"... Üstadımız dedi: Bu mektupları oradan kaldıracağız. Biz onlara baktık, gerçi siyasetle alâkaları yoktur. Fakat vehham casusları, aleyhimize habbeyi kubbe yapmaya ehemmiyetli bir vesile olurdu. Biz hem onları hem de daha bahaneye medar olabilen başka şeyleri kaldırdık. O heyecanımızdan casuslar haber alıp anladılar ki hazırlandık... daha hücüm etmeden, yalnız ikinci gün Emin, elinde bir torba ile menzile girdi. Tam arkasından, karakol komiseri gizli hissettirmeden girdi. Emin'in elinde kitap yerine yoğurdu gördü, tavrını değiştirdi...(155)"
"... Bu defa kahraman Tahirîyi umumunuz namına gördüm.. ve onda bir Lütfü,bir Hafız Ali,bir Hüsrev ve bir Said, fakat genç Said müşahedeettim. Cenab-ı Hakka çok şükür ettim. Bu defa onun kokusunu alıp, o daha gelmeden benim yanıma gelen komiser ve taharri adamları münasebetleriyle benden talebeler tarafından sual edilen bir mes'ele belki de size de faydası var diye gönderildi...... (156)"
132
"... Aziz sıddık kardeşlerim! sizin fevkalâde sebat ve ihlâsınızın galebesi ve o musibeti def'inden sonra, ehl-i dünya cepheyi değiştirdi. Zendekanın desiseleriyle bu havalideki bizlere karşı perde altında maddi
(153)Osmanlıca Kastamonu-2 S: 21
(154)Aynı eser, S: 22
(155)Osmanlıca Kastamonu-2 S:87
(156)Aynı eser S: 272
133
1121 manevi tahşidatı başlamış. Gayet dikkatle ve şeytancasına şâkirtlerin hakiki kuvvetleri olan tesanüdü bozmaya çalışıyorlar. Sizlere risaleleri iade ettikleri halde, kurnazcasına dolaplar çevriliyor. Biz sizin bir şu'beniz hükmünde oldğumuz halde, bizi asıl ve merkez telâkki ettiklerinden daha ziyade desiseleri bize karşı isti'mal ediyorlar..(157)"
TOKATLAR HADİSESİ
Üstteki mevzu' ile dolaylı şekilde alâkadar bulunan tokatlar hadisesinin şekilleri çoktur. Bunlardan bir kısmı; Üstad Hazretlerinin şahsına zendeka hesabına eziyetlerde bulunan kimselerin feci' akibetleriyle, nefsinin hiylesine kapılıp da hizmet-i Nuriyede fütûr getirenlerin yedikleri şefkat tokatlarını beraber saysak, bir çok hadiseler ve vakıalar tesbit edebiliriz. Rivayet yollu ulaşan vakıalardan sarf-ı nazar edip; Üstad'ın Kastamonu hayatında talebe ve hizmetkârları onun nazareti altında kaydettikleri hadiselerin bir kaç örneğini vermekle iktifa edeceğiz. Üstad’ın Barla'daki hayatında da bu neviden çok vakıalar görülmüş ve kısmen mektubat ve lemalar mecmualarında kaydedilmiştir. Burada sedece Kastamonu hayatıyla ilgili hadiseler kısmından bir kaç örnek vereceğiz:
ZECR TOKATLARININ NÜMUNELERİ
"... Risale-i Nur ve şakirtleri aleyhinde çalışanlara şiddetli tokatlar geldiğini görüyoruz. Ezcümle Risale-i Nurun erkânından birisi kat'î bir surette haher veriyor ki: Üç dört adam, dünya servetinin hatırı için toplanıp münafikane, Risale-i Nur şakirtleri aleyhinde tedbir kurdukları hengâmda, üç gün sonra, o üç dört adamın haneleri ve birinin dükkanı yanıp, her biri binler lira zayiatlarla tokat yediler.
Hem bir dessas adam, Risale-i Nur şâkirteri aleyhinde çalışıyordu ki, onları hapse attırsın. Bir gün serbest olarak: "Ben bir ip ucu bulamadım ki, bunları hapse soksam... Eğer bir ip ucu bulsam, onları hapse sokacağım!" diye ilân ettiği vakitten iki gün sonra, bir iş yapıp Risale-i Nur şâkirtleri yerinde o adam iki sene hapse girdi.
