Kısaltmalar



Yüklə 280,8 Kb.
səhifə6/10
tarix07.04.2018
ölçüsü280,8 Kb.
#46992
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

V. SİHRİN MAHİYETİ


Sihrin mahiyeti konusundaki değerlendirmeleri iki grupta toplamak mümkündür: Birinci grupta tamamen yalan, hile ve aldatmaya dayanan söz ve fiillerle yapılan sihir ikinci grupta ise bazı bilgi, hakikat ve sanatların kötü amaçlarla kullanılmasını içeren sihir yer almaktadır. Genelde sihir hayali hakikat göstererek beşer ruhu üzerinde aldatıcı bir tesir meydana getirmekten ibaret olmakla beraber, bunun bir kısmı tamamen hayali, bir kısmı ise bazı hakikatlerle karışıktır. Bu nedenle bazı sihirlerin kısmi tesirlerinin olabileceğini kabul etmek gerekir. Bakara suresi 102. âyette yer alan "şeytanların öğrettiği" ile birinci türe, "iki meleğe indirilen" ile de ikincisine işaret edilmiştir. Denilebilir meleklere indirilen hakikatlerin sui istimal edilerek sihir ve küfre malzeme olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Sihirle nesnelerin tabiatları değiştirilemez, fakat insanların duyu ve şuuru etki altına alınarak onlara hayaller kurdurulabilir. Hz. Musa kıssasında anlatılan bu türdendir. Firavun'un sihirbazlarının asaları asla gerçek yılana dönüşmemiş ancak insanlara böyle hayal görünmüştür. Musa (a.s.)'nın asasıyla da oluşturulan bu korku ve hayaller ortadan kaldırılmıştır.

Sonuçta sihir mahiyet itibariyle objektif bir gerçeklik değil, bazı hakiki bilgilerin kötü yönde kullanımı sonucu yapılan bir iş, uygulama ve şer sanatıdır. Sözgelimi birileri elektrik ve ışık konularına ait bazı bilgileri kullanarak sihir yapacak olsa, elektrik ve ışığa dair bilgilerin yalın halde sihir olmasını gerektirmediği gibi, şeytanların Harut ve Marut'a öğretilen bilgilerin sihir için kullanılması da böyle sayılamaz. Bu nedenle meleklere verilen bilgileri sihir olarak nitelemek isabetli değildir.112

A. SİHRİN GERÇEKLİĞİ VE ETKİ ALANI


Sihrin bir gerçekliğinin bulunup bulunmadığı konusunda âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bazıları her türünün batıl ve gerçek dışı olduğunu; bazıları da, bazı türlerinin gerçek, bazılarının ise gerçek dışı olduğunu söylemişlerdir.

1. Sihrin gerçekliğini kabul edenler


Ehl-i Sünnet'in büyük çoğunluğu sihrin sabit ve hak olduğunu kabul eder. Bunlar sihri hile, el çabukluğu ve tahyile dayanan sihir ve dış dünyada hakikati olan sihir diye ikiye ayırır ve asıl etkili olanın ikincisi olduğunu söylerler. İ. Şafii, Ahmet b. Handel ve Eş'ari gibi imamlar sihir ve sihirbazların varlığını bir realite olarak görürler. Karafi, İbn Kudame, Nevevi ve İbn Hacer el-Heytemi de kabul edenlerdendir. Hanefiler ise sihrin etkisinin, sihir esnasındaki duman vb. bir şeyin meshurun bedenine temas etmesiyle ancak oluşabileceğini söylerler.113

Bu kısımdaki âlimlerin dayandığı nakli deliller şunlardır:

1. Sihrin bir gerçekliği olmasaydı din tarafından yasaklanmaz ve yapana ceza verilmezdi.

2. Bakara 102. âyette ona başvurarak "karı ile kocanın arasının açılabileceği ve insanlara zarar verildiği" haber verilmektedir. Hakikati olmayan bir şeyle bunlar nasıl yapılır.

3. Felak süresinde "Düğümlere üfleyen sahirlerin şerrinden Allah'a sığınılması" istenmektedir. Hakikati olmayandan niçin istiaze istensin.

4. Araf 116 ve Tâhâ 66. âyetlerinde sihirbazların insanlara nesneleri olduklarından farklı gösterdikleri bildiriliyor.

5. Hadislerde Hz. Peygamber'e sihir yapıldığı ve Allah'ın da ona şifa verdiğinden bahsediliyor.114

Karafî bu konuda sahabenin icmai olduğunu kaydediyor.115

Akli olarak da; tarihin eski devirlerinden beri insanların sihrin varlığı ve etkisini kabulü ve İslam ulamasının bu konudaki ittifakını delil olarak ileri sürerler.116

Bunlar sihir vasıtasıyla "karı ile kocanın arasının açılabileceğini"117 ve "nsanlara korku salınabileceğinin"118 haber verildiğini söyleyip onun tesirinin olduğunu ileri sürmekte "Allah'ın izni olmadan kimseye zarar veremeyeceğinin"119 bildirildiğini söyleyerek de onun etkisinin mutlak olmadığını savunurlar, Ancak bunlar sihrin etkisi konusunda özellikle de, sihrin nesnelerin tabiatını değiştirip değiştiremeyeceği noktasında ihtilafa düşmüşlerdir. Karafı, çoğunluğun, sihrin nesnelerin tabiatını değiştiremeyeceği görüşünde olduğunu kaydeder.120


2. Sihrin Gerçekliğini Kabul Etmeyenler


Sihir diye bir şey olmadığını söyleyen Cessas, İbn-i Hazm, Zemahşeri, Kâdi Abdülcebbar, Mutezile ve son dönem âlimlerinden Muhammet Abduh, Reşit Rıza, Tantavi, Cevheri ve Ahmet Mustafa Merâğî gibileri ise onun bir tesirinin olmadığını iddia derler.121

Bu görüşü savunanların dayandığı nakli deliller şunlardır.

Tâhâ süresinin 66, 69 ve Arâf süresinin 116. âyetlerinde onun bir tahyil ve göz boyamadan ibaret olduğu; Tâhâ 80. ayette ise sihirbazın gittiği yerde iflah etmeyeceği ve yaptığı işin başarılı olamayacağı bildirilir. Cessas, Bakara 102. âyetteki, sihrin karı ile kocanın arasını açması meselesini sihirle amel edenin küfre düşüp nikahının bozulması anlamında anlar.122 Reşîd Rıza, "Ku’an'ın kıssaları ibret ve nasihat içindir, âyette anlatılan sihrin gerçekliğinin olup olmadığı değil, o günün insanlarının sihir konusundaki inanç ve telakkileridir." der. Muhammet Abduh ise, Felak