KÖÇEOĞLU YALISI
86
87
KÖPEKLER
nin bulunduğu selamlık bahçesinde denize yüksek çevre duvarının üstünde denize taşar bir konumda bir yalı köşkü bulunuyordu. Bu köşkün temel duvarları ve bazı kalıntıları 1930'larda görülebiliyordu.
Bibi. S, H. Eldem, Köçeoğlu Yalısı, İst., 1977; Eldem. Türk Evi. II, 68-75; Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II, 359.
TÜLAY ARTAN
KÖÇEOĞLU YALISI
Çengelköy'de yer almaktaydı.
Köçeoğlu Agop tarafından yaptırılmış olan yalı, 1780'e tarihlenmektedir. Harem ve selamlık bölümlerinden oluşan Köçeoğlu Yalısı'nm harem binası hakkında bugün yalnızca uzaktan çekilmiş bir fotoğraftan bilgi edinebilmekteyiz. Buna göre harem cephesi selamlık cephesinden daha geniş, derinliği de daha fazla idi. 1940'lar-da yalının son kalan selamlık kısmı da yıkılmıştır.
S. H. Eldem'in restitüsyonunu yapmış olduğu iki katlı selamlık binası, merkezi sofalı plan tipindeydi. Kesme taştan yapılmış rıhtım duvarının üzerinde yükselen yapının zemin katı çok pencereli idi. Bu ö-zelliğiyle Köçeoğlu Yalısı daha önceki yalı tiplerinden ayrılmaktadır. Yalının bahçe ile bağlantısı da pencerelerle güçlendirilmişti. Bahçeden yalıya giriş geniş bir ca-mekân biçimindeydi. Buradan mermer döşeli bir taşlığa girilmekteydi. Girişin sağında mutfak ve merdivenevi, solunda kısmen dışarı açılan hizmetli odaları yer almıştı. Girişin tam karşısına gelen büyük salon, deniz üzerine taşıyordu. Üst kat planı alt katı tekrarlamakta, köşeleri pahlı merkezi sofanın köşelerinden girilen değişik büyüklükte ve değişik yönlere açılan dört o-da ile alt kattaki salonun üstüne gelen geniş bir sofa, asıl yaşam mekânlarını oluşturmaktaydı. Deniz yönündeki bu geniş sofanın tam karşısında bir eyvan, merdive-nevinin karşısında da ikinci eyvan yer alıyordu. Eyvanlar geniş pencereleriyle merkezi sofayı aydınlatıyordu. Üst kat sofasında bir mermer selsebil bulunuyordu.
iç dekorun 18. yy'ın ikinci yarısında yapılmış olduğu tahmin edilmektedir Dış mimari, içerisinin zenginliğine oranla oldukça sade bir görünümdeydi. Bahçe, kara tarafında yol ile kesildikten sonra, Çengelköy sırtlarında geniş bir plato olarak devam ediyordu. Köşkün önünde büyük bir havuz bulunuyordu. Bibi. S. H. Eldem, Türk Evi, I, 190-195.
TÜLAY ARTAN
KÖKDEŞ, NEVESER
(1904, Drama [bugün Yunanistan 'da] -7 Ağustos 1962, İstanbul) Bestekâr ve tanbur sanatçısı.
Babası Mabeyinci Hurşid Bey'in sürgünde bulunduğu Drama'da doğdu. Şarkı ve operet bestekârı Muhlis Sabahattin Ezgi' nin(-») kız kardeşidir, ilk musiki zevkini, ağabeyi gibi, çeşitli klasik ve halk çalgılarını çalabilen bir amatör musikici olan babasından aldı. Doğduğu yıl II. Abdülha-mid'in özel izniyle istanbul'a döndüklerinde, babası sürgünde ölmüştü, ilkokuldan sonra Nötre Dame de Sion'da okudu. İlk e-seri, 12 yaşındayken bestelediği bir polka idi. Tanbur ve piyanodan sonra gitar çalmayı da öğrendi. 1.000'den fazla eser bestelediğini ifade etmiştir. Şarkı, fantezi, zeybek ve köçekçe karakteri taşıyan 80 kadar eseri bilinmektedir. Eserlerinin çok büyük bir bölümü kaybolmuştur. Çoğunluğunun güftesi kendisine ait olan hicazkâr "Gül dalında öten bülbülün olsam", hüzzam "Gül olsam ya sümbül olsam beni koklar mısın", mahur "Bahar pembe beyaz olur", rast "Sevmek seni bir suç ise affet günahım ey sevgili", segah "Bir emele bin ah çeksem" ve "Kuş olup uçsam sevdiğimin diyarına" gibi şarkıları, Türk musikisinde "kadın hassasiyeti"ni kuvvetle duyuran ve istanbul musikisine mal olmuş ilgi çekici örneklerdir.
