Manilerin konuları bakımından şu sınıflara ayrılırlar:
1.Niyet menileri
2.Atışma manileri
3.Tarlada ve işte çalışırken gelip geçenlere söylenen maniler
4.Bekçi ve davulcu manileri
5.Satıcıların söyledikleri maniler
6.Semai kahvelerinde söylenen cinaslı maniler
7.Aşık-hikayecilerin söyledikleri maniler
8.Mektup manileri
9.Düğünlerde söylenen meniler
10.Basit makamlı maniler
Kına Gecesinde Söylenen Maniler
Merdivenin altı kuyu
Kulaçladım altı suyu
Kız ananın eski huyu
Ağlar silinir, silinir ağlar.
Atladı gitti eşiği
Sofrada kaldı kaşığı
Kız ananın aşığı
Ağlar silinir, silinir ağlar.
Gelin geldi evimize
Şenlik kuruldu köyümüze
Hoş geldin allı gelin
Sefa geldin pullu gelin
Haydi kızım kınan kutlu olsun
Burada dilin tatlı olsun
Çağırın gelin kızın anasını
Kızı geldin oldu görsün
Davulcu Manileri
Ramazan'ın onbeşinden sonra davulcular bahşiş toplarlar, toplarken de şu manileri söylerler:
Davulumun ipi kaytan,
Kalmadı sırtıma mintan,
Virin ağlaar bahşişim,
Alayım sırtıma mintan
Ne uyursun ne uyursun,
Bu uykudan ne bulursun,
Al aptesti kıl namazı
Cenneti alayı bulursun.
Hayalıklar halayıklar
Ocak başında uyuklar
Davulumun sesini duyunca
Pirincin daşını ayıklar.
2.TÜRKÜ
Türkü, türlü ezgilerle söylenen, bir anonim halk şiiri nazım biçimidir.Söyleneni belli, kişisel halk şiiri biçimleri arasına giren türküler de vardır.Türkü her iki bölüğe de girebildiğinden halk edebiyatımızın en yaygın alanıdır.
Ezgisi yönüyle diğer halk şiiri türlerinden ayrılır. Türküler genellikle anonimdir. İsimleri bilinen saz şairlerinin söyledikleri de giderek halka mal olmuştur. İlk türkü söyleme "Türkü yakmak" diye anılır. Türkü adı Türk sözcüğüne Arapça "ı" eki eklenmesiyle ortaya çıkmıştır. "Türk'e özge" anlamına gelir.
Türkü, Türk halk şiirinin en eski türlerindendir. Bu kelime ilk defa XV. Yüzyılda Doğu Türkleri tarafından kullanılmıştır. Hikmet Dizdaroğlu, Anadolu'da türkünün ilk örneğini Öksüz Dede'nin verdiğini belirtir. Türküler genellikle hece vezninin 7, 8 ve 11'li kalıplarıyla kıtalar halinde söylenir. Her kıta türkünün asıl sözlerinin bulunduğu bend ile nakarattan meydana gelir. Nakarat her bendin sonunda tekrarlanır. Bu kısım bağlama veya kavuştak diye de bilinir.Türkülerin en önemli özelliği ezgi ve ritimleridir.
Türkülerin konuları değişiktir.Aşk duyguları, günlük olaylardan etkilenmeler, savaşlardaki kahramanlıklar en güzel ve en coşkun olarak türkü biçimiyle anlatılabilmektedir.Halk arasında heyecan uyandıran her olaya türkü yakılır.Bunlar bestelenir ve türlü yollardan yurdun her köşesine yayılır.Türlü bölgelerde, türlü biçimlere girer; kimi dizeler düşer yerlerine yenileri eklenir.Kısaca Anadolu halkı bütün acılarını ve sevinçlerini türkülere doldurur.
Anadolu’muzda öteden beri türküler mühim hadiseler üzerine yakılır.Meselâ genç bir adam vurulur veya genç bir gelin ölür, yahut da genç bir kız kaçırılır.Buna benzer bir çok hadiseler, halkın ruhunde müşterek bir acı, bir heyecan uyandırırsa, ondan istifadeye kalkan hassas ruhlu insanlar hemen bir türkü yakarlar.Ve bu türkülerde, o türküyü ilham eden hadise ne ise anlatılır.Herkes o hadise ile ilgili meşgul bulunduklarından ona ait her haber gibi bu türkü de derhal duyulur.Ve düğünlerde söylenmeye başlar.Ekseri bu türkülerin yakıcıları mâlûm olmaz.Ve güftesi ile bestesi bir ağızdan çıkar.Lâkin çok sürmez.Ona yeni ilaveler yapılır.O türküye uyan ne kadar mani varsa o meyanda söylenir.Hatta bazen ilk besteyi yapanın kullandığı güfteden eser bile kalmaz.