Hem bedbaht bir muannid adam, Risale-i Nur aleyhinde hem şâkirtlerinin bir rüknü aleyhinde mütecavizâne hareketlerde bulunduğu hengâmda, bir iki gün sonra, meyhaneye gitmiş, içe içe çatlamış, orada ölmüş...
Bu neviden çok hadiseler var. Demek Risale-i Nur dostlara tiryak oldu
(157)Osmanlıca Kastamonu-2 S: 285
134
1122 ğu gibi, düşmanlara da saika oluyor.
Risale-i Nur Şâkirtlerinden Emin, Feyzi(158)"
".. Hem mezkûr hadisat zamanında vuku' bulması münasebetiyle Risale-i Nurun kerametkârane iki tokadını aynı anda vazifece iki mütecaviz ve muacciz iki adamın tecavüz ve ta'cizi anında, (*) birinin kafasına, diğerinin çiğerine vurması,(159)"Bizde hiç şüphe bırakmadıki; Hizmet-i Kur'aniyedeki inayet-i Rabbaniyenin bir hıfız ve himayet sillesidir. Artık yeter, durunuz, tokada müstehak oldunuz diye söylemesidir...(160)"
ÇAYCI EMİN'İN HATIRASINDA GEÇEN BİR ZECR TOKADI (161)
"... Nuri isminde bir komiser vardı. Zaman zaman Üstad'a eziyet ediyordu. Üç günde bir gelip odasını arıyor tarıyordu. Bir gün bu komiser çok şiddetli hasta olmuş, kafası kulağı ağrımış... Ne yaptılarsa, o ağrı ve ızdırap dinmemiş. Sonra komiserin kayın pederi "Sen Bediüzzaman'a eziyet ediyordun, bu sebepten bu hastalık başına geldi" diyor. Adam gelip Üstad'dan özür diledi, İyileşmesi için dua etmesini rica etti.
Sonra, komiser beni çağırarak dedi ki: "Bundan sonra Bediüzzaman'ın hizmetini sen göreceksin. Kimse sana karışmayacak. Sen istediğin zaman gelip yanına çıkabilirsin" dedi.
Ben artık rahatlıkla Üstad'ın yanına gidip geliyordum. Başka kimseyi yanaştırmıyorlardı. Havalar iyi olduğu günlerde Üstad'la beraber dağlara giderdik. Akşamları da kitapları tashih ederdi. Her gün ikindiden sonra kapısını içerden kilitlerdi. Kastamonu'nun kışı şiddetli geçerdi. Bazı günler odasındaki yer tahtalarının arasına kırağı yağmış gibi olurdu. Küçük bir sobası vardı. Odayı pek iyi ısıtmazdı. Bekçi ile bir mangal ve bir tahta kürsüsü aldırmış, yorganını kürsünün üzerine atarak, içindeki mangalla bu şekilde ısınabiliyordu.
(158)Osmanlıca Kastamonu-2 S: 418
(*) Hüsnü Bayramoğlu Ağabeyin Kastamonulu Mehmet Feyzi Efendiden naklen anlattığı bir hatıra:
26.02.1995 günü Ş.Urfada Hüsnü Ağabey şöyle anlattı: “ Mehmed Feyzi Efendi demişlerdi ki: Üstadımız Kastamonuya geldiği ilk günlerinde polis karakolunda kalıyordu. Karakolun üst katındaki odasında, evrad ve ezkârını seslice, hazinane okuyormuş. Bir komiser, Üstadın seslice evrad okumasına öfkelenmiş” Üstada :“Dualarınızı böyle seslice
135
okumayın” demiş. Üstadda ona: “Evladım, sen kendi işine bak, bana karışma!” demiş.
Bu komiser başka birgün yine Üstadın yanına çıkmış, kabaca ve hakaretvari bir tavırla, müdahale etmiş. Sonra bu komiser tokat yiyerek karnı sancılanmaya başlamış. Neetmişlerse, çare bulunamamış. Akrabaları Üstada recaya gelmişler. “Onu affet!” diye yalvarmışlar. Hz. Üstad: “Ben affedersemde, Kur'an affetmez” demiş.. ve nihayet, o komiser müstahakını bulmuş, ölmüş gitmiş.”
