Destanlar üç safhada oluşur:
a) Doğuş safhası: Bu safhada milletin hayatında iz bırakan önemli tarihî ve sosyal olaylar, bu olaylar içinde yüceltilmiş efsanevî kahramanlar görülür.
b) Yayılma safhası: Bu safhada, söz konusu olay ve kahramanlıklar, sözlü gelenek yoluyla yayılır. Böylece bölgeden bölgeye ve nesilden nesle geçer.
c) Derleme (yazıya geçirme) safhası: Bu safhada, sözlü gelenekte yaşayan destanı, güçlü bir şair, bir bütün hâlinde derleyip manzum olarak yazıya geçirir. Çoğu zaman bu destanların kim tarafından derlendiği ve yazıya geçirildiği belli değildir.
Destanların genel özellikleri:
1- Anonimdirler.
2- Genellikle manzumdurlar. Az olmakla beraber nazım-nesir karışık olan destanlar da vardır. Bazıları, manzum şekilleri unutularak günümüze nesir hâlinde ulaşmıştır.
3- Olağan ve olağanüstü olaylar iç içedir.
4- Destan kahramanları olağanüstü özelliklere sahiptir.
5- Destanlar, tarihî ve sosyal olaylardan doğarlar. Bu eserlerde genellikle, yiğitlik, aşk, dostluk, ölüm ve yurt sevgisi gibi temalar işlenir.
Destanlar, oluşum biçimlerine göre üçe ayrılır:
1.DOĞAL(TABİİ) DESTAN
Önce bir şair tarafından söylenen, zamanla şairi unutularak anonimleşen destanlardır. Bunlar,dilden dile dolaşırken büyük değişikliklere uğrar. Örneğin, Ergenekon Destanı, bir doğal destandır.
2.YAPMA (SUNİ) DESTAN
Doğal destandan temel farkı, anonim nitelik taşımamasıdır. Bir şair tarafından, doğal destanlara benzetilerek yazılır. Örneğin Tasso’nun Kurtarılmış Kudüs, Fazıl Hüsnü Dağlarca’ nın Üç Şehitler Destanı adlı eserleri, birer yapma destandır.
3.ULUSAL (MİLLİ) DESTAN
Bir ulusa özgü destanların birleştirilerek tek destan haline getirilmesine denir. Yunanlıların İlliada, Odysseia; Almanların Nibelungen, Gudrun ; Hintlilerin Ramayana, Mahabarata ; İranlıların Şehname ; Finlilerin Kalevala adlı destanların, bu türün örnekleridir.
Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler. Destanlar ezberlenmesi ve kolay hatırlanması düşüncesiyle genellikle zincirleme olarak yazılır.
Tür olarak destanların çoğu koşma tipine girmekle birlikte, bir kısım saz şairleri mani tipinde de dörtlüklerden meydana gelen destanlar söylemişlerdir.Bekçi destanları genellikle mani tipindedir.
Semai ve varsağı gibi destanın yapısı da koşma’nın aynıdır.Aralarındaki ayrım dört noktada toplanır:Dörtlük sayısı, konu, anlatım (kompozisyon), ezgi.
1.Koşmalarda dörtlük sayısı az olduğu halde destanların uzunluğuna sınır biçilmez.Dörtlükler konunu özelliğine, şairin yaratma gücüne göre artar.Bunun için destanlarda kullanılan kafiye kelimesinin geniş ayaklı olması gerekir.
2. Koşma, semai ve varsağı duygusal temalar işlendiği halde destanda temel öge belirli bir olay, bir vakıadır:Savaş, deprem, yiğitlik olayları, eşkıyaların serüvenleri, güldürücü konular,toplumsal yergi veya eleştiri, çevrede yankı uyandıran olaylar. Bir başka deyimle destanların kapsamına girmeyen hiçbir konu yoktur.
3. Konunun değişik olması, ekseninde bir olayın bulunması nedeniyle, destanların anlatımı öteki türlerden ayrılır.Destanlarda hikaye etme esastır; destanlar,epik şiiri daha doğrusu vaka anlatan şiiri temsil ederler. Destanlar didaktik şiir tipini oluştururlar.Hikaye etme temeline dayandığı için, güzellerin ya da doğanın tasvirini yapan destanların dışında, duygusal öğelere rastlanmaz. Önemli olan, bir olayın anlatılmasıdır. Destanların öğretici nitelik taşımalarının nedeni bundan doğmaktadır.
4.Öteki halk şiiri türleri gibi, destanlar da özel bir ezgiyle okunur.Bu ezgi, destanı öbür türlerden ayırır.
Destanlar bir olayın ekseni çevresinde oluşmakla birlikte, anlatılanların yüzde yüz gerçeği yansıttığını
sanmamalıdır.Gerçi halk şairi destanda fanteziye pek kaçmaz, gerçekçi olmaya çalışır; fakat saz şairinin amacı, gördüğü, yaşadığı ya da duyduğu bir olayı bütün ayrıntılarıyla yansıtmak değildir.O, bir konuya ilişkin düşüncelerini açığa vurmak, güldürmek ya da yermek gereksemesini karşılamak ister.Kısacası, bir olay dolayısıyla, izlenimlerini, düşünce ya da görüşlerini nazım kalıplarına dökmek çabasındadır.Halk şairinin, destanda “mahallî renklere, sanatkârlık kaygısına da kendini bıraktığı pek görülmez.Hemen hemen birbirine çok benzeyen klişeler ve kalıplar halinde vakanın ana hatlarına dokunur ve kendisinde bıraktığı intibaları anlatır.
Ancak, kimi destanlarda olayların doğru biçimde anlatıldığı, gerçeklere bağlı kalındığı görülür.Özellikle savaş destanlarında bu niteliğe rastlanır.Savaşı gören ya da birinden dinleyen saz şairi, gördüklerini ya da duyduklarını, değiştirmeden söylemeye dikkat eder.Bu durumdaki destanlar hem savaşın iç yüzünü, yakından görünüşünü, hem de halkın düşüncesini yansıtması bakımından önemlidir; bu tür destanlar tarihe yardımcı destanlar arasına girer.
Bununla birlikte, destanlardan tarihî kaynak olarak faydalanılırken dikkatli davranmak gerekir; öbür kaynaklarca da desteklenmedikçe, destanlardan çıkarılabilecek bilgilerle tarihî olaylar hakkında kesin yargılara gitmek yanıltıcıdır.Çünkü halk şairlerinin “tarihî vakayı aynen anlatmaları da hiçbir zaman şart değildir.”
Deprem, yangın, salgın hastalık olaylarını anlatan destanlarda da saz şairi, gerçeği doğru biçimde vermeye çalışır.Hatta bu çeşit destanlarda daha etkili olmak için, duygu öğesinden de faydalanır.
Belirli olaylarla ilgili destanların ilk ya da son dörtlüğünde, destanın söyleniş tarihi anılır.Bundan, vakanın oluş yılını ve şairin yaşadığı çağı öğrenmiş oluruz.
Destanla koşma konu açısından farklıdır.Koşma nasıl Divan edebiyatındaki gazel’in karşılığı ise destan’lar da Divan edebiyatındaki kaside’nin karşılığı olarak bakabiliriz.Bunun için destanların dörtlük sayısı, koşma’nın dörtlük sayısından daha fazladır.
Koşma tipi (11 heceli) destanların Aşık edebiyatındaki en eski örneği 1386’da Timur’un Kars’ı işgal ederek yakıp yıkması sonucunda “Baykan” takma adını kullanan Karslı bir şair tarafından söylenmiştir ve 8 dörtlükten oluşan bir şiirdir.
Anadolu’da mani tipi (8 heceli) destanın en eski örneği Yavuz Sultan Selim’in 1517’de yaptığı Mısır seferiyle ilgili olarak yazılan, 5 dörtlükten oluşan ve “Bahşî” takma adında bir şair tarafından söylenen şiirdir.
Sab, irtegi sözleri ile hikaye, kıssa, eski söz, nutuk, tarih, vukuat kavramları ile birlikte destana tekabül eder.
Destanlar konuları bakımından
şu bölümlere ayrılır:
1.Savaş destanları
2.Deprem, yangın, salgın hastalık gibi olaylarla ilgili destanlar
3.Eşkıya ve ünlü kişilerin serüvenlerini anlatan dastanlar
4.Mizahî destanlar
5.Toplumsal taşlama ya da eleştiri niteliğinde destanlar
6.Atasözleri destanları
7.Hayvan destanları
8.Yaş destanları
İslâmiyet öncesi Türk destanları:
1. Yaradılış Destanı
2. Saka Türklerinin Destanları
a) Alp Er Tonga Destanı
b) Şu Destanı
3. Hun Türklerinin Destanı
Oğuz Kağan Destanı
4. Gök Türk Destanları
a) Bozkurt Destanı
b) Ergenekon Destanı
5. Siyenpi Destanı
6. Uygur Türklerinin Destanları
a) Türeyiş Destanı
b) Göç Destanı
Kırgızların Manas Destanı XI.-XII. yüzyıllarda oluşmuş, bir destandır. İslâmiyet öncesi Türk kültüründen izler taşımakla birlikte, İslâmî unsurlar daha ağır basmaktadır.
