MEHMEDZİYA
370
371
MEHTERHANE
çak Mehmed Ziya Bey'in oldukça başarılı resim çizme yeteneği de vardı. Nitekim istanbul hakkındaki büyük kitabında bu çizimlerden bazı örnekler görülebilir.
Mehmed Ziya Bey, çeşitli sebeplerle ortadan kaldırılan tarihi mezarları da bütünüyle yok olmamaları, kaybolup gitmemeleri için başka yere taşıtmaya da özen gösteriyordu. Bozdoğan Kemeri dibinde olan ve cadde genişletilirken yıktırılan Tamış-var Beylerbeyi Payzen Yusuf Paşa'nın tür-besindeki mezarını (içinden kemik çıkmamıştır), yanındaki Revânî Çelebi Camii'nin haziresine hatim okutarak taşıttığım bildirir. Hattâ yeni mezarların üstüne birer de servi diktirmiştir. Ancak ne var ki, bu cami ve hazire sonraları ortadan kaldırılarak yerine Hıfzıssıhha Enstitüsü yapılmıştır.
Mehmed Ziya Bey'in istanbul ile ilgili 3 eseri vardır. Bunlardan ilki Kariye Ca-mii(->) hakkındadır. Kariye Cami-i Şerifi (îst., 1326) başlıklı küçük boyda bu 119 sahifelik kitapta yazar, bu eski binanın tarihçesi ve sanat değerim belirtmekte, Türk dönemi boyunca cami olarak kullanılmasına rağmen üzerleri örtülmeyen mozaiklerinin konularını anlatmaktadır. Tabiidir ki, sonraki araştırmalarda bulunan duvar resimlerinin (mozaik ve fresko) yer almadığı, ancak o tarihlerde görülebilen resimlerinin tariflerinin yapıldığı bu küçük eser, İstanbul'un Bizans dönemine ait bir eski eseri hakkında bir Türk tarafından yazılmış olması bakımından kültür tarihimizde özel bir yere sahiptir.
ikinci monografyası ise, kendisinin de mensup olduğu Mevlevi tarikatının İstanbul'daki önemli merkezlerinden Yenika-pı Mevlevîhanesi hakkındadır. Yenikapı Mevlevîhanesi (İst., 1329), 306 sahifelik, küçük boyda bir kitap olup Osmanlı dönemi Türk kültür tarihinde çok önemli bir yeri olan bu kuruluşun tarihçesini ve şeyhlerinin kısa biyografyalarını anlatmaktadır. Kitapta ne yazık ki hiçbir resim olmadığı gibi, çeşitli dönemlerde yapılmış binaları ile geniş bir külliye meydana getiren bu mevlevîhanenin toplu bir planı da yoktur. Bu kitap son yıllarda yeni harflerle, bugünkü dile de çevrilerek tekrar yayım-
J;(;üy. > Jjr't.'
Mehmed Ziya Bey'in İstanbul ve Boğaziçi adlı eserinin I. (solda) ve II. cilüerinin kapak sayfaları. NuriAkbayar 'onu
lanmıştır ( Yenikapı Mevlevîhanesi, Y. Se-nemoğlu, İst., ty).
Mehmed Ziya Bey'in İstanbul hakkındaki en büyük eseri ise istanbul ve Boğaziçi, Bizans ve Osmanlı Medeniyetlerinin Âsâr-ı Bakiyesi başlığı ile yayımlanandır. Devlet matbaasında, Maarif-i Umumiye Nezareti, Telif ve Tercüme Dairesi neşriyatı (no. 84) olarak büyük boyda basılan bu eserin ilk cildi 1336/1920'de XXII+528 sahifelik bir kitap halinde çıkmıştır. İstanbul'un tarihi ve bu şehrin Bizans dönemindeki tarihi topografyası hakkında etraflı bilgi veren bu cilt, birçok resimle de süslenmiştir. Bunların bir kısmı, evvelce başka kitaplarda basılmış, gravür, plan veya desenler olmakla beraber, aralarında o sıralarda çekilmiş fotoğraflar da bulunmaktadır. Ziya Bey, kitabının yabancılar tarafından kolay kullanılması için bölüm başlıklarını ve resim altlarını ayrıca Fransızca o-larak da dizdirmiş, Batılı yazarlar ile Bizans adlarını Fransızca, bazı Bizans terimlerini Grekçe olarak da koydurmuştur. Cumhuriyet döneminde bu büyük eserin ikinci cildinin basılmasına da başlanmış ve yine resimli olarak 257 sahife tutan bu ikinci kısım, daha ince bir cilt halinde 1928'de satışa çıkarılmıştır. Sonunda, içindekiler listesi bile olmadığına göre bu ikinci cildin, harf inkılabı yüzünden baskısının yarım kaldığı anlaşılır. Ziya Bey toplamış olduğu malzemeyi yeniden değerlendirmeye veya başlamış olduğu işi sürdürmeye bir daha