Halk türküleri bizim tatlı belamız.Dilimizin tadı, gerçeğimizin acısı onlarda.Gülen ayvamız, ağlayan narımız onlarda.Halkımız onlara komuş umudunu da umutsuzluğunu da.Çoğunluğumuzun derdi de onlarda saklı, devası da.Dünümüzün alaca karanlığı, bugünümüzün sabah serinliği, yarınlarımızın ip uçları onlarda.Türkülerde kadere boyun eğmiş, türkülerde kadere baş kaldırmışız.
Türküleri kesin ayrıma sokmak güçtür. Bir yörede yakılan türkü diğer bir yöreye şekli ve söyleniş biçimi değişerek geçebilir. Türküler ezgilerine, konularına ve
yapılarına göre ayrılır.Ayrıca söylendikleri bölgelere göre de ad alırlar:Bingöl ağzı, Urfa ağzı, Eğin ağzı… gibi.
1. Ezgilerine Göre Türküler
Türküler, ezgilerine göre usulsüzler ve usullüler olarak ikiye ayrılır:
a. Usulsüzler: Uzun havalardır. Divan, koşma, hoyrat, bozlak, kayabaşı gibi çeşitlere ayrılır.
b. Usullüler: Oyun havalarıdır. Bu türe Konya'da oturak, Urfa'da kırık denilir.
2. Konularına Göre Türküler:
Türkülerin konuları bakımından çok çeşitli sınıflamaları yapılmıştır.Türkülerdeki belli başlı konular göz önüne alınarak şöylece sınıflanabilir:
Ninniler ve çocuk türküleri, tabiat üzerine türküler, aşk türküleri, kahramanlık türküleri, askerlik türküleri, tören türküleri, iş türküleri, eşkıya türküleri, acıklı olaylarla ilgili türküler, güldürücü türküler, karşılıklı söylenen türküler, oyun türküleri, ağıtlar.
3. Yapılarına Göre Türküler:
a.Bentleri Mani Kıt'alarından Kurulu Türküler: Birbirleriyle ilgili konularda söylenmiş manilerin sıralanarak ezgiyle okunmasından meydana gelir.Böyle türkülerde konu birliğini sağlayan bir kelime ya da kelime öbeği, bentlerin ilk dizelerinde yinelenir.Bu yinelenen söz, bir yer adı, hayvan adı, çiçek adı olabilir.Kavuştaksız, Kavuştakları mani biçiminde olan türküler, Kavuştakları bir dize olan, Kavuştakları iki dize olan, Kavuştakları üç dize olan, Kavuştakları dört dize olan türküler olarak beşe ayrılır.
b. Bentleri Dörtlüklerle Kurulu Türküler:Dörtlüklerden oluşur.Hece ölçüsünün çeşitli kalıplarıyla yazılmakla birlikte, genellikle on bir heceli kalıplarla yazılır.Kavuştaklı ve kavuştaksız olarak ikiye ayrılır.
c)Bentleri Üçlüklerle Kurulan Türküler: Üçlüklerden oluşur.Hece ölçüsünün çeşitli kalıplarıyla yazılar.Kavuştaksız, Kavuştakları bir dize olan, Kavuştakları iki dize olan, Kavuştakları üç dize olan, Kavuştakları dört dize olan, türküler olmak üzere beşe ayrılır.
d) Bentleri Beyitle Kurular Türküler: Beyitlerden oluşur. Kavuştaksız, Kavuştakları bir dize olan, Kavuştakları iki dize olan, Kavuştakları dört dize olan türküler olmak üzere dörde ayrılır.
