Fritiof Capra gibi diğer görüş sahipleri de belgesel ve sarsıcı bir takım rakamlar ortaya koyarak, çağdaş medeniyetin insanın sorunlarını halletmekten aciz kaldığını ifade etmişlerdir.
Paris’teki UNESCO3 defteri inceleme ve araştırma idaresi müdürü, Jerome Bandieh de son zamanlarda, tüm dünyada seksenden fazla gazete ve dergide yayınlanan çok önemli bir makale yazarak günümüz dünyasının karmaşık durumuna ve farklı alanlarda insan hayatını çeşitli tehditlere maruz bırakan tehlikelere işaret ederek, “acaba biz yirmi birinci yüzyıla hazır mıyız?” sorusunu ortaya koymuş ve şöyle yazmıştır: “Eğer insanlık direniş ve katılık talep ediyorsa, o halde uygun bir zamanda dört büyük olayla karşı karşıya kalacaktır: Karşı karşıya kaldığı birinci olay, sonucu fakirliğin çoğalması olan, gitgide artan bir adaletsizliktir. Bu fakirliğin tarih boyunca bir benzeri de yoktur. Bu fakirlik medeni ve toplumsal bağnazlıklar perdesinin ötesinde, eskiden eşi ve benzeri görülmemiş çok büyük bir servetle birlikte ortaya çıkmaktadır.
1960 ile 1996 yılları arasında bütün dünyada sadece onbeş ülke büyük iktisadi kalkınmayı gerçekleştirebilmiştir. Öyle ki sayıları bir milyar beşyüz milyon kişiyi bulan bu ülkelerin nüfusunun büyük bir bölümü, servetlerini artırabilmişlerdir.
Aynı zamanda diğer yüz ülke ise iktisadi gerilemeye ve durgunluğa şahit olmuştur. Bu durgunluk ise bir milyar altı yüz milyon kişinin gelirinin azalmasına neden olmuştur.
Yirmi birinci yüzyılın eşiğinde dünya insanlarından bir milyar üçyüz milyon kişi fakirlik içinde yaşamaktadır ve bu rakam her gün artmaktadır. Hatta uzmanlar bu rakamların iki milyara ulaşmasının mümkün olduğuna işaret etmektedir.
Aynı zamanda sekizyüz milyon insandan fazlası açlık veya kötü beslenme problemiyle karşı karşıyadır. Nitekim bir milyondan fazla insan sağlık hizmetlerinden, temel eğitimden ve içilecek uygun sudan mahrum durumdadır. Öte yandan, iki milyar kişi ise elektrikten mahrum haldedir. Dört buçuk milyondan fazla insan uygun iletişim araçlarından veya yeni teknolojiyi elde etme araçlarından mahrumdurlar.”
Bandieh yazdığı makalenin sonunda şu eklemede bulunmaktadır: “Yeryüzünde fakirlik içinde yaşayan nüfusun üçte ikisinin yaşları onbeşi geçmemektedir. Her üç fakir kişiden ikisi ise kadınlardır.”
Söz konusu bilgin daha sonra şöyle yazmaktadır: “Yirmi birinci asırda karşımızda olan ikinci olay ise sürekli kalkınma kategorisinde tecelli etmiştir. Burada akla takılan soru şudur: “Acaba, kaynakların artan işlevine ve yenilemeye dayalı üslup ve metotlar, aynı zamanda gelecek nesillerin zararına tamamlanacak mıdır?”
Yirmi birinci asırda insanın karşı karşıya kaldığı üçüncü hareket ise insanın bu asırda hangi yöne hareket edeceğini bilmeyen, fırtınaya yakalanmış bir gemi misali oluşudur...”
Mevcut sorunların çoğu sınır ve ölçüleri ortadan kaldırmıştır. Böylece insan hayatının bütün sorunları, uluslararası renge bürünmüştür. Öyle ki, 21. asrın hayat için savaşma asrına dönüşmesi mümkündür.
