Hakikat Terazisinde Batılı Demokrasi
“Demokrasinin çeşitli tanımlarının varlığıyla birlikte, hakikatte demokrasi, vatandaşların karar almak için siyasi katılımı anlamını ifade etmektedir. Ama özgürlük, eşitlik ve siyasi kararlara katılım diye bilinen üç ilke, demokrasinin başlıca temelleri olarak kabul edilmektedir.”1
Gerçi bu zikredilen üç ilke, hakikatte batı aydınlık hareketinin teyit ettiği temel değerleri ve ülküleri konumundadır ama batılı demokrasi kendi sloganlarının tam aksine, hiçbir zaman modern toplumlarda gerçek özgürlük ve genel katılımı sağlayamamış, pratik hayata geçirememiştir. Anamalcı ve menfaat merkezli batı dünyası, kapitalist sınıfın ve güç sahiplerinin menfaatlerini korumak için bir çok hususta demokrasinin temel ilkelerine aykırı hareket etmiştir. Bu yüzden, “Batılılar istedikleri demokrasiyi kendi toplumlarında hayata geçirme hususunda başarısız olmuşlardır ve henüz de adalet, özgürlük ve eşitlik gibi değerleri, batılı toplumlarda hakim kılamamışlardır.”2
Bu esas üzere, batılı kitle haberleşme araçlarının kopardığı velveleye rağmen batılı toplumlardaki bir çok vatandaşlar bugün açık bir şekilde şunu ilan etmektedirler ki, “Özgürlük, adalet ve eşitlik bizden çok uzaklarda bulunmaktadır.”1
Batılı Demokrasi, Batının Makyavelist Siyasetine Mağlup Düşmüş Haldedir
Batı kapitalist akımının kamuoyunu yönlendirmek amacıyla kitle haberleşme araçları üzerindeki hegemonyası, partilerin ve siyasetçilerin büyük kartellerden ve tröstlerden etkilenmesi, seçim sahnelerinin güçlü partilerin elindeki geleneksel tekelciliği ve benzeri bir çok etkenler, bugün batıda halkçılık akımını tedrici bir şekilde yokluğa sürüklemekle birlikte, sözde demokrasi hareketini de batı toplumlarında derin bir buhranla karşı karşıya bırakmıştır. İsviçreli düşünür ve gazeteci Ahmet Huber de bu konuda şöyle demektedir: “Batıda demokrasi büyük bir buhranla karşı karşıyadır. Bütün batılı ülkelerde ve bu cümleden İsviçre’de ortaya çıkan tablo şudur ki halk bir sınıftır, siyasetçiler ve güçlüler ise başka bir sınıf. Halk sadece her dört yılda bir oy verme hakkına sahiptir ama hiçbir şey değişmemektedir.”2
Adı geçen delile istinat ederek, şöyle söylemek mümkündür: “Batı medeniyeti sahasında halkın büyük bir kesimi, her yıl daha fazla kaybetmekte ve küçük bir azınlık ise galip çıkmaktadır.”3
Bu üzücü gerçeğin sebebi de şudur: “Demokratik kapitalist düzen, en azından kendi içinde başlıca iki büyük çelişkiyi barındırmaktadır ve bu iki çelişki, sonunda patlayacak türden çelişkilerdir: Bir taraftan eşitliğe dayalı olan demokrasi, öte yandan adaletsizlik icat eden serbest piyasa bir çelişki teşkil etmektedir”1
Hakikatte Batı medeniyeti kendi mahiyeti gereği, sadece kapitalistlerin, halkın kaderi üzerinde mutlak hakimiyet kuracağı bir yöne doğru hareket etmektedir. Bu yüzden de bugün batıda plotokrasi (servet sahiplerinin düzeni) hakim haldedir. Ama bu zahirde demokrasi şeklinde gerçekleşmektedir. Gerçi batılı demokrasi zahiren özgürlük hareketi esasına dayalıdır. Ama eğer bu sisteme biraz yakınlaşacak ve dikkatli bir şekilde bakacak olursak, liberal demokrasinin kapitalist hegemonya şemsiyesi altında hayatını sürdürdüğünü görürüz.
Gerçi bu sistemde kapitalistler direkt olarak hakim halde değildir ama toplumda vücuda gelen aracı kimseler, kapitalistlerin hakimiyetini sağlamaktadır.”2
Batılı toplumların siyasi değişim seyri de şu iddianın en doğru bir kanıtı konumundadır ki sözde batı demokrasisinin ve halkçılık kavramının gerçek anlamda bir kapitalizme dönüşmesiyle batılı toplumların siyasi düzeni çökmeye başlamış ve bu topluluklar, toplumsal bir uçuruma doğru hareket etmektedir. Meşhur Amerikalı ekonomist John Kent Gilbright da bu konuda çok güzel bir ifade kullanarak şöyle yazmaktadır: “Batılı demokraside “bir kişi, bir oy” ilkesi devlet adamlarının teorik hareket temeli konumundaydı. Ama serbest ekonomik kanunların zorlamasıyla, “bir dolar, bir oy” görüşü şimdi batı toplumlarında hakim hale gelmiştir.”