Örnek Türküler
YEŞİL ÖRDEK GİBİ
Yeşil ördek gibi daldım göllere
Sen düşürdün beni dilden dillere
Başım alıp gidem gurbet illere
Ne sen beni unut ne de ben seni
Sevdiğim semanın güneşi mâhı
Seni seven aşık çekmez mi âhı
Getir el basayım Kelâmu’llah’ı
Ne sen beni unut ne de ben seni
Gel seninle bir ahdaman kuralım
Bağlanalım bir karara varalım
Verdiğimiz sözde hemen duralım
Ne sen beni unut ne de ben seni
HAVADA BULUT YOK
Havada bulut yok bu ne dumandır
Mehlede ölüm yok bu ne şivandır
Bu yemen elleri ne de yamandır
Ano Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir ?
Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir ?
Kışlanın önünde çalınır sazlar
Ayağım yalnayak yüreğim sızlar
Yemene gidene ağlasın kızlar
Ano Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir ?
Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir ?
Kışlanın önünde redif sesi var
Açın çantasını bakın nesi var
Bir çift potin ile bir de fesi var
Ano Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir ?
Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir ?
ÇANAKKALE İÇİNDE
Çanakkale içinde aynalı çarşı
Anne ben gidiyorum düşmana karşı
Of, gençliğim eyvah!
Çanakkale içinde bir uzun selvi
Kimimiz nişanlı, kimimiz evli
Of, gençliğim eyvah!
Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni
Of, gençliğim eyvah!
ÇEŞM-İ SİYAHIM
İşte gidiyorum çeşm-i siyahım
Önümüze dağlar sıralansa da
Sermayem derdimdir, servetim âhım
Karardıkça bahtım paralansa da
Hadi dolaşalım yüce dağlarda
Dost beni bıraktı âh ile zarda
Ölmek istiyorum viran bağlarda
Ayağıma cennet kiralansa da
Bağladım canımı zülfün teline
Sen beni düşündün elin diline
Güldün Mahsuni’nin berbat haline
Merva’nın elinden parelense de.
Mahsunî
BİLMEM AĞLASAM MI
AĞLAMASAM MI?
Mevla’m gül diyerek iki göz vermiş
Bilmem ağlasam mı ağlamasam mı?
Dura dura bir sel oldum erenler
Bilmem ağlasam mı ağlamasam mı?
Yoksulun sırtından doyan doyana
Bunu gören yürek nasıl dayana
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
Bilmem çağlasam mı çağlamasam mı?
Mahsuni Şerif’in dindir acını
Bazı acılardan al ilacını
Pir sultanlar gibi dar ağacını
Bilmem boylasam mı boylamasam mı?
Mahsuni Şerif
3.NİNNİ
Çocuğun uyumasının sağlanması ya da ağlamasının durması için, sade bir dille ve hece ölçüsüne göre ve sade bir dille ezgili olarak söylenen ürünlere ninni denir.Çocuk emzirilip kundaklandıktan sonra, salıncakta, beşikte veya kucakta sallanıp uyutulmaya çalışırken tizden pese doğru özel bir ezgiyle söylenir; çocuğun ağlamasının durması veya uyuması ile son bulur. Bu sözler annenin o andaki ruh durumunu yansıtır. Ninniler genellikle mani türünde dörtlükten meydana gelen bir çeşit türküdür.
Söyleyeni belli olmayan bu ürünler dörtlüklerden ve nakarat bölümlerinden oluşur.Bazılarının dördüncü mısrası ninni kelimesinin tekrarı, bazılarında ise beşinci mısra ninni kelimesinin tekrarıdır.
Ninnilerin konusunu çocuk teşkil eder.Sağlıklı doğmadan gelen sevinç, fizikî güzellik, soy-sop, iyi huy, sünnet, öğrenim, nişan, gelin olmak, evlenme gibi geleceğe ait dilekler; yalnızlık, gurbette kalan baba, koruyucu melekler, velîler, Hızır vb. madde, tema, motif ve merasimler ninnilerin içeriğinin belli başlı unsurlarıdır.
Batı Türkçesinde ninni kelimesine bağlı olarak “neni çalmak:ninni söylemek” ve “uyku getirmek” deyimleri doğmuştur.Ninni, Divanü Lügati't Türk’te "balu balu" diye adlandırılır. Öteki Türk boylarında ninniye “laylay, leyley, hû-di :Allah de, elle, bişik cırı: beşik türküsü gibi isimler verilmiştir.
Bazı ninniler sadece kızlara, bazı ninniler sadece erkeklere, bazı ninniler da nem kızlara hem erkeklere söylenir.