Bugün artık soğuk savaş sona ermiştir. Ama bu hakikatlere rağmen barış konusunda yatırım yapacak yerde, büyük düzeyde barış karşıtı yatırım yapmaktayız. Örneğin evrende, askeri harcamalar için yapılan masraflar 800 ila 9204 milyar dolardan daha fazladır. Oysa ev, su, temel sağlık imkanlarına harcanacak 130 milyar dolar, yaklaşık olarak 1.3 milyar fakirin hayatını temin etmeye yeterlidir.”1
Çağdaş Dünyanın Düzensizliğinin Temel Sebebi Batının Siyasetleridir
Çağdaş dünyanın karmaşık sorunlarının artışının önemli sebeplerinden biri de batı dünyasının iktisadi, kültürel ve askeri siyasetleridir. Zira batı, teknik, mali ve maddi açıdan fevkalade zengin olduğu halde, hiçbir zaman dünyanın karmaşık ve büyük sorunlarını halletmek için önemli bir siyaset düzenlememiş ve icra etmemiştir.
Tarihi tecrübelerin de gösterdiği gibi batılılar, dünya üzerindeki egemenliklerini garantilemeyi ve korumayı, insan türünü korumaktan daha önemli görmüş ve bütün gücünü bu yolda harcamıştır. Aslında batılı demokrasiler ve bunun başında da Amerika Birleşik Devletleri yarım asırdan fazla bir zamandır ekonomik üstünlük ve refah içinde insanları uyuşukluğa düçar kılmıştır ve de hiçbir zaman insanların,bütün bir yeryüzüne yaydıkları bu büyük lekeyi görebilme takatine sahip değildir.”1
Bugün gelişmiş batılı ülkelerin, kalkınmakta olan ülkeler için adil olmayan siyasetleri gereği, vücuda getirdikleri eşit olmayan şartlar açık bir şekilde eleştiriye tabi tutulmaktadır. Kalkınmakta olan ülkelerin önderleri, sürekli olarak batıyı, ticari eşit olmayan şartlar icad etmek ve de yollarına engel olan bel bükücü borçlar sebebiyle şiddetle kınamaktadırlar.
Nitekim Malezya başbakanı Mahatir Muhammed, kalkınmakta olan ülkelerin önderlerinin yaptığı bir oturumda (15’li grup)2 yaptığı bir konuşmada açık bir şekilde şöyle demiştir: “Batılı gelişmiş ülkelerin bütün siyasetleri, kalkınmakta olan ülkeleri sömürmek yönündedir.”
Bu konferansta Jamaika başbakanı G. P. Peterson da ekonominin küreselleşmesini sorgulayarak şu açıklamada bulunmuştur: “Zengin batı ülkeleri, kalkınmakta olan ülkeleri fakirlik mezarlığına doğru sürüklemektedir.”3
Batılı ülkelerin adil olmayan siyasetleri, zengin ve fakir ülkeler arasındaki uçurumu inanılmaz bir şekilde büyüterek kalkınmakta olan ülkelere hayatı daha da dar bir hale getirmiştir!
Zahirde medeni gözüken dünyanın çehresini çirkin ve iğrenç kılan acı olayların bir bölümünden haberdar olmak, bizleri bir yere kadar bu facianın derinlikleriyle tanıştırmış olacaktır.
1-Almanya Bonn şehrindeki “dünya için ekmek” yardım komitesinin başkanı olan Hans Ottohan da tüyler ürpertici bir bildiri yayınlayarak şöyle ilan etmiştir: “Dünyada her gün açlıktan ölen çocukların sayısı, yüz jambo jetin düşmesiyle ölenlerin sayısı kadardır.” Hans Ottohan’ın dediğine göre şu anda dünyada yirmiyedi milyon çocuk zayıflık sıkıntısı çekmektedir. Her yıl beş yaşın altındaki oniki milyon çocuktan yüzde ellibeşi açlık çekmekte ve yeterli besin elde edememektedir.1
Öte yandan Birleşmiş Milletler Teşkilatının yayımladığı rapora göre:
2-Sanayi ülkelerindeki bir çocuğun hayatı için yapılan harcamalar, kalkınmakta olan ülkelerdeki otuz çocuğun hayatı için yapılan harcamalara denktir ve bu çocuklar, kalkınmakta olan ülkelerdeki çocuklardan dört kat daha fazla çevreyi kirletmektedirler. Bu raporda yayımlanan bilgiler, çağdaş dünyanın çirkin sömürü çehresini özet bir şekilde bizim için açığa çıkarmaktadır.
3-Kalkınmakta olan ülkelerdeki ormanlar, sürekli olarak ağaçları kesildiği için yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu ağaçların yarısından fazlası, sanayileşmiş ülkelerde kullanılmaktadır.
