç değildi, fakat «bıçkın meşreb» güzel gençler, divân edebiyatının kalender şâirleri tarafından dâima övülmüşlerdir biz buna «hakikî bir bıçkın olmaları da asla temenni edilmemişdir» diye ilâve edebiliriz. Elimizde, geçen asır sonlarında yazıldığını tahmin etdiğimiz manzum bir bıçkın tarif nâmesi vardır; gençlere nasihat yollu yazılmış ve Cemiyet ilmî bakımından kıymetli bir vesika olan bu manzume şudur:



DER VASFI BIÇKIN

Şartı evvel şu ki Şehir Uşağı Onbes üstünde otuzdan aşağı Şartı sâni ar ve namus olmaya

Şartı sâlis âsi ana babaya Şartı râbî sırım gibi hem çâlâk Şartı hamiş ola gaayetle bîbâk Kas göz yerinde ola altıncı şart Meftun ola gören er ile avrat Ola hem vücûdu özürden şalini Diyeler ona Yûsuf misâlim Yedinci şart mey ııûş ide rûz ü seb Şaki ola mecîisde ol şekeıieb Bir şart dahi sâkird ola bu- eyyam Tahsil ide bir nice ııaksi piyânt Dahi üstâd oldukda sâkird bula Bir tâzerû servi dilârâm ola Şartı diğer tiz el ata hançere Hem destinden bıçak düşmeye yere Dahi merdlik dâvasını gütmeye, Hasmı kavî olan yere gitmeye ' Kabadayı görüne o dâima Ariyet kisvedir üstünde amma

Kalyoncu bıçkın (Resim: Sabiha Bozcah)

Perçemi kâkülü kulandan taşa il?\ budur yaraşuk o şahin basa Belinde beş arşuıı ola kuşağı t/arh ürür yürürken şalvarın ağı Siuesi küşâde sayf ile sitâ Çakılbaş memeler görünsün hattâ Baldır çıplak ola itlik nisanı lîonı ayağı yalın olmakdır sânı Ökçelerin basub göstere topuk Şanlıdır topuğun pek vuran kopuk Kahvehane mesken meyhane mekân Eyyamı şitâda hamamda külhan Ademiyet şâııın heder etmisdir Nefis havası râhiııe gitmişdir yâsib ola hidâyet ol gümrâha Tövbe ide geçmiş cümle günâha Ey oğul sen emrin tuta gel Hakkın Ayağın uydurma bıçkına sakın Cılitnayasın ana baba sözünden Nuri îman silinmesin özünden Bakıra çıkarma altuıı adını Hedef etme lanete ecdadını

Bıçkın, memleketimizde İstanbu-;a mahsus bir tipdir, bu kelime de yalnız istanbul ağzında kullanılmış-dır. Yukarıdaki manzumenin ilk mısraında bıçkını «Şehir Uşağı» olarak göstermesi yanlışdır; bıçkını pek güzel tarif eden şâirin, bu tâbir ile bıçkın tipinin ancak İstanbulda yetisebi-jieceğim kasdettiği söylenebilir. Zîrâ İstanbula köpre yaşlarında iş için gelmiş bekâr uşakları arasından bıçkınlık yoluna sapmış gençler pek çokdur. Bilhassa yeniçeriliğin .son devrinde Ltanbulun Bağçekapusu, Yemiş iskelesi, Tahtakale, Küçükpazar, Kumkapuşu, Saraçhane, Gedikpaşa, Yedikule. Üsküdarda Balaban İskelesi, Kasımpaşa, Çeşmemeydam, Tophane, Fındıklı, Salıpazarı bekâr uşağı yatakları, bıçkın oğlanları ile meşhur semtlerdi. Bu arada da Tersanenin kalyoncu bıçkınları pek n-.mlı idi.

İkinci Abdulhamid devrinde de bıçkın gençler, son nesil olarak pek çoğalmışdı. O dcvrin« Cerîdei Mahâkimi Adliye»' ve «Cerî-dri Mahâkimi Askeriye» gibi çok kıymetli kaynakları bıçkın gençlerin v'ukuuâtı ile doludur. O zamanların gençliğini sarmış olan tulumbacılık hevesi, bıçkınlığa açılmış geniş bir kapu olmusdur.

Bıçkın Oturuşu (Resim: Sabiha Bozcah)

bir nevî bıçkınlıkdır. Yanıldığımızı zan etmiyoruz, «egzistansiyalist gençler» de bıçkının kibarıdırlar.

Üsküdarlı halk şâiri Vâsıf Hoca merhum da bize tevdi ettiği bir notunda şunları yazıyor:

«Pek çok bıçkın ve bıçkın meşreb genç gördüm, tanıdım. Hatııiıyabüdiklerimin isimlerini, bilebildiğim kadar da hal tercemeleri-ni, bir kaçının da saklanmış resimlerini Ansiklopedimize veriyorum. Kimi tövbekar, kimi râhi isyanda âlemi bekaaya göçüp gittiler, cümlesine garîki rahmetler, Tanrı gafur ve rahimdir.

BIÇKIN

2750 —


istanbul'

ANSİKLOPEDİSİ

— 275 r

BIÇKIN


Bıçkın, arada mühim farklar olmakla beraber fransızlarm «Apache = Apaş» ıdır. Zamanımızda kullanılan «âsî gençlik» tâbiri de

«Tanıdığım bıçkın meşreb gençlerin içinde timsâli iffet ve ismet ve güzellikde âfeti devran ve hem tulumbacılıkda da bir tane Toygarlı Rizâdır ki pek sevdiğim nûri dîdem idi, eğer bu günahkârın râhi müstakimi gösterir nasihatleri olmasaydı onun altun adı da bakır olurdu. Bir gece yangına giderken o arslan yavrusu Paşalimamnda hammal kürd Dâvudun hançeri gadri ile şehid edildi, kabri pür nur, makaamı Cennet olsun (B.: Hiza, Taygarlı).

«Vatanımız Üsküdarın bir bıçkın meşreb genci de tersaneli ismail Hakkıdır, bir imamın oğlu idi, «İmamın ismail» de derlerdi, kadrü kıymetini bilmedi, nasihat dinlemedi, bir sofu adamın oğlu olduğu halde akranı olmayanlarla gezip tozmadan, meyhanelere gitmeden, ökçe basup paça sıvamadan, fes kenarından kâkül, perçem çıkarmadan, şakağı na çiçek takmadan, hulâsa hep boş nümayış-den kanunlar tarafından tutulur, dayağı yer, hapse girer, firar eder, yakalanırdı; gençliğini güzelliğini heder etti. Şu semaî, şiirlerini «Berki» mahlası ile neşretmiş Üsküdarlı Gözlüklü Nûri Bey tarafından onun hakkında ya-zılmışdır:

Geçen bir meşrebi bıçkın bana nâzü eda itdi Süzüb mahmurî çeşmin aklı başdan cüda itdi Tebessüm hezar cilve dökerek merhaba îtdi Şermsârâne sultânım kelâma ibtidâ itdi Gülüşüb oynaşub hakkaa bu g-önlüm pür safa itdi Öpüşüp koklaşub şuhum o dem zevkü gedâ itdi Yemiş elma Amasyada kızarmış lebleri gaayet Aceb Orduda mı kırmış neden fmdıcıîık âdet Atar şeftaliden taşlar muhaldir eylemek tâket Gülüşüb oynaşub hakkaa bu gönlüm pür safa itdi Öpüşüb koklaşub şuhum o dem zevki gedâ itdî

«Üsküdarın namlı bıçkınlarından biri de Kozlucah Tâhir idi. Balaban iskelesinde hezele güruhundan Laz Mehmedin kahvehanesine çırak diye getirip teslim ettiklerinde yüzüne bakılamayacak kadar dilber ve gaayetle masum bir çocukmuş, ben o devrini bilmem, Kozlucalıyı tanıdığımda bütün Üsküdarlının yaka silkdiği bir itti, ben onbeş yaşlarmda idim, Tâhir yirmilik yakışıklı bir Denedi. O zamanlar herkes fotoğraf çıkaramaz, çıkaranlar da fotoğraf hanelere giderdi; Laz Mehmed fotoğrafçı getirtmiş, dükkânının önünde, Koz-

lucalı Tâhir hançer besedt, bıçkını ile beraber resim çıkartmış, bu resmi de çerçivele-tip kahvehanesine asmışdı. İbretle temaşaya değerdi; elin gül gibi evlâdını, eline hançer vererek şerirliğe teşvikden üstün şenaat ve mel'anet olmasa gerek,

«Zamanımızda şantaj deniliyor, Laz Mehmed çırağını ileri sürerek pek çok kişiden büyük paralar sızdırmışdır ki işte bıçkınlık budur. Oğlan yıllarca yalın ayak, sine üryan, kâkül, perçem havasında yalancı nümayiş ile . sürtmüş durmuş, Laz Mehmed de sandığa altın istif etmiş ise de Kozlucah Tâhir sonra bunları Lazın burnundan fitil fitil getirdi. İşittiğimiz vak'a şöyledir, Laz bekâr, kahvehanenin üstündeki odada yatar, artık otuz yaşlarına gelmiş Tâhiri bir behâne bularak yanından uzaklaşdırmağa karar vermiş, evvelâ oğlanın yatağını kendi odasından kaldırtıp kahve peykesine indirtmiş Tâhir de işin farkında, pençesi ustasının bileğini bükecek hâle gelmiş; evvelâ bir arzuhalciye giderek: «Çırağım Kozlucah Tâhire yanımda çalışdığı şu kadar senelik hizmetinin hakkı olarak yüz altın verdim» diye bir sened yazdırmış, sonra Lazın odasına bir anahtar uydurmuş, sabaha karşı ustası derin uykuda iken içeri girip yatakda göğsüne oturmuş, hançeri gırtlağına dayamış, yastık yatak altından silâhlarını almış, sandığı açdırmış, yüz altını alarak senede parmak bastırmış; Laz Mehmed de yabana atılır adam değil ama altmışını aşkın, Tâhir ise otuz yaşında zehri kaatil. işte bu da bir bıçkın işidir.

«Bu vak'adan sonra Kozlucah Tâhir tövbekar oldu, bir manav dükkânı açdı, namusu ile geçindi. Laz Mehmed Tâhiri vurdurmak için çok çalışdı, eski bıçkım pusuya düşüre-mediler, Mehmed kahrından öldü, Kozlucah Tâhir ise çok yaşadı. Son zamanlarında uzun boylu iki büklüm, sakalı matruş, pos bıyıklı, dâima hâki renkli çuha giyer, fesine ağabânî sarar, munis bir ihtiyardı, görenler bir vaktin bıçkını olduğunu aslaa tahmin edemezdi.

«İstanbul Ansiklopedisinin vesaiki arasındaki manzum bıçkın târifnâmesi bana çok tesir etti, şu Kozlucah Tâhirin ahvâli için ben de bir destan yazayım dedim: 1. Adet edeb erkânı



Önce bir Hak selâmi

Okuyorum meydânı

Moruk dinle kelâmı

Z. Güzel AHahım sever Derler dâim güzeli Bu kulunu halk eyler Düzgün ayağı eli

8.

9.

  1. Kaşım gözüm yerinde
    Albenim var letafet
    Çıkdın günün birinde
    Karşıma ey bed tıynet


  2. Çeküb bin dereden su
    Sensin aklımı çelen
    Namus iffete pusu
    Kurub beni düşüren


10.

11

  1. Taze filiz oğlandım
    Sen yapdm bıçkın beni
    Öpdüm nârına yandım
    Kesilesi elini


  2. Kandım ustamdır dedînj
    İtlikde namlı adın
    Acemiydim toy idim


Bıçkın Kozlucah Tâhir ile Kahveci Laz Mehmed (Sabiha Bozcalmm Kompozisyonu)

Tepe tepe kullandın O güzel altun adım Bakıra çıkdı hemaa Uydurdum sana adım Kötü yolda daltaban Kahve hamam külhanı Bıçak usturpa kâma Gevreterek imanı Pençe attın yakama Nice masum bîgünak Gördü benden cefâyı Göz yadları âh ü vah Sardı ben melılikaayı Neler yapdırdm neler Yağdı üstüme lanet Hamamlar meyhaneler Haraç verdi bî minnet Kepaze yağlı kara Rezillerin serbâzı

12.

13.

Namusu yok bir para Oldum uyuz bir tazı Şebabetle hüsnü an Harcandı müft yerine Zorbalık yalan dolan Sil kasab süngerine Kemiğe geldi bıçak Hem aklım da başıma Yalnayak kayış bacak Basdım otuz yaşıma Kapuna it bağlasan Bir kemik atarsın be At katır eşek alsan Yemle doludur heybe Köle miyim, esir mi Aç çıplak koşdur beni Kullanmayım elim! Sökerim ciğerini Oskiyi uçlan dayı Çıkmasın bir maraza Sen aldın aslan payı Ağız açdım poyraza Alayım son haracı Sen üstadım morukdan Varsın azıcık acı Olsun şarab korukdan Otur gel şu hesaba Aç kara kıl keseyi Canın değilse caba Gözetirsin enseyi Yüz altın bir tahtada

Say dayım şıkır şıkır

BIÇKI SOKAĞI

— 2752


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

BILDIRCIN


Sap olsun bir baltaya Bıçkın kalaysız bakır


  1. İdüb tövbe istiğfar
    Secdeye koyam yüzüm
    Sığındığım bir Gaffar
    Hikâyet ister özüm

  2. Nârı cahim yakmasını
    Atam tavkı laneti
    Olam azabdan masun
    Muhammedin ümmeti

İkinci Abdülhamid devrinde en namlı bıçkın tiplerinden biri azılı kaatil Bıçakçı Petri'dir, ki şerîr delikanlı o zamanın en ünlü kantocu yosmalarından Peruz'un pek körpe cağlarında belâlısı idi (B.: Petri, Bıçakçı; Pe-ruz,). Bir ara Petri Kuledibi kızlarından Mari-ka adında bir yeni metres edinmişdi; zabıta tarafından şiddetle aranan Petrinin Marika ile münâsebet tesisi, bir gönül alâkasından ziyâde kendisine sığınacak bir yer bulmuş olması idi. Peruz ise bir akşam sahnede sözde bıçkın üzerine bir kanto söyleyerek Petri'nin yerini zabıtaya ihbar, etmişdi; şerir yine tu-tulamamış, Peruzun genç kız kıskançlığı ile yapdığı ihbarı da af etmemiş; Peruz, muhakkak birgün katledilmekden o sıralarda Petrinin .kefalonyalı can düşmanları tarafından öldürülmesi ile kurtulmuşdu. Mâhud kanto sudur:

Bıçkınım ben yamanım Var mı yan bakan imanım! Gacoların peşinde gezerini Bıyık burar göz süzerim. Nerde akşam orda sabah Haraç alır gezerim, Zîrâ bıçkın bekârım Kimde iş var çakarım. Salatada kahve hamam Meyhane balozlar bittamam Haraç verirse bıçkına Bıçağımı koyarım kına, Aldığım paraları paraları Veririm gece kumara, Yine olurum cebi delik maskara. Kumarda yemez kapdırnıazsam Harikamın evinde kurlur masam Âlâ mastika düz rakı Mezem de al yanak, gerdanın akı Marikanm aşkına çakarım ama Elimde tabanca yenimde kama Kuledibüıe de varmalı varmalı Gece Marikamda kalmalı kalmalı

Yosma Marikanı körpeden körpe Kulağına takdim elmas küpe Severim bıçkınları aman aman gel Bıçkın Petri cümleden güzel!.

BIÇKI SOKAĞI — Şehremininde Melek-hâtun Mahallesinin sokaklarından; Selmana-ğa sokağı ile Mevlânekapu Caddesi arasında uzanır; Vak'anüvis sokağı, Çıngırak sokağı, Mimaracem Camii sokağı ve Dutlu bakkal sokağı ile kavuşakları vardır. Bir araba rahat geçebilecek genişlikde ve kabataş döşelidir. Selmanağa sokağı tarafından gelindiğine göre, sola sağa iki kavis çizer, birer katlı ahşab ye kagir evler arasından geçer Çıngırak sokağı ile dört yol ağzı yaparak kesişdiği noktada, sağda bir açıklık vardır -ki bayram yeridir. Daha ileride yüksek taş bilezikli bir kuyu görülür, üstü çimento ile kapatılmışdır. Dutlu bakkal sokağı kavuşağından sonra, Mevlânekapu caddesine kadar iki yanı tamamen ahşab evlerdir, eski İstanbulun tipik bir köşesidir. Bütün sokak boyunca kapu numaraları 1-61 ve 2-60 dır (Mayıs 1961).

Hakkı Göktürk

BILDIRCIN — Hem lezzet, hem spor hem de eğlence bakımından İstanbulun çok sevdiği bir muhacir kuşdur. Rusyamn Ukrayna havâlisinde ürer, ve ağustosun onbeşine doğru sıcak memleketlere hicret eder; memleketimiz onun yol uğrağı olduğu için bu milyonluk, belki de milyarlık hicret kervanları sahilde yahud sahile yakın yerlerde mola verirler. Bu mecburî tevakkuf onun için felâket, bizim için ise nimettir; çünkü o, çölde Benî is-râile gönderilen selvi kuşu gibidir. Deniz aşırı yerden geldiği için ekseriya sert rüzgârlı yağış havalardan istifade eder, denizi geçtik-den sonra, sahile bitik bir halde gelir. Havayı kollayanlar onu avlamak üzere sahilde ağlar hazırlamışlardır. Yüzlerce, binlerce bıldırcın bu ağlara vururlar, diri diri yakalanırlar. Dağılanlar ve yayılanlar da tüfekle, atmaca ile f-e türlü şekillerde avlanırlar, fakat en zevklisi güzel ferması ve aportu olan zağar iledir.

Bir kitabda okuduğuma göre bıldırcın sürüleri Akdeniz! geçerken bir yelken gemisine konmuş, belki de avcu palavrasıdır, sürünün ağırlığı gemiyi batırmış. Yalnız, uçamayacak' kadar yorulduğu zaman denize konduğu, ve kanadının birini açarak yelken gibi kullandığı'muhakkakdır, hattâ, «Uzviyeti yaratan ih-tiyaçdır» kaanunu ile bıldırcının mini mini

parmakları arasında gaayet ince zar gibi bir yüzme uzvu olduğunu da söylerler.

Bıldırcının kekliğe benzeyen tarafları vardır. Yalnız aralarındaki fark birinin muhacir, diğerinin yerli olmasıdır. Meselâ ayni yere yumurtlarlar, ayni gıda ile beslenirler.

Erkek bıldırcın yavrularla hiç meşgul olmaz; onları yediren, gezdiren, yetişdiren dişidir. Erkek kendi âleminde münzevî yaşar, çiftleşmek ihtiyacını duyduğu zaman dişisini bulur. Dişi bıldırcın bir yavru makinası gibidir. Eskiler, yeni evlenenlerin zifaf gecesinde odaya bir bıldırcın koyarlarmış.

Erkek bıldırcın çok döğüşgen olur. Eski Yunanda horoz doğuşu gibi bıldırcın doğuşu de yaparlarmış. Buhârâlılar hâlâ uzun yenleri içinde doğuş bıldırcını taşırlar.

Namlı âzerî şâir Ali Râzî'nin bir mahbû-bu medih yolunda yazdığı aşağıdaki kıt'asın-da zikredilen bıldırcının da bir doğuş bıldırcını olduğu bellidir;

Gümüş hançer belinde Bıldırcını elinde Kızıl boz oğlan gerek Horoz göz oğlan gerek!. Bıldırcın yavruları, çil keklikler gibi dâima toplu halde bulunmazlar, kendi kendilerini besleyecek hâle gelince anaları onları bırakır, yavrular da kendi hayatlarını yaşamak üzere dağılırlar.

Bıldırcın sabahın erken saatlerinde açık-da, öğleyin sıklıkda bulunur. Sokulması ve vurması en kolay avdır. Bir avcu, tüfenginin tokacını doğru tutmayı biraz bilirse otuz kuş-da mutlaka onbeşini vurur.

Bıldırcın köpek yaklaşınca siner, iki adım önünüzden kalkar, uçuşu sert değildir, inhina yapmaz, dümdüz uçar, rüzgâr şiddetli olduğu zaman nadiren bir zikzak yapdığı da vardır. Vurulmazsa gider, bir yere konar, avcu yerini tâyin eder, buna «marke» derler, o noktaya gidip tekrar kaldırmak mümkündür. Bıldırcın kalkdığı zaman otuz adım kadar bırakmalı, ondan sonra tetiğe dokunman, yakın atılırsa parça parça olur.

Bıldırcını çok bir saha bir av meraklısı için dünyanın en büyük eğlencesidir. Bazan iki kuş birden kalkar, ve avcuya duble yapmak, yâni evvelâ birini, sonra diğerini vur-rnak imkânı verir.

Bıldırcın çok düşerse buna avculuk ıstılahında «curnata» derler. Böyle zamanda kö-

pekle avlamağa lüzum yokdur, her tarafdan üçer dörder kuş kalkar. İyi avcular böyle günde irisini ve semizini seçip ' atarlar. Bir curnata günü 300 den fazla kuş avlayanı bilirim. Av yerine yakın olanların palaskada fişekleri bitip eve dönüp yeniden fişek aldıkları vâkidir.

Bıldırcının düşeceği yerler pek belli olmaz. Fakat İstanbul civarında en çok Anbar-lıya düşer (B.: Anbarlı). Bu itibarla bıldırcın mevsiminde İstanbulun zengin sınıfı çadırlarla Anbarlıya giderler, gündüz avlanırlar, akşam sofraları kurulur, kilerciler envai mezeler ile sofrayı donatırlar, bir yandan içilir, misafir gelen mûsiki meraklıları saz âlemleri yaparlar, usta aşçılar nefis yemekler pişirirler. Ava meraklı olan da olmayan da bu âlemlere iştirak eder. Bâzı akşamları büyük poker partileri yapılır. Oraları bayram yeri gibidir.

Zenginlerin birer de aylıklı avcubaşıları vardır. Onlar fişekleri doldururlar, köpekleri terbiye ederler, ve hepsi de kuşun nerelere . düşeceğini havaya göre takdir .etmesini bildikleri için efendilerini ona göre avlandırırlar.

Böyle av âlemlerinde, geçen asır sonlarında, Hicaz valisi Râtib Paşanın oğlu Salih Bey ön safda gelirdi. Salih Bey Anbarlıya gidince çok sevdiği Âmedci Kıbrıslı Âsaf Beyi mutlaka beraber götürür, rahmetli Borazan Tevfik de bu meclislerin tuzu biberi olurdu. Âsaf Bey gaayet tatlı adamdı; şaka kaldırdığı ve İstanbula dönmesini istemedikleri için ya pokerde bütün parasını alırlar, yahut da uyuduğu zaman para cüzdanını aşırırlardı. Bir gün bana;

—- Beni onparasız bırakdılar, dönemedim, kaldım, o gece yatağımı da cebhâne sandıklarının üstüne sermişler, düşün bir kere, aksi gibi yatakda" sigara da içerim, berhava ola-cakdım.. diye anlatmışdı.

Avcubaşılar paşalarının, beylerinin key


fine göre hizmet etmesini bilirlerdi. Meselâ
İstanbulun en tanınmış avcularından Dolay-
balı Kocabaş İsmail, bana, Abraham Paşanın,
avcusu olduğu zamana âid bir vak'a anlat
mışdı: . .

«Abraham Paşa tabanca ile kırlangıcı vuracak kadar nişancı, ve elinden uçarla kaçar kurtulamayacak kadar da iyi avcuydu, beni yanına aldıktan sonra ava ilk defa beaber çılc-dık, maharetimi göstermek için fırsat kollu-




BILDIRCIN

- 2764

İSTANBUL


ANSİKLOPEDİSİ



yordum, birbirimizi görmüyorduk, birden bir tüfenk patladı, paşa bağırdı:

— ismail a vu!. (Avculukda "a vu" de


mek, "av sana geliyor, dikkat" demektir).

«Paşa tavşanı kaçırmışdı, hemen tüfengi doğrulttum, ateş ettim, tavşan yuvarlandı. Paşa seslendi:



  • Vurdun mu İsmail?

  • Vurdum paşam..

  • Getir bakayım...

«Köpeğin getirdiği tavşanı aldım, uzatarak:

  • Buyurun., dedim.
    «Aldı, bakdı, kaşları çatıldı:

  • Ama fena vurmuşsun hayvanı!..
    «Şaşırdım, fakat paşanın mizacını anla-

lım. Ondan sonra paşa bir tavşan daha kaçırdı.

  • ismail a vu!..
    «Boşa bir el attım.

  • Vurdun mu ismail?

  • Vuramadım paşam!.

  • Hay kerata!, bana da o işi yapdı!..
    «Elini cebine attı, bana bir altın verdi.

Ondan sonra paşanın kaçırdığı avı vurmadım».

Bıldırcın, mübalâğasız söylüyorum, av etlerinin en nefisidir. Umumiyetle ıskarası, gratinesi, pilavlısı meşhurdur. Fakat bir de, büyük bir bostan patlıcanını ortadan keserek içine iki tane bıldırcın koyarak fırında pişirileni vardır ki lezzetine doyum olmaz. Patlıcanlar, bütün yağı çekdiği için bıldırcının kendisi kadar leziz olur.



Yüklə 5,55 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin