Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sahil kapusu Resim: Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,55 Mb.
səhifə64/76
tarix27.12.2018
ölçüsü5,55 Mb.
#86801
1   ...   60   61   62   63   64   65   66   67   ...   76

Hakkı Göktürk

'v BÎNAMAZLARA. CEZA (Kaıranâmei Âli Osmanda) — Eski cemiyet hayatımızda bîna-mazlık asla hoş görülmemiştir. Gerek ev hayatının mahremiyetinde, gerek günlük iş yerinde, (kalemde, dükkânda, handa, hamamda, bağda, bağçede, okulda, kışlada, kayıkda, gemide, yapı yerinde) beş vakit namaz, asla mazeret kabul edilmeyerek dâima kılınmışdır, namazını kılmayan bînamazlık ile damgalanmış, bednam olmuşdur, bununla da kalınmamış, bulamazlar hükümetçe tâkib edilmişler, habse atılmışlardır.

Bilhassa erkek çocuklar, beş vakit namaza 7-8 yaşlarında iken başlamışlardır. Günlük Cemiyet hayâtında namaz ibâdeti üzerinde bu dikkatli duruş ile kalbî ibâdet arzusu arasında samimî râbitanın mütalea ve münakaşası bu ansiklopedinin konusu dışında kalır.

İ'stanbulda yüzlerce mescid bu maksadla inşâ edilmişdir. Müstakil çatı altına bulunanlardan maada büyük hanlara, bekâr odalarına, kışlara da mescidler yapıla gelmiştir; hatta Çandarlı İbrahim Paşa, Sarâçhânebaşmdaki meşhur hamamının içine dahi bir mihrab yap-dırmış. idi (B.: İbrahim paşa Hamamı); yol kenarlarına, mesire yerlerine, mezarlıklara, bâzı çeşme başlarına da sayısız namazgahlar

yapılmışdır.

İş hayatları, ve bâzı ahvalde hatta kılık ve kıyafetleri çok sıkı nizam altına alınmış olan bütün serbest meslek erbabı, ve bu arada esnaf tabakasının namaz ibâdeti üzerinde bilhassa durulmuşdur; öylesine ki on altıncı asırda yazılmış Kanunnâmei Âli Osmanın esnaf nizâmından bahseden ve «İhtisab» ser levhasını taşıyan yirminci faslı bînamazlarm amansız takibini emreden şu satırlar ile başlar:

«Bî namazları mahalle be mahalle teftiş idüb namaz kılanı ve kılmayanı göreler, esnafın bînamazlarm tutub teşhir ideler, ve muhkem haklarından gelûb siyâset ideler».

O zamanlar bir adamın, hele bir bînamaz olarak teşhiri, çok ağır bir cezadır; öylesine bednam olacakdır ki artık herhangi bir işe devamına imkân vermeyecekdir; kanunnâmede ayrıca «haklarından gelüb siyâset ideler» hükmünden ne kasd edildiğini aydın olarak anlayamadık; bu hükümden çıkan mâna, bînamazlarm îdam olunacağı dır; ağır dayak ile zindana atılma, Tersane gemilerinde küreğe konma manâları da çıkarılabilir.

Bu maddenin mahalle imamları elinde müdhiş bir silâh olduğu muhakkakdır; pek çok kimsenin bînamazlık damgası ile felâkete sürüklendiğini tahmin edebiliriz; fakat biz. târih kaynaklarımızda tesbit edilmiş bir vak'aya rastlamadık.

Bînamazlarm bu şiddetli takibinin ne zamana kadar devam ettiğim kesin olarak söylemek imkânını da bulamadık.

ön yedinci asır ortasında müverrih Meh-med Halîfenin «Târihi Gilmânî» , adındaki eserine gözleri ile görerek kaydettiğine göre, İstanbul sokaklarında alâmelâünnas fîli şenî ve livatada bulunan azgın yeniçerilerin, na-mazgâhda, mescidde,,camide beş vakit namazlarını da kıldıkları iddia edilemez.

Cemiyet ilmi ve târih bakımından halk \ ağzında dolaşan fıkraların da büyük ehemmiyeti vardır; meselâ onsekizinci asrın ünlü vezirlerinden sadırâzam Koca Râgıb Paşa bir gün bendelerinden ve devrin külhânî şâirlerinden Haşmet Efendiye işlerinin çokluğundan şikâyet etmiş:

— Ah Haşmet, hiç işi olmayan bir vazi
fe istiyorum!, demiş.

Külhânî Haşmet:

— Ben öyle bir memuriyet biliyorum
ama efendimiz tenezzül buyurur musunuz?..

BİNBAŞI SOKAĞI

2780 -


İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ


Deyince paşa «Ne dir?» diye sormuş; Haşmet:

— Efendimizin imamlığı'., demiş.

Bu fıkra, bu ünlü vezirin halk arasında bînarnazlıkla tanındığının kuvvetli delilidir.

