Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I, 114; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist., 1993, s. 488.
YAVUZ TiRYAKi
LÜFER
Pomatomidae familyasından, Pomatomus saltatrix bilim adıyla tanınan balık.
Küçüğünden büyüğüne, sırasıyla; def-neyaprağı (10 cm'ye kadar), çinakop (11-15 cm), kabaçinakop (15-16 cm), sarıkanat (17-20 cm), lüfer (21-25 cm) ve kofana (30 cm'den fazla) diye adlandırılırlar. Ağustos sonunda Karadeniz'den istanbul Boğazı' na ilk inişi yapan lüferlere "koruk lüferi" ya
da "otlak balığı" denir. Bunları takiben tam boy lüferler ve kofanalar eylül ortasından itibaren Boğaz'a girmeye başlarlar. Burada bir süre oyalanıp av verdikten sonra Marmara'ya yayılırlar. Yıllar önce Halic'e bile girdikleri bilinmektedir. Bir kısmı Marmara'da kalan lüferlerin büyük bir bölümü göçlerine devam ederek Ege Denizi'ne inerler. Göç aralık ayına kadar devam eder. Mayıs ayında Ege ve Marmara'dan Karadeniz'e doğru çıkış yaparlar. Balıkların iniş ve çıkışları Boğaz balıkçıları tarafından "anavasya" ve "katavasya" diye adlandırılır.
Lüfer Marmara'ya iniş yaparken en verimli av mahalleri Karadeniz'de Kilyos önlerinde Kalafatya taşı açığı, Uzunya önleri, Anadolu Feneri yukarısında Yom Burnu, Anadolu ve Rumeli fenerleri önü, Plav-kaya, Anadolukavağı'nın üst tarafında kale arkası, Umuıyeri, Kireçburnu, Tarabya, Kandilli, Bebek, Vaniköy, Çengelköy koyları, Kuruçeşme'de Büyüktaş ve Küçüktaş (Büyüktaş Galatasaray Adası, Küçüktaş Kuruçeşme Feneri'dir), Ortaköy sahili, Dol-mabahçe-Fındıklı arası ve balık yatak yaptığı zamanlar Dike ile Haliç'tir. Marmara'da Yenikapı önünden Yeşilköy'e kadar uzanan sahil boyu, Anadolu yakasından Yeşilköy'e kadar uzanan sahil boyu, Anadolu yakasında Kız Kulesi civarı ve Moda önleridir.
Her iki çenesinde de ustura gibi keskin dişlere sahip olan lüfer, kıvrak ve saldırgan bir balıktır. Bu nedenle avı kolay değildir. Lüfer balığının boylarına göre kıyıdan ve sandaldan yapılan av sırasında kamışla veya elle kullanılan 24 çeşit olta takımı vardır. Bunlar değişik renkte tüylerle donatılmış çapariler, çeşitli zokalı takımlar, kaşıklar, seğirtmeler, çarpmalar, uzun oltalar, yünlüler, yüksükler ve yapay yem-li takımlardır. Uzun olta ve zokalı takımlarda canlı ve cansız yem olarak kraça, istavrit, izmarit, kolyoz ve uskumru vonozu, hamsi, zargana, gümüş, istrongilos ve ilarya gibi balıklar kullanılır.
Ayrıca profesyonel balıkçılar tarafından gırgır, voli ve dip ağlarıyla avcılığı yapılır. Boğaz'm akıntılı sularında av sırasında kürek tutmak da oldukça maharet isteyen bir iştir, itinayla hazırlanan Boğaz'a özgü lüfer takımları ve ustalıkla tatbik edilen bu av teknikleri Boğaziçi'nin balık kültürüne girmiş ve en önemli yeri işgal etmiştir.
Sonbahar başlangıcında, meraklı ve usta balıkçılar Boğaz'm Karadeniz ağzında saatlerce sabredip bekleyerek mevsimin ilk balığını kollarlar. Boğaz'a giren "turfanda" balığı tutmak ustalar arasında büyük bir prestij konusudur.
Yıllar önce Boğaziçi'nde, güve girmesin diye servi ağacından yapılmış, içleri mis gibi kokan takım kutuları açılır, gözlerine bin-bir itina ile yerleştirilmiş, at kılından bükülmüş lüfer oltaları çıkarılıp elden geçirilir, zokalar dökülür ve mazgallanırdı. Gece avında kullanılan lüks lambaları kontrol edilir, sandallar bakıma alınır, renk renk muşambalar dolaplardan çıkarılıp havalandırılarak mevsime hazırlanırdı.
Akşam yenilisinde kullanılan büyüklü
küçüklü lüfer zokalarının kalıplarını yapmak da maharet isteyen bir işti. Sakıztaşı ve kırmızı maltataşından oyulan bu kalıplar paket kâğıtlarına sarılıp saklanır, pek çoğu yıllarca kullanılır ve babadan oğla intikal ederdi. Örneğin Alıırkapı'daki Bahriyeli Ahmed'in, Bebekli Angeli'nin kalıpları daima aranırdı. Beylerbeyi'nin kalıbı denince bunu dönemin bütün balıkçıları bilirdi. Kandilli'de Edib Efendi Yalısı'mn(->) o günkü sahibi Asaf Muammer Bey'in zoka kalıpları ise dillere destandı. Bazıları günümüze kadar intikal eden bu kalıplardan dökülen "sülük" ve "sarımsak" zokaların boy ve ağırlıkları Boğaz akıntılarına göre ayarlanmış olup, biçimleri itibariyle de âdeta birer sanat eseriydiler.
Eski devlet adamlarından, ünlülerden birçok lüfer avı meraklıları arasında Ab-dülaziz'in başmabeyincilerinden Nevres Paşa, Ahmed Rasim, Recaizade Ekrem Bey, Sahip Molla Bey ve Said Halim Paşa'nın isimleri sık sık geçerdi. Padişahlar arasında da Abdülaziz lüfer tutmaya merak sar-dıranlardandı.
Büyükdere'de oturan Abraham Paşa^), av sırasında üşümemek için özel bir sandal yaptırmıştı. Sandalın üst kısmını camekânla kapattırmış, iç kısmın ambarında da oltasını denize rahatça sallandırmak için etrafı küpeşteli büyük bir delik açtırmıştı. O dönemde, ağzında gümüş zokayla yakaladığı lüferi, balığa son derece meraklı saray erkânından birine sunan bir balıkçı bir kese altınla ödüllendirilmişti.
Uğruna gümüş zokalar dökülmüş, Boğaz ve İstanbul'un eski yaşamıyla bütünleşmiş bir balık olan lüfer, eti en lezzetli balıklar arasında sayılır. Başta ızgarası olmak üzere buğulaması ve köftesi yapılır. Kofananın sadece yanaklarından haşlanarak yapılan salatası Abdülhamid'in sofrasından eksik olmazmış.
Bugün diğer pek çok balık türü gibi lüferin de deniz kirlenmesi ve aşırı avlanma gibi nedenlerle gün geçtikçe azaldığı görülmektedir.
ALİ PASİNER
Dostları ilə paylaş: |