Ayrıca bu raporda şöyle açıklanmıştır:
4-Amerika ve Avrupalıların yılda kullandıkları çeşitli güzel kokuların masrafı, oniki milyar doları bulmaktadır. Bu rakam ise yeryüzündeki bütün okuma yazma bilmeyen çocukların eğitim masraflarını karşılamaya yeterlidir.2
5-Çağdaş dünyada insanların bir çoğunun hayat hakkı dahi ortadan kaldırılmıştır ve de büyük bir fakirlik, kıtlık, açlık ve felaket içinde yaşamaktadırlar. Oysa New York ve Paris’te dünyaya gelen çocukların, ömrü boyunca kullandıkları mallar, kalkınmakta olan ülkelerdeki yeni doğmuş elli çocuğun kullandığı mallara denktir.”1
6-Avrupalılar köpek, kedi ve diğer ev hayvanları için yılda onyedi milyar dolar miktarında besin maddesi almaktadırlar.2 Yüzlerce fabrika, büyük ve küçük atölyeler, Amerika ve Avrupa’da çok karlı bir iş olan, ev hayvanları için ürünler imal etmekle meşguldurlar.
Zahiri medeni olan batı, adalet kavramına tümüyle yabancı olan ve hatta meşru olmayan menfaatlerine ulaşmak için diğer milletlerin temel haklarını dahi tehlikeye atan bir sürü parazit varlıklar üretmiştir.
7-“Dünya Sağlık Örgütünün bildirdiğine göre, üçüncü dünya ülkelerindeki ondört milyon masum çocuk, Amerika, İngiltere, İsveç, Hollanda, İsviçre ve benzeri çok uluslu şirketlerin 1970 ila 1980 yılları arasında bu ülkelere sattıkları süt tozu ve de bu konuda şirketlerin kasıtlı ihmalkarlıkları sebebiyle, sakatlanmış veya can vermişlerdir.”3
Oysa batılı ülkelerin liderleri yine de dünya çapında iktisadi, kültürel ve siyasi alanlarda, diyetini mahrum ülkelerin ödediği ağır siyasetleri uygulamak hususunda ısrar etmektedirler. Prof. Roger Garaudy Mısır’ın el-İhram gazetesi muhabiriyle yaptığı bir röportajında batılı ülkelerin ısrarla savundukları küreselleşme siyasetine saldırarak şöyle demiştir: “Küreselleşme siyaseti, dünyayı zengin ve fakir diye ikiye ayırma vesilesidir. Öyleki batı dünyası gelişme ve kalkınma içinde olacak, üçüncü dünya ülkeleri ise fakirlik ve açlık içinde kıvranacaktır.”
Roger Garaudy daha sonra şu eklemede bulunmaktadır: “Böylece Amerika’nın ilerleme masraflarını, kalkınmakta olan ülkeler ödeyecektir. Batılı ülkeler, kalkınmakta olan ülkelerin servetini yağmaladılar ve bugün bu ülkeler batıya milyonlarca dolar borçlu durumdadır.”1
Roger Garaudy yeni kitabında batının sömürgeci siyasetlerinin yıkıcı etkilerinin bir portresini sunarak şöyle yazmaktadır: “Batının yıkıcı siyasetleri sebebiyle günden güne zengin ve fakir ülkeler arasındaki uçurum büyümektedir. Öyle ki Afrika dünyanın en mahrum kıtası sayılmaktadır. 1999 yılında sadece dünya sermayesinin %1.3’ünü ülkesine çekebilmiştir. 1950 ila 1980 yılları arasında tam otuz yıl boyunca, Kuzey ve Güney’deki ülkelerin arasındaki uçurum, 30’da birden 150’de bire ulaşmıştır. Oysa siyaset uzmanları ve kitle haberleşme araçları bu yılları kalkınma yılları olarak adlandırmışlardır.
Roger Garaudy daha sonra şöyle demektedir: “1980 yılında üçüncü dünya ülkelerinin nüfusunun %33’ü kötü beslenme ile karşı karşıya bulunmaktaydı, bu rakam 1998 yılında yüzde otuz yediye ulaşmıştır. Güney ülkelerinde yılda kırkbeş milyon kişi açlık veya kötü beslenme sebebiyle can vermektedir. Bu rakamın 13.5 milyonunu ise çocuklar teşkil etmektedir. Bu da Amerika’nın göz önünde bulundurduğu, bir çok dünya ülkelerinin ise körü körüne taklit ettiği veya zorla yüklendiği gelişim modelinin, iki günde bir, insanlık için yeni bir Hiroşima vücuda getirdiği anlamındadır.”2
Dostları ilə paylaş: |