On dokuzuncu asırda istanbul ulemâsı arasında pek seçkin bir sima olan Kethüdâzâ-de Mehmed Arif Efendinin bir fıkrası da dikkate değer. Hiç evlenmemiş bir bekâr olan bu rind ve zarif zâtin Seyyid adında ondört onbeş yaşlarında haşarı bir uşağı varmış; bir gün bir komşusu:

'•— Hoca Efendi, Seyyid bir çapkın oğlan
dır, bir kerecik abdest alub mescide girdiğini
görmedim; siz gittikden sonra bütün gün
r um çocukları ile ceviz oynar!., deyince Arif
Efendi: -" •

— Bana da çapkın lâzım!, çağıracağım,


namazda... çağıracağım, namazda... ya be
nim işimi kim görecek!?., demiş.

Vicdan üzerinde baskı yapan bütün kanunlar gibi, Kanunnâme! Âli Osmanın bu hükmünün de pek çabuk tavsadığı aşikârdır. Bununla beraber cemiyet hayatımızda bir kimsenin bânamazlık ile tanınması hoş gö-rülmemişdİF. Hayta, çapkın, bıçkın, güruhu nü pek amansız tâkib ettiren, îkinci Sultan Mahmudun gazabından bâzı gençleri kurtarabilmek için hemen dâima: «Pâdişâhım, beş vakit namazında bir taze yiğittir!» diye şefi aatcte bulunulmuşdur.



BİNBAŞI SOKAĞI — Üsküdarda Çavuş der esindedir; Silâhdar bağçesi sokağı ile-Vasiyet sokağı arasında uzanır; bir araba geçebilecek genişlikde olup, Silâhdarbağeesi sokağı tarafından gelindiğine göre toprak yol olarak başlar; ahşab ve beton yapı evlerinin çoğu bağcelidir; son kısmı kabataş döşeli ve dikçe bir yokuş olur, sola doğru bir kavis çizer, bostanlar arasından geçer, tekrar toprak yol olur ve böylece Vasiyet Sokağına kavuşur; her iki başında birer bağceli kahvehane vardır (Temmuz 1961).

Hakkı Göktürk

BlNBİE ÇİÇEK — İkinci Abdülhamid devri sonlarında Şişlide bir gazino. Yaz akşamları Galata ve Beyoğlu yosmalarının toplandığı bir yer idi. Istanbulun büyük evlâdı Ahmed Kasını, Malûmat Mecmuasına yazdığı şehir mektublarından birinde burasını su şirin satırlarla tasvir ediyor:

«Aman!. Şişlide Binbir Çiçek denilen bir

gazino var. İçinde alaturka çalgı çalıyor. Fakat ne binbir çiçek!. Aksama doğru Beyoğlu-nun, Galatanın nevâdiri ezhârı düşüyor. Artık yeşilliği seyredin, demet demet; Bülbüi-deresinden gül, Tatavladan sünbül, Yenişehir-den menekşe, Çiçekçi sokağından karanfil, Venedik sokağından lâle. Derviş sokağından rnine, Timoni sokağından kamelya, Fıçıcıdan sarmaşık, Kalyoncukolluğundan yasemin, Fe-riköyünden top salata, Kemeraltmdan yediveren, Doğruyoldan gündüzüsefâ, Kuledibin-,-"den yapışkan, Arnavudköyünden gecesisefâ, Dolabderesinden hindiba, Samatyadan papatya, Yedikuleden marul, Papasköprüsünden manolya, Linardı Sokağından ortanca, Taksimden salkım, Boyacıköyünden zanbak.... fakat kokularından insanın burnu düşer".

Büyük muharririn zer af eti semt ve sokak isimlerinin yanma çiçek ve şâir yeşillik isimlerini gelişi güzel sıralamamış olmasındandır, bir kısmı cinaslıdır. O devrin fuhuş âleminde şöhret sahibi yosmalarının çoğu takma ad olarak bir çiçek ismi alırlardı, Sa-matyalı Papatya, Tatavlalı. Sünbül, Papas-köprülü Manolya, Boyacıköylü Zanbak gibi. Vahşiyâne bir cinayete kurban olmuş pek namlı Kamelya da Timoni Sokağında otururdu. Kemeraltı kaldırım fahişeleri ile meşhurdu, Kuledibinin fahişeleri de sırnaşıklıkları, yapışkanlıkları ile meşhurdu .

SARNICI — îstanbulun Bizans devrinden kalma büyük yer altı sarnıçlarından biri; Sultan-ahmed ile Çemberlitaş arasında, kendi adına insbetle anılan Binbirdirek Mahallesindedir (B.: Binbirdirek Mahallesi; Binbirdirek Meydanı, 1934 Belediye Şehir Rehberinin 2 numaralı paftasında 18 numaralı saha); kadim adı Filoksenos sarnıcıdır.