(159) Biri taharri komiseri, diğeri birinci komiser idi. Birisi öldü, ötekisi de dehalet etti kurtuldu.
(160)Osmanlıca Kastamonu-2 S: 105
(161)Bu hadise Üstad'ın vefatından sonra kaydedilmişse de, Üstad'ın çok sadık ve mert bir hizmetkârı olan Merhum Çaycı Emin tarafından rivayet edildigi için mutlaka doğrudur. A.B.
136
1123
Bir müddet sonra, aynı komiser, tekrar Üstad'ı rahatsız etmeye başladı. Bir gün Üstad'ın odasını ararken, adam elini yorganın altına, kürsünün içine sokmuş.. Adamın eli, ateş dolu mangalını içine girmiş. Eli yanan komiser mahcub olmuş. Üstad kendisine demiş ki:
"Senin ismin Hafız Nuri'dir. Risale-i Nurun ismi de Nurdur. Bu sana tokattır. Dikkat et, bir daha bana ilişme!"
Bu komiserin başına çok musibetler ve hastalıklar geldi. Kendisini alıp Ankara ya götürüyorlardı. Fakat doktorlar bir türlü teşhis koyamıyorlardı. Orada biraz iyileşiyor, Kastamonu'ya dönünce, hastalık yine aynı şiddette başlıyordu. Ankara'ya kaç defa gitti geldi... Nihayet bu komiserin annesi ve ailesi Üstad'a gelip yalvardılar, özür dilediler. Affetmesini rica ettiler. Üstad onlara: "Ben ona birşey yapmadım. O Kur'an'ın tokadını yedi" dedi.. Ve onuncu Sözü onlara verdi. Komiser Hafız Nuri'nin onu okumasını söyledi. Fakat herhalde iş işten geçmişti. Bir kaç gün sonra, komiser Hafız Nuri müthiş ızdıraplar ve can çekişmeleri içinde öldü, gitti...(162)"
Çaycı Emin'in hatıralarını te'yideden başka bir hadise: (Motkili Nadir Baysal anlatıyor)
“... Valînin Siyasî Komiseri Avni Bey kahveye geldi, (Çaycı Eminin Çayhanesine) oturdu, Çaycı Emin Ağabeye dediki: “Bu gece başıma bir hal geldi. Ben hocanın kitaplarını, yahut herhangi bir halini suç-üstü yakalama planını yatağımda düşünüyordum. tam o anda birden karnımın şiştiğini hissettim, nerede ise patlayacaktım. O esnada hareket ve düşüncemin yanlış olduğunu anlıyarak fikren dönüş yaptım. Derhal karnımın şişkinliği indi.
Evet, bu sözleri ben bizzat Valinin siyasi polisi Çaycı Emin beye anlatırken dinlemiştim.”
(Son Şahitler-4, Sh.285)
VE ŞEFKAT TOKADLARINDAN BİRKAÇ NÜMUNE
"... Risalet-ün Nur şâkirtlerinin hüsn-ü hizmetinde âcil mükafât gördükleri gibi, hizmetinde kusur edenlerin dahi tokat yediklerini; Isparta'da olduğu gibi, burada dahi gözümüzle gördük. Pek çok vukuattan yalnız beş altısını beyan ediyoruz:
137
BİRİNCİSİ: Ben Tahsin(163) bir gün,yeni açtığımız dükkanın meşgalesiyle bana emir olunan vazifeyi tembellik edip yapmadım. Aynı vakitte şefkatli
(162)Son Şahitler-1 S: 105
(163)Bu zat Tillolu Tâhsin Aydın Efendidir. Urfa'da vefat etti. A.B.
138
1124 bir tokad yedim. Dükkanda otururken, birisi geldi. Tebdil olmak için emanet olmak üzere, yüz lira verdi. Bu paranın sahibine Allah için bir hizmet etmek üzere, tebdil için maliye sandığına gittim. Bu parayı sayarken aralarında bir kalp lira bulundu. Bu yüzden ifadeye, sual ve cevab ve muahezeye ma'ruz kaldığım gibi, evimizi de taharri etmek icab etti. Beni mahkemeye verdiler. Fakat terbiye ve şefkat tokadı olmak cihetiyle, yine Risalet-ün Nur kerametini gösterdi. Zararsız kurtuldum.