girişemediğinden, istanbul ve Boğaziçi, böylece bitmemiş durumu ile kalmıştır. Bu büyük eserin İstanbul'un Bizans dönemindeki tarihi ile tarihi topografyası, o sıralarda elde bulunan Batı dillerinde yazılmış araştırmalardan ve hattâ bazen kaynaklardan faydalanmak suretiyle hazırlanmıştı. Böylece Ziya Bey Türk dilinde yazılmış çok büyük ve oldukça iddialı bir eserle, şehrin eski tarihi yapısını inceleyenler arasına katılmış oluyordu. Şunu da belirtmemizde fayda var ki, istanbul ve Boğaziçi, o tarihe kadar yabancıların yazdıkları kitaplardan pek fazla ileri gitmemekle beraber, içinde çok değerli bazı tespitler bulunmaktadır. Ziya Bey'in Es-
ki Eserleri Koruma Encümeni üyesi olması, şehrin şurasında burasında tesadüflerin ortaya çıkardığı bazı arkeolojik buluntuları görüp incelemesine imkân veriyordu. Kitabın başka bir önemli bir tarafı da çok etraflı bazı dipnotlardır. Esas metinde bahsi geçen yer, bina veya olaylardan bahsedilirken, bir ilişki kurularak o konularla ilgili birtakım ek bilgiler bu dipnotlarda verilmiştir. Genel olarak bu notlar, Osmanlı dönemi Türk eserleri ile ilgilidir. Ziya Bey, encümen için yaptığı araştırmaları bu notlarda âdeta küçük makaleleler halinde derlemiştir. Böylece bu büyük ve bitmemiş eserde, belki aranılan çok şey bulunamamakta fakat bu kitapta aranılması belki hatıra gelmeyecek, bazen çok değerli bilgiler ile karşılaşılmaktadır. Osmanlı dönemi Türk eserleri ile ilgili bu notlar, bu eserlerin çoğu bugün ortadan kalktığından bugün birer belge değerindedir. Mehmed Ziya Bey, bu eseri ile, İstanbul'da geçen yüzyılın sonlarında Bizans döneminin tarih ve eski eserleri üzerinde çalışmalar yapan çok sayıdaki yabancı ve çoğu da amatör olan araştırmacıların arasına katılmış oluyordu. O yıllarda Mehmed Raif BeyC~») ve Celal Esad Arseven(->) ile birlikte Ziya Bey, bu konuda eser veren Türk üçlüsünü oluşturmuştur. Fakat onun eserini değerli yapan, içine kattığı kendi görüşleri ve Türk eserleri hakkında verdiği notlardır. Bunlar arasında mezar taşı ve bina kitabelerinin kopyalan da önemli bir yer tutar. Yıllar sonra, Ziya Bey'in oğlu eczacı Celal Ergun, İstanbul ve Boğaziçi'nin i-kinci cildini yeni harflerle tekrar yayımlamaya çabaladı. Baş tarafında C. Ergun'un babası ve eseri hakkında bir önsözünden başka, o yıllarda oldukça ünlü bir tarihi romanlar yazarı olan M. Turhan Tan'ın da (Sa-mih Fethi, 1886-1939) bir sunuş yazısının yer aldığı bu yeni baskı 1937'de küçük boyda 16 sahifelik fasiküller halinde, İstanbul'da haftada bir çıkmaya başlamıştı. Böyle bir eserin, haftalık bir dergi gibi yayımlanmasına ve satılmasına imkân olamazdı. Nitekim az sonra 10. fasikül ile bu yayın 160. sahifede kalmıştır. Eski harfler ile basılan metnin 127. sahifesindeki dördüncü paragrafın ilk satırında yer alan "... mezarın baş" kelimesinde kesilmektedir. Bütün stokları hurda kâğıt olarak imha edildiğinden bugün son derecede az nüshası görülebilen bu ikinci baskı, önsözünde açıklanan bütün iyi niyete rağmen son derecede kötüdür. Metin inanılmaz derecede yanlışlar ile dolu olarak, aralarda atlamalar yapılarak dizilmiştir. Bu arada dipnotlar esas metin ile karıştırıldığından, yazarın düşüncelerinde ve neyi anlatmak istediğinde bir açıklık kalmamıştır. Ziya Bey'in doğru yazılmasına büyük özen gös-' terdiği yabancı adlar yanlış dizilmiş ve bütün bunlar yetmiyormuş gibi, berbat edilen metnin içine, metinle hiçbir bağlantısı olmayan ve Ziya Bey'in dosyalarından çıkarılmış, gelişigüzel seçilmiş birçok resim yerleştirilirken, metinle ilgili resimler konmamıştır. Yazarın ruhuna azap verecek olan bu baskıya devam edilmemesi bir kazançtır denilebilir.
Celal Ergun babasından kalan zengin malzemeden başka türlü de faydalanmış, yayımladığı bazı haftalık dergilerde (Ye-nigüri), onun bırakmış olduğu eski eser fotoğraflarını ve notlarım kendi imzası ile çıkan yazılarda kullanmıştır. Sonra arkasından büyük bir sessizlik başlamış ve birçok şeyin unutulmaması için çırpınmış olan ve bu şehrin tarihine dair bugün hâlâ kullanılan eserler bırakan Mehmed Ziya Bey unutulanlar kervanına katılmıştır.
Mehmed Ziya 27 Mart 1930'da hayata gözlerini yummuş ve cenazesi, Eyüp'te Dedeler Mezarlığı adı verilen yerdeki aile sofasına gömülmüştür. Bu mezarlık, Bahariye Mevlevîhanesi'nin(->) tam karşısında idi. Mevlevîhanenin semahanesi 1935'te yıktırılmış, 1939'a doğru harem bölümü yanmış, 1952'lere kadar duran selamlık da sonra yıktırılmış ve tekke arazisi üzerine bir tuğla-briket atölyesi, bir fabrika ve depolar yerleşmiştir. Caddenin karşı tarafında olan ve Eyüp mezarlıklarının en son ucunu teşkil eden yerdeki hazire ise 1960'lara kadar çevredeki fabrika ve atölye işçilerinin öğle tatillerinde üzerinde oyun oynadıkları alan haline gelmişti. Burada tekkeye mensup Mevlevîlerin mezar taşları arasında, Mehmed Ziya Bey ailesinin demir parmaklık ile çevrili aile sofası bulunuyordu. Etrafındaki demir parmaklık yüzünden pek fazla tahribe uğramayan bu hazire içinde mezarlar belirli durumda idi. Haziran 1988 günü aynı yere gidildiğinde, bu İstanbul tarihçisinin mezarı inanılmaz bir perişanlık içinde idi. Yeni yapılmış bir duvar, sofanın demir parmaklığını hemen hemen ortadan kaldırmış, taşlar ise ot ve dikenlerin arasına gömülmüştü. Mehmed Ziya Bey'in mezar taşındaki, bir vakitler pek moda olan porselen üzerine çıkarılmış resmi ise kırılıp yok olmuştu. Daha eski, silindir biçiminde büyük bir mezar taşının kitabesi kazınmak suretiyle yazıldığı anlaşılan Ziya Bey'e ait mezar kitabesi, yeni harflerle Türkçeyi doğru yazmasını bilmeyen bir taşçı tarafından anlaşılmaz bir imla ile kazılmıştı.
Aynı sofada Mehmed Ziya Bey'in eşi Pakize Hanım, kardeşi Prof. Dr. Neşet Us-man (1875-1949) ile oğlu Eşref Neş'et (1905-1931) ve torunu Güney Ergun'un (ö. 1957) da mezarları bulunduktan başka, aynı ailenin Atalarının bitkilerin arasında gömülmüş mezar taşları vardır. İstanbul'un eski eserleri üzerinde çalışmalar yapmış ve tarih hatıralarını unutulmaktan kurtarmak için büyük çabalar göstermiş bir insanın mezarının bugünkü durumu gerçekten hazindir.
Bibi. î. A. Gövsa, Meşhur Adamlar Ansiklopedisi, İst., 1933-1936, IV, s. 1601; Gövsa, Türk Meşhurları, 413; C. Ergun, "İhtifalci Mehmet Ziya Bey", Galatasaray Dergisi, S. 3 (Ağustos 1947), s. 21-22, 32; ay, "Merhum Babam ve Eseri Hakkında Birkaç Söz", istanbul ve Boğaziçi, I. faş., ist., 1936; ölüm haberi, Cumhuriyet, 28 Mart 1930; Nizameddin Nazif (Tepe-delenlioğlu), "İhtifalci Ziya Bey Merhum", Ye-nigün, S. 3 (25 Mart 1939) s. 4-5; S. Eyice, "Bir İstanbul Tarihçisi: İhtifalci Mehmed Ziya Bey", İstanbul, S. 6 (1993), s. 121-126.
SEMAVÎ EYİCE
Dostları ilə paylaş: |