Celâl Esad Arseven «Eski İstanbul» adlı eserinde bu önemli yapıyı şöyle anlatıyor:

«Filoksenos - Binbirdirek sarnıcı altıncı asır bidayetlerine doğru Jüstinyen zamanında inşâ olundu. Filoksenos tesmiyesi ise o vakit senatör bulunan Filoksenos tarafından inşa ettirilmesi idi. Bu sarnıç Hipodromun cenubi garbisindedir. Bunun üstünde vaktiyle Fazli Paşa konağı varmış. Tülü 60 metro ve arzı 50 metrodur. Dâhilinde 224 aded başlıklı sütunlar olup yekdiğerine kemerler ile merbuttur. Mezkûr kemerler sarnıcın üstünü örter, Sütunlar onbeş sıra üzerine olup bir

:l

B

B



Cfi

Sf

S o


B"


BINBIRDIREK

— 2788 -


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

BİNBİRDİREK BATAKHANESİ


birinden dörder metro mesafededirler. Dâhildeki suyun hava alması ve içeriye aydınlık vermesi için muhtelif bacalar açılmışdır. Sütunların bugünkü irtifâları 10 metre kadardır. Diğer kısımları suların bıraktığı çamur içinde kalmış olup katılaşarak toprak hâlini alan bir zeminden aşağıda bulunmaktadır; vakti ile 18 metro imiş, Bir zamanlar içinde ipek ve iplik bükenlerin tezgâhları vardı. Zeminden onbeş metro aşağıda bulunan sarnıcın zeminine taş bir merdivenle inilir» (C. Esad, Eski İstanbul).

Türk Ansiklopedisinde ise bu eser şöyle anlatılmısdır:

«Istanbuldaki üstü kapalı Bizans sarnıçlarının en büyük ve en karakteristik olanlarından biridir. Bindirdirek adı türkler tara-fnidan verilmiştir. Bu sarnıcın, yazılı belgelere göre, Büyük Kostantinin imparatorluk merkezini Roma'dan İstanbula naklettiği sırada beraberindeki senatörlerden Philekseno-sun Forurı yanında yaptırdığı büyük sarnıç sanılarak Phileksenos sarnıcı diye de adlan-dırılmışdır. Ancak Binbirdirek sarnıcının

Bmbirdirek Sarnıcı (Türk Ansiklopedisinden)

Jüstinyen devri yapı hususiyetlerini taşıdığına göre, milâdın IV. yüz yılının ilk yarısında yapılmış olması gereken Philoksenos sarnıcı ile bir ilişiği olamaz.

«Binbirdirek sarnıcının yüz ölçümü 54 X 64 m2, bütün yüksekliği 14 metroya yakındır. Etrafı horasan ve geniş tuğlalarla işlenmiş 2,92 metro kalmhğındadır. Üst tarafında mazgal deliklerine benzer pencereler bulunan duvarlar ile çevrilidir. Sarnıcın içinde 224 sütun vardır; bunlar sarnıcın üzerini örten kemer ve tonozları taşımaktadır. Sütunlar kalın bir bilezik ile birbirine tutturulmuş (altdaki 4,90; üstdeki de 4,40 metro boyunda) iki parçadan meydana gelmişdir. Ancak, alt parçaların hemen hemen 3,5 metro yüksekliğe kadar sarnıcın içini doldurmuş olan çamur kitlesi içinde gömülü kaldıkları görülmektedir. Sütun, kaide, bilezik ve başlıkların üzerinde bir çok marka ve monog-ramlar kazılrnışdır.

«Binbirdirek sarnıcı vakti ile ipekçiler gediğine verilmiş olduğundan içinde ipek ve iplik bükenlarm tezgâhları (ve çıkırıkları) bulunmaktaydı. Üzerinde ise Dördüncü. Murad devrinde Tayyarzâ-de ve daha sonra Fazli Paşa konakları gibi büyük binalar yapıl-rnışdı. Bugün sarnıcın içi boşdur. Üzerindeki yapılar yıkılmış ve burası (büyükçe) bir meydan hâline getirilmişdir. Ancak, sarnıcın asıl pencereleri toprak zemin içinde kaldığından, içeriye ışık ve hayanın girmesi için tonozlardan bâzıları .. delinmişdir» (Türk Ansiklopedisi; 1953).

Türk Ansiklopedisindeki maddeler maalesef müellif veya mütercimlerin imzalarını taşımamaktadır. Celâl Esad Arseven Türk Ansiklopedisinin yazı heyeti arasında bulunmaktadır; yukarıya hernen aynen aldığımız Binbirdirek sarnıcı maddesinin bu değerli bilginimizin kaleminden çıkmış olacağını tahmin edebiliriz. «Eski İstanbul» daki metin ile Türk Ansiklopedisinin arasındaki tarih ve rakam ölçüleri ayrılıklarını, 1907 de kaleme alınmış olan «Eski İstanbubun üzerinden

geçen kırk altı yılın yeni araştırma ve tetkiklere vermiş olduğu imkâna bağlıyoruz. Binbirdirek Sarnıcı hakkında orijinal araştırmalar, bizim kalem selâhiyetimizin dışındadır,

BİNBÎEBİEEK BATAKHANESİ — Ne zaman ve kimin tarafından yazıldığını tesbit edemedik; on sekizinci asrın ikinci yansında ilk defa meddah ağzından dinlenmiş bir hikâye olacakdır, ilk baskısı hicrî 1290 (Milâ-1873) de yapılmış olan ve «Tayyarzâde» adını taşıyan hikâyede vak'a, Dördüncü Sultan Murad zamanında İ'stanbulda geçer; hikâyenin kahramanlarından Fazlı Paşanın kızı Gev-herli (Mücevherli) Hanım Sultan, Binbirdirek Sarnıcının üstündeki Fazlipaşa sarayını bir batakhane hâline sokmuş, buraya dürlü hilelerle düşürdüğü İstanbul zenginlerim soyduk-dan sonra, hepsi birer şakî olan uşaklarına öldürtmektedir; pençesine düşen bedbahtları da, öldürtünceye kadar, cezâhâne adı verilen sarayın altındaki büyük susuz, sarmcda hapsettirmektedir.