Bir süre istanbul Radyosu'nda tanbur sanatçısı olarak çalışan Neveser Kökdeş, bu camiada pek rahat bir ortam bulamadı. Eserlerinin, geleneksel beste şekillerinin dışında oluşu ve tanburiliğinin çokça eleştiril-
Köçeoğlu Yalısı'nm üst kat tavan planı. Eldem, Türk Evi
Neveser Kökdeş
Cengiz Kahraman arşivi
mesi, giderek sanatının âdeta alay konusu haline getirilmesi yüzünden radyodan ayrıldı.
Bibi. M. Rona, 50 Yıllık Türk Musikisi, ist., 1960; M. N. Özalp, Türk Musikisi Tarihi, Ankara, 1989; Öztuna, BTMA, I.
MEHMET GÜNTEKÎN
KÖMÜRCİYAN, EREMYA ÇELEBİ
(13 Mayıs 1637, istanbul -15 Temmuz 1695, İstanbul) Ermeni asıllı tarihçi, şair, yazar, mütercim ve matbaacı.
Papaz Mardiros Kömürciyan'ın (1608-1681) oğludur. Dedesinin babası Sarkis, Celali İsyanları esnasında, Kemah'tan Batı Anadolu'ya göç etmiştir. Dedesi Nahabed ise, löOO'de Gelibolu'ya gelmiş ve I6l2'de çırada ölmüştür. Pederi de meçhul bir tarihte oradan istanbul'a gelmiştir. Eremya Çe-lebi'nin bilinen yegâne hocası, Kumkapı' da Hisardibi'ndeki bugün mevcut olmayan Surp Sarkis Kilisesi'nin papazlarından Der Hovannes olmuştur. Kendi ifadesine göre 15 Nisan l656'da Türkçe de öğrenmeye başlamıştır. Bilahare Rumca, Farsça, Arapça ve îbranice öğrenmeye çalışmış, daha fazla şahsi gayretiyle ilerlemiştir.
Kömürciyan 28 Ağustos l649'da Kudüs'e gitmiş ve 27 Mayıs 1650'de istanbul'a dönmüştür. Patrik Kefeli Mardiros'un gününde (Mayıs 1659-Aralık 1660), patrikhanenin başkâtibi ve danışmanı olmuştur. 12 Temmuz l659'da, Başpatrik Eğyazar (lölO-1691) Bursa'ya giderken, kendisine refakat etmiştir. 17 Mart 1660'ta, Patrik Mardi-ros'la birlikte Edirne'ye giderek, 25 Nisan' da avdet etmişlerdir, l Ağustos l660'ta, yine Patrik Mardiros'la beraber Tekirdağ'ı ziyaret etmiştir. Mayıs lööl'de babasıyla izmit yakınlarındaki Armaş Manastm'na gitmiştir. 26 Nisan 1663'te, annesinin ölümü münasebetiyle, tekrar aynı manastırda bulunmuştur. Dönüşte, Bursa'ya ve Marmara adalarına uğramıştır. 14 Eylül l664'te, Ha-lep'e hareket etmiştir. Halep'ten de ertesi yıl Kudüs'e geçmiş ve paskalya yortusunu orada kutladıktan sonra İstanbul'a avdet etmiştir. Dönüşte Şam'a da uğramıştır.
l677'de muhtemelen Batılı Ermeni matbaacılardan, Papaz Tateos Hamazaspyan'm yardımı ile, istanbul'da bir matbaa açmıştır. Ancak iki küçük kitap basabilmiştir. Bunlardan ikincisi l678'de basılan, 15 resimli ve 31 sayfalık, Kudüs'teki mukaddes yerler hakkında kendisinin telif ettiği manzum bir methiyedir. Mayıs 1685' te oğlu Rahip Kirkoris'i görmek için Eçmiad-zin'e gitmiştir. Bu vesile ile Ani, Kars ve Erzurum'u da ziyaret etmiştir. 1686'da İstanbul'a döndükten sonra, cemaat işlerinden elini çekmiş ve sırf kitap yazmakla meşgul olmuştur.
Eremya Çelebi l654'te veya l657'de, ismi meçhul biri ile evlenmiştir. Bu izdivaçtan 3 oğlu ve l kızı dünyaya gelmiştir. Birinci oğlu Ampagun'dur (1659-1692) ki, bilahare ruhani hayata intisap ederek, Kir-koris adını almıştır, ikinci oğlu minyatürcü Mağakya'dır (1662-1702'den sonra), üçüncü oğlu Hovsep kısa ömürlü olmuştur (1681-1682). Kızı Soğome ise, l670'te doğup, l690'da ölmüştür.