İKİNCİSİ: Üstadımıza ve Risale-i Nura dört beş sene hizmet eden ve nurları okutturan ve cidden taraftar bulunan bir zat, birden bir gün elinde dine ait bir gazeteyle geldi. Risalet-ün Nur'un mesleğine muhalif bir cereyanın sâhiblerine taraftarane bir tavır gösterdiği zaman, Üstad'ımın canı çok sıkıldı. Bir iki gün sonra, şiddetli fakat şefkatli bir tokat yedi. Bir doktor ona dedi ki: "Eğer ameliyat yaptırmazsan, yüzde yüz ölüm var" O da bilmecburiye ameliyat yaptırdı. Fakat şefkat ciheti imdada yetişerek çabuk kurtuldu.
ÜÇÜNCÜSÜ: Bir me'mur Risalet-ün Nuru kemal-i iştiyakla okurdu. Üstad ile görüşmeye ve tam dersini almaya çok çalışıyordu. Birden bir komiser tarafından ona evham verildi. O da görüşmeyi ve okumayı bırakıp başka bir şehre giderken, sebebsiz bir tarzda bir ayağı kırıldı. Bir ay çekti. Yine şefkat yâr oldu ki, şimdi tekrar okumaya şevk ile başladı.
DÖRDÜNCÜSÜ: Ehemmiyetli bir zat, Risalet-ün Nuru kemal-i takdir ile hem okur, hem yazardı. Birden sebatsızlık gösterdi.Şefkatsız bir tokad yedi. Gayet meftun olduğu refikası vefat ile, iki oğlu da başka yere gitmesiyle acınacak bir hale girdi.
139
1125
BEŞİNCİSİ: Dört senedir Üstad'ın çarşı işinde hizmet eden bir zat, birden sadakatı bırakıp mesleğini değiştirdi. Birden şefkatsiz bir tokad yedi.. ve bir senedir daha çekiyor.
ALTINCISI: Bir hocaya ait hadisedir. Belki helâl etmez, biz de onu ğörmüyoruz. Tokadı şimdilik kaldı, Bu vukuat nev'inden hem çok var, hem Risâlet-ün Nura karşı kusura binaen kat`iyyen tokat olduğuna şüphemiz kalmadı.
Risale-i Nur Şâkirtlerinden
Hilmi, Emin, Tahsin
Evet ben de tasdik ederim
Said-i Nursi (164)
Mehmet Feyzi Efendinin kendi ifadesiyle, yediği şefkat tokadı:
"Üstadım bana, kardeşim Hüsrev Efendi tarzında Mucizat-ı Ahmediye risalesini yazdırıyordu. Ben (yani Feyzi) bir parça tenbellik ettim. Birden yirmisekizlilerle(165) askere istenildim. Üstadım dedi: "Git, Mu'cizat-ı Ahmediyeyi yaz! Seni şimdi vermiyeceğim."
Yazmaya başladım, bir hafta geri kaldı. Tekrar bir arıza ile yazı noksan kaldı, tekrar askere çağrıldım. Yine Üstad dedi: "Git yaz!" Ciddi çalışmaya başladım. Fevkalme'mû1 emir geri kaldı. Bir hafta sonra tekrar bir ma'zerete binaen yazıyı bıraktım.
Üstadım dedi ki: "Senin şimdi vazifen Risale-i Nur noktasında askerliktir." birden emir geldi, bir şefkat tokadı yiyip vazifeye gönderildim. Cenab-ı Hakk'a şükür Risale-i Nur’a âla kader-i takat çalıştım ve çalıştırıldım. Üstad'ımız bize söylediği gibi, yedi ay sonra terhis edilip Üstad'ıma ulaştım. İnşaallâh bu kabahatim af olmuştur...(166)
HUSUSİ İNAYET VE TEVFİKLER
Az yukarıda küllî inayet ve rahmet cilvelerinden, Risale-i Nur hizmetleriyle alâkadar olan bazı örnekler vermiştik. Şimdi de hususî tevafuk ve inayet ve hizmette teshilât gibi nevilerinden; şefkat tokatlarının aksine, nurun hizmetinde güzel hizmet edenlerin mazhar oldukları tevfik ve inayet nümunelerinden bir kaç misal verelim:
140
(164)Osmanlıca Kastamonu-2 S: 84
(165)İkinci Cihan Harbi sırasında ihtiyat askerliğine çağrılan 1328 doğumlular demektir A.B.