Halk tarafından çok okunmuş olan bu hikâye, Binbirdirek sarnıcının bir zamanlar hakikaten bir batakhane olduğu zehabını uyandırmışdır.

R. E. Koçu, bu meşhur hikâyeden mülhem olarak, on yedinci asır ortalarında ve Dördüncü Sultan Murad devrinde istanbul hayatını en doğru, en câzib hususiyetleri ile yaşatan «Binbirdirek Batakhanesi» adı ile bir târihî roman yazmışdır. Aşağıdaki satırlar da, yine R. E. Koçunun kalemi ile Tayyarzâde Hikâyesinin bugünkü sohbet dili ile bir hulâ sasıdır:

On yedinci asır ortalarında, Dördüncü Sultan Murat zamanında İstanbulun namlı zenginlerinden Defterdar Hüseyin Efendi azledilir ve Yenibahçedeki muhteşem konağı-ğma çekilerek bir münzevî hayatı sürmeğe başlar; ikbal devri dostları ve dalkavuklar dağılmıştır. Efendi hazretlerinin ise iki lâf edecek bir yâr-ı sadıka ihtiyacı vardır. Bir gün Derviş Mahmud isminde bir zat: «Sultanım, Şehremini semtinde Tayyarzâde isminde on sekiz, .yirmi yaslarında gayet nazik, gayet güzel, sözü sohbeti yerinde bir delikanlı vardır. Şiirden anlar, musikiye âşinâdır, kendi sesi de güzeldir; güzel tambur çalar, bu genci efendimize nedimi has olarak getireyim!" der. Hüseyin Efendi de: "Var getir

bir göreyim" der. Tayyarzâde konağa getirilir, efendi kendisinden gaayetle hazzeder ve Tayyarzâde Yenibahçedeki konakta yerleşir.. Kendisine selâmlıkta mükellef bir oda döge-nir.. Kılığı kıyafeti tepeden tırnağa değiştirilir: Samur, sincap, kakum, vaşak kürkler, altın kabzalı elmaslı hançerler, elmas yüzükler.. Her gün yüz altın cep harçlığı.. Efendi ihsan kapılarını ardına kadar açar.. Kâh saz, kâh söz, edibâne, arifane sohbetlerle geceler ve günler, haftalar aylar geçer.. Ramazan gelir.. Ramazanı şerif de safayı hatırla geçer.. Arife günü ikindi vakti Tayyarzâde anasını ziyaret için velinimetinden izin ister.. Hüseyin efendinin hazinedarı bütün bende-gân için bayram hediyesi birer bohça hazırlamıştır. Tayyarzadenin bohçasını da arkasından Şehreminindeki evine gönderir. Delikanlının anası bohçayı açınca şaşırır kalır, içinde: Bir gâvur fesi, dört değirmi astar, pamuk ipliği alacası bir yanaşma entarisi, mavi bezden diz donu, bir kara ırgat kuşağı, yelken bezinden don ve gömlek vardır..

Kadın:


— Oğlum bunlar nedir?!...O adam seni çoktan istiskal etmiş haberin yok!,, der.

Delikanlı teessüründen ağlamağa başlar, bohçayı saklar ve: «Ben de bir daha onun konağına gidersem nâmerdim!..» der. Halbuki işde büyük bir yanlışlık vardır: Arabacı Veli Mahmud, Tayyarzâde için hazırlanmış fevka-iade kıymetli hediyelerle dolu bohçayı almış, arabacının bohçası da efendinin sevgili nedimine gönderilmiştir. Veli Mahmud bohçayı açıp da içinde kendisinin on yıllık aylığı ile tedarik edilemiyecek eşya olduğunu görünce «Burnu bana yedirmezler!» deyip memleketine kaçar. Delikanlı bayram günü görünme-yince Hüseyin efendi merak eder, evine haber gönderir, buldurtamaz.. Aradan bir ay geçer.. Tayyarzadeden haber yok,. Zengin adam. "Bir iş oldu.. Tayyarzademî gücendirdiler ama benden saklıyorlar...» der ve nihayet bir gün; «Varayım kendim arayıp bulayım!..» diye konaktan çıkar ve akşama konağa dönmez. Aradan bir hafta geçer, efendiden haber yok. Konakta bir merak ve telâş.. Herkes: «Zahir Tayyarzade, efendiyi büyüledi. Kendi evinde kapadı. Parasını sağıp yiyecek» şüphesi uyanır.. Bir hafta sonra konağa meçhul bir şahıs gelir ve efendinin el yazısı île bir tezkere sunar; kâğıtta; «Ali ağa L Sen«-