Başlıca eserleri şunlardır: Orakrutyun (Ruzname), 1648-1662 arasım kapsayan bu kitabı, 1939'da Kudüs'te Mesrop Başpiskopos Nişanyan tarafından neşredilmiştir. Badmutyun Hragizman Gosdantnubolso (istanbul'un 1660 yangını tarihi, Kudüs Ermeni Patrikhanesi Kütüphanesi'nde 892 no'lu ve 1672 tarihli yazması tarafımızdan 1991'de istanbul'da yayımlanmıştır). Badmutyun Abro Çelebii(Abm Çelebi'nin Tarihi), 1666-1072 arasında kaleme alınmıştır ve halen kayıptır. Badmutyun hama-rod 400 darva Osmantzotz Takavoratz (400 Yıllık Muhtasar Osmanlı Padişahları Tarihi), 1982'de, J. M. Avedisyan tarafından Erivan'da neşredilmiştir. Badmutyun Isdanbolo (istanbul Tarihi) (1662-1684), 1913, 1932 ve 1938'de Viyana'da, Dr. Vah-ram Torkomyan tarafından üç cilt halinde neşredilmiştir. Türkçesinin ilk baskısı 1952' de Hrand D. Andreasyan, ikinci baskısı ise 1988'de tarafımızdan hazırlanmıştır. Da-rekrutyunÇVekayiname), 1648-1690 yıllarını kapsamaktadır ve yazma nüshası Venedik Mıkhitharistler Kütüphanesi'nde no. 509'da bulunmaktadır ve J. M. Avedisyan tarafından baskıya hazırlanmaktadır. Hi-kûye-i Paris ve Vena, 1871'd.e İstanbul'da Kevork Zartaryan'm matbaasında basılmıştır. Kitab Hikâye-i Cihangir İskender Zül-karneyn, yazması Kudüs Ermeni Patrikhanesi Kütüphanesi'nde no. 988'de kayıtlıdır. Ekmekçi Arnavut Dimo'nun ve Yahudi Kızı Mırkada'nm Aşk Hikâyesi, 1981' de Prof. Avedis Sanciyan ve Dr. Andreas Tietze tarafından Budapeşte'de ingilizce tercümesi ile birlikte neşredilmiştir.
Bunlardan başka Ermenice ve Türkçe şiirleri, mektupları ve kısa yazıları mevcut-
KEVORK PAMUKCİYAN
KÖMÜRCİYAN, KOZMAS KOMİTAS
(l 749, İstanbul - 1807'den sonra, İstanbul?) Elçilik tercümanı, tarihçi, dilci ve ressam. Cosimo Cosmidos de Carbognano adıyla da tanınır.
DESCRIZIONE - ,
T O P O G R A F I C A
DELLO STA.TO îRESENTE
Di COSTANTINOPOL1
AHRICCHIT*.' Di FİGÜRE
VltlllIATA jtlLA SACRJl HSÂJ. MMST^f
B I
F E R D I N A N D O IV,
RE D ELLE DUE SlCItlE DA COSİMO COM1DAS PE CARBOGNANO
COSTANTİNOFGLITANO,-
Carditre Mraat faile S, Sefa, e Cretrera dtff inat* M. S..
w zudlıit ıf; Dragotnsnno prcsso il Resi Miatsten
-rfi S. M. Çat. in CostantinopeU,
Kozmas Komitas Kömürciyan'ın istanbul'un topografyasını konu alan eserinin kapağı. C. C. Carbognano, 18. Yüzyılın Sonunda İstanbul, 1993
Papaz Komitas Kömürciyan'ın (1656-1707) torunu ve Sicilya Krallığı İstanbul Elçiliği tercümanı Hovannes Kömürciyan' m (1700P-1763) oğludur.
Tarihçi Arsak Alboyaciyan'a (1879-1962) göre, tahsilini İtalya'da tamamlamıştır. İstanbul'a döndükten sonra, Napoli Krallığı Elçiliği'nde göreve başlamıştır. Elçi Kont Ludolf un tavsiyesi üzerine, 10 Ekim 1778' de, kral tarafından elçilik diloğlanı veya tercümanı atanmıştır. Aynı zamanda elçinin hususi ressamı da olmuştur. Aynı yıl, istanbul'un tarihi eserlerinin ve abidelerinin gravürlerini hazırlamıştır ki, bunların bir kısmı, "istanbul'un Topografik Tasviri" adlı İtalyanca eserinin sonuna eklenmiştir. Yine 1778'de, Galata'daki Capucin Manastı-rı'nda çalışırken, orada vuku bulan bir veba olayını tetkik ettiği sırada, karantina altına alınmıştır. Karantina sona erdikten sonra, bu sefer de Beyoğlu'ndaki Capucin Manastm'nda eğitimine devam etmiştir.