Destan örneği:
Köroğlu Destanı'ndan
(Köroğlu'nun Rus muharebesinde askerine söylediği)
1
Yiğit olan gümbür gümbür gürlesin
Yiğidi doğuran ana bin yaşa
Ağ göğdede kızıl kanlar şorlasın
Yiğidi doğuran ana bin yaşa
Davlumbazlar yeğde yeğde uranda
Çarkacılar sağlı sollu dönende
Eğri kılınç ağ göğdeyi bölende
Yiğidi doğuran ana bin yaşa
Gel'e beyler cengi harbi çalınsun
Çamlıbel askeri ayrı bölünsün
Gece gündüz zarbı meydan kurulsun
Yiğidi doğuran ana bin yaşa
Asıl koç yiğitler busuda saklı
Belleri kılınçlı eli mızraklı
Hep şahin bakışlı arslan sıfatlı
Yürü kan içenler hep binler yaşa
Köroğlu der bugün burda duralım
Sabah olsun zarbı meydan kuralım
Akan kandan dolu şarap uralım
Yürü deli Hoylu'm sen binler yaşa
2
Yiğitler silkinüp ata binende
Derelerde aç kurtlara ün olur
Yiğit olan döne döne döğüşür
Kötüler de attan düşer kan olur
Bir yiğit okunu almış eline
Başın komuş yiğitliğin yoluna
Kalkan paralana zırhlar deline
Kanlı gömlek koç yiğide don olur
Bir yiğit okunu almış atıyor
Ak elleri kızıl kana batıyor
Bir kötü yoldaşın komuş gidiyor
Kaçma kötü kaçma şimdi dön olur
Hasım da çağırır figan ağıtlar
İman ehli birbirini öğütler
Boydan boya demir donlu yiğitler
Çalar cidasını kahraman olur
Köroğlu da der ki kalmayın n'ç'r
Serçenin gönlünden şahinlik geçer
Şahini görünce ormana kaçar
Gider tenhalara kahraman olur
3
Hemen Mevl' ile sana sığındım
Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey
Senden gayrı yoktur kolum kanadım
Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey
Sana derim sana hey ulu yaylam
Nasıl başım alup bu ilden gidem
Okum senden yayım sendendir cıdam
Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey
Hep sınadım Osmanlı'nın alını
Bulamadım bir gez gönlüm alanı
Anacığım sevdiğimin halını
Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey
Yüce yüce tepesinden yol aşan
Gitmez oldu günlümüzden endişen
Mürüvvetsiz beyden yeğdir dört köşen
Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey
Köroğlu der tepelerden bakarım
Gözlerimden kanlu yaşlar dökerim
Bunca yıldır hasretini çekerim
Arkam sensin kal'am sensin dağlar
4
Mert dayanır n'mert kaçar
Meydan gümbür gümbürlenir
Şahlar ş'hı div'n açar
Meydan gümbür gümbürlenir
Yiğit kendini öğende
Oklar menzili döğende
Şeşber kalkana değende
Meydan gümbür gümbürlenir
Ok atılır kal'asından
Hak saklasın bel'sından
Köroğlu'nun n'rasından
Meydan gümbür gümbürlenir.
ANONİM HALK EDEBİYATININ
DİĞER ÜRÜNLERİ
1.MASAL
Tanım
Kahramanlarından bazıları hayvanlar ve tabiat üstü varlıklar olan, olayları masal ülkesinde cereyan eden, hayal mahsulü olduğu halde dinleyenleri inandırabilen sözlü anlatım türüne masal denir.
Masal kelimesinin ortaya çıkışı yenidir, bir asırlık bir geçmişi vardır.Bu kelimeden evvel daha başka kelimeler aynı kavramı ifade ediyordu: Kıssa, dâstân, hikaye… gibi. Halk arasında masal diye adlandırılan türe mesel, metel, kara hikâye adları da verilmektedir.
Masallar halk edebiyatımızın en önemli türlerinden biridir. Olağanüstü olayları konu alan; Kaf Dağı, Bağdat gibi masal ülkeleri ve şehirlerinde geçen; tekerlemeleriyle dinleyenleri olağanüstülüklere hazırlayan masallar, halkın önemli bir eğlence aracıydı.
Masalın özellikleri:
1. Masalların bazılarında çok az olmakla beraber manzum unsurlara da rastlanır.Bunun dışında masallar nesir şeklindedir.
2.Masallarda çeşitli temler ortaya konulmaktadır: İyilik, doğruluk, bilgi ve iffetlilik…Bazı masallarda ise tamahkâr, nâmerd, ahlâksız tipler yer almaktadır.Masalın sonunda iyilerin, doğruların selamete ulaştıkları, kötülerin ise yaptıkları kötülüklerin cezasını çektikleri görülür.
3.Masallarda mutlaka olağanüstülükler yer alır.
4.Masalların başında ve sonunda tekerlemeler yer alır.
5.Masal kahramanları insanlar, hayvanlar ve gerçek üstü varlıklar olarak üç gruba ayrılır.Masal kahramanları hayalîdir.
6. Masalların zamanı ve zemini belirsizdir.
7. Masaldaki olayların gerçekte cereyan ettiğini kabul etmek mecburiyeti yoktur.
8.Masallar hacimce kısadırlar.
9.Masallar hayal mahsulü ürünlerdir.
10. Masalların benzerlerine başka milletlerde rastlanılır.
11.Masallarımızda duru, pırıl pırıl bir Türkçe büngülder. Masallardaki deyimlerin, söz öbeklerinin, benzetmelerin, atasözlerinin çokluğu ve bunların ustaca kullanılışı Türk dilinin gücünü yansıtır.
12.Masalların çoğunda geleneklerimizi, düğünlerimizi, törelerimizi, yaşayış tarzımızı buluruz.
13.Aynı motifleri taşıyan bir masal dünyanın her tarafında anlatılmaktadır.
14.Masallar büsbütün gerçek dışı ülkelerde cereyan eder.Masal çevreleri hiçbir coğrafî mekana bağlanamaz.”Kaf Dağı, Çin-Maçin, Yedi Kat Yerin Altı gibi hayalde tasarlanan yerler, masal kişilerinin sırf gerçek dışı çevrelerde yaşatılmış timsaller olduğunu gösterir. Bezen İstanbul, İsfahan gibi gerçek şehirlerin masallarda geçtiği olsa da bunlar sadece birer isimden ibarettir.
MASALLARIN DİĞER NEVİLERLE İLİŞKİSİ
MASALIN HALK HİKAYESİ
İLE İLİŞKİSİ
Masal ile halk hikayesi arasındaki benzerlikler şunlardır:
1.Kahramanları benzerdir.Genellikle tektir, güzellik ve yetişme tarzıyla da benzerlik gösterir.Halk hikayesinde Köroğlu, masal da isi Keloğlan…gibi.
2.Çevre aynıdır.Hikaye ve masal kahramanlarının yaşadığı memleketlerdir:Mısır, Yemen, İstanbul…
3.Tabiat üstü varlıklar yönünden de iki tür arasında benzerlikler vardır:Uçan atlar, sihirli elma…
4.Hayvan kahramanlar masallarda olduğu gibi halk hikayelerinde de rastlanır.Kerem’in ceylanlarla konuşması gibi.
Masal ile halk hikayesi arasındaki farklılıklar şunlardır:
1.Halk hikayelerinde konunun ağırlığını aşk teşkil eder; aşk, olayların merkezidir.
2.Masallar kısa hacimli olmalarına karşılık halk hikayeleri daha uzundur.
3.Pek az masalda manzum kısım bulunmasına karşılık hemen hemen bütün halk hikayelerinde manzum kısımlar vardır.
4.Yaşayan insanların hayatları halk hikayelerinde konu olarak ele alındıkları halde böyle bir durumla masallarda karşılaşmayız.
MASALLARIN DESTANLA İLİŞKİSİ
Masal ile destan arasında şu benzerlikler vardır:
1.Masal kahramanı olarak bilinen perilerin yaşayışına benzer bir hayat süren destan kahramanları vardır.Oğuz Kağan Destanı’nda bu tip kahramanlıklar görülür.
Masal ile destan arasında şu farklılıklar vardır:
1.Masal konularının çeşitli olmasına karşılık destan konularında kahramanlığa fazla yer verilir.
2.Masal kahramanlarının hayalî olmalarına karşılık destan kahramanlarını biz tarih sayfalarında bulabiliriz.Oğuz Kağan gibi.
3.Destanlar manzum olurlar, masallarda manzum kısımlar yok denecek kadar azdır.
4.Destanlar, masallara göre daha hacimli olurlar.
5. Masalların benzerlerine başka milletlerde rastlanıldığı halde destanlarda durum farklıdır.Destanlar millîdir.
MASALLARIN EFSANE İLGİSİ
Masal ile efsane arasındaki benzerlikler şunlardır:
1.Masal ve efsanede olağan üstü olaylara yer verilir.
2.Her iki türün bazı kahramanları ellerinde olağan üstü güçler olan kimselerdir.
3.Gerek masal, gerek efsane hayal mahsulü ürünlerdir.
Masal ile efsane arasındaki farklılıklar şunlardır:
1.Masaldaki olayların gerçekte cereyan ettiğini kabul etmek mecburiyeti olmadığı halde efsanedeki olayın gerçekte cereyan ettiği kabul edilir.