BİNBİRDİREK BATAKHANESİ

2790 —


İSTANHÜL

ANSİKLOPEDİSİ

2791 —

BİNBİRDİREK BATAKHANESİ






lıdır ve ibadetle meşguldür. Tayyarzade «Şimdi ne yapayım?» diye düşünürken sarayın kapısı açılır. Bir de ne görsün, dışarıya âfeti devran bir kız çıkmıştır: Sırtında bülbül damağı bir ferace vardır ve yaşmağı da çilek şerbeti rengindedir. Hilâl kaşlı, ahu gözlü, kirpikleri karanfil gibi., pembe hotoz üstüne takıp takıştırmış olduğu elmasların pırıltısı dışarı aksetmekte.. Servi boyu ile bir dalgalı dalgalı yürümekte ki ya hey!.. Feracesinin altından da bir karış nar çiçeği entarisi dışarıya çıkmış.. Arkasında sekiz cariye.. Feraceleri al, sarı, güvez, fıstıkî, mor, turuncu, yeşil ve mavi... Bir renk dalgası, tavus kuyruğu halinde...

Tayyarzade şaşkın şaşkın seyrederken güzel kadın yanına gelir ve:

— Vakti şerifleriniz hayrolsun efendim
Tayyarzade!.. der.

Tayyarzadenin âdeta dili tutulur:

— Allaha emanet olun efendim, diye ke
keler.

Beriki, şuh ve dilbaz:


dimi getirin efendiye bin altın ver ve bana dair kendisine bir şey sorma» yazılıdır. Ertesi hafta o meçhul adam yine gelir, Hüseyin efendinin yazısı ile yine bir kâğıt verir, bin altın alıp gider.. Bunun üzerine Hüseyin efendinin zevcesi gehreminine, Tayyarzade-ye başvurur. Fakat görür ki delikanlının hiçbir şeyden haberi yokdur. Hüseyin efendinin kaybolduğunu öğrenince kalbinin kırgınlığına rağmen fevkalâde müteessir olur. Hemen konağa koşar ve ikj sefer biner altın alan meçhul adamı bekler..

Bu adam, aynı mealde bir tezkere ile yine gelir. Fakat Tayyarzade de herifin peşine takılır ve hissettirmeden takip eder.. Fatih, Vezneciler, Bayazıd üzerinden Divan-yoluna gelirler.. Adam orada bir yan sokağa sapar. Ve meşhur Binbirdirek Sarnıcı üstüne yapılmış olan Fazlı Paşa sarayına girer.. Bu sarayda Fazlı Paşanın bir sultandan doğmuş olan kızı Cevherli Hanım Sultan oturmaktadır.. Herkesin bildiğine göre, yıllardan beri sokağa çıkmıyan hanım sultan hayli yaş-

Tayyarzade ile Sahbâ Kalfa (Münif Fehim'in kompozisyonu)

«p»


. — Ah efendim.. Hayli zamandır hayalinle oyalanırken elhamdülillah bugün size kavuştum.. A kızlar kaç gündür gözüm seğirdi.. Bakın sonu neymiş.. Tayyarzademi görecek-mişim!.. der.

Delikanlı biraz toplanıp:



  • Hayrola efendim.. Siz beni nereden
    bilirsiniz?! diye sorunca genç kadın şöyle bir
    kırıtarak:

  • Efendim, ehli dil birbirini bilmemek
    mümkün müdür?.. Lütfen teşrif edin.. Buru-
    run bir fincan acı kahvemizi nûş edin.. Teş
    rifinizle hanemizi şen ve ruşen eyleyin., iki
    gözüm nevcivamm.. Bu cariyenizi ağlatma
    yın!.. Cevabını verir ve Tayyarzadeyi Fazlı

. Paşa sarayının kapısından içeri alır..

Bu güzel ve dilbaz kadın, Gevherli Hanım Sultanın mahremi esrarı gürcü kızı Sah-bâ'dır.

Tayyarzade Gürcü kızı Sahbâ ile Fazlı Paşa sarayına girer girmez yirmi nefer Macar kölesi ile karşılaşır.. Hepsi gözleri kanlı şakî suratlı adamlardır: «Efendi.. Tütün bahşiş!..» diye delikanlının etrafını sararlar.. Sahbâ'nın işareti ile delikanlı dört altın verir. Birkaç-kapı geçince karşılarına bu sefer de yirmi kadar Boşnak ve Arnavut köle çıkar. Onlar da aynı kırat cellât yüzlü adamlardır: «Tütün bahşiş!..» derler. Dört altın da onlara verilir. Harem kapısına gelince orasının da yirmi kadar ak hadım ağalarla tutulmuş olduğunu görürler... Bunlar da tepeden tırnağa mü-sellâhtırlar ve Tayyarzadeyi ortalarına alıp: «Maşallah efendim.. Bizlere tütün bahşiş!..» deyip dört altın kaparlar.. Tayyarzade fevkalâde korkmuştur. Delikanlının yüzü bembeyaz olmuştur. Hareme girilir.. Geniş ve fevkalâde müzeyyen, mükellef bir merdivenin iki yanına biri diğerinden güzel on iki cariye dizilmiştir, kızlar bir ağızdan: «Maşallah Sahbâ kalfa!., îşte bu şikâra söz yok!..» derler. Sahbâ Tayyarzadeyi kolundan tutup .yukarı çıkarır.. Geniş bir sofaya açılan kırk oda kapısı.. Her kapının önünde ağır -kumaşlardan perdeler.. Duvarlar tavana kadar ayna.. Tavanın ortasından muhteşem bir avize sarkmış.. Tayyarzade odalardan birine alınır.. Bu oda da ayna, billur, altın şakırtısı, ipek ve yaldız parıltısı içindedir.. Az sonra bir cariye gelir; Tayyarzadeye: «Buyurun efendim.. Hanım Sultan sizi istiyor.» der. Delikanlı Sahbâ kalfa ile beraber başka bir odaya