Mayıs 1780'de hastalanmış, Napolili tabibi D. Antonio Lucci, hava tebdili için, çına Marmara adalarından birine gitmesini tavsiye etmiştir. 20 Haziran'da adı açıklanmayan adaya varmıştır. Kral, elçiye gönderdiği 2 Eylül 1780 tarihli bir talimatla, tedavisi için ihtimam gösterilmesini talep etmiştir. Sıhhati düzeldikten sonra, ekimde İstanbul'a dönmüştür. Tedavisi burada devam etmiş ve ancak 1781 veya 1791 yılı temmuz ayında iyileşmiştir. Yaklaşık 1785' te, İspanya Elçiliği'ne tercüman tayin edilmiştir. 1807'de, henüz bu görevde idi. Ekim 178rden Mayıs 1786'ya kadar İstanbul'da kalan ve 1787'de Venedik'te basılan, üç ciltlik Türk edebiyatı hakkında çok önemli italyanca bir eserin müellifi olan, Rahip Giambatista Toderini (1728-1799), Kö-mürciyan'ı İspanya Elçiliği'nin tercümanı ve Chevalier unvanını haiz olarak zikretmiştir.
Papa VII. Pius (papalık dönemi 1800-1823), kendisini Saint-Sylvestre nişanının Chevalier rütbesi ile taltif etmiştir.
Kömürciyan İtalyanca üç eser bırakmıştır. Birincisi, Descrizione Topogrofica del-lo statopresenle di Costantinopoli'dit (istanbul'un Bugünkü Durumunun Topografik Tasviri, Bassano, 1794). Kitap Prof. Erendiz Özbayoğlu tarafından Türkçeye çevrilerek, 18. Yüzyılın Sonunda İstanbul a-dıyla 1993'te neşredilmiştir. İkincisi, Primi Principi della Grammatica Turca (Türkçe Gramerin Başlıca Kuralları) adını taşımaktadır (Roma, 1794, XII, 730 sayfa). Üçüncüsünün ismi ise Ristretto della Vita e Mantirio del Servo di Dio D. Cos-mo de Carbognano'dir (Allah'ın Kulu Der Komitas Kömürciyan'ın Ömrünün ve Şe-hadetinin Özeti, Roma, 1807, 40 sayfa). Tarihçi Harutyun Mırmıryan'a (1860-1926) göre, Kömürciyan, ğ. Inciciyan'ın(->) Coğ-rafya'sma da katkıda bulunmuştur.
KEVORK PAMUKCİYAN
KÖMÜRCÜ BENDİ
bak. KARANLIK BENT
KÖPEKLER
19. yy'da İstanbul'u gezen hemen tüm yazarlar, şehrin köpeklerine anılarında en a-zından birkaç satır ayırmışlardır. Bu yazarlar sokak köpeklerini İstanbul sosyolojisinin bir parçası sayıyorlar ve onları şehircilik açısından değerlendiriyorlardı.
Aslında İstanbul'un köpeklerinin tarihi çok daha öncelere uzanır. Bu konuya bir açıklık getiremeyen seyyahların 19. yy'da birtakım varsayımlar geliştirdiklerini görüyoruz. Bunlardan, İstanbul köpeklerinin fetihçi Türklerle beraber Türkmenistan' dan geldiği söylentisini nakledenler de çıkmıştır.
J. B. Hilair'in çizgileriyle seyyar ciğerci ve köpekler.
Choiseul-Gouffier, Voyoge Pittoresque de la Grece..., Paris, c. II, 1822 Galeri Alfa
KÖPEKLER
88
89
KÖPRÜLÜ KÜLLİYESİ
^ - 3
istanbul köpekleriyle ilgili bilgilere, daha 17. yy'da kaleme alınmış seyahatnamelerde rastlanır. Şehri l655'te ziyaret eden Fransız seyyahı Jean de Thevenot, halkın köpekleri nasıl koruduğunu; bazı zenginlerin vasiyetnamelerinde bunların beslenmesi için nasıl özel kaynak tahsis ettiklerini not etmiştir. 18. yy'ın başında istanbul'u gezen ünlü Fransız botanikçisi P. de Tournefort da aynı yönde bilgiler vermiş-
Yüzyıl başında bir kartpostalda Pera'da köpekler.
Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi
1910'da Sivriada'ya bırakılan köpekler
Nuri Akbayar ısiyonu
tir. Fakat İstanbul'un "köpek sorunu" asıl 19. yy'da şehrin modernleşmesi sorunuyla birlikte önem kazanmıştır.