(166)Osmanlıca Kostamonu-2 S: 113
141
1126
"Emin ve Tahsin ve Hilmi'nin bir fıkrasıdır:
Bu günlerde ziyade bir hassasiyetle risalelere bakıldığından; İnayetin himayeti dahi bir nevi hassasiyet ile ikramını gösterdi. Gayet cüz'î bir nümûnesi şudur ki: Risalet-ün Nur şâkirtlerinin maişet cihetinde bir ikram-ı İlâhi ve küçük fakat şayan-ı hayret ve gayet lâtif bir tevafuk, bir vakıa; Risale-i Nur hizmetinin şüphesiz bir kerametidir. Evet, Risale-i Nurun bir silsile-i Kerametinin bir menba'ı olan tevafuk, bu vakıada o cinsten altı adet tevafukatın ittifakı ise, tesadüf ihtimalini kökü ile keser diye hükmettik şöyle ki:
Bir kaç günden beri Üstadımızın ziyaretine gitmediğimizden, kardeşim Emin ile beraber Üstadımızın ziyaretine gittik. İkindi vakti beraber namaz kıldıktan sonra, bize emretti ki: "Size yemek yedireceğim. Burada ta'yininiz var. Mükerreren, yemezseniz bana dokuz zarar olur." dedi. "Çünkü yiyeceğinize karşı, Cenab-ı Hak gönderecek." Yemek yemekten affımızı rica ettik ise de emretti: "Rızkınızı yeyin, bana gelir." emrini kırmamak için lütuf buyurduğu tereyağı ve kabak tatlısını ekmek ile yemeye başladık. Daha sofrada iken, ümit edilmeyen vakitte ve bir tarzda aynı miktarda, bir adam geldi, elinde yediğimiz kadar taze ekmek.. aynı yediğimiz miktarda fındık kadar tereyağı ve diğer
142
1127 elinde bize verilenin tam bir misli kabak tatlısı olarak kapıyı açtı. Artık taaccüb edilecek, hiç bir cihette tesadüfe mahal kalmıyarak Risale-i Nur şâkirtlerinin rızkındaki bereket-i Rabbaniyeyi gözümüzle gördük.
Üstad'ımız emretti: "İhsan on misli olacak. Halbuki bu ikram tam tamına mislidir. Demek ta'yin ciheti galebe etti. Tayin te'mini ise, mizan ile olur."
Sonra aynı akşamda sadaka ciheti dahi hükmünü gösterdi. Biz gördük ki: ekmek on misli, tereyağı tatlısı o da on misli.. ve kabak tatlısı çok sevmediği için kabak patlıcan turşusu on misli, me'mulun hilâfında Risale-i Nur'dan ikinci Şua'ın bir hafta mütalâasına mukabil bir manevî ücret olarak geldi. Gözümüzle gördük. Demek kabak tatlısının tatlılığı, tereyağı, un helvasına girdi. Kendisi turşuda kaldı...(167)"
"... Hem Risalet-ün Nurun sühûlet-i intişarının bir kerameti, bu mektubu yazdığımız zamanında ve yemekte keramet dakikasında gözümüz ile gördük, şöyleki:
Ehemmiyetli yedi sekiz risale ve İşarat-ı Kur'aniye şua'ı ve mühim bir mektupla beraber, bir torbada ehemmiyetli bir kardeşimize, bir şehre göndermiştik. Şoför o paketi düşürmüştü. Böyle bir zamanda böyle eserleri münafık casuslar haber almadan, emin bir el ile beş gün sonra elimize geçmesi, kat'î kanaatımız geldi ki; bir İnayet bizi himaye ediyor.
Risale-i Nur hakkında İnayet-i Rabbaniyenin lâtif bir himayesi de şudur ki: Karanlık bir vaziyette, korkutan bir zamanda casusların ve taharri me'murlarının evhamları ve tecessüsleri Üstad'ımızın menzilini sarması dakikasında, bir fare Üstad'ımızın bir çorabını aldı, ne kadar aradık, hiç bir yerde bulamadık. O farenin yuvasını gördük. Kabil değil, çorap oraya giremez. İki gün sonra gördük ki: O hayvan o çorabı getirmiş, öyle bir yere- saklanmış ve muhteviyatları unutulmuş olan- mahrem mektuplar ve evrakların tam yanında bırakmış. Halbuki iki defa oraya bakmıştık, görememiştik. Hem o çorabı o yere getirmek, soba borusuna çıkıp yukarıdan olur. Gayet kurnaz ve zeki adam ancak o işi yapar. Hiç bir cihette tesadüf ihtimali kalmadığından Üstadımız dedi:
"Bu mektupları oradan kaldıracağız. Biz onlara baktık, gerçi siyasetle alâkaları yoktur. Fakat evham casusları aleyhimize habbeyi kubbe yapmaya ehemmiyetli bir vesile olurdu. Biz hem onları, hem daha bahaneye medar olabilen başka şeyleri kaldırdık. O heyecanımızdan casuslar haber alıp anladılar ki, hazırlandık. Daha hücum etmeden. yalnız ikinci gün Emin
143
elinde bir torba ile menzile girdi. Tam arkasında Karakol komiseri gizli hissettirmeden girdi. Emin'in elinde kitap yerinde yoğurdu gördü. Tâvrını
(167) Osmanlıca Kastamonu-2 S:83
144
1128 değiştirdi.
Elhasıl: Risalet-ün Nurun intişarına karşı gelen bütün düşman ve casuslara mukabil bir tek fare çıktı, planlarını zirü zeber etti.
Evet Evet Evet Evet Evet Evet
Tevfik Ahmet Tahsin Hilmi ÇaycıEmin BakırcıEmin
Evet
İtfaiyeci Emin
Ben de tasdik ederim
Said-i Nursi" (168)
"Gavs-ı A'zamın Üstadımız hakkındaki fıkrasıyla inayet ve teshile daima mazhar olduğuna.. ve tevafuk Risale-i Nurun kerametinin bir ma'deni bulunduğuna pek çok emarelerden, bu bir iki gün zarfında küçük ve lâtif, fakat kat'î kanaat veren cüz'î hadiselerin tevafukatında, gözümüzle gördüğümüz inayet-i Rabbaniyenin nümûnlerinden beş altısını beyan ediyoruz ki, onlar bir iki gün zarfında vuku' bulmuş.
Birincisi: Dün Üstadımız, Risale-i Nura ait üç hizmet lâzım geldi, kimse de yok.. Biz de uzaktayız. Merdivenden inip, bir çocuğu bulup bizlere göndermek niyetiyle kapıyı açtı. Risale-i Nurun o hizmetini görecek fevkâlâde bir tarzda dakikasıyla üç şakirdi kapıya geldiler.
İkincisi: İki seneden ziyade Risale-i Nurun mühim parçaları, Risale-i Nurun berekâtıyla hânesi yangından kurtulan Hafız Ahmed, kendisine yazdırıp başka bir kaza nahiyesinde bulunan bir iki zat onları istinsah için aldılar. İki seneden beri ellerinden kaçırıp mahcubiyetlerinden haber vermedikleri için, hem biz hem hafız Ahmed, hem merak hem hiddet ediyordu. O kitaplar bugün geldiği aynı vakit, (dün aynı saatte Üstadımıza beş seneden beri her bir kaç gün zarfında Üstadımıza kolaylık için bir parça yemek pişirmekle hatırını soruyordu. İki seneden beri o adeti terk etmişti. Hem komşuluktan da başka yere nakletmesiyle iki senedir o adet terk edilmiş iken,) yine dün o aynı satte iki sene evvelki aynı adetiyle o zatın hanesinden, evinden aynen eskisi gibi küçücük bir hatır sorma nev'inde oğlu getirdi. Üstadımız dedi: "İki sene evvelki adete lüzum kalmamış. Siz de komşuluktan gitmişsiniz." dedi. Bugün aynı vakitte o Hafız Ahmed'in yazdırdığı kaybolan kitaplar
145
mükemmel bir surette ıstinsah ile geldi. Bizde şüphe bırakmadı ki;bu lâtif tevafuk da Risale-i Nur hakkındaki inayatın bir cilvesidir.