Söz konusu ekonomist, bu uğursuz oluşumun yıkıcı etkilerini açıklayarak sözünü şöyle sürdürmektedir: “Tabiatıyla böylesi bir durumda her şey ekonomik menfaatler açısından değerlendirilmektedir. Toplumsal hizmetler de toplumun zengin ve refah içinde yüzen sınıfının elinde bulunmaktadır. Böylesine bir kapitalist düzende, kapitalistler yüz binlerce hatta milyonlarca oy toplayarak, toplumu büyük bir toplumsal uçuruma doğru sevk etmektedirler.”1
Velhasıl, batının propaganda araçlarının dünya için ortaya çıkardığı propaganda atmosferinde, “Demokrasi düşüncesi, yani batıda halk hükümeti, oldukça aldatıcı ve çekici bir düşüncedir. Ama pratik hayatta sürekli olarak azınlık bir sınıf, riyakarlık ve halkı aldatma araçlarından istifade ederek hakimiyeti ele geçirmektedirler.”2
Meşhur Alman filozofu Spengler de şöyle demektedir: “On dokuzuncu yüzyılda saltanat tacını ve asasını gösteri vesilesi kıldıkları gibi şimdi de milletin haklarını halk kitleleri karşısında göstermektedirler. Şu anda seçim cereyanı yapmacık bir oyun şekline getirilmiştir ve de, “halkın kararı” ismiyle gösteriye sunulmuştur.”3
Demokrasinin Gerçekleşmiş Örneklerinde Buhran
Batılı toplumlardaki demokrasi gerçeklerini incelediğimiz taktirde şu önemli konuyu çok iyi bir şekilde anlamaktayız ki: “Günümüz dünyasında demokrasinin gerçekleşmiş örnekleri, istisnasız olarak Spengler’in 1920 yılında beyan ettiği görüşleri teyit etmektedir.”4
Amerika Birleşik Devletlerinin seçkin yazarlarından olan Gur Vidal, batılı demokrasinin gerçekleşmiş bir modeli olan Amerika’yı inceleyerek, batılı demokrasinin çöküş teorisini teyit hususunda şöyle demektedir: “Biz Amerikalılar tam kırk yıldır artık halkın egemen olduğu bir hayatı yaşamamaktayız. Amerika ülkesinde karar alanlar halkın kendisi değildir. Aksine büyük şirketler ve askeri teşkilatlardır. Bunlar seçim propaganda giderlerini karşılamaktadırlar ve siyasette önemli olan tek şey, kimin bu parayı topladığıdır. Bu paraların kim tarafından ve hangi hedefle kullanıldığıdır.”1
Son zamanlarda İsveç’te demokrasinin durumu hakkında yapılan çok önemli araştırmaların neticelerini beyan ederek, batılı demokrasisinin gerçekleşmiş reel örneklerinden birini daha incelemeye çalışalım:
1995 yılında İsveç ülkesinde demokrasi gerçeği hususunda ülkenin hukukçularından oluşan, demokrasi işlerinde müşavirler grubu (demokratiradet) bir araştırma yapmıştır ve bu araştırmanın sonucu da DN gazetesi, 10/6/1995 tarihli sayısında “İsveç hükümetinin halkçı olduğunu kabul edebilmek mümkün değildir” ve “İsveç siyasetçileri özgürce hareket etmekten yoksundurlar” başlığı altında yayımlanmıştır. Bu araştırmanın sonuçları esasınca “İsveç’te demokrasi çok iyi bir puan alamamıştır. Hatta sınıfı geçecek bir numara aldığı dahi söylenemez. Bazı bölgelerdeki değişimler, demokrasi ve özgürlüğün tam tersi oluşumları göstermektedir. Bugün İsveç’te halkı idare etme şekli, ideal demokratik bir ülkeden çok çok uzakta bulunmaktadır. Siyasetçiler karar alma hususunda aciz kalmışlardır. Bir çok hususlarda dizginler daha çok partilerin ve diğer siyasi yöneticilerin elinden çıkmış haldedir ve de pazarın (ana malcıların) eline düşmüştür.”2
Bu İsveç gazetesi, 10/10/1995 tarihinde ise “Halkın siyasi faaliyetlerinin yokluğu, büyük sorun” başlığı altında başka bir şekilde batılı demokrasinin içine düştüğü çıkmazı ve halkın ülkedeki siyaset sahnesinde rolünün azalmasını beyan ederek şöyle yazmaktadır: “İsveç demokrasisi büyük bir buhran ile karşı karşıyadır. Gittikçe parti üyelerinin sayısı azalmaktadır. Bir çok kimseler siyasetin bir tiyatroya benzediğine inanmaktadır. Seyredenlerin bir gücü ve ilgisi vardır ama pratikte hiçbir rolleri yoktur. Sadece seyircidirler.”1
Dostları ilə paylaş: |