Çeşitli gözlemcilerin tahminine göre 19. yy'da İstanbul'da 40-50.000 kadar köpek bulunuyordu. Bunlar mahalle birimi çerçevesinde âdeta örgütlenmişlerdi ve her mahallenin bir şefi vardı. Köpeklerin şehirde güvenlik, sağlık ve temizlikle ilgili çeşitli toplumsal işlevleri de bulunuyordu.
İstanbul'un köpekleri geceleri, kendi mahallelerine gelen yabancılara ve şüpheli kimselere saldırarak bir çeşit "zabıta" görevi görüyorlardı. Elbette bu gibi saldırıların şehirde serbest dolaşmayı sekteye uğrattığı da oluyordu. Ahmed Vefik Paşa bir Batılı seyyaha bu konuda şunları söylemişti: "Bizim tehlikeli sınıflarımız köpeklerdir; eğer onlar olmasaydı İstanbul'da gecenin herhangi bir saatinde rahatça dolaşabilirdiniz". Bununla beraber köpekler, kendi mahallelerinin bekçileriydiler.
İstanbul'un köpeklerinin ikinci işlevi şehrin temizliği ile ilgiliydi. Bu işlev, kendilerine kapı ve pencerelerden atılan tüm yemek artıklarını yiyip bitirmeleriyle yerine getiriliyordu. Böylece, çöp sorununun doğru dürüst çözümlenmediği bir şehirde, köpekler çöpçü rolünü üstleniyorlar ve şehir sağlığına katkıda bulunuyorlardı.
İstanbul'da on binlerce sokak köpeğinin varlığına rağmen kuduz hastalığına hemen hiç rastlanmaması yabancıları en çok şaşırtan hususlardan biri olmuştur. Bir İngiliz yazara göre "yiyeceklerinin az oluşu, sınırsız bir cinsel özgürlükle bir araya gelince, (kuduza karşı) düzenli yiyecek ve barınaktan daha etkili bir antidot" ortaya çıkıyordu. Bu yüzyılın başında İstanbul'un köpekleriyle ilgili bir risale yazan saray hekimi Mavroyani Paşa da aynı nedenler ü-zerinde durmuştur.
Osmanlı Devleti'nin ve İstanbul'un modernleşme sorunu şehrin köpeklerine farklı bir yaklaşımla eğilinmesine yol açmıştır. Gerçekten 19. yy'da Batı başkentlerinde köpekler evcilleştirilmiş ve "sokak köpekleri" diye bir sorun kalmamıştı. Avrupa' da köpeklerle ilgili zengin bir mevzuat geliştirilmiş ve İngiltere'yi izleyerek Batılı ülkeler köpekleri vergilendirmeye başlamışlardı. Fransa'da, köpeklere özel bir sevgisi olan şair Lamartine, 1845'te makaleler yazarak bu vergiye karşı çıkmıştı. İstanbul'u sokak köpeklerinden temizleme girişimlerine ise II. Mahmud döneminde (1808-1839) başlandı.
İstanbul köpeklerini sürmek fikri II. Mahmud'un aklına ilk kez yeniçeri kırımından (Vak'a-i Hayriye) sonra gelmiş ve bir vapura doldurulan köpekler Hayırsız Ada-lar'dan Sivriada'ya sürülmüşlerdi. Fakat ani bir fırtına çıkmış, köpeklerle dolu vapuru karşı sahillere, geldiği yere fırlatmış; bu olgu, daha önce müneccimlerin fikri alınmadığı için, Tanrı'mn bir ihtarı olarak yorumlanmıştı.
İkinci girişim Abdülaziz dönemine (1861-1876) rastladı ve İstanbul köpekleri için yine bir sürgün kararı çıktı. Bu kez operasyon başarılı oldu ve köpekler bir gemiye yüklenerek Sivriada'ya sürüldüler. Bir süre sonra İstanbul'un çeşitli semtlerinde çıkan yangınlar, köpeklerine bağlı halkın intikamı olarak değerlendirildi ve sürgün köpekler tekrar şehre getirildiler.
1889'da Alman İmparatoru II. Wilhelm İstanbul'a gelmeden önce sorun yeniden gündeme geldi. Bu kez de, köpeklerine pek düşkün olan İstanbullular sayısız protesto dilekçesi ile girişimi püskürttüler.
İstanbul köpeklerine radikal çözüm 1908'de Meşrutiyet'in ilanından sonra geldi. Bu kez köpekler, her birine küçük bir para verilen Çingeneler tarafından tahta kıskaçlarla yakalanarak kafeslere yerleşti-rildilerve yine Sivriada'ya yollandılar. 1910' daki bu toplama ve sürgünün hikâyesini, bir Fransız misyoner kara mizahla dolu bir şekilde anlatmıştır.