2.Efsaneler zamana ve zemine bağlanır, halbuki masalların zamanı ve zemini belirsizdir.
MASALLARIN EFSANE İLGİSİ
Masal ile efsane arasındaki benzerlikler şunlardır:
1.Masal ve efsanede olağan üstü olaylara yer verilir.
2.Her iki türün bazı kahramanları ellerinde olağan üstü güçler olan kimselerdir.
3.Gerek masal, gerek efsane hayal mahsulü ürünlerdir.
Masal ile efsane arasındaki farklılıklar şunlardır:
1.Masaldaki olayların gerçekte cereyan ettiğini kabul etmek mecburiyeti olmadığı halde efsanedeki olayın gerçekte cereyan ettiği kabul edilir.
2.Efsaneler zamana ve zemine bağlanır, halbuki masalların zamanı ve zemini belirsizdir.
MASALLARIN ÖNEMİ
Masallar insan kültürü açısından büyük önem taşır.Pek çok masalın iyi sonuçlarla bitmesi, iyilerin zafere ulaşıp kötülerin, bazen muzaffer gibi görünmelerine rağmen daima yenilip cezaya çarptırılırlar.
Masalların mutlaka öğüt veren bir kısmı bulunur.
Masalların öğüt veren kısımları daha ziyade iyi ahlâka, doğruluğa yöneltmek gayesini güder.Ahlâkî değerler daima ön plândadır ve dikkatle korunur.
a)Çocuklar için masal;
Masalın çocuk eğitiminde önemli rolü olduğunda çocuk terbiyecileri ittifak halindedirler.Çocuklar iç içe girmiş uzun masalları sevmezler.Onlar için kısa ve kahramanları daha ziyade hayvan olan masalları tercih etmeliyiz.Çocuklar ilk kahramanlık derslerini, fedakarlığı masallardan öğrenirler.Masalda uçan atın peşine takılan hayretimiz, gerçek dünyada yürüyen atı daha iyi kavrayan bir dikkat olur.masalda suya basa basa yürüyen derviş bizi gerçek dünyada Arşimend’e ulaştıran bir sürprizdir.Büyüklerimize itaatsizlik, yaramazlık, yalancılık…vs. hakkındaki vaiz ve nasihatlerini anlamayan yavru, yalan söylediği için taş kesilen çocukla, yasak çeşmenin suyunu içip kurt olan yaramazın hikayesini can kulağıyla dinler.Yine masalların kahramanları vatan ve millet severliğin, civanmertliğin ve fedakarlığın birer güzel örnekleridir çocuklar için.
b)Zevk için masal;
Masallar insanoğlu için bir eğlence vasıtası olmuştur.Büyükler masalı zevk almak, hoşça vakit geçirmek için dinlemektedirler.
MASAL ANLATMA GELENEĞİ
Masalların ne zaman anlatılmaya başlandığı hakkında belli bir tarih verilemez.İnsanlık tarihi ile birlikte masalların da anlatılmaya başlandığı kabul edilmektedir. Masallarda olağanüstü nitelikleri olan kahramanların başından geçen olağanüstü olaylardan bahsedilir.Masalları anlatanlar bu işleri en iyi bilenlerdir. En iyi bildikleri şey için de gurur duyarlar. Bizim toplumumuzda masalı en iyi bilip anlatanlar kadınlardır.Kadınların içinde yaşlı kadınlar başkalarından daha iyi bilir ve anlatırlar.Bilhassa Doğu Anadolu’da yaşlı kadınlar torunlarını, mahallenin diğer kadın ve çocuklarını etrafına toplayarak uzun kış gecelerine anlattıkları masallarla renk katarlar.Masalları anlatanlar ister erkek olsun, ister kadın olsun, yaşlıların anlattığı masallarda daha zengin motif grupları görülür. Masalları anlatan yaşlılara bu masalları nasıl ve nereden, kimden öğrendikleri sorulunca, kendilerinden evvel bu masalları anlatan ustaların bulunduğunu, onlardan öğrendiklerini söylerler.Bu ustalarla konuşabilme imkanı olsaydı, onlardan da aynı cevap alınırdı.
Masal anlatma geleneği tarihten daha eskidir.Bu yüzden masalları belli bir bölgeye ve belli bir yere mal etmek doğru değildir.Bir masal, anlatıldığı bölgenin ve o bölge insanının karakterini taşır.
Her masal anlatıcısı masal metnini yeniden yaratır, yorumlar ve anlatır.Masalcının kendi coğrafyası, öğrenimi, yetiştiği çevre de masal anlatmasına etki edin unsurlardır.
MASALLARIN MENŞEİ
Masalların ne zaman, nerede, ortaya çıktıkları ve bütün dünyaya nasıl yayıldıkları yıllardır bilim alemini meşgul etmektedir.Bu hususla ilgili çeşitli görüşler ortaya atılmış; fakat yine de bilim adamlarını bu gürüşler tatmin etmemiştir.Eskimolar arasında anlatılan bir masal aynı motiflerle Yeni Zellenda’da anlatılmaktadır.Afrika7da küçük bir kabile arasında anlatılan bir masalı Cermen kültürlerinde de bulabilmekteyiz.Bu motifler nasıl taşınmıştır?Netice yoktur.
MASAL ÇEŞİTLERİ
Halk masalları 4 temel grupta toplanır. Hayvan masalları, olağanüstü ve gerçekçi masallar, güldürücü öyküler, zincirlemeli masallar.
1.Hayvan masaları: Genellikle kısa masallardır. Lafontaine masalları bu türün en güzel örnekleridir. Şeyhi'nin Har-name adlı eseri de Divan edebiyatındaki hayvan masalları türüne görmek gösterilebilir.
2.Olağanüstü masallarda: Olağan varlıkların yanı sıra cin, peri, dev, ejderha gibi olağanüstü varlıklara da yer verilir. Gerçekçi masalların başlıca kahramanları ise padişahlar, vezirler, prenses ve prensesler, zenginler, hırsızlar ya da haydutlar gibi gerçek hayattaki kişilerdir.
3.Güldürücü masallar: Okuyan ve dinleyeni eğlendirmeyi amaçlayan masallardır.
4.Zincirleme masallar: Sıkı bir mantık bağıyla birbirine bağlanan, küçük ve önemsiz bir dizi olayın art arda sıralandığı masallardır.
BAZI MASAL KAHRAMANLARI
Keloğlan
Keloğlan, Türk halkının yarattığı olumlu bir karakterdir.Halkımız Keloğlan’la kendini anlatmış, kendi niteliklerini dile getirmiştir.Keloğlan hayatın içindedir, yoksuldur, güçsüz gibi görünür, bunun için ilkin önemsenmez, değer verilmez.Ama masal ilerledikçe ondaki soylu özü, üstün yeteneği, kıvrak zekayı hemen anlarız.O, aşılmaz engelleri aşarak düzlüğe çıkar, acı olayları mutluluğa çevirir, haksızlıkları yok ederek adaleti yeşertir. Bu nedenle Keloğlan bir kurtuluş ışığıdır.O aynı zamanda birtakım erdemleri olan bir varlıktır.İyi yürekli, temiz, alaycı, kelliğinden utanç duymayan, herkesin hoşlandığı sevimli bir kimsedir.
Ejderha
Halka zulmedenler “ejderha” simgesiyle anlatılır.O korkunçtur.Güç kuvvet yetmez.Su başını tutmuştur.Halkı susuz bırakmıştır.Ancak bir kurban aldıktan sonra su vermektedir.Bunun için halk bir kurtarıcı bekler.O yiğit kişi gelir, Ejderha’nın işini görür, haltı esenliğe çıkarır.
SONUÇ
Eskiden uzun kış gecelerinin eğlencesi olan masal anlatma geleneği ne yazık ki diğer folklor ürünleri gibi yok olup gitmektedir. Her köyün veya mahallenin masalcı kadınlarının etrafına toplanan çocuklar hem eğlenmiş, hem de sosyal hayat konularında eğitim almış olurlardı.
Masal örneği
FESLEĞENCİ KIZ
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir varmış, bir yokmuş, deve tellalken, keçi berberken, anam benim beşiğimi sallım sallım sallarken, babam kaptı sopayı, anam kaptı maşayı, kıvrandırdılar.
Vaktiyle ihtiyar bir çiftçi vardı, bunun da üç tane kızı vardı. Bir gün çiftçi hastalanır ve bir müddet sonra da iyi olamayarak ölür. Babasız kalan bu üç kız evlerinde yoksulluk içinde vakitlerini geçirmeğe baş(adılar. Bir gece büyük kız rüyasında gül ağacının dibinde dokuz küp altın bulunduğunu görür. Bu rüya üç gece üst üste tekrar eder. Nihayet kız diğer kardeşlerine meseleyi anlatır. O gün gülün dibini kazarlar. Hakikaten küpte altınlar var. Hemen altınları oradan Çıkarırlar. Kendilerine güzel bir ev yaptırırlar ve bahçelerine fesleğen adını korlar. Bir gün yine büyük kız bahçede fesleğenleri sularken yakınlarında bulunan bir paşanın oğlu geçerken söz olsun diye:
"Fesleğenci kız, fesleğenci kız! Gece gün düz fesleğen sularsın, fesleğende kaç yaprak var?" der... Tabii kız bu soruya cevap veremez...
Diğer akşam ortanca kız sularken yine paşanın oğlu aynı şeyi ona da sorar. Tabii o da bir karşılık veremez. Küçük kız da başka bir akşam çiçekleri sularken, yine paşanın oğlu: "Fesleğenci kız, fesleğenci kız! Gece gündüz fesleğen sularsın, fesleğende kaç yaprak var?"
Kız:
"Paşa oğlu, paşa oğlu, gece gündüz okur yazarsın, gökte kaç yıldız var?"
Bu sefer paşanın oğlu karşılık vermez. Bundan ötürü de paşanın oğlu kızdan öç almaya karar verir. Hemen ertesi günden itibaren balıkçı kıyafetine girerek balık satmaya başlar. Kızların kapısının önünden geçerken kızlardan biri dışarı çıkarak balık almak ister. Halbuki balıkçı para ile vermeyeceğini, bir kere öperse vereceğini söyler. Kız da içinden "Ne olur?" der ve buseyi vererek balığı alır. Ertesi akşam paşanın oğlu geçerken evvelki sözü tekrar eder. Küçük kız da yine aynı tarzda karşılık verir. Bunun üzerine paşanın oğlu:
"Haydi şuradan, seni bir okka balığa öptüm ya!" der ve oradan çekilir. Bunun üzerine bu sefer kız, öç almaya karar verir ve hemen o gece müthiş bir plan hazırlar. Sabahleyin de gider, bir koyun postu alır. Üstüne küçük ziller takar ve bir takım da ciğer alarak onun üstünü iğnelerle bir güzel doldurur. Gece, doğru paşanın evine gider. Çocuğun yattığı odayı evvelden öğrendiği için derhal bir merdivenle pencereden içeri dalar. Oğlanın başında altın bir şamdan, ayak ucunda gümüş bir şamdan yatmaktadır. Tabii post kızın üstündedir. Bir silkinir ve yanan şamdanlar söner. Ortalığı bir sessizlik kaplar, Bu sırada kız yine silkinir, bu sefer çocuk uyanarak:
"-Kim var orada?" der.
"-Ben Azrail'im, canını almaya geldim," der kız.
"-Ne olur canımı alma da ne yaparsan yap," der paşanın oğlu.
"-Pekala öyleyse seni şu ciğerle döveceğim," der kız.
Erkek razı olur. Kız da ciğerle çocuğun sırtını bir güzel döver. Tabii çıplak olduğu için iğneler her tarafına batar. Fakat çocuk korkudan sesini çıkaramaz.
O sabah çocuk kalkmadığı için odasına girerler. Bir de ne görsünler, çocuk kan içinde. Hemen doktor çağırırlar. Tedavisi tam dört ay sürer. Bir gün çocuk sokağa çıkar. Kızlar yine söz atar. Bu sefer kız ona:
"-Azrail oldum da sana geldim. Nasıl yalvardın unuttun mu?"
"-Ya, gelen sen miydin," der ve gider. Doğru eve gelerek annesine, komşuları rahmetli çiftçi Hasan Ağa'nın kızını istediğini söyler.
Annesi de kızı istemeye gider. Kız razı olur. Fakat çocuğun kendisine bir oyun yapacağını anlar. Onun için gider, bir şekerciye mühim miktarda para verir ve aynı kendi boyunda şekerden bir kız yaptırır, içine de pekmez doldurtur. Düğün günü paşanın evine haber göndererek, evlerine ancak gece geleceğini söyler. Gece olunca kendisi paşanın evine gider ve gelin odasına girer, içeri kimseyi almaz. Sonra kendisi pencereden iple, kardeşlerinin getirdiği şekerden modeli içeri alır. Sandalyeye oturtur, kendi elbiselerini ona giydirir. Kendisi de yüklüğe saklanır. Tabiî bir müddet sonra damat içeri girer.
"-Demek sen Azrail oldun, benim canımı almak istedin öyle mi?" der ve bıçağı çekerek derhal kızın karnına saplar. Dökülen kanları da kan tutmasın diye içer. Fakat çok tatlı gelir. Çünkü içi pekmezle doludur. Bu sefer:
"-Vay kanı bu kadar tatlı, kim bilir kendi ne kadar tatlı idi," der ve hançeri bu defa kendisine vurmak ister. Bu sefer esas kız arkasından kollarını tutrrak sarılır. Bunun üzerine genç de sevinir. Çünkü meseleyi anlamıştır.
Ondan sonra ikisi de mesut bir hayat geçirmeye başlarlar.
ÇİRKİN ÖRDEK YAVRUSU
Anne Ördek sabırla yumurtalarının kırılmasını bekliyordu. Vakit tamamlanınca ördek yavruları yumurtalarından çıkmaya başladılar. Fakat en son ve en büyük yumurta bir türlü kırılmıyordu. Sonunda yumurtanın beyaz kabuğu çatladı. Diğerlerinden daha gri ve farklı olan ördek yavrusunun küçük kafası göründü. Anne ördek yeni doğan yavruya bakarak ; "Umarım değişir.." dedi şefkatle. Zaman ilerliyordu ama ördek yavrusunun rengi hala griydi. Kümesin bütün hayvanları onunla alay ediyorlar, ona "çirkin ördek yavrusu" diye sesleniyorlardı.
Zavallı yavru o kadar mutsuzdu ki sonunda uzaklara gitmeye karar verdi. Gün boyunca yürüdü gece olunca ise çok yorulmuştu. Mola verdi. Bir yanda açlık, bir yanda korku...Ama yapabileceği hiç bir şey olmadığından derin bir uykuya dalmakta gecikmedi.
Ertesi sabah su sesleriyle gözlerini açtı. Geceyi yaban ördeklerinin çılgınca eğlendiği küçük bir göl kıyısında geçirdiğini anladı. Bu gürültücü arkadaşlarına kendini tanıtmaya hazırlanıyordu. Birden bir tüfek sesi ile irkildi. hiç zaman kaybetmeden oradan uzaklaştı. Çok geçmemişti ki küçük ördek kendini bir çiftlikte buldu. Çiftliğin sahibi yaşlı kadın onu doyurdu. Ateşin yanında uyumasına izin verdi. Fakat yavru ördek bir göl bulabilme umuduyla oradan da uzaklaştı.
Günlerce bir göl bulabilmek için rasgele yoluna devam etti. Sonunda bir göl kıyısına ulaştı. Bu arada yalnız başına yaşamayı öğreniyordu. Bu göl kıyısında yavru ördek gün geçtikçe büyüyordu. Kendisi farkında olmadan görüntüsü değişiyordu. Geçen kuğuları gördükçe onların asil duruşları ve güzel görünüşlerinden dolayı iç çekiyordu.
İlkbaharda bir kuğu sürüsü gölün kıyısına yuva yapmaya geldi. Çirkin ördek yavrusuyla tanışmak için yaklaştılar. Fakat kendisini bu zarif kuşlarla arkadaşlık etmek için çok çirkin ve kaba buluyordu.Birden bire suda aksini gördü. O da ne!...
Kendisini güzel bir kuğuya dönüşmüş olduğunu fark etti. Kuğu sürüsüne katıldı ve ömür boyu mutlu oldu.
2.EFSANE
Tanım
Efsaneler sözlü geleneğin ürünü olan bir anlatım türüdür.Temelinde inanç unsuru vardır.Efsaneyi anlatan ve onu dinleyenler efsanenin gerçek üzerinde kurulduğuna inanırlar.Bu gerçek objektif bir gerçek değildir.Efsaneyi nakledenler ve dinleyenler efsanedeki olayların gerçekten olmuş olduğuna inanırlar.
Tarihin ilk dönemlerinden itibaren ortaya çıkan, “inandırıcılık özelliği olan, kutsal, gerçek, ve olağanüstü unsurları barındıran kısa halk anlatıları” şeklinde tanımlayabileceğimiz efsaneler, bağlı oldukları toplulukların en önemli kültürel varlıklarından birini oluştururlar.
İnsanlar varoldukları andan itibaren dış dünyayı ve doğayı tanımak, ondan faydalanmak çabası içinde olmuşlar, yaşamlarını devam ettirirken karşılaştıkları sorunları ise kendilerine göre geliştirdikleri bir düşünce sistemine göre yorumlamışlardır. Dışa karşı üstünlük sağlamak isteyen insan düşüncesi, kendisini etkileyen olaylar karşısında bir takım kavramlar geliştirmiş, bu kavramları belli biçimlerde harekete geçirerek, sözlü gelenekte yaşayan anlatım türlerini meydana getirmiştir.
Bu grup içerisinde sayabileceğimiz efsane türü, tarih ve inanç öğelerinin yanı sıra geleneksel motifleri de içinde barındırması açısından halk kültürü ürünleri arasında önemli bir yere sahiptir. Efsanelerin konulan, geçen zamanla birlikte toplumda görülen değişikliklere paralel olarak farklılaşmış, genişleyerek çeşitlilik kazanmıştır.
Dini, kısa, inandırıcı, nesir şeklindeki halk anlatmalarına efsane denir.
Efsanelerin özellikleri
1.Dinidir.
2.Kısadır.
3.İnandırıcıdır.
4.Nesir şeklindedir.
5.Olağanüstü bir özelliğe sahiptir.
Efsanelerde gizli ve esrarengiz bir alem vardır.Bu alemin sırlarına erişilmez.Gerçeklik unsurunun yanında olağanüstülük ve kutsallık da sahip olduğu unsurlardandır.Bir efsanenin temelinde inanç mutlaka bulunur.
Efsane çeşitleri
1.Dinî efsaneler
2.Velilerle ilgili efsaneler
3.Sembollerle ilgili efsaneler
4.Dağlar, göller, ırmaklar, şehirlerle ilgili efsaneler
5.Hayvanlarla ilgili efsaneler
6.Kuşlarla ilgili efsaneler
7.Olağanüstü varlıklarla ilgili efsaneler
Efsanelerin kaynağı
1.İnançlar
Allah’ın emrettiği esaslar
Batıl inançlar
2.Destanlar
3.Bed-dualar (Dede Korkut’taki beddualar)
4.Dinî kıssalar
5.Halk hikayelerinin bir kısmı (Ferhad u Şirin)
6.Mitoloji
Efsanelere kaynaklık edebilecek eserler
1.Velayet-nameler
2.Gazavet-nameler (Hz.Ali gazavet-nameleri…)
3.Evliya Çelebi Seyahatnamesi
4.Dede Korkut
(a)Dede Korkut’un şahsıyla ilgili menkıbeler,
b)Taş kesilme motifi, c) Beddualar gerçekleşirse)
5.Oğuz Kağan Destanı (Yer adlarıyla ilgili efsaneler)
Tarih öncesi dönemlerde ortaya çıkan efsaneler, insanın yaşaması için gerekli olan temel bilgilerin, değerlerin tanrılar ve kahramanlar tarafından insanlara verildiğini işler. Efsaneler âdet, kurum ve törenlerin ortaya çıkış nedenlerini konu edindikleri gibi bu âdet, kurum ve fitlerin kutsallığını, kutsal sayılan ilk zamanlara bağlayarak, gelenekseli destekleyip güçlendirirler.ilkel efsaneler insanın yasaması için gerekli olan temel bilgilerin, teknik ve değerlerin tanrılar tarafından insanlara nasıl öğretildiği konusunu işlerlerken, bu konu zamanla toplumdaki inanç sistemlerini de içine alarak genişlemiş, toplum hayatına yön veren kişilerin davranışları, masal konuları, efsaneleri etkilemiş ve bu şekilde geniş bir yelpaze oluşmuştur.
MASALLARIN EFSANE İLİŞKİSİ
Masal ile efsane arasındaki benzerlikler şunlardır:
1.Masal ve efsanede olağan üstü olaylara yer verilir.
2.Her iki türün bazı kahramanları ellerinde olağan üstü güçler olan kimselerdir.
3.Gerek masal, gerek efsane hayal mahsulü ürünlerdir.
Masal ile efsane arasındaki farklılıklar şunlardır:
1.Masaldaki olayların gerçekte cereyan ettiğini kabul etmek mecburiyeti olmadığı halde efsanedeki olayın gerçekte cereyan ettiği kabul edilir.
2.Efsaneler zamana ve zemine bağlanır, halbuki masalların zamanı ve zemini belirsizdir.
EFSANE MİT İLİŞKİSİ
Tarihi devir içinde teşekkül ettikleri için efsaneler mitlerden ayrılırlar.Mit’lerda zaman başlangıç zamanıdır.Mit’lerin kahramanları tanrılar ve yarı tanrılardır.Efsanelerde kahramanların olağanüstü güçleri vardır; fakat, tanrı veya yarı tanrı değillerdir.Mitolojiler ilkel dönemlerin ve ilkel kültürlerin mahsulleri oldukları halde efsaneler günümüzde oluşabilir ve tarihte ortaya çıkabilirler.
Efsane türü 19. yy'ın başlarından itibaren Avrupa'da ilgi görmeye başlamıştır. J. Ludvvig Grimin ve VVilhelm Grimm'in 1816-1818 yıllarında yayınladıkları iki ciltlik Deursche Sagen efsane konusunda yapılan ilk çalışmalardan biridir.
Efsane örnekleri
TAŞ BEBEK
Birkaç yıllık evli bir karı-kocanın çocukları olmaz.Yıllar geçtikçe gelinde bir telaş başlar.Zamanla bu telaş yerini üzüntüye bırakır.Gelin çocuksuz kalacağı için ağlamaya, Allah’a yalvarmaya başlar.Diğer taraftan daha önce pek çok hemcinsinin başına gelen ikinci kadın olmak zorunda kalması onu daha da üzmektedir.Nitekim çok geçmeden kocası bunun üzerine yeniden evlenir.
Kocasının başka bir evde, yeni hanımı ile çocuk sahibi olma ümidi ile yaşaması, bu zavallı kadına fazlası ile tesir eder.Düşünür, taşınır; sonunda kararını verir.O kadar mahluka can veren Allah elbet onun yontturduğu bir bebeğe de can verecektir.Hemen bir ustaya gider, kendisine bir taş bebek yapmasını söyler.Mesleğinin ehli olan usta kısa zamanda hazırladığı bir taş bebeği kadına teslim eder.
Kadın o gece bebeği bir güzelce kundaklar, doğuracağı çocuğu için aldıkları beşiğe yatırır.Onu sabahlara kadar hem sallar hem de ninnilerin en içlisini söyler:
Aktaş diye beslediğim
Seni Hak’tan dilediğim
Ak tülbende doladığım
Mevlâm sana bir can versin, ninni.
Talihsiz kadın sabaha kadar Allah’a dua eder, üçler, yediler, kırklar aşkına erenler, evliyalar, pîrler hürmetine çocuğuna can verilmesini niyaz eder.
Allah indinde bu dua kabul olur, kadının taş bebeği canlanır.Zavallı kadın sevinçten ne yapacağını şaşırır.Sabah olur olmaz hemen kocasının yeni evine koşar, ona da haber verir.Koca ikinci karısını boşamaz, onu da yanlarına alarak eski evlerine dönerler.Böylece sönmüş bir ocak yeniden canlanır.
TAŞKÖPRÜ'NÜN KURULUŞ EFSANESİ
Adana'da bir padişah yaşarmış. Padişahın kızı bir yılanın ölümüne sebep olmuş. Bu yılanın eşi, kızı öldürmek için peşine düşmüş. Padişah bunun farkına varmış. Kızını tanıdığı birisinin evine saklamış. Evden çıkması yasak olan kız, bir gün dayanamayarak bahçeye çıkmış ve elma toplamaya başlamış. Bunu gören yılan, kızı sokarak öldürmüş. Padişah da kızının anısına Taşköprü'yü yaptırmış. Halk bugün bile padişahın, yıkıldığında yeniden yaptırılabilsin diye köprünün altına para ve altın koyduğuna inanır.
LOKMAN HEKİM EFSANESİ
Lokman Hekim, inanışa göre bütün hekimlerin piri, üstadıdır. Her çiçeğin, her otun özelliklerini tanıyan Lokman, ilaç yapar, derilere deva bulunmuş. Bütün dünyayı dolaşmış. Çukurova'ya gelince ovanın bereket ve güzelliğine hayran olarak Misis'e yerleşmiş. Çevredeki bütün hastaları iyileştirmiş. Anık hastalığın ne olduğunu unutan Çukurovalılar, ölümsüz hayatın peşine düşmüşler. Kendileri için ölümsüzlük ilacını yapmasını istemişler.
Lokman Hekim Çukurova'yı adım adım dolaşmış, bütün bitkileri incelemiş. Bir gece dolaşmaktan yorgun düşmüş ve ulu bir çınarın altında uyuyakalmış. Bir ara bir ses duymuş:
"Ey Lokman, anık araman bitsin, ben ölümsüz hayatın devasıyım. Bundan böyle insanlara ve hayvanlara ölüm yok".
Lokman Hekim, sesin geldiği bitkiye doğru yürüyüp koparmış. Bu arada Tanrı Cebrail'e: "Yetiş Cebrail, Lokman ölümsüzlüğe çare bulursa bu insanların hali ne olur?" demiş.
Bunun üzerine Cebrail, pir-i fani kılığında Misis Havraniye tarafına bir gelmiş. Misis Köprüsü'nün üstünde Lokman Hekimle karşılaşmış. Cebrail: "Selamü-naleyküm" dedikten sonra. Lokman'ın elindeki kitaba bakmak istemiş. Kitabı alıp coşkuyla akan Ceyhan Nehri'ne atmış. Kitabın ardından Lokman da suya atlamış ama bulamamış. Yaz gelip sular çekilince, ırmak boyunda aramaya devam etmiş. Sonunda kitabın sadece bir yaprağını, arpa tarlasında bulmuş. Bugünkü tıp biliminin, o günkü yapraktan geliştiğine inanılır. Yörede hâlâ, efsanenin izlerine rastlanılmaktadır. Kitabın bulunduğu arpa tarlasının toprağı kutsal sayılır. Çocukların karınları ağrıdığında bu toprağı ısıtıp beze sararak çocuğun karnına koyarlar.