(168) Osmanlıca Kastamonu-2 S: 86
146
1129
Üçüncüsü: Üstad'ımız aynı yine bugün, Emin'e dedi: "Üç dört aydır her hafta karyesinden buraya gelen hâne sahibesi gelmedi. Kirasını dört aydır almadı. Herhalde cevab gönderin, gelsin alsın!" dedi. Aynı dakikada dört aydan beri yanına gelmiyen o hane sahibesi kapıya vurdu, geldi, beş aylık kirasını aldı. Üstadımız bu hadise-i İnayetten memnuniyeti için uzak bir nahiyeden gelen yuvarlak, hiç görmediğimiz ve burada bulunmayan bir küçük ekmeği o hane sahibesine verdi. Aynı vakitte, yirmi dakika zarfında burada bulunmayan aynı ekmekten, iki sene Risale-i Nurun iki kitabını alıp mütalaasının manevi ücretinden binde bir ücret olarak geldi.. ve bir parçacık âşure çorbasını dahi yine o ev sahibesine verdi. Aynen o âşurenin on misli kadar lâtif üç ekmek, yine iki sene iki kitabının okumasına binde bir ücreti diye geldi. Gözümüzle gördük.
Hem yine, Üstadımız bugün o hâne sahibesine yedi senedir adını bilmediği için "İsmin nedir? diye sormuş. O da demiş: "Hayriye'dir" Hayriye isminde olmak tefeüluüyle, iki saat sonra Hayrî namında Risale-i Nurun bir şâkirdi haberimiz yok iken İstanbul’a gitmiş, hem ticaret münasebetiyle iki mühim şâkirtleri dahi gidip geç kaldılar. Maddî-manevi fırtınalar münasebetiyle Üstadımız onları hem oradaki mühim bir şâkirdi çok merak ediyordu. Bugün o Hayrî, iki saat Hayriye den sonra geldi, o üç şâkirt hakkındaki merakı izale ettikten sonra, dört aydan beri devam eden "Tefarik" namında Üstadımızın bir kokusu bugün bitmış idi. Hayrî nin elinde bir küçük şişe, dedi: "Size tefarik getirdim." Biz de bu küçücük lâtif tefarikteki tevafuka (barekallah) dedik."
Bu iki gün zarfında bu küçücük nümuneler gibi, Üstadımız Mu’cizat-ı Ahmediye’nin tashihatı ile meşgul olduğu için, bunlardan başka çok nümuneler görmüş. Madem iki günde böyle inayetin cilvelerini görüyoruz, Risale-i Nur dairesi içinde dikkat edilse, herkes kendi nefsinde hizmeti derecesinde böyle nümuneleri görebilir. Tebyize vakit bulamadık...
Risale-i Nur Şakirtlerinden
Tevfik, Feyzi
Evet Evet Evet Evet Evet Evet
Hafız Tevfik Fevzi Emin Hilmi Kamil Hayri
Bunları gözümüzle gördük. Evet ben de tasdik ediyorum
147
Said-i Nursi(169)
(169) Osmanlıca Kastamonu-2 S: 421
148
1130
"... Bu yakında Üstad'ımızla beraber kıra çıkmıştık. Çay yapılmasını, hem ikişer çay, hem üçer şekerle içilmesini emir buyurdular. Hepimiz üçer şekerle, ikişer çay içtik. Yalnız Emin kardeşimiz, bir şeker kendisine noksan olarak içmiş. Akşam üzeri Risale-i Nurun menba-ı intişarı olan üstadımızın odasına geldik. Emin kutuya sarf olunan şekerleri koymak istemiş. Fakat kutu sekiz şekerden başka almamış. Emin fesübhanallah der, onyedi şeker yerinde kutu sekiz şekerle dolsun diye taaccüb ettik. İşte bu vakıa bize şuhûd derecesinde kanaat verdi ki; Bu sır, Risale-i Nur hadimlerine bir inayet-i ilâhiye ve bir iltifat-ı Rabbanidir.
Yine aynı günde ben (yani Küçük Hüsrev) evvelce yazıp Üstad'ıma teslim ettiğim HÜCÜMAT-I SİTTE risalesini bana vermek için sakladığı yerden ararken, fevkalme'mul bir surette bulunmaz. Birden o anda adetlerinin hilâfında olarak hiç vuku' bulmamış bir hadise zuhuruyla, gözlüklerini bırakarak merdiven tarafına müteveccih olurlar. Aynı vakitte Risale-i Nurun intişarına ve hizmetine zarar vermek niyetiyle casus bir adamın merdivene doğru zahiren ziyaret maksadıyla yürüdüğü görülür. Üstad'ın telâşlı olduğunu hisseder. Üstad onun nazarını öteki hadise-i bedeniyeye çevirir, ona der ki: "Görüyorsun, ma'zurum. ziyareti başka vakte bırak!" O da döner gider. Hem Mehmed Feyzi hem Hücumat-ı Sitte hem başka işlerimiz o tecessüsten kurtuldu.
Evet, Hücumat-ı Sitte'nin saklandığı muayyen yerinde fevkalâde bir surette kaybolmnası, ehemmiyetli bir hadisenin önünü aldı. Ustad'a arız olan bu hilâf-ı adet hal ve o Risalenin muayyen yerinde bulunmaması kat'iyyen tesadüfe hamledilmez. Bir hafta sonra, o Risaleyi hilâf-ı me'mul bir yerde bulduk. Üstadımın emriyle Emin kardeşime ehemmiyetli bir surette okudum. Üstad'ım bize izahat veriyordu. O vakte kadar öyle mühim ve te'sirli ders almamıştık. Demek bu iki mühim sırra binaen Risale kendini göstermedi. İşte bu hadise, Risale-i Nurun ihlâslı ve sadık şâkirdleri her vakit bir hıfz ve bir İnayet altında olduklarına, hem daima himayet altında bulunduklarına şüphe bırakmıyor.
İKİNCİ BİR VAKIA-İ BEREKET:
“Üstad'ımızın bir okka kadar peyniri vardı. Ekser günlerde o peynirden hoşuna gittiği için-bir iki defa yiyordu ve bize de yediriyordu. Hem yemeksiz olduğu ekser vakitlerde ondan yediği halde, altı ay kadar devam ettiğini ve halen de yüz dirhem kadar o peynirden bulunduğunu ben, yani
149
daimi hizmetçisi Emin.. ve ben, yani Küçük Hüsrev yakinen görüp tasdik ediyoruz. Fakat bu hadise-i bereketin ifşasından sonra, evvelce görünme
150
1131 yen dibi görünmeye başladı. Noksaniyetini gösterdi. Evet bereket hususunda şayan-ı hayret bir hadisedir.
Hem yarım kilo tereyağı, ekser günlerde fazlaca sarfolduğu halde, elli güne yakın devamı şüphesiz bir bereket içine girmiş.
Yine aynen aynı Ramazan Bayramında Üstad'ın rızası olmadığı halde, Tahsin ve ben (Yani Emin) bir kilo ince şeker getirmiştik. Ekser yoğurt, süt ve tatlı kabağı ve sair şeylere bazen otuz dirhemden fazla kattıkları halde, halen o üç aydan sonra, o şekerden yüz dirhem kadar kalması elbette bereket sebebiyledir.
Hem bu havalideki şâkirtler, herkes cüz'î küllî hissetmiş ve i'tiraf ediyorlar ki; Risale-i Nura çalıştığımız zaman, hem rızkımıza bereket ve suhûlet, hem kalbimize bir inşirah ve ferah zahiren hissediyoruz. Ezcümle ben, yani Emin kendim i'tiraf ediyorum ki; Risale-i Nur dairesine girmezden evvel, bütün sene çalışırdım. Ne vakit Risale-i Nur dairesine girdim, senede üç dört ay çalışabildiğim halde, evvelkinden daha müreffeh ve daha mes'ud bir halde yaşamaklığım, yüzde yüz Risale-i Nurun hizmetinin berekâtıyla olduğunda hiç şüphem yoktur.
Dostları ilə paylaş: |