Ninni çeşitleri
1.Çocuğa bazı vaatlerde bulunan ninniler
2.Çoçuğun gözünün korkutulduğu tehdit ninnileri
3.Temenni ninnileri
Örnek:
Dandini dandini danalı bebek
Elleri kolları kınalı bebek
Benim oğlum nazlı bebek
Uyusun yavrum ninni
(Manisa yöresinden)
Çaya vardım çay susuz
Çadır kurdum yaylasız
Benim yavrum pek huysuz
Ninni yavrum ninni
(Denizli yöresinden)
Ninni Örnekleri
Huu huu
Dervişler
Hak yoluna gitmişler
Hak yolunda bir pınar
Ne soğulur ne diner
Bunu içen dervişler
Murada ermişler
Uyusunda büyüsün ninni
Mini mini yavruma ninni
Huu huu
Dervişler
Bir gelini almışlar
Kürklerine sarmışlar
Öpüyüp kokuyum derken
Devrik dingile kalmışlar
Ninni benim yavruma ninni
Küçücük yavruma ninni
Hu hu hu kuşu
Derenin tepenin baykuşu
Enginlerde yuvası
Mamalar getirir babası
Yavrum yesin büyüsün
Hem büyüsün hem yürüsün
Mini mini yavruma ninni
Küçücük yavruma ninni
Hu hu hu kuşu
Ben çıkmadım yokuşu
Yokuş bülbül yuvası
Mamalar pişirir hanım ninesi
Yavrum yesin büyüsün
Hem büyüsün hem yürüsün
Mini mini yavruma
Küçücük yavruma hu ninni
4.AĞIT
İnsanlar, başta ölüm olmak üzere çeşitli sebeplerle sevdiklerinden ayrılmak durumunda kalırlar. Kişilerin hastalanması, kızın gelin olması, delikanlının askere gitmesi, vatan toprağının kaybedilmesi, sevgilinin gidip de geri dönmemesi, sel baskını, zelzele, yangın, salgın hastalık gibi büyük felaketlerin meydana gelmesi, sevilen hayvanların kaybı ve ölümü üzerine söylenen ezgili şiirler ağıt türünden eserlerdir. Bütün bunlardan hareketle ağıt; İnsanoğlunun ölüm karşısında veya canlı - cansız bir varlığını kaybetme, korku, telaş ve heyecan anındaki üzüntülerini, feryatlarını, talihsizliklerini, düzenli - düzensiz söz ve ezgilerle ifade eden türküler olarak tarif edilmiştir.
Başka bir ifadeyle ağıtları şöyle tanımlamak mümkündür: "Yüreğin titreyişi sonucu söylenilen ve milli şiirlerimizin en dokunaklısı olarak adlandırdığımız ağıtlar, ölenin ardından dökülen gözyaşları ve çekilen gönül ıstırabının acı dolu terennümleridir."
Buradan da anlaşılacağı gibi ağıtların ana konusu ölümdür. Ağıt söyleme işine “ağıt yakma”, ağıt söyleyenlere ise “ağıtçı” denilmektedir.
Bir bakıma ölen için söylenmiş mehdiye olarak ifade edilen ağıt, İslamiyet’ten önceki devirlerde “sagu”, Divan edebiyatında ise “mersiye” kelimeleriyle ifade edilmiş, Hunlar ve Göktürklerdeki ölü gömme ve “yuğ” törenlerine bağlı olarak doğmuştur.Ancak zamanla, dünyanın faniliği, ömrün kısalığı, ihanet, kıskançlık, sadakatsizlik, feleğin sitemleri, ayrılık, büyük ve tanınmış şahsiyetlerin ölümleri, vatan uğruna şehit düşenler, zelzele, yangın, deprem gibi afet ve hadiseler, kına yakma sırasında baba evinden uzaklaşırken gelinin ruhunda düğümlenen sevinç ve keder, yavrularına kaybeden anneler gibi pek çok olay, hâl ve durum,âdet, tasavvur ve hikayeler ağıtın mânâ ve mahiyetini değiştirmiş oldu.
Ağıtta kullanılan dil sade, anlaşılır, tabii bir Türkçe’dir. Esasen değerli varlığını kaybeden insanın içten gelen feryatlarını sun’i bir dille anlatmasını beklemek imkansızdır.