Meşrutiyet'te Sivriada'ya sürülen köpekler orada'da sanayicilerin ilgisini çekmiş ve bir Fransız sanayici bunlardan elde ettiği deri, kemik tozu, gübre malzemesi, yağ gibi unsurları Marsilya'ya ihraç etmiştir.
1911'den sonra İstanbul sokaklarında köpekler yeniden görünmeye başlamış, hattâ sayıları hızla yeniden on binleri aşmıştır. Şehreminliğe tayin edilen Dr. Cemil Topuzlu, anılarında "bunları yavaş yavaş imha ettirdim" diye yazmaktadır. Bu dönem İstanbul köpeklerinin kitlesel hayatının sonu olmuştur.
Ancak günümüzde de, İstanbul'da evlerde köpek bakma modası hızla yayılırken, özellikle kentin göbeğinde olmayan semtlerde, gecekondu mahallelerinde, koruluklarda başıboş köpekler hızla çoğalmaya devam etmekte; zaman zaman belediyelerin bunları zehirleme, vurma gibi en ilkel yöntemlerle imha etmeye çalıştığı gözlenmektedir.
Bibi. Ch. Hecquard, La Turauie sous Abdul-hamidll, Brüksel, 1901, s. 69; N. W. Senior, A Journal kept in Turkey and Greece, Londra, 1859, s. 18; Ch. White, Three Years in Cons-tantinople, Londra, 1845, c. III, s. 292; Mavroyani Paşa, Chiens errants de Constantinop-le, Paris, 1902; H. Delaporte, GuideManuel de la taxe sur leş chiens, Paris, 1887; T. Timur, "XIX. yy'da istanbul'un Köpekleri", TT, Eylül 1993; C. Topuzlu, 80 YılhkHatıralarım, ist., 1982, s. 100.
TANER TİMUR
KÖPRÜLER
bak. AYVANSARAY KÖPRÜLERİ; BOĞAZİÇİ KÖPRÜSÜ; FATİH SULTAN MEHMET KÖPRÜSÜ; GALATA KÖPRÜLERİ; HALİÇ KÖPRÜLERİ; UNKAPANI KÖPRÜLERİ
KÖPRÜLÜ KÜLLİYESİ
Eminönü İlçesi'nde, Çemberlitaş semtinde, Divanyolu Caddesi üzerinde yer alır.
IV. Mehmed dönemi (1648-1687) sadrazamlarından, "Köprülü" lakabı ile tanınan Mehmed Paşa tarafından yaptırılan külliye 1072/l66l'de tamamlanmış olan dershane-mescit, medrese odaları, dükkânlar, çeşme, türbe ve sebilden oluşmaktaydı. Daha sonra bunlara Köprülü Mehmed Paşa'nın oğlu Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa tarafından 1087/l676'dan önce yaptırılan kütüphane (bak. Köprülü Kütüphanesi) ile Vezir Hanı(->) ilave edilmiştir. Ayrıca türbenin etrafına zamanla ilave edilen mezarlarla bir de hazire oluşmuştur.
1288/1871'de Divanyolu'nun genişletilmesi sırasında külliyeye ait sebil; türbe, dershane-mescidin revaklı girişi ve medrese odalarının bu' bölümü yıktırılmış, bunlardan türbe, dershane-mescidin doğusun-
Köprülü Külliyesi'nin avlusundan bir görünüm. Yavuz Çelenk, 1994
da 19. yy'ın mimari anlayışına uygun olarak yeniden inşa edilmiş, yıktırılan medrese odalarının Divanyolu Caddesi'ne bakan cephesi de aynı mimari anlayışa göre yenilenmiştir. Dershane-mescit kapısı üzerinde 1290/1873 tarihini veren tek satırlık Arapça kitabe ile Vezir Hanı kapısı üzerinde 1312/1894 tarihini veren tamir kitabesi bulunmaktadır.
Divanyolu Caddesi ile Peykhane Soka-ğı'nın kesiştiği yerde külliye yapılarından dershane-mescit, çeşme, medrese, dükkânlar ve türbe yer alır. Peykhane Sokağı üzerinde dükkânlar, medrese girişi ve çeşme, köşede Divanyolu Caddesi üzerinden girişi bulunan dershane-mescit ile bunun doğusunda türbe bulunmaktadır. Bu yapılar doğu ve güney yönde "L" şeklinde sıralanan medrese odalarıyla çevrelenmiştir. Biraz doğuda ayrı bir ada üzerinde kütüphane binası bulunmaktadır. Aslında Köprülü ailesine ait büyük bir arsa üzerinde inşa edildiği anlaşılan kütüphane binası ile medrese arasında bugün Boyacı Ahmet Sokağı ile yeni binalar vardır. Divanyolu'nun karşı tarafında biraz içeride ise Vezir Hanı diye tanınan yapı yer almaktadır.