3.HALK HİKAYESİ
Türk folklorunda sözlü nesir halk ürünlerinin zengin bir kolu da Halk Hikayesi’dir.Halk hikayelerinin çıkışı biraz destanları andırır.Destanlardaki kadar önemli ve eski olmayan bir aşk, mücadele yahut isyan olayı belli bir çevrede mübalağa edilerek söylenmeğe, dillerde gezmeye başlar.O vaka üstüne türküler yakılır.Bu türküler, duyanların hayal gücüne yeni ufuklar açar, söylentiler çoğalır.halkın çoğalttığı ve duygu ile derinleştirdiği bu türkülü olaylar Âşık’ların anlattıkları konular arasına girer.
Halk hikayelerinin üç saç ayağı vardır:
1.Âşık
2.Dinleyici
3.Anlatılan Mekan
Âşıklar, halk hikayesini tasnif eder, yani usulünce tahkiyeye bağlar.Nazım ve nesir bölümlerini iyice tespit eder.Bu tasnifi yaparken kendi buluşlarını da ilave ederler.Hayal ve eğilimlerinden bir şeyler katarlar.Bu tasnif işini yapan saz şairine musannif adı verilir.
Aslında bu hikayelerin müellifi halktır.Hikaye halkın istek ve arzularına göre yeni renklere ve biçimlere girmiştir.
Aşk hikayelerinin Hurşit ile Mihrimah, Emrah ile Selvihan, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı… gibi tanınmış örnekleri vardır.
Halk hikayelerinin çoğunda Hak Âşıkı olan erkek kahraman, düşünde gördüğü bir “pîr” elinden aşk dolusu içerek uzaktaki, dünya güzeli bir kıza ölesiye aşık olması ve sevgili uğrunda katlanılmaz cefalar çekmesi motifi tekrar edilir.Âşık, bu cefalar içinde olgunlaşarak, çok kez ermişler katına yükselir.Halkımız bu aşk kahramanlarına yarı kudsî kişiler gözüyle bakar.
Bu kahramanlar halkımız arasında, canlı ve mübarek varlıklar olarak yaşatılır ve sevilir.Onları anlatmak gibi, dinlemenin de bir usulü erkanı vardır.Hikayenin acıklı yerinde ağlanır, iç çekilir.Âşık’ın (Hikaye kahramanı) başarı gösterdiği hallerde yüzleri sevinç kaplar.Halk hikayelerinin anlatıldığı yerler kahvehanelerdir.
HALK HİKAYESİ İLE DESTAN İLİŞKİSİ
1.Her iki tür de anlatma esasına dayanır.
2.Her iki türün de özel anlatım geleneği vardır.
3.Halk hikayesinde tarihî olay şart değildir.Destanlarda ise şarttır.
4.Destanlarda olağanüstülük ve harikulâdelik fazladır, masallarda ise realist unsurlar fazladır.
5.Destanlar manzumdur, halk hikayeleri ise nazım-nesir karışık eserlerdir.
6.Destanlarda asıl konuyu kahramanlık teşkil ederken, halk hikayesinde ise asıl konuyu aşk teşkil eder.
7.Destanlar halk hikayelerine göre daha uzun ve hacimli eserlerdir.
8.Destanlarda tabakalılaşma görülürken halk hikayelerinde tabakalılaşma görülmez.
9.Destanlar belli daireler oluştururken, halk hikayeleri ise daire oluşturmaz.
Tabakalaşma:Destanın olması için mutlaka tarihî bir olay şarttır.Olayların sıralanmasına tabakalaşma denir.
Daireleşme:Kişiler.
10.Destan kahramanların doğuşunda olağan üstülükler görülürken halk hikayesinde kahramanların doğuşları realist unsurlarla ifade edilir.
11.Her iki türü de belli şahıslar anlatırlar.Yine her iki tür de müzik eşliğinde anlatılır.
HALK HİKAYESİ İLE MASALIN İLİŞKİSİ
Halk Hikayesi Masal arasındaki benzerlikler şunlardır:
1.Kahramanları benzerdir.Genellikle tektir, güzellik ve yetişme tarzıyla da benzerlik gösterir.Halk hikayesinde Köroğlu, masal da isi Keloğlan…gibi.
2.Çevre aynıdır.Hikaye ve masal kahramanlarının yaşadığı memleketlerdir:Mısır, Yemen, İstanbul…
3.Tabiat üstü varlıklar yönünden de iki tür arasında benzerlikler vardır:Uçan atlar, sihirli elma…
4.Hayvan kahramanlar masallarda olduğu gibi halk hikayelerinde de rastlanır.Kerem’in ceylanlarla konuşması gibi.
Halk Hikayesi Masal arasındaki farklılıklar şunlardır:
1.Halk hikayelerinde konunun ağırlığını aşk teşkil eder; aşk, olayların merkezidir.
2.Masallar kısa hacimli olmalarına karşılık halk hikayeleri daha uzundur.
3.Pek az masalda manzum kısım bulunmasına karşılık hemen hemen bütün halk hikayelerinde manzum kısımlar vardır.
4.Yaşayan insanların hayatları halk hikayelerinde konu olarak ele alındıkları halde böyle bir durumla masallarda karşılaşmayız.
a) Aşk Hikayeleri: Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Züleyha, Ercişli Emrah ve Selvi, Tahir ile Zühre, Âşık Garip Hikayesi, Aşık Kerem Hikayesi, Elif ile Mahmut...
b) Dini-Tarihi Halk Hikayeleri: Hayber Kalesi, Kan Kalesi, Battal Gazi, Danişmend Gazi, Hz. Ali ile ilgili diğer hikayeler...
c) Kahramanlık Hikayeleri: Köroğlu Hikayesi
d) Destani Halk Hikayeleri: Dede Korkut Hikayeleri
NOT : Halk hikayeleri, destan ile roman arasındaki aşamanın ürünüdür.
NOT: Destan geleneğinden Halk hikayeciliğine geçişin ilk ürünü Dede Korkut Hikayeleri'dir. Bu nedenle Dede Korkut Hikayeleri özel bir önem taşır.
Dede Korkut Hikayelerinin en önemli özellikleri şunlardır:
1) Asıl adı "Kitab-ı Dede Korkut Alâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan" şeklindedir.
2) 12, 13 ve 14.yy.da Doğu Anadolu'da ve Azerbeycan'da yaşayan müslüman Oğuz boylarının geleneklerini, göreneklerini, iç mücadelelerini, doğa üstü güçlerle, yaratıklarla savaşmalarını ele alır.
3) 14. ve 15. yy.da yazıya geçirilmiştir. Bu konudaki yaygın kanaat hikayelerin 14.yy.'da yazıya geçirildiği şeklindedir. Hikayelerin kimin tarafından yazıya geçirildiği bilinmemektedir.
4) Toplam on iki hikayeden oluşur.
5) Şiir ve düzyazı (nazım-nesir) karışık oluşturulmuştur.
6) Hikayelerde az da olsa masal ve destan unsurları görülür.
7) Çok temiz, güzel ve zengin bir kullanılmıştır.
8) Anlatım açık, yalın ve durudur. Kesinlik ifade eder.
9) Hikayelerde en önemli meziyet kahramanlıktır.
10) Aileye, çoğalmaya, kadına, çocuğa ve çocuk terbiyesine büyük önem verilir. Kadınların ailenin en önemli unsuru olduğu vurgulanır. Önsözünde dört ayrı tadın tipi çizilir.
11) Bütün hikayelerde dini unsurlar (namaz kılma, dua etme, arı sudan abdest alma) görülür.
12) Kahramanlar dövüşlerini, Allah ve peygamber sevgisi için yapar.
13) Türk milletinin karakteristik özellikleri; doğruluk, adelet, güzellik yüceltilir.
14) Misafirperverlik ve cömertlik insanların ortak özelliğidir.
15) At, ağaç, su , yeşillik kısaca tabiat çok sevilir.
16) Kahramanların en büyük yardımcısı atlardır.
17) Kadınlar, eşlerine karşı aşırı saygılı ve itaatkârdır. Eşler de kadınlarına önem verir, iyi davranır.
18) Hikayelerde, birçok öğüt vardır. Bu nedenle bu hikayeler didaktiktir.
19) Hikayelerde yaşanan olayların tarihi bilgilerle ilgisi vardır.
20) Hikayelerde geçen ve hikayeler adını veren Dede Korkut; yaşlı, herkesin saygı gösterdiği, hakanların bile akıl danıştığı, çocuklara isim koyan, eğlencelerde kopuz çalıp şiirler söyleyen, kırgınlıkları gidermede aracılık eden kişidir.
NOT: Dede Korkut Hikayeleri'nin bir nüshası Almanya'da Dresden Kütüphanesi'nde; bir nüshası Vatikan Papalık Kütüphanesi'ndedir. Dede Korkut Hikayeleri ile olarak Türk Edebiyatı'nda ilk çalışmayı yapan Kilisli Muallim Rıfat'tır.
4.TEKERLEME
Çocuk geleneklerinde yer alan ses ve kelime benzerliğinden yararlanılarak oluşturulan yarı anlamlı, yarı anlamsız, hoş söyleyişli sözlere tekerleme denir. Tekerlemelerde vezin,kafiye, seci ve aliterasyonlardan yararlanılır. Duygu, düşünce ve hayaller, tezada, abartmaya, güldürmeye, tuhaflığa ve şaşırtmaya dayalı olarak ustalıkla anlatılır. Az gitmiş, uz gitmiş. Dere, tepe düz gitmiş. Altı ay, bir güz gitmiş...
Tekerlemeler masal, hikaye, bilmece ve halk tiyatrosu gibi bazı türler içinde veya müstakil olarak ortaya çıkan mahsullerdir.Masalcı, meddah, karagözcü, hoşsohbet insan maksatlarını anlatmaya başlarken dinleyicilerle seyircilerin dikkatini bir noktada birleştirmek ihtiyacını duyarlar.Böyle bir ihtiyaçtan doğan tekerleme “yuvarlak bir şeyi hareket ettirip yürütmek” manasındaki maddi karşılığı ile de uygunluk gösterir.
Tekerleme söyleyicisi vezin, kafiye, aliterasyon ve seci’den faydalanarak hisleri, fikirleri, hayalleri “tezad” a, “mübalağa”ya, “güldürmeye”ye, “tuhaflık”a, “şaşırtmaya”ya dayalı bazı söz kalıpları içinde, ard arda ustalıkla sıralar ve yuvarlar.Kısa tekerlemeler bunun en tipik örneğidir.Adamın biri sohbet sırasında “tencere tava, her biri hava” deyince karşısındaki bahse konu ev hayatının uyum içinde yürümediğini anlar ve sözün nereye geldiğini kestirir.
Tekerlemeler şu şekilde sınıflandırılır;
-Masal tekerlemeleri
-Oyunlarda ebe seçme tekerlemeleri
-Tören tekerlemeleri
-Yanıltmaca tekerlemeler
-Güreşlerde yiğitler için söylenen tekerlemeler
Tekerlemelerin kaynağı aklın kanunları dışında hayalî, uydurma söz ve olaylarla gerçek maceralardır.
Sözlüklerde "ağızda yuvarlanan söz... saçma sapan söz... eşsesli kelimelerle kurulu konuşma" anlamlarına gelen tekerleme masal, hikaye, bilmece, halk tiyatrosu gibi bazı edebi türler içinde veya bağımsız olarak söylenen ölçülü ve kafiyeli sözlerdir. Çokluk çocuk folklorunda hoşça vakit geçirmek, konuşma kabiliyeti kazanmak, oyunlarda eş ve ebe seçmek için bu yola başvurulur. En çok çocuk oyunlarında, masalların baş, orta ve sonunda söylenirler. Yöreye göre değişik isimle de söylenirler. Doğu Anadolu'da döşeme, Güney Anadolu'da sayışma denir. Karagöz ve ortaoyununda muhavere, çocuk oyununda ebe, çıkarmada ise sayışma diyebiliriz. Türk edebiyatında ilk tekerleme örneklerine XI. yüzyıldan itibaren rastlanır. Divanü Lügati't Türk'te bazı tekerlemeler yer alır.
Âşık fasıllarında, saz şairlerinin yaptıkları şiir yarışmalarına de tekerleme adı verilir.. Halk dilinde tekerleme, âşıklar arasında tekellüm olarak adlandırılır. Bu tür şiirler ya söylenmesi zor sözcüklerden meydana getirilir ya da dar ayak şeklindedir. Ayak daraldıkça kafiye bulmak zorlaşır. Âşıklardan biri fasıl aralarında tekerlemeye başlar ve yeni bir ayak açar.
Örnek:
Aceb ahîr-zaman oldu gaziler
Büyük küçük birbirini beğenmez
Her mü'min münâfık cennet arzular
Tanrı nasib ettiğini beğenmez
Kediler köpekler ile savaşır
Miçik deyu çarşı çarşı dolaşır
Mekbeti'si ehl-i ırz'a ulaşır
Orospular kendi erin beğenmez
Teklif ister bülbül güle konmağa
Pervaneler düşüp şem'a yağmağa
Oğlancıklar iştahından binmeğe
Doru ister atın kır'ın beğenmez
Babası anası koyun güttüren
Dağ başında kavalını öttüren
Kazma ile başın tıraş ettiren
Âhır-kar ayak berberin beğenmez
Ot kökü balta sapının eğrisi
Yine gitmez yüreğimin ağrısı
Sofuluk satar bazı eşek uğrısı
Aşıkların aşk eserin beğenmez
Marifette kâmil olan yiğitler
Mağrur olmaz kendi nefsin öğütler
İl içinde bilip gören şâkirtler
Üstâdın daha pîrin beğenmez
Er olmaz kalbinde tutan gûmanı
İsterse dolaşsun Hind'i Yemen'i
Der Kâtibî bizi beğenmeyeni
Deli gönül beğen derim beğenmez
Kâtibî
Tekerleme Örnekleri
Al şu takatukaları, takatukacıya götür. Takatukacı takatukaları takatukalamazsa, takatukaları taka tukalatmadan geri getir.
Eller pekmezlenmiş de biz pekmezlenmemişiz.
Bir berber bir berbere bre berber gel beraber bir berber dükkanı açalım demiş.
Hakkı hakkının hakkını yemiş. Hakkı Hakkı'dan hakkını istemiş. Hakkı Hakkıya hakkını vermeyince Haklı da Hakkı'nın hakkından gelmiş.
İndin dereye silindim silindim çıktım.
Iramazan
Irgatları ıramazan irgadamadan al da gel.
Yağmur yağarsa raylar ıslanır, yağmur yağar saraylar ulanır.
Karnım aç
Karnına kapak aç
Değirmene kaç
Değirmenin kapısı kitli
Heybaşı bitli
Nacak sapına
İki kes
Bir sana
Biri de bana
Kızın adı Hediye
Ekmek vermez kediye
Kedi gider Kadıya
Kadının kapısı kitli
Hediyenin başı bitli
El el epenek
Elden düşen kepenek
Kepeneğin yarısı
Keloğlan'ın karısı
Incık, mıncık
Sen dur, sen çık
Hasan Hasan
Helvaya basan
Kapıyı kıran
Kızı kaçıran
Değirmene girdi köpek
Değirmenci vurdu kötek
Geldi yedi köpek
Hem kötek
Hem yedi köpek
Ali dayının keçileri
Kıyır kıyır kişniyor
Arpa saman istiyor
Arpa saman yok
Kilimcide çok
Kilimci kilim dokur
İçinde bülbül benim olsa
İki kardeşim olsa
Biri ay biri yıldız
Biri oğlan biri kız
Delmişler, dakmışlar
Bunu böyle yapmışlar
Delmiyelerdi, dakmıyalardı
Bunu böyle yapmıyalardı
Bir ikidir bir iki
Beş altındır, beş, altı
İnanmazsan say da bak
On altı, on altı
Selamün aleyküm
Aleyküm selam
Nereye gidiyon?
Daha gidiyom
Neye gidiyon
Ebe ebe nerede
Su doldurur derede
Dere boyu çalılık
Şu ebe de ne alık
Ebe suya dalamaz
Arasada bulamaz
Ene nene bulamaz
Ben sana küstüm
Mini mini birler
Çalışkan ikiler
Tebmbel üçler
Dayak yiyen dörtler
Beşler makine gibi işler
Altılar altını çaldılar
Yediler yemeğimi yediler
Sekizler seksek olup gittiler
Dokuzlar toktor olup gittiler
Onlar kırmızı donlar
5.FIKRALAR
Fıkra ve Tanımı
Sözle edebiyat türleri arasında fıkra, kendine özgü kompozisyonu ile ötekilerden ayrılır.Anlatım sırasında, kelimelerin seçimi, tasvir biçimi, diyalog çatısı, konu seçimi ve hedef belirlemesi, ona küçük hacimli kompozisyonu içinde bu farklılığı kazandırır.Fıkra bu özellikleri ile, sadece sözlü anlatım, konuşma ve sohbet durumlarında değil; aynı zamanda, yazılı anlatım türleri arasında kendine yer açan ve bu alanda kullanımının gerekliliğini kabul ettiren bir kompozisyon yeterliliğine sahiptir.
Türk dilinde fıkra türü içine giren kompozisyonlar, zaman içinde değişik adlar ile kaynaklarda yer almıştır.XI. yüzyılda küg ve külüt, XIII. yüzyıldan sonra ise hikaye, kıssa, destan, masal, saka, nükte, mizah, latife, fıkra…vb. kelimelerin fıkra türüne ait kompozisyonlar için kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Fıkra, gerçek hayat ile bağı olan olayları, tam bir fikri, sosyal ve beşerî kusurları günlük yaşantımızda karşılaştığımız çarpıklıkları, gülünç durumları, tezatları, eski/yeni çatışmasını ince bir mizah, hikemî söyleyiş, keskin bir istihza, ve güçlü bir tenkit anlayışına sahip bir üslup içinde, dramatik ögeleri ağır basan bir hikaye çatısı etrafında toplayarak, genellikle bir tip’e bağlı olarak anlatan, nesir diliyle yaratılmış küçük hacimli sözlü edebiyat kompozisyonlarından her birine verilen addır.
Fıkraların Konuları
Türk fıkralarında, işledikleri konular itibariyle incelendiğinde yaşanmış veya yaşanması mümkün hayat sahneleri ile kırşılaşırız.
Türk fıkraları konuları itibariyle üç gruta toplanır:
1.İnanç ve itikatlar
Bu tür fıkralarda, inanç ve itikatların, dinî âdet ve merasimlerin, hurafelerin yarattığı anlamsız durumları, cahil din adamlarını ve dini istismar vasıtası olarak kullananlar konu alınır.
2.Yönetici ve yönetilen
Bu tür fıkralarda başlangıçtan bu yana, yöneticiler ile yönetenler arasında cereyan eden durumlar, olaylar dile getirilir; karşılaşılan haksızlıklar, zorbalıklar, baskılar, yolsuzluklar, adaletsizlikler, iltimas, rüşvet ve kayırmalar, tenkit ve alay konusu edilir.
3.Günlük durumlar
Bu tür fıkralarda ise günlük durumlar içinde karşılaştığımız çeşitli tezatlar, çatışmaların yarattığı problemler, sosyal ve beşerî kusurlar, olaylar işlenir.Yine bu tür fıkralarda haris, bencil, hilekar, rüşvetçi, düzenbaz, arsız, ahlaksız, gurur ve kibir düşkünü… tipler tenkit, alay ve istihza konusu edilir.
Fıkraların yapı özellikleri
Fıkralar sözlü edebiyat ürünleri arasında kültür farklılaşmasından en az etkilenen ve değişime uğrayan bir biçime sahiptir.Dış yapısını bir hikaye gömleği, iç yapısını ise çok yönlü ve karmaşık bir içi mekanizma kurar.Bu yapı incelendiğinde küçük hacimli bir hikaye özelliği gösterir.Her fıkra bir duruk hikayesi, bir vaka tasviridir.Her hikaye içinde bir durum anlatılır. Hikayenin kurgusuna dikkat ettiğimizde, tiplerin bize, bir perdelik bir piyes oynadığı anlaşılır.Sahne tasviri ile ortaya çıkan her durum, düşünce ve davranış ; olumlu ve olumsuz tipler arasında geçen konuşma/tartışma ile aydınlığa kavuşturulur ve bir hükme bağlanır.Bu yönüyle fıkraları meddah hikayelerinin öncüleri sayabiliriz.
Fıkralar bir tez ile anti tezden oluşur.Tipler arasında geçen konuşma aracılığıyla tez ve karşı tez tartışılır, muhakeme edilir.Muhakeme bir sonuçla biter.Sonuçta bir hükme varılır ve bu hüküm; içinde gizli olan bir hisse’den ibarettir.Tezat unsurlar arasında yer alan tartışma, aynı zamanda gülmenin, istihzanın, hicvin, tenkidin ve hikmetli bir sözün ortaya çıkmasını sağlar.
Fıkra, karşımıza küçük hacimli bir hikaye hüviyetinde çıkar.Bu anlatımda teferruat yoktur; gerçekçilik, anlaşırlık, az sözle çok şey anlatma ve kelimeleri titizlikle seçme vardır.Her kelime yerli yerindedir, herhangi bir kelimenin yeri değiştirilemez.Dolayısıyla anlatım sırasında fıkranın tüm unsurlarını korumamız gerekmektedir.
Fıkralarda kullanılan dil; açık, sade ve anlaşılır bir özelliğe sahiptir.Konuşma dilinde geçen canlı, işlek tüm kelimeler fıkra kompozisyonu içinde bütün inceliğiyle kullanılır.
Fıkralarda Şahıs, Zaman ve mekan
Türk fıkralarının şahıs kadrolarında gerçek ve kesin bir belirlilik yoktur.Şahıs kadroları tiplerden oluşur ve bunlar da geçmişte ve günümüzde karşılaşılan ve halen karşılaşmakta olduğumuz insanlardan ibarettir.Geçmişin yeniçeri, subaşı, derviş, molla, sadrazan, ağa gibi tiplerin yanı sıra günümüzde bakkal, şair, muhtar, vali, doktor, öğretmen, hakim, avukat …hayatımızdaki sahnelerde rastladığımız yeni tiplerin bir kısmını oluşturur.Şahıs kadrolarının belirsiz ama gerçek tiplerden oluşması fıkraların bir özelliğidir.Tipler için yapılabilecek en öz tanım, her birinin içimizden biri olduğudur.
Fıkraların şahıs kadrosu içinde yer alan insanlar:1.Müspet 2.Menfi, 3.Dinleyici/seyirci tipleri veya grupları oluştururlar.
Zaman da fıkrada bir belirsizlik içindedir.Yaşadığımız hayatın /geçmiş ve bugün dahil/ tamamını kapsayan belirsiz bir geniş zaman özelliği içinde görülür.Tarih; bir gün, zamanın birinde, bir akşam, bir sabah, ramazanda, gece, gündüz, ikindi….filan padişahın devrinde gibi ifadeler ile tayin edilir; bir zaman kronolojisi, gerçek anlamda söz konusu değildir.
Fıkralarda vak’anın cereyan ettiği mekan mevcuttur.Bu mekan geniş bir coğrafya içindedir.Dağ, bayır, ırmak kenarı, deniz, çayır, dükkan, ev, tarla, kır, köy, mahalle, sokak, kahve, okul, cami … gibi hakiki hayat sahneleri fıkralarda görülen mekanın muhtelif parçalarıdır.Bu sahneler fıkrada gerekli özellikleri kısaca tasvir edilmek suretiyle yer alır.
Fonksiyonu ve Rolü
Öğretmen ders anlatımını, siyasetçi nutkunu, iş adamı görüşmelerini, insanlar sohbetlerini renklendirmek, sıkıcılıktan kurtarmak için fıkralardan sıkça faydalanırlar.
Fıkralar bizi zihnen dinlendiren, günlük sıkıntıların yarattığı boğucu atmosferden uzaklaştıran, kısa anlatımlı, güldüren, eğlendiren küçük komedilerdir.Konuşmalarda, gerilimli durumlarda havayı değiştirmeye yararlar.İnsanların gülme, psikolojik rahatlama ihtiyacını karşılarlar.Kimi zaman yumuşak, kimi zaman sert bir münekkid, müstehzî bir tavırla yanlışlarımızı düzeltmeye çalışırlar.Bizi güldürürken bile ders almaya çağırırlar.Bir eğitimce edası ile hayatımızın her sahnesinde karşımıza çıkar, bizlere bir şey öğretmeye çaba gösterirler.Bizim adımıza tüm olumsuzluklara karşı amansız bir mücadele verirler; toplumun düşüncelerini tek başlarına yansıtan bir sosyal tenkit silahı görevi yüklenirler.Fıkra bu dinamizmi ile diğer türlerden ayrılır.Açık, dürüst, kimi zaman sert ama samimi, mert, tok sözlü, sağduyu sahibi, hoşgörülü; ama kuvvete ve haksızlığa boyun eğmeyen bir tutum içinde sözünü her durumda söylemekten çekinmeyen fıkralar, insanlar var oldukça konuşmalarını, bizi eğlendirmelerini, tenkit etmelerini ve eğitme görevlerini kimseye aldırmadan sürdürmeye devam edeceklerdir.
Edebiyat ve kültür hayatımızın zengin vesikalarından bir bölümünü oluşturan fıkralar, içlerinde, milletimizin sosyal ve siyasî tarihine ışık tutacak nitelikte bilgileri de geleceğe taşırlar.Bu bakımdan, onları sadece bir edebî tür gibi görmemiz ve değerlendirmemiz yanlış olur.Çünkü onlar, milletimizin çeşitli durumlar karşısında, tarihî seyir içinde aldığı tavrı, tutumu, gösterdiği tepkiyi, verdiği hükmü yansıtır.Dolayısıyla onların her birini Türk halkının zaman içinde oluşturduğu düşünce tarihinin müstakil sahifeleri kabul edebiliriz.İnsanımızın gerçek hayat sahneleri içinde yaşadıklarının bir cephesi bu küçük hacimli hikayeciklerin içinde saklıdır, yahut da onların içinde varlığını sürdürüyor.
Kısaca, Batı Edebiyatı'ndan gelen gazete ve dergi yazısı fıkradan önce, bizim edebiyatımızda bir tabiat ve topluluk gerçeğini , toplumdaki aksaklıkları, hatalı davranan kişileri güldürücü ve düşündürücü bir şekilde anlatan, mizâh, hiciv ve nükte gibi elemanları içine alan küçük hikayecikler vardır. Bunlara da fıkra denir. Toplantılarda sık sık anlatılır. Gaye eğlendirerek düşündürmektedir. Bir yazı veya konuşma bünyesinde yardımcı unsur olarak da yer alabilir. Konuları genellikle günlük hayattan çıkartılır. insanların tuhaflıklarını, zaaflarını, gülünç yönlerini göstermek gayesi güdülür. Hemen her fıkranın bir tezi, bir mesajı vardır.Fıkralarda güldürmenin yanında yol göstericilik de söz konusudur.
Halk fıkralarının en tanınmışları şunlardır: Nasrettin Hoca fıkraları, Karadeniz (Laz, Temel) fıkraları, İncili Çavuş fıkraları, Bektaşi fıkraları...
FIKRA ÖRNEKLERİ
NASRETTİN HOCA FIKRALARI
Dostları ilə paylaş: |