Bütün ağıtlarda (aruzla yazılan mersiyeler hariç) hece vezni kullanılmıştır. Genellikle bu veznin 7,8, ve 11 hecelileri tercih edilmiştir.Nesir şeklinde söylenmiş ağıtlara da rastlamak mümkündür.
Ağıtlarda şekil çoklukla “dörtlük” esasına dayanmaktadır.Bu durum nakaratlarla azaltılıp çoğaltılabilmektedir.Bu ürünlerdeki yarım, tam veya zengin kafiyeler daha çok ferdî eserlerde görülür.
Halk şairlerinin ağıtları oldukça uzun manzumelerdir.Çoklukla ölüm haberinin duyulması anında veya sonunda yazılmıştır.
Bütün ağıtlarda epik ve dramatik olmak üzere iki unsur iç içe yaşamaktadır. Şair veya adını bilmediğimiz şair, zaman-mekan çerçevesinde ölenle ilgili olayları göze çarpıcı bir bilgi ile destan havası içinde hikaye eder.Bu hikaye gerçekle hayal arasında ölüme giden bir köprüdür.Bu köprüden son defa geçenin ailede veya cemiyette bıraktığı boşluğun tasviri bir dram unsuru ile başlayıp düğümlenir.Bu dram, ölenle kaybedilen diğer varlığın acısını bir takın monolog ve diyaloglarda orada hazır bulunanlara ulaştırır.Ölenlerin yakınları ölenle konuşmağa ve dertleşmeye başlar.Ölen, canlı imiş gibi karısının, anasının ve diğer yakınlarının dili ile cevaplar en yüksek dereceye ulaşınca ölenin yakınları saçlarını yolmakta, yüzlerini tırnakları ile yırtmakta ve kendilerini yerden yere atmak suretiyle teselli aramaktadırlar.
Türk kültüründe oldukça köklü bir maziye sahip olan ağıt ve ağıt söyleme veya ağıtçılık geleneği, çeşitli Türk boyları tarafından günümüze kadar yaşatılan ortak en eski geleneklerden birisidir.
Orhun Âbideleri'nde "Sıgıt" ve "Sıgıtçı" olarak gördüğümüz ağıt ve ağıt söyleme geleneği, Türk boylarındaki dil ve gelenek farklılaşması ile geniş bir coğrafyaya dağılma sebebiyle çeşitli kelimelerle adlandırılmıştır. Ağıtları çoklukla kadınlar söyler.Ölen erkekse bu vazife herkesten önce anasına, karısına, kız kardeşine, kızına, akraba ve komşularına düşer.Bazı yörelerde bu işi meslek edinmiş ağıtçılar yapar. Mardin’de para karşılığı ağıt söyleyenlere “imadede” adı verilir.
Bugün hala eski kültürümüzden izler taşımakla beraber İslamî bir bünye kazanmış tören olarak Cenaze salâsı, cenazeyi kaldırmağa gelen kalabalık, cenaze namazı , (7), (40), (52) inci gün mevlitleri ile ağıt geleneği devam etmektedir.
Türkiye Türklerini en fazla etkileyen ve hemen her aileden bir veya birkaç bireyin kaybedildiği önemli tarihi olaylardan biri de Türk Kurtuluş Savaşı'dır. Bu savaşta kaybedilen yüz binlerce Türk evladı için pek çok ağıt yakılmıştır. Bu durumu, Kurtuluş Savaşı'nda şehit olan Bayat'tan Ali Osman'a bacısı Şerife Aydın'ın yaktığı ağıtta açıkça görmekteyiz.
Şafak söktü tan yerleri atıyor,
Tren gelmiş acı acı ötüyor,
Kardeşim şehit olmuş yerde yatıyor,
Ak elleri kızıl kana batıyor.
Ağıdın devam eden aşağıdaki mısraları, kardeşinin şehit olmasıyla kendisinin kimsesiz ve yalnız kaldığını düşünen ağıtçı kadının sözleri "feleğe sitem" ile doludur.
İlkbaharda her çiçekler bezeri,
Sonbaharda döker yaprak gazeli,
Kardeşim şehit olmuş nerde mezarı?
Felek beni taşa çaldı neyleyim.
Felek sille vurdu ben oldum sersem,
İyi olmaz dediler her kime sorsam,
Varsamda hekime muayene olsam,
İyi olmadık derdi hekim neylesin.
Ben gurbeti geze geze yoruldum,
Evvel altın idi şimdi pul oldum,
Değer bilmez kötülere kul oldum,
Felek beni taşa çaldı neyleyim.
Kanatlarım yoktur çırpınıp uçmaya,
Dizlerim tutmuyor karlı dağlar aşmaya,
Ellerim ermedi helallaşmaya,
Felek beni taşa çaldı neyleyim.
Çanakkale Savaşı'nda; birçok eli kalem tutan, okur-yazar Türk genci şehit olmuş, niceleri sakat kalmıştır. Ağabeyi Çanakkale Savaşı'nda şehit olan bir kız tarafından yakılan aşağıdaki ağıt bunu ne güzel ifâde etmektedir:
Çanakkale derler yeşil gavaklı,
Mollaların mürekkebi boyaklı,
Neçe gulların var ağaç ayaklı,
Ağaç ayağınan gelsen n'olurdu.
Çanakkale derler yeşil söğütlü,
Neçe molla getti eli divitli,
Bi mektup atayım üstü tahütlü,
Mektubum ordunu bulur m'ola.
Ağılıdır Çanakkale goyağı,
Babamoğlu dizlerimin dayağı,
İrengide bana benzer bayağı,
Gurbanlar olurum babamoğluna.
Edem gözelidi gıyıdan getmiş,
Sürek öküz gibi boynunu bükmüş,
Şu gevur dinsizi denklemiş atmış,
Acep babamoğlun yudular m'ola.
Yumadan gabire godular m'ola.
Sonuç olarak; ağıtlar kişilerin özgeçmişleri olduğu gibi, bir bakıma toplumların da özgeçmişidir. Zira, bir milletin tarihi serüvenini ağıtlardan izleyebiliriz. Cephede, düşmana karşı verdikleri mücadelede çektikleri sıkıntıları, şehit ya da gâzi oluşlarını, cephe gerisindeki açlığı, kıtlığı, hastalığı ve içindeki ihaneti; bunlara karşı verilen mücadeleyi ağıtlarımızda görürüz. Şehit düşen ve gâzi olanların isimlerini belki tarih kitaplarında göremeyiz. Ama bunların analarının, bacılarının, yavukluları ve bu milletin hislerine tercüman olan âşıklarının söylemiş olduğu ağıtlarda isim isim bulabiliriz. Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun dizeleri enteresan değil mi?
Kitaplarda değil türkülerde ara Yemen'i,
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni.
Ağıt Örnekleri:
Hacı Bey Ağıtı
Ayvalıktan indim yayan
Dayan hey dizlerim dayan
Ödemişten gelin geldi
Uyan Hacı Beyim uyan
Evlerinin önü kavak
Kavaktan dökülür yaprak
Uyan Hacı Beyim uyan
Elim kına, başım duvak
Az giderim, uz giderim
Dere tepe düz giderim
Uyan Hacı Beyim uyan
Gelin geldim kız giderim
Odasında yanar ışık
Sofrasında gümüş kaşık
Atlayupta geçemedim
Ar ettim kaçamadım
Hizarına hizarına
Kuşlar konmuş mezarına
Hacı Beyin kır atını
Çekin sultan pazarına
Anam ağlar başın diye
Gelin ağlar aşım diye
Küçük kızlar pek ağlıyor
Meclisi güzel kardeşim diye
Viran Erzincan
Sana dedik cansın can,
Enkaz altında nice taze kan,
Sızlar yara akar, damarda kan,
Viran oldu o güzel canım Erzincan...
Gözümde yaşlar oluk, oluk,
Döküldü sokağa hep çoluk, çocuk.
Çığlıklar acı, hava çok soğuk,
Titreme dik dur koca Erzincan...
Bakardım dörtyola mutlu, gururlu,
Nerdesin Selimoğlu, Vakıflar, Urartu.
Burası çiçekler, meyveler, güzeller yurdu,
Bahçede güllerin soldu Erzincan...
Fırat hüzünlü, bülbüller suskun,
On üç Mart doksanikide kırıldı çarkın.
Sendeleyen sarhoştan kalmadı farkın,
Deli olma kendine gel gülüm Erzincan...
Kiminin geliyor boğuk sesleri,
Boşlukta titriyor güzel elleri,
Ezilmiş başları, kırık belleri,
Cani olamazsın vefa Erzincan...
Sana can dedik, can alamazsın,
Bize hep böyle küs kalamazsın.
Umarız bir daha hiç sallanmazsın,
Baharın güz oldu viran Erzincan...
Kar üstünde ateş yanmaz mı sandın.
Bu günlerde ben işte bunu anladım
Allah'ıma dua edip çok yalvardım,
Tanrı aşkına bizi koru Erzincan...
Bu memleket geniş, dar sanmazdık,
Koca dairelere hiç sığmazdık.
Düşman yapsa asla aldırmazdık,
Bir çadıra mahkum ettin Erzincan...
Ayrıldık dostlardan bağrımız yanar,
Kalbimiz hüzünlü, yürekler kan ağlar.
Durdurun bu göçü ağlar, beyler,
Kovma diyarından bizi Erzincan...
Kırkbini verdik karnın doymadı,
Seksen üçte fidyeye asla kanmadı.
Bu İlkbaharda bize hiç acımadı,
Yüzlerce canı rehin aldı Erzincan...
Bu topraklar hasta, içten inliyor,
Kulaklar pür dikkat nabzın dinliyor.
Zamanla ne olacak kimse bilmiyor,
Kadersiz, güvensiz kalan Erzincan...
Dertli Kemal söyler, söyler ağlarım,
Güzel canlara ateş olur yanarım.
Elbet açar gazel döken bağlarım,
Olmadı baharın mutlu Erzincan,
Kara bayramların kutlu Erzincan...
AĞIT
Yurt yuva kıldığın tenli mereği
Düzüp koşmak idin tepir eleği
Şu kavdan yaptığın tecir tereği
Divan-ı Bâri'ye yadigâr götür
Elinde ördüğün çöpür ağını
Kâhan eylediğin kelem bağını
Şu kabal biçtiğin sap orağını
Al ulu Tanrı'ya bergüzar götür
Yetim gömleğini diken iğneyi
Her gün yal verdiğin topal ineği
Ayran topladığın şu ak küleği
Mahşer yığnağına sakla, sar götür
Üç kot arpa, beş kot çavdar ekerdik
Kesmik ekmeğine hasret çekerdik
Namertlere ağı merde şekerdik
Sözünü tekrar et iftihar götür
İle kısmet balsa bize pay taştı
Yokluktan derdimiz deryalar aştı
Açlıkla uğraşmak hayli savaştı
Çektiğin mihnetten ah ü zâr götür
Yetim kalmış idin emzik tavında
Gamınla kardeştin gençlik çağında
Bir gül yeşertmedi vuslat bağında
Gönül yaraların hep berat götür
De ki Kadir Mevlâm bize ilişme
Dünyada sızıyan çıbanı deşme
Celâli Baba'dan sorma, söyleşme
Bu dertli çobandan bir selam götür
Celâlî
5.DESTAN
Destanlar henüz aklın ve bilimin toplum hayatına tam anlamıyla hâkim olmadığı ilk çağlarda ortaya çıkmış sözlü edebiyat ürünleridir.
Milletleri derinden etkileyen tarihî ve sosyal olayları anlatan manzum edebî eserlere destan adı verildiğini biliyoruz. Bu tür edebî eserler tabiî afetler (deprem, bulaşıcı hastalık, kuraklık, kıtlık, yangın vb.), göçler, savaşlar ve istilâlar gibi önemli olayların etkisiyle tarihin eski çağlarında meydana gelmiştir.
Destanın iki anlamı vardır:
1.Epope
2.Divan şairleriyle saz şairlerinin sevgilerini, kahramanlık olaylarını anlattıkları manzum ürünlerdir.
Bir edebiyat türü olan destan, zamanla asıl anlamını yitirmiş, âşık edebiyatında savaşları, ünlü kişileri, gülünç olayları anlatan eserlere de destan denilmiştir.
Kelimenin Türkler tarafından kullanılış zamanını tespit etmek oldukça zor olmakla birlikte 9-11. asırlar arasında yazılı edebiyatın muhtelif türlerinde kullanıldığı tahmin edilebilir.
“Dâstân” veya “destân” sözü Farsça’da “efsane, mesel ve hikaye” manasınadır.
Destanlar, halk şiirinin en uzun hazım biçimidir.Hece ölçüsünün 8 ve 11’li kalıplarıyla yazılır.Kafiye düzeni şöyledir:
1. abab cccb dddb eeeb
2. xaxa bbba ccca ddda
Dostları ilə paylaş: |