Dershane-Mescit: Divanyolu Caddesi ile Peykhane Sokağı'mn kesiştiği köşede yer alan yapı kesme taştan inşa edilmiştir. Sekizgen planlı olan yapı kasnaklı kubbe ile örtülmüştür. Gövdenin köşeleri yuvarlak iri kaval silmelerle yumuşatılmıştır. Çift sıra pencere düzenine sahip yapıda alt sıradaki pencereler sivri boşaltma kemerleri altında dikdörtgen açıklıklı ve mermer sövelidir. Üst sıradaki pencereler ise içten yuvarlak, dıştan sivri kemerli olarak düzenlenmiştir. Yapıda, biri kuzeyde Divanyolu Caddesi'ne açılan, diğeri güneyde medrese avlusuna açılan iki kapı vardır. Kuzeydeki kapı iki yanda mukarnaslı başlıklara sahip taş sütunlara oturan sivri kemerli niş şeklinde düzenlenmiş olup altta basık kemerli bir açıklığa sahiptir. Sütun başlıkları hizasında uçları palmetli bir kartuş içinde 1290/1873 tarihini taşıyan, tek satırlık, sülüs hatlı Arapça kitabe yer alır. Medrese avlusuna açılan kapı üstte kö-
şeleri pahlanmış dikdörtgen şeklinde mermer söveli ve basık kemerli açıklığa sahiptir. Burada da kemer üstünde uçları palmetli bir kartuş içinde tek satırlık Arapça kitabe vardır.
Yapıda mihrabın karşısında sonradan ilave edilmiş olan ahşap bir mahfil bulunmaktadır. Mahfilin sağında merdivenlerle ulaşılan üst pencere sonradan 19- yy'da yapılmış olan ahşap cumba şeklindeki minareye geçit vermektedir.
Yapıda geç devirde yapılmış olan mermer mihrap bulunmaktadır. Üstte istiridye kabuğu şeklinde düzenlenen yarım daire şeklindeki nişin iki yanında ve ortasında birer halat silme görülmektedir. Mihrap, yanlarda oval formlu kaidelere oturmuş kare kesitli plastik taşıyıcılarla sınırlanmıştır. Köşeli sütunlar üstünde volütlü başlıklar vardır. Bunların üzerinde düz başlıklara sahip kare kesitli sütunlar devam etmektedir. Volütlü başlıkların üst kısmında sütunlar birer iri yaprakla dekorlanmıştır. Mihrabın taç kısmı yine iki yandaki başlıklar üzerinden çıkan birer iri yaprak ile ortada bir vazodan çıkıp iki yana doğru sarkarak devam eden yapraklarla süslenmiştir. Yapıda bugün mevcut olan ahşap minber yeni olup sade bir işçiliğe sahiptir. Oval formlu bir kaideye sahip olan vaaz kürsüsü, yarım yuvarlak şekilde olup üzerinde ajurlu ahşap korkuluğu bulunmaktadır.
Yapının içi yenilenmiş olan kalem işleri ile süslenmiştir. Kubbe ortasında yazı madalyonunun etrafı rumîli, palmetli bor-dürlerle çevrelenmiştir. Kubbe içinde her cepheye bir tane gelecek şekilde sekiz şemse motifi vardır. Bunların içlerinde rumî kompozisyonları bulunmaktadır. Kubbe kasnağında yine içleri rumîlerden oluşan bir sıra palmet dizisi ile bunun altında geometrik ve stilize çiçeklerden oluşan birer bordur vardır. Üst sıra pencere aralarında ve alt sıra pencere üstlerinde palmet şeklinde süslemeler bulunur.
Medrese Odaları: Peykhane Sokağı ü-zerinde yer alan, üstte sivri kemerli olarak düzenlenen, altta ise basık kemerli açıklı-
KÖPRÜLÜ KÜTÜPHANESİ
90
91
KÖPRÜLÜLER
ğa sahip bulunan kapı ile medresenin avlusuna geçilmektedir. Kapı üzeri kurşun kaplı ahşap bir saçakla örtülmüştür. Medrese odaları Divanyolu Caddesi ile Peykha-ne Sokağı'na dik uzanan iki koldan meydana gelen "L" şeklinde sıralanmıştır. Vaktiyle 12 odadan oluşan medresede bugün 9 oda mevcuttur. Divanyolu'nun genişletilmesi sırasında medresenin bir bölümü yıktırılmıştır. Yıktırılan bu kolda bir oda ortadan bölünmüş olup cephe 19. yy'm zevkine göre düzenlenmiştir.
Medrese revaklanndan doğudakiler sivri, güneydekiler yuvarlak kemerlidir. Mermer sütunlara ve baklavalı başlıklara sahip revaklarla odalarda birimlerin üzerleri pandantifi! kubbelerle örtülmüştür. Re-vaklı avluya dikdörtgen söveli birer kapı ve pencere ile açılan odalarda girişin karşısında ocak nişi bulunmaktadır. Bacalar tuğladan kare gövdeli olup üstte her yüzeyde iki tane duman açıklığı bulunan kesme taş tepelikle sonlanır. Revakların kesiştiği köşede güneyde yer alan bir birim ile medrese odaları kesintiye uğramıştır. Bu birimden basık kemerli bir kapı ile arkadaki küçük bahçeye geçiş sağlanmıştır. Bahçede helalar bulunmaktadır.
Medrese avlusunda bir kuyu ile mermer su teknesi vardır. Tekne üzerindeki üç satırlık kitabeden Mehmed Emin Ağa'nın ruhu için vakfolunduğu anlaşılmaktadır.
Medresede bugün Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı faaliyet göstermektedir.
Türbe: Divanyolu Caddesi üzerinde yer
Köprülü
Külliyesi'nde
dershanenin
avludan
görünümü.
Yavuz Çelenk,
1994
alan türbe dershane-mescit ile medrese o-daları arasındadır. Vaktiyle caddenin bulunduğu yerde olduğu tahmin edilen türbe, yolun genişletilmesi esnasında kenara taşınmıştır. Bugünkü yerinde yeniden yapılan türbede 19. yy'm zevkine uygun at nalı kemerler kullanılmıştır. İlk yapının ne şekilde olduğu hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Bugünkü yapı sekizgen planlı, a-çık bir türbedir. Sekiz mermer sütunun taşıdığı mukarnas başlıklı ve at nalı kemerli cephelerde madeni şebekeler vardır. Başlıklar hizasında mermer lentolarla cepheler ikiye bölünmüştür, ikisi boş olan lento-ların altı tanesi üzerinde, birer kartuş şeklinde düzenlenen ve ta'lik hat ile yazılı bulunan kitabeler yer alır. Kitabelerde türbede yatan kişilerle ölüm tarihleri belirtilmiştir. Bunlar, Köprülü Mehmed Paşa (10727 1661), Mustafa Paşa validesi Ayşe Hanım (1085/1674) ve Fazıl Ahmed Paşa'dır (1087/ 1676).
Türbenin cephesinde altta geometrik kompozisyonlu, üstte at nalı kemer içinde ise rumî kompozisyonundan oluşan madeni şebekeler vardır. Avlu yönünde çift kanatlı madeni şebekeli bir kapısı bulunan türbede gövde, üstte palmetli bir friz ile sonlanmıştır. Yapının üzeri demir çubuklardan oluşan kafesle kubbe şeklinde örtülmüştür.
Çeşme-. Peykhane Sokağı üzerinde ders-hane-mescitin batı cephesine bitişik olarak yer alan çeşme mermerden yapılmıştır, îki renkli taşın alternatif olarak kullanıldığı sivri kemerli niş şeklinde düzenlenen çeş-
me iki yanda, uçları kum saati şeklinde sonlanan halat şeklinde sütunçelerle sınırlanmıştır. Niş içindeki alınlıkta rumîlerden oluşan girift bir kompozisyon görülür. Kemer köşe dolgularında birer iri rozet ve kıvrık dallı süsleme bulunmaktadır. Bunun üzerinde 1072/1661 tarihim veren ve ta'lik hatla yazılmış olan kitabede "merhum Köprülü Mehmed Paşa'nm hayratı" olduğu yazılıdır. En üstte üç rozet ile dekorla-nan çeşmenin vaktiyle üzerinde bir saçağın bulunduğu, bugün hâlâ mevcut olan demir çubuklardan anlaşılmaktadır. Çeşme aynasında silme ile sivri kemer şeklinde bir düzenleme vardır. Kemer içinde bir rozet bulunmaktadır. Tekne taşı sağlam olan tek musluklu çeşme iyi durumda o-lup suyu akmamaktadır.
Dükkânlar: Külliyenin Peykhane Sokağı'na bakan cephesi üzerinde medresenin avlu kapısının sağında üç adet dükkân bulunmaktadır. Sivri kemerle dışa a-çılan dükkânlar, dikdörtgen planlı olup ü-zerleri aynalı tonozla örtülmüştür. Birer o-cak nişi bulunan dükkânlardan iki yandaki birer kapı ile arkada yer alan kare planlı kubbeli mekânlara bağlanmaktadır.
Medresenin avlu kapısının solunda duvarla dershane-mescit arasında dışa sivri kemerle açılan bir mekân daha vardır. Vaktiyle ne için kullanıldığı bilinmeyen bu mekân da bugün dükkân olarak kullanılmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |