Kevork Pamukciyan
Bâbiâli Caddesinde yerleşmiş bir editör-kitabcı olarak Arakel Biberciyanın millî kü-tübhânemize büyük hizmetleri olmuşdur. Gene müdekkik vefakâr dostumuz K. Pamukciyan yukarıdaki satırlar arasında Arakel Efendinin bu hizmetini kaydetmemekde mazurdur, zîrâ Arakel kütübhânesinin türkçe yayınlarını araştırma imkânına sâhib değildir. Nitekim biz de bu meşhur kitabemin hal ter-cemesini elde edememiş, sâdece hizmetini, türkler arasında meşhur olan Arakel Efendi adı ile kaydetmiş idik. (B.: Arakel Efendi).
1890 târihinde sabah Gazetesinde intişar etmiş bir ilândan Babıâli Caddesinde kitabcı Biberciyanın, fransızca meşhur Larousse ansiklopedik lügatinin İstanbul satış mümessil-
liğini yaptığını öğreniyoruz. Bu Biberciyanın da Arakel Efendi olduğu muhakkakdır.
BİBER KÖŞKÜ — Topkapusu Sarayında Hasbağçede bir köşk olup adına yalnız Si-lâhdar tarihinde rastladık, ki bu eserin yazma nüshalarından Yıldız kütübhânesi nüshasında bu isim «Berber köşkü» şeklinde yazılıdır. \ En zengin ve kıymetli tarih kaynaklarımızdan biri olan bu eserin muharriri Fındıklık Silâh-dar Mehmed Ağa saraydan yetişmiş ve sarayı çok iyi tanıyan bir sımadır; Biber köşkü, bu büyük sarayda biline gelen kasırlardan birinin o zamana mahsus bir adı olsaydı, muhakkak ki kaydederdi. O asırda yapılmış, yine o asırda yıkılmış kameriyemsi küçük bir ah-şab yapı, hattâ bir odacık tahmin ediyoruz. Silâhdar Mehmed Ağa bu köşkün adını hicrî 1066 ve 1067 (Milâdî 1656-1657) vak'aları arasında kaydediyor.
-
da, Enderunu Hümâyunun ileri ge
len sımalarından dülbend gulâmı berberbaşı
Ahırkapulu Mustafa Ağa, bu köşkde bulunan
ve o târihde henüz ondört yaşında bir çocuk
olan devrin pâdişâh Dördüncü Sultan Mehme-
din gözleri önünde başı vurulmak sureti ile
îdam olundu; suçu sadırazam Ibşir Paşaya
karşı çıkan askeri ihtilâlde, bâzı ileri gelen
sipahilerle münasebeti olduğunun meydana
çıkması idi.
-
de de, yine ayni köşkde ve pâdişâhın
gözleri önünde Abaza Ahmed Paşa îdam edil-
mişdi.
Bir tesadüf eseri değilse, bu küçük köşkün o zamanlar, pâdişâhın huzurunda tatbik edilecek îdam cezaları için yapılmış olacağı da söylenebilir; bu takdirde adı da manâlı olur. Bibi.; Silâhdar Tarihi, ı.
BlBERYAN (Karabet) — Bir Ermeni matbaacısıdır. 1842 de Ankara'da doğmuştur. 1912 de henüz hayatta idi.
1873 de, K. Baronyan ve S. Bardizban-yan'la birlikde şirket halinde bir matbaa tesis etmiş ve şirketin feshinden sonra, Çakmakçı-larda,Sümbüllü Hanına yerleşerek orada da ermenice harflerle türkçe tercüme romanlar neşretmiştir. Bilâhare Paris'de yerleşmiştir.
Kevork Pamukciyan
BÎCAN EFENDi SOKA&I — Kuzgun-cukda, Icâdiye Caddesi ile Menteşbağı Soğa-ğı arasında uzanır, îcâdiye Caddesi tarafından gelindiğine göre sağ kolda Bamyacı Sokağı ile bir kavuşağı olup Menteş sokağı ile bir
•f?
dört yol ağzı yaparak kesişir. Sol kolda Yanık mektep ve Meşruta sokakları ile kavugakları vardır.