geçer ki ihtişamı kalem ile tarif edilemez. Köşede, inci işlemeli bir sedir üstünde yetmiş beşlik bir kadın.. Dizlerine bir beyaz şal atmış.. Bu, vaktiyle güzelliği, hoppalığı dillere destan olmuş Gevherli Hanım Sultandır. Bir gülü rânâ iken yolunmuş, dökülmüş kocalak kalmıştır:

Kaşlar kazan kulplu, gözlerinde sürmeler çilingir yüzüğü, burun mor patlıcan, yanaklar porsuk ciğer, dudaklar sığır böbreği.. Gerdan karnabahar koçanı.. Başında inci işlemeli al kadife serpuş.. Kulaklarında kuş yumurtası kadar inci küpeler... Gevherli Hanım Sultan Tayyarzadeyi görünce gözlerinde bir şimşek çakar, selâm verip: «Gel bakalım Tayyaroğlu.. Otur şöyle dizimin dibine!..» der. Tayyarzade koşar.. Etek öper ve mücevherler içindeki acuzenin dizi dibine oturur. Hanım Sultan titrek eliyle delikanlının yanağını okşar: «Ey Tayyaroğlu.. İstanbulda güzelliğin gökyüzünü tuttu. Seni ne zamandan beri isterdim. Ele avuca sığmaz âhûyi vahşî gibi kaçardın. Ama bu sefer elime düştün nevcivanim aslanım..» der. Kahveler içilir.. Sonra mükellef ve muhteşem bir içki sofrası kurulur. Hanım Sultan: «Tayyaroğlu.. Elinle bana bir bade kerem et.. Agkma nûş edeyim..»: der; delikanlı gümüş bazularım sı-( vayarak bir trâşîde billur kadehi doldurur, ve sunar. Hanım Sultan da bir kadeh doldurup: «Civanım.. Sen de benim elimden iç!..» der.

Fazlı Paşa sarayı bir batakhanedir.. Muazzam servetini sefahatle bitiren Gevherli Hanını Sultan, âlet olarak kullandığı güzel. cariyeler ve kölelerle zenginleri avlatıp saraya kapatmakta, türlü yollardan paralarını çektikten sonra cellâtlarına teslim edip yok ettirmektedir. Defterdar Hüseyin efendi de bu avlardan biri olmuştur, ihtiyar Hanım Sultan Tayyarzadeye can ve gönülden âşık olmuştur.. Güzel'Sahbâ'ya: «Elin eline dokunmasın.. Alimallah seni diri diri ateşe yakarım!..» diye tenbih eder.. Halbuki Sahbâ kalfa da güzel delikanlıya vurulmuştur. Batakhanenin bütün esrarını Tayyarzadeye anlatır.. Delikanlı bu arada velinimeti Hüseyin efendinin de henüz hayatta olduğunu .öğrenir. Ertesi günü Hanım Sultan, Tayyarzadenin parmağında Hüseyin efendi hediyesi bir elmas yüzüğe bakarak: «Delikanlı bu ne kadar güzel yüzük!..» der. Zeki çocuk fırsatı



BİNBİBDÎREK MAHALLESİ

ANSÎKLOPEDİSÎ

2793

BİNEK TAŞI





Hanım Sultanın kalbine kendi eliyle saplar.. O sırada batakhane de basılır ve Hanım Sultanın cinayetlerine âlet olan Macar, Arnavut, Boşnak köleler idam olunur. Hüseyin efendi ile beraber daha sekiz biçare ölümden kurtarılır.

Güzel Sahbâ kalfayı da: «Bana bağışlayın!.,» diye Tayyarzade kurtarır. Hüseyin efendi yedi gün yedi gece süren mükellef bir düğün ile Sahbâ'yı Tayyarzadeye alır ve her ikisini de evlât yerine konağında yerleştirir.