İki araba geçebilecek genişlikde ve kaba-taş döşeli olarak başlar. Bamyacı sokağı kavu-şağından sonra merdivenli bir yol olur; sola bir kavis çizerek Menteş sokağı dört yol ağzını geçince, manzara yine değişir, dar bir toprak yol olur, sol tarafı ağaçlık dik bir yokuş halinde Menteşbağı sokağına ulaşır.
Sokağın alt başında sağ köşede bir kahvehane sol köşede de Demirbankın Kuzguncuk şubesi, onun az ilerisinde Ayios Pande-leimion rum ortodoks kilisesinin avlu duvarı bulunmaktadır. Evler ikişer üçer katlı kagir yapılardır, bir tane de üç katlı ahşab bina vardır (Haziran 1961).
Hakkı Göktürk
BÎÇARE — On yedinci asrın birinci yarısında yaşamış namlı celvetî şeyhlerinden Zâkirzâde Abdullah Efendinin bir kısım şiirlerinde kullandığı mahlesi. Babasının adı Zâ-kirbaşı Şaban Efendidir (B.: Abdullah Efendi, Zâkirzâde).
BÎÇAREGAN — Mora ihtilâli yıllarında Eterya gizli ihtilâl komitasının muhâberâtında kullanılan şifrede «Metropolidler» karşıiı-
I1'
Bibi.: Cevdet Tarihi, XI.
BİÇİLMİŞ KAFTAN —- Mecazi deyim; kadim giyim eşyasından olan kaftan tarihe mal olmuş bulunduğu halde bu deyim istanbullu ağzında hâlâ kullanılmaktadır, «lâyık, münâsib, uygun» manasınadır; bilhassa bir işin, bir mevkiin ehline verilmesinde kullanılır; misâller: ,
Tıb tahsil eden hanım kıza biçilmiş kaftan çocuk doktorluğudur.
Tezyif için de kullanılır:
Anam haııımsultan, babamız paşa
Hem güzellik tacı konulmuş basa
Bak efendim sen alın yazısına
Verelim toyluğa, on yedi yaşa
Yalın ayak, bakır taşlı tepesi Pırpırılar güruhunun efesi Tulumbacılığa sardım hevesi Kışlayı açdılar ben samur kasa
İtlik libâsını giydirdi şeytan Ben sahi hûfoâna biçilmiş kaftan Paşa baba validem hanım sultan Vuradursun başların taşdan tasa
BİÇİM — Istanbulun külhânîler, hâneder-duş pırpırılar argosunda «şeref», «haysiyet», «nümayiş»; misâl:
— Biçimini bozdurtma bana!..
Fakat o güruh ağzında «biçimsiz», şerefsiz, haysiyetsiz mânâsına gelmez, halk ağzındaki mânada kullanılır, tavır ve hareketleri muaşeret adabına uymayan kişi demektir; misâl :
-
Ahmedi de alalım yanımıza..
-
Bırak biçimsizi!..
BİÇİMLEMEK — Ferid Devellioğlu-nun
«Türk Argosu» adlı eserinde kaydına göre Istanbulun külhâniler. - hâneberduşlar argosunda «utandırmak»; müellif şu misâli veriyor: «Herifi öyle bir biçimlediler ki......
BÎDÂRl — On altıncı asır şâirlerinden; aslı iranlıdır; Iranda Dergüzin'de doğmuş, 1560 da İstanbulda ölmüşdür. Bir âmâ idi; çağdaşı ve eski şâirlerin en güzel şiirlerinden on binlerce mısra hafızasında, ezberinde idi; sohbeti son derece tatlı bir meclis adamı , ve şaraba düşkün bir ayyaş olup yaşadığı asrın İstanbul ağzı batı türkçesine de bütün incelikleri ile anadili olan farsca' kadar hâkim bir şâir idi.
Bibi.: Türk Ansiklopedisi
BÎDEST HATTAT — Vak'anüvis Râşid Efendi hicrî 1082 (milâdî 1671) vekaayii arasında «garîbei hikmeti samedâniye» başlıklı bir fıkrada bahsediyor, ve maalesef bu garib hattatın adını yazmıyor:
Bir arıza ile iki elleri bileklerinden ve iki ayakları da topuklarından düşmüş Bolulu bir şahıs olup İstanbula gelmiş, devrin namlı üs-tadlarmdan Suyolcuzâde Mustafa efendiden yazı öğrenmiş, sülüs ve nesihde kemal sahibi olup bir En'amışerif yazarak devrin pâdişâhı Dördüncü Sultan Mehmede hediye etmiş. Elsiz bir adam tarafından yazıldığına inanılmamış, huzuru hümâyuna çıkarılmış. İki bileğinin uçları ile divitini belinden çıkaran malûl sanatkâr kalemi de yine iki bileğinin uçları ile tutarak pâdişâhın gözü önünde bir satır sülüs iki satır da nesih yazarak hiç kusursuz güzel yazıları ile Sultan Mehmedi ve o sırada orada bulunanları hayretler içinde bırakmış; Râşid Efendi: «... ve kâğıdı önünde yere koyup şâir kâtibler gibi bi bâkü bî perfâ kitabet idiyor. Vallahü âlâ mâ yeşâü kadîr!.» diye tasvir ediyor.
Bu sakat adama huzurda bir mikdar ih-
BlDEST KÂTİB
2762 -
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 2763 —
BİHRUZ (Altmı§ dördün)
sanda bulunuldukdan başka kaydi hayat şartı ile istanbul gümrüğü gelirinden yirmi akçe yevmiye bağlanmış.
BÜMEST KÂTİB — 1894 yılında yetmiş yaşlarında Şehiremâneti muhasebecisi Reşad Efendinin (R. E. Koçunun dedesi) kapusun-da himaye edilir iken ölmüş bir zât olup maalesef adı -tesbit edilemedi. Aile hatıraları arasında bilinen şunlardır. İki kolu dirseklerinden kesik olarak doğmuş, tahsil çağına bas-dığında son derece dilber ve gaayetle zekî bir çocuk imiş. Bir sanata giremeyeceği için okumuş, yazıyı da ayakları ile yazmayı öğrenmiş, sağ ayağının baş ve ikinci parmakları arasına sıkışdırılan kalemle, hüsnü hat üzere olmasa da okunaklı, güzel yazısı varmış. Ondört on-beş yaslarında iken (1838-1839) bu hünerli güzel çocuğu ikinci Sultan Mahmudun huzura çıkarmışlar, huzurda ayağı ile yazı yazmış ve 200 altın ihsan almış; resmî dâirelerden birine de şâkirdlikle çirağ edilmiş. Kalemden çıkacak yazıların ilk müsveddelerini ayağı ile o genç yazarmış, hiç işi olmayanlar dahi bu garib kâtibi görmek için o kaleme uğrar imiş. Tanzimat ricalinden Keçecizâde Fuad Paşanın
Bidest Kâtib (Resim: Sabiha Bozcalı)
her nedense sinirine dokunarak vazifesinden atılmış. Bir iki sefer görmüş idik, kumral bıyık sakallı, gaayet temiz giyinir, yalnız, eli yerinde kullandığı sağ ayağına yaz ve kıs ço-rab giymez,. çıkarması kolay ökçesi basık bir yemeni, yahud bir takunya geçirirdi. Güler yüzlü, tatlı dilli bir zât idi. Zan ederim ki himayesine sığındığı Reşad Efendinin uzakdan akrabası idi. Zira sanat muhibbi olan Efendinin Ayasofyadaki konağında kendisine çok itibâr edilirdi; selâmlığın dâire âmiri gibiydi. Reşad Efendinin oğlu Malûmat ve İkdam muharrirlerinden Ekrem Bey (R.E. Koçunun babası) mekteb arkadaşım olduğu halde bu kendine has güzellikleri olan adamın adını niçin öğrenmediğime hayret ederim (1944).
Reşad Mimaroğiu
BÎGALI — Geçen asır sonlarında İstanbul Balıkpazarında balık madrabazı esnafdan bir bıçkın delikanlıdır; asıl adı öğrenilemedi; külhânî halk şâiri Tophane ketebesinden Üs-. küdaıiı Âşık Râzi tarafından yarın kalmış, veya ancak dört kıt'ası elimize geçmiş bir destan ile övülmüşdür:
1. Bigalının eli gümüş terazi
2,
3.
Varsak dükkânına aldatır bizi Balıkpazarında tezgâh başında Seyreder çapkını kalender Râzi Karagözle mercan, kılıçla kalkan Balıkçı civanın bıçağı al kan Gâlıi ümid verir gehi korkutur Bıçkın bakışıdır yürekler yakası» Bîr tutam perçemin üstünde al fes Gubâri hat ile ruhleri canfes
Arslan yavrusudur şahım Bigalı Her sînc olamaz ol şuha kafes Balıkpazarının bir ucu yalı Sıra sıra meyhaneler
.4,
Bigalı mihrakı muhabbet olmuş Göııül saatleri ona ajarîl
Vâsıf Hiç
BÎGARAZ — Mora ihtilâli yıllarda Eter-ya gizli ihtilâl komitasının muhâberâtında kullanılan şifrede «Padişah» karşılığı.
Bibi.: Cevdet Tarihi, XI.
BlHÎŞTÎ — Onbeşinci asır şâirlerinden ve İkinci Sultan Bayazıdın gözdelerinden, «Karışdıran Süleyman Bey oğlu» künyesi ile mâruf olub şuerâ tezkirelerinde asıl adı ihtilaflıdır, Sehî Bey «Ahmed», Kastamonulu Lâ-tîfî ise «Sinan» diye kaydediyor, ve Lâtîfî ayrıca Çelebi unvanını da ilâve ediyor.
Pâdişâhın yanında «bir sahibi cemâl nevcivan» iken «cüz'î bir nesne için» nazla-nub İrana kaçmış, Sultan Hüseyin Baykarâ'-ya iltica etmiş, bir müddet orada kalarak . Molla Cami ve Nevâî ile tanışmış, şarkın bu büyük fikir ve sanat adamlarının hizmetinde bulunmuşdu. Sultan Baykarâ İstanbul pâdişâhına bir elçi ile kıymetli hediyeler gönderir iken eski bendesi Bihiştînin affını da iltimas etmiş, recası kabul olunarak Bihiştî vatanına dönmüştü. Avdetinde Sultan Bayazıda uzun bir kaside sundu ve bu manzumesinde de yer yer affını diledi; bu beyit p kasidedendir: Ne kul ola ki anın olmaya eürmü günehi Ne hatâ ola ki af itmeye sultanı kerem
Şiir diline örnek olarak şu beyitler de yukarda adı geçen şuerâ tezkirelerinden alınmıştır:
• Oturacak diz dize ağyar yârin yânına Taze taze dağ ürür âşıkların canına *
Şöyle tutmuşdur şerâri dûdi ahım gökleri Korkarım yağmur yerine od saça gökden sehâb
*
Olursam hüsnü vasfında mübâriz Kalem bir parmağı şerhinde âciz
Lâtifi, bu nevcivan şâirin İrana kaçmasına sebeb olan suç için «beşeriyet icâbı kendisinden <çıkan kötü bir iş» diyor, o devrin saray hayatını bilenler bunu, pâdişâhın yakınlarından bir güzele aşkü alâka şeklinde düşünebilirler. Yine ayni müellif, vatanına dönerken eline Molla Cami ve Nevâî tarafından da sefaatnâmeler verildiğini söylüyor.
Nazım ve nesir üzerine bir kaç risalesi ile beş hikâyeden mürekkeb bir «Hamse» si vardır, bu beş hikâyenin isimleri «Hüsün ve Ni-gâr», «Süheyl ve Nevbahâr», «Yûsuf ve Zü-
leyhâ», «Vâmık ve Azrâ», «Leylâ ve Mecnun» dur.
BİHBUZ (Acem) — Geçen asrın birinci yarısında Istanbulda şöhret olmuş ve hal ter-cemesini son Yeniçerilerden Galatalı Hüseyin Ağanın destan mecmuasındaki bir notdan şöylece öğrendiğimiz bir delikanlıdır:
«Tepedelenli Ali Paşanın gaayetle mak-. bulu hizmetkârı idi ki bir maddeden ol pâşa-yi gazubun hışmına uğrayub Ali Paşa bu Bih-ruz gulâmın katlini işaret eyledikte mûtemed âdemisi Manol nâm pelîdi dûzah karîn Bihru-za alâka eylemiş olmakla cellâd elinden alub kendi üç nefer eşkiyası ile firar, ve üç ay dağlarda derbendlerde karar ve bir sağır limanda buldukları Sakız gemisine can atub üç mah dahi rûyi deryada çalkanub Egriboz'a vardıklarında karakol sefinesi çevirüb teftiş ve sual olundukda Manol ve üç nefer egkiya-lar ve Bihruz gulâm sene 1225 muharremi. gurresinde Âsitânei Saadete irsal ve bu câ-ııibde dahi gereği gibi tahkiki madde kılı-nub Manol ile üç nefer şakiler Tersânei Âmi-rede vaz'ı kürek ve Bihruz Gulâm bîr eyyam kaptanpaşa hapsinde kalub henüz nev hat taze civan ve gaayetle reşîd ve fatîn ve dahi fransalı lisânı tekellüm eyler kâtib ve hzsnü gibi hattı güzel olmağla tomruk ağasının arzı ile kaptan paşa hazretleri bu Birhuza sâhib çıkmışdır, ama ömrü vefa etmeyüb fevti 1227 tâunundadır; Zincirli Mescid imamı Kara ibrahim Efendi gasletmişdir. Galatalı Hüseyin Ağanın Bihruz gulâma destanı olub ne aceb bu mecmuaya dere olunmamış». Kıt'a
Bihruzum dokunmuş ipek sırmadan
Ne reva o şaha kürekle zindan
Ak sâdeler giymiş nûri mücessem
Bağı muhabbetde ol taze fidan Kıt'a
Levendâne kesim acem dilberi
Kâkülünü kesmiş urum berberi
Yedi kudret anı eylemiş tezhîfo
Gül varak üzre hattı muanberi
BlHUUZ (Altmış dördün) — Geçen asır başlarında, Fındıklıda Müftü Hamamının erkekler kısmında güzelliği ile nam almış genç bir dellâkdir; o devrin bütün esnafı gibi ayni zemende Yeniçeri Ocağına kayıdlı ve altmış dördüncü ortanın neferlerinden olan bu genci, son yeniçerilerden ve halk şâiri Çardak Kolluğu çorbacısı Galatalı Hüseyin Ağa. îs-
BİHRUZ (Arnavud)
- 2764 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
2765 -
BİLÂL (Bahriyeli)
tanbul hamamları üzerine yazdığı şehrengiz yollu bir manzumede şu beyitlerle övmüştür:
Bîri dahi altmış dördün Bihruzdur
Gül ibikli alimi tüylü horozdur
Cümle Ocak halkı anın müştakı
Yoldaşlara mihrab kaasmın takı
Kaçan varmış germâbeye ol âfet,
Aşıklar başına rûsi kıyamet
Belinde giilgûnî ibrişim futa
Taparlar müşrikin ol üryan puta
Zeberdest fetâdır çâbik ü çâlâk
Müftü Hamamında ol deîlâki pak
BİHKUZ (Arnavud) — Geçen asır başlarında1 Aksarayda Muradpaşa Hamamının erkekler kısmında güzelliği ile narn almış aslı Avlonyah bir genç dellâkdir. Son yeniçerilerden ve halk şüiri Çardak Kolluğu Çorbacısı Galatalı Hüseyin Ağa, İstanbul hamamları üzerine yazdığı şehrengiz yollu bir manzumede bu delikanluyu söyle övmüştür.
Biri dahi Biliruz civan arnabnd
Fııtasıdır şemsi setr ider bulut
Aksaray Hamamı içredir ol mâh
-Aylonya hâkinden melâhet penâh
Saçlı civandır ki kaameti şemşâd
Hizmetin görenler cümle.ten dilsâd
Baba köçeğidir virdi zebanı
Beyan iden size fehmidin ânı:
«Bâbinâ meftunun limen dahaîe
Taamına mahzur ümen ekeîe». BÎHZAD — Onyedinci asır hattatlarından; Hafız Mehmed Efendi yetişdirmesidir; . kibardan bir zâtin azadlı kölesi imiş. Uzun yıllar Silivrikapusu içinde İbrahimpaşa Camiinde müezzinlik yapmışdır, "ehli hat içinde nûri mücessem bir kâmil âdem" imiş.
Bibi: Müstakimzâde, Tuhfei Hattatın
(B.: Butak, Bihzat) — On altıncı asırda îstanbulun güzelliği dillere destan olmuş âşif-te higârlarından; şâir Azizî zamanının namlı güzel kadınları sânında yazdığı «Şehrengiz» de bu nazenini şöyle övüyor:
Biri Bihzad Hümâsı dır kim ol yâr Olubdur bağı hüsne kebk reftâr Havayı züjfi müşk âmîzi onuri Uçurmuştur karârını hümânım Kime hemser olursa ol mâh tal'at Kona oî kişinin başına devlet
Şükrü Nail Bayrakdar SELÂSE; BİLÂDİ SELÂSE KA-J BILAEÎ, KADILÎKLARÎ — Osmanlı Devle-|
tinin kuruluşundan «Tanzimat Devri» denilen uyanık istibdad devrine kadar eski idare teş-kilâtinde İstanbul, «Nefsi istanbul», «Eyyub»; «Galata» ve «Üsküdar» olmak üzere birbirinden asla ayrılmaz bir arada dört şehir kabul edilmiş idi; Eyyub, Galata ve Üsküdar, ayrı ayrı zikredilmeyip «Bilâdı Selâse», Üç Belde-Üç Şehir adı altında toplanmış; bütün İstanbul Vilâyeti kaşdedildiği zamanlar, «İstanbul ve Bilâdı Selâse» denilirdi.
O eski teşkilâtda da İstanbul Vilâyetinin sınırı, zamammızdaki İstanbul Vilâyeti sınırının hemen ayni idi; bu sınırı kesin olarak gös-«, teren bir haritaya, krokiye rastlayamadık.
Kadim teşkilâtda İstanbul Vilâyetinin tek ve pek mühim hususiyeti, ayrıca bir valisi bu-lunmayub doğrudan sadırâzamlık (Başvekillik) makaamına bağlanmış olmasıdır. Bu durum Tanzîmatdan sonra, hattâ meşrûtiyet devrinde de, daha kesin tâbir ile, Türkiyede Cumhuriyetin ilânına kadar devam etti. İlk defa Cumhuriyet devrindedir ki îstanbula Süleyman Sami Bey adında bir zât vali tâyin edilmişdir.
Kadim teşkilâtda Nefsi İstanbul, Büyük-şehrin Bizansdan kalma meşhur tarihî kale duvarlarının, surların içindeki beldedir. İstan-bulun vilâyet olarak bütün toprakları Bilâdi Selâsenin sınırları içindedir.
İstanbul ve Bilâdı Selâsenin inzibat ve asayişi, polis-emniyet teşkilâtı sahil ve iç kısım olarak ikiye ayrılmış, sahil bölbesi Bostancı Şaşılığa, iç bölgesi de Yeniçeri Ağalığına bırakılmışdı. (B.: Bostancı; Yeniçeri). Adlî ve Beledî idaresi de dört kadi efendiye verilmiş-di. Hem hâkim hem de, zamanımızın tâbiri ile belediye reisi olan bu kadılar, adlî mercileri Rumeli Kadıaskerliği, beledî mercileri Sadırâzamlık makamları olmak üzere tam istiklâle sâhib idiler. Mensub oldukları ilmiye mesleğinde, terfî kıdemi bakımından dereceleri, aşağıdan yukarıya Galata Kadılığı, Üsküdar Kaldığı, Eyyub Kadılığı ve İstanbul Kadılığı idi, fakat bilfiil kazâî ve beledî idarede biri diğerinin âmiri değildi, meselâ İstanbul Kadısı Efendi, Bilâdi Selâse kadılarının hiç bir işine karışamaz, onlara her hangi bir husus-;da en küçük bir emir veremezdi. İstanbul Kadılığının tek üstünlüğü, bütün İstanbul Vilâyeti için, zamanın îcablarına göre, ticarî, iktisadî ve sınaî nizâmı koruyan narhın tesbiti, narh defterlerinin tanzîmi, esnafın tâbi olaca-
ğı meslekî nizâmnâmelerin tâyin ve tesbiti idi. Bunların Bilâdı Selâsede tatbikinden, Bilâdi Selâse Kadıları şahsen mes'ul idiler; faraza, İstanbul kadısı, narhın ne şekilde tatbik edildiğini, esnafın narha ve diğer belediye nizamlarına ne dereceye kadar riâyet ettiklerim teftiş için Eyyuba gitmezdi, Galataya ve Üs-küdara geçmezdi; bu teftişi, yaparsa bizzat sadırâzam yapardı. Bilâdı Selâsede halkın şikâyetleri, eğer mahkemelerde bir haksızlık-dan ise Rumeli Kadıaskerine. beledî yolsuzluklardan ise Sadâret makamına yapılırdı.
Eski Belediye mektubcusu merhum Osman Nuri Ergin «Mecellei Umûri Belediye» adındaki eserinde Bilâdı Selâsenin hududları-nı, kısmen Evliya Çelebiden naklen ve müb-hern olarak şöyle tesbit ediyor:
«Eyyub Kadılığı - Hududu karadan Ça-talcaya kadar imtidad eder, nefsi Çatalca kasabası da Eyyub kadılığına bağlıdır. 700 parça köy, 26 nahiyedir (sahilde Silivri Eyyub kadılığına bağlı son nahiye idi. Büyük ve küçük Çekmeceler evleviyetle bu kadılık hükmündedir).
«Galata Kadılığı — Boğaziçinin bütün Rumeli yakası, karadan, zamammızdaki Kırklareli Vilâyeti sınırına kadar, (dolayısı ile bir kısım Karadeniz sahili bu kadılığa tâbi idi, 300 parça köy, 44 nahiyedir. Marmarada Bandırma civarında Kapudağı yarım adası da Galata Kadılığına bağlı idi. (Kâğıthane Deresi gerilerinden. Marmara ve Karadeniz sahillerine paralel olarak çekilecek ortalama bir hat Eyyub ve Galata* Kadınlıklarının hududu olması gerekir).
«Üsküdar Kadılığı — Boğaziçinin bütün Anadolu yakası ile, Kocaeli yarım adasının zamammızdaki İzmit Vilâyeti sınırına kadar bütün toprakları (köy sayısı verilmiyor), 5 nahiyedir».
Nefsi İstanbul Kadılığı da dâhil. Bilâdı Selâse kadılarının resmi kadılık dâireleri yok-du, kendi oturdukları konaklar ayni zamanda resmi makamları olurdu. Kadılığın memurları her sabah konağa giderler, kendilerine tahsis edilen divan hanelerde günlük vazifelerini yaparlardı. Kadi efendi değişdi mi, yeni kadının konağına devama başlarlardı. Bilâdı Se-laseden birine kadı olan zâtin, kadılığı müd-detince, nefsi İstanbulda meskeni olsa da kadılığı merkezinde bir konak bulub orada oturması şart idi.
îstanbulda ve Bilâdı Selâsede, Merkezde ve nahiyelerde ne kadar mahkeme varsa, hâkimi kadı efendi idi; fakat bu vazifesini ekseriya bilfiil îfâye imkân olmadığı için nahiyelere birer nâib (kadı vekili) tayin ederdi; nahiyelerde beledî idareye de bu nâibler bakarlardı. Kadı ancak teftişlerde bulunur, ve ancak çok mühim davaları bizzat görüb karâra bağlardı.
Halk ağzında ekseriya «kadı» yerine «Efendi» ve «Molla» unvanları kullanılırdı, meselâ İstanbul Kadısına «İstanbul Efendisi», Bilâdi Selâse kadılarına da «Eyyub Mollası», «Galata Mollası», «Üsküdar Mollası» denilir-' di. (B.: İstanbul kadısı, İstanbul Kadılığı; Eyyub kadısı, Eyyub Kadılığı; Galata Kadısı, Galata Kadılığı; Üsküdar Kadısı, Üsküdar Kadılığı; İlmiye).
BİLÂL (Bahriye Sibyan Mıkızah) —- Rûmî 1310 ile 1315 arasında melek sîmâ güzelliği ve ayrıca sesinin de son derecede halâveti ile Tersane muhitinde büyük şöhret kazanmış bir mürâhik delikanlı idi. İnce, uzun boylu, taşıdığı bahriyeli forması icâbı bıçkın meşreb olub, tulumbacılığa da gaayet hevesli idi; bahriye itfaiye taburu olduğu halde, beri tarafın pırpırılığı daha câzib olduğu için, yasağa rağmen izinli çıkdığı bir gece Çeşme Meydanı sandığında Hasköyde çıkan bir yangına koşmuş, zabitlerinden biri tarafından görülüp jurnal edilmiş, Tersanede meydan dayağına yatırılmışdı. Bu satırların naçîz muharriri de o dayağı ibret olmak üzere görmeğe çıkarılan efrad arasında idi. Çıplak ayakları falakanın bukağısına alınıp bir çavuş değnekleri indirmeğe başladığında kışla kumandanı değnekçi çavuşu beğenmedi, «Cellâd» lâkabı ile mâruf ve cümlenin menfuru bir zencî vardı, Tersane Zindanında gardiyan olup zebaniyi andırır bir zâlim herif idi, dayağa onu koydu, elli değnek yiyecek olan Bilâl, Cellâdın elinde yirminci darbeye kalmadı, tabanları şahren şahren yarılıp kan revan içinde bayıldı, yüzüne şu dökülüp ayıltarak dayağı tamamladılar.
O zamanlar meydan dayağına yatmak tersaneliler arasında haysiyet kırıcı bir hâdise bilinirdi; Bilâl bir aydan fazla yere basamadı, arkadaş yardımı ile yürüdü idi, ve an'-ane hilâfına şeref ve itibarî artmış idi.
Kıbrıslı Kıtazzâde Nâzım Bey nâmında zengin ve kibar bir zât bu mızıkalı Bilâli
— 2766 -
— 2767 —
BİLÂL (Manangatlı)
me Meydanında meşhur tulumbacı kahvesinde görmüş, güzel gencin ağzından semaî, divan dinlemiş, hayranı olmuşdu. Pek cömertçe nakdî yardımlarda bulunmuşdu. Fakat bu hîmâye de bâzı nıüfsidlerce dedi kodu mevzuu olmuşdu. Bilâl Nazım Beyden yüz çevirip kaçmağa başlayınca, meğer bu zâtin şairliği de. varmış, Malûmat Gazetesinde ismini zikretmeden Bilâl için bir gazel yazub neşretti; bazı bedhahlar o zaman bu gazeli de bir mesele yapdılar, nihayet Bilâl Beyrut Limanında karakol hizmetinde olan bir firkateyne borazan neferi olarak gönderildi. Mâlûmatda 1314 senesinde intişar etmiş olan gazel şudur: Yârdır bu âlemi fânide hep matlûbumuz Arz hüsn etmez fakat maşuku şehrâsûbumuz Âh ol Yûsuf likaaya mübtelâyız şöyîe kim Eâhi aşkında fedâyi can ider Yâkubumuz Gönderüb bir nâme etmişdik rccâyi merhamet Hâkipâyi yâre amma varmamış mektubumuz Şîve-i güftârma dübeştedir halkı cihan Nâz perver, meclis aradır hele mahbûbumuz
Beyrutda gaayet zengin bir dul arab hanımı Bilâle âşık olmuş, ve delikanlıyı para kuvveti ile bahriye ocağından çıkartub onunla evlenmiş; Mızıkalı Bilâl bir gün îstanbula parmaklarında elmas, zümrüd yüzükler, ve yelek cebinde elmaslı altın saat, altın kordon, elinde fildişi şaplı bastonla Çeşme Meydanı kahvehanesine çıka geldi, eli de kesesinde Na-polyon altınları ile oynardı; amma delikanlıda, o basit bahriye neferi .forması altındaki al beni kaybolmuşdu; sanki o hüsnü ânı şahle-vandâne o formaya mahsusdur. Arab hanımından sıla için izin alup gelmiş, eski arkadaşları ile balozlarda mirasyedi vârî paralar harcadı. Bir gece de ortadan kayboldu, Halic-de cesedi bulundu; başına ağır bir cisimle vurulup denize atılmış. İhbar üzerine Azebka-pusu iskelesinden Laz Dimitri isminde bir kayıkçıyı yakaladılar. Bilâlin altın saati kayığında bulunan Dirnitri îdama bedel teşhirden sonra onbeş sene prangabendliğe mahkûm oldu. Bilâli Dimitrinin tuzağına düşürüb güya delikanlı ile gece kayık safasına çıkacak olan bir rum yosması da şeriki cürüm sıfatı ile mahkûm oldu. O zamanlar, büyük akisler yapmış bir cinayettir.
Dostları ilə paylaş: |