MAHALLESi — Eminönü İlçesinin Alemdar Bucağı mahallelerinden ayni bucağın, Molla Aliyülfenârî, Alemdar, Sultanahmed, îshak paşa, Küçükayasof-ya ve Emin Sinan mahalleleri ile çevrilmiş-dir; sınır yolları, kuzeyde, şehrin ana caddelerinden Sultanahmed - Bayazıd eski tramvay yolu, asırlardan gelen adı ile meşhur Dîvan Yolu, yeni ismi ile Yeniçeriler caddesi (Molla Aligülfenârî ve Alemdar mahallelerinden ayırır); doğuda At Meydanı (Meydanın büyük kısmı, park, Dikilitaş, Burmak Sütun, Alman Çeşmesi Binbirdirek mahallesi sının içinde kalır; bu mahalleyi bu yönde Sultan-
ganimet bilir: «Efendim Sultanım,. Güzeldir
ama, taş yalancıdır!..» der. Hanım Sultan
hayret eder: «Canım.. Felemenk traşı tefîs
bir pırlanda!..» deyince Tayyarzade: «Hayır
efendim.. Bir derviş ahbabını vardır. Bunları
o yapar. Gayet hünerli adamdır!..» cevabını
verir. Ve bu sahte elmas yapıcısı dervişi bu
lup getirmek üzere Hanım Sultandan dört
saat için izin alır.. Fazlı Paşa sarayından çı
kar.. Doğru Sultan Murada koşarak batakha
neyi ihbar eder. •

Sultan Murat tebdili kıyafet eder, el-masçı derviş olup Tayyarzade ile batakhaneye girer, yeniçerilere de emir verilmiştir. Fazlı Paşa sarayı sarılır. Padişah Gevherli Hanım Sultanın huzuruna çıkınca derhal kendisini açığa vurur:

— Melûne.. Sen kimsin kî böyle bir işe
cüret eder ve bu batakhaneyi açıp bunca in
sanlara zulmedersin!., diye gürler..

ihtiyar Hanım Sultan Padişahın ayaklarına .kapanır:

— Aman Padişahım.. Gençliğime merha
met eyle!., diye yalvarır.

Sultan Murat hemen hançerini sıyırır ve

V_ J

BİEblrdirek Mahallesi (1984 Belediye Şehir Rehberinden)



ahnıed Mahallesinden ayıran, camiin önünden geçen yoldur); güneyde Şehit Mehmed Paşa yokuşu (İshakpaşa Mahallesinden ayı-nr), ve Kâtip Sinan Camii sokağı (Küçük Ayasofya mahallesinden ayırır); batıda Kâtib ' Sinan ve Taşdirek Çeşmesi sokakları (Emin Sinan Mahallesinden ayırır).

İç sokakları şunlardır: Gedikpaşa Camii sokağının bir kısmı, Piyer Loti caddesinin bir kısmı, Boyacı Ahmed Sokağı, Peykhâne sokağı, Dostlukyurdu sokağı, Klod Farer caddesi, Dizdâriye Medresesi sokağı, Göktaş sokağı, Dizdâriye Çeşme sokağı, Dizdâriye yokuşu, Su terazisi sokağının bir kısmı, Işık sokağı, Cebeciler sokağı, Aşmalı Çeşme sokağı, Üçler sokağı, Terzihane Sokağı, 'Fıruzağa Camii sokağı, Binbirdirek Meydanı, At Meydanın büyük kısmı.

1961 temmuzunda, mahalle muhtarı emekli adliyecilerden Bay Mehmed Sabri Özbay'ın verdiği rakamlara göre Binbirdirek Mahallesinde ev ve apartıman 712 mesken, 2.6 dükkân ve atörye, 3 eczâhâne, 2 otel bulunuyordu. 1981 sayımında halkı 1571. kadın ve 1987 erkek olmak üzere 3558 kişi idi.

Yukarıda kaydedildiği gibi Sultanahmed Meydanı (At Meydanı) anıdları, Binbirdirek sarnıcı, Firuz Ağa Camii, Dizdâriye Camii, Köprüler Türbesi, Köprülü Kütübhânesi, Köprülü Mehmed Paşa Mescidi, Köprülü Medresesi, Keçecizâde Fuad Paşa Türbesi, Buhara Tekkesi, Eski Belediye Reisliği konağı, Çenberlitaş Sineması, Osman Bey Matbaası, Emlâk-kredi Bankası İstanbul Merkez Müdürlüğü, Türkiyenin en eski ve en mühim mizah mecmuası Akbaba'nm idarehanesi, İstanbul Orman Başmüdürlüğü, İstanbul Tapu ve Kadastro Başmüdürlüğü, İstanbul Adliye Sarayı bu mahallenin sınırları içindedir.

Hakkı Göktürk

BİNBİEDÎREK MEYDANI — Alemdar Nahiyesinin Binbirdirek mahallesindedir; Klod Farer caddesi (Claude Farrere; B.: Farrere, Claude) lie Işık sokağı ve isimsiz iki sokak ile çevrilmişdir; her ne kadar 1934 Belediye Şehir Rehberinde de «meydan» adı ile gösterilmiş ise de (Rehber, pafta 2 de 18) genişçe bir çirkin, keleş saha idi; son zamanlarda bir çocuk bağçesi olarak tanzim edil-mişdir; meydan yerine «Binbirdirek Çocuk Bağçesi» demek çok daha uygundur; altında, Bizans devri eserlerinin en meşhurlarından

Binbirdirek sarnıcının bir kısmı bulunmaktadır (B.: Binbirdirek Sarnıcı). Çocuk bağçesi olarak tanziminden önce Sultan ahmed Çarşamba pazarı burada kurulurdu. İstanbul basınında pek önemli bir yeri olan Doğan kardeg Matbaası buraya nazır binalardan birini işgal eder (haziran 1961).

Hakkı Göktürk

BİNDALLI — Eski bir kumaş adı; at
las, ipekli, şâlâkî, kadife kumaşların, üzerleri
lalabdan ile iri yapraklar ve dallar işlenmiş
olanları; bin dallılardan umumiyetle entari
kesilirdi; esnaf, takımı, esnafın da bilhassa
gençleri giyerdi. Boylu, kaşı gözü yerinde,
eli. ayağı düzgün esnaf civanlarını açan ku
maşlardı; bu bakımdan al benisi olan ve
avam tabakasına mensub bazı gençlere lakab
olarak da kullanılmışdır (B.: Mustafa, Bin
dallı). : , •

Son yeniçerilerden ve büyük bir destan mecmuasının sahibi Çardak Kolluğu çorbacısı Galatalı Hüseyin Ağa, ocaklı esnaf civanlarından yeniçerilik ile övünür, bâzûlarına mensub oldukları ortaların nişanlarını dövdürmüş on iki nefer gencin sânında şehrengiz yollu yazdığı bir manzumede, biri helvacı diğeri çulha iki gencin bindallıdan entari giydiklerini, söylüyor:

Peştemah ince beîde o melek

Bindallı anteri üstünde yelek

Reftârı sûhâııe gaayet civelek '

nSîva döker fıstıklı ak mermere

Elli altı nisan vermiş dilbere. *

Bindallı anteri belde şal kuşak

Dökmüş kâküllerin altunlu başak

Şimşir ııâjiıı île elinde arsak

Çulha şahım tıkır tıkır şanlıdır

Gümüş bâzû altmış dört nişanlıdır.

BİNDEE ARABA FABRİKASI — Otomobilden evvel atlı binek arabaları devrinde Parisde en zarif, en lüks arabaları yapan bir müessese; Abdülaziz devrinden itibaren os-manlı hanedanının saray arabaları bu atölyeye ısmarlaııa gelmişdir. Bu fabrika hakkında bilgi edinilemedi.

BlNEK TAŞI — Yaşlıca kimselerin, ve bilhassa en başda pâdişâh, devlet erkân, ve riyalinin, ayan ve eşrafın ata kolayca binmeleri için evlerin, konakların, sarayların cümle kapuları, camilerin hünkâr mahfili medhalle-ri önüne, ve gereken şâir yerlere tonulan ba-



BİNEKTAŞI SOKAĞI

2794 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 2795 —

BİNEMECİYAN




samaklı taşlar; öyle ki, at bu taşın önüne çekilir, ata binecek olan her kim ise, binek taşından eğere rahatça otururdu. Binek taşlarının irtifâı, üzengi hizasına kadar olurdu; yâni süvari, ata binerken, sol ayağını üzengiye basmak için sol bacağını kaldırmak, sonra, sol ayağı ile üzengiye basıp ve sağ ayağı ile yeri depip atın, eğerin üzerine sıçramak zahmetinden kurtulmuş olurdu.

Zamanımızda îstanbulda sokak üzerinde kalmış tek binek taşı, Beylerbeyinde Yalıbo-yu caddesinde Beylerbeyi Camiinin büyük bağç'e kapusu yanındadır ki, pâdişâhlar bu camie atla geldiğinde, bu taşda atdan inerler, ve cami bağçesinden geçerek hünkâr mahfili önüne İkinci Sultan Mahmud tarafından yap-tjrılrnış hünkâr dâiresine giderler idi; namaz dönüşü de ata bu taşdan binerler idi. Artık bir antika olmuşdur; târihini bilmez, millî hâtıralara hürmet duygusundan mahrum, sâdece yenilik buJalası b'ri çıkar da, yol kena-rjuda bu koca taş da niy<; duruyor diye, Beylerbeyi Yalıboyu Caddesindeki tek örnek binek taşını kaldırır ise pek yazık olur (B.: Beylerbeyi Camii).

BİNEK TAŞI SOKAĞI — Halicdeki Sütlücenin sokaklarmdandır; 1934 Belediye Şehir Rehberinin 17 numaralı paftasına göre Hacıgülşen sokağı, Salaş sokağı ve isimsiz bir sokak ile teşkil ettiği dört yol ağzı ile Yazmacı Bayram sokağı arasında uzanır bir dirsekli bir yoldur; adsız bir çıkmaz We Şe-kerkuyu sokağı ile de birer kavuşağı vardır. Dörtyol ağzı tarafından gelindiğine göre, aslı kabataş döşeli ise de yıllar boyunca bakım-sızlıkdan toprak yola inkılşb etmiş durumda başlar; bir katlı bir ahşab ev ile ikişer katlı ve bağçeli iki kagir evin arasından geçerek dikçe bir meyil ile iner, sola bir dirsek yaparak dik bir yokuş olur ve sağlı sollu bağçeler arasından geçer, burada, bir kişinin ancak geçebileceği kadar dar patekamsı bir yoldur, böylece Şekerkuyu sokağına bağlanır. Üzerinde bir sıra kulubemsi ahşab meskenler görülür; metruk bir de mûsevî mezarlığı vardır

(Haziran 1961)



Yüklə 5,55 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   60   61   62   63   64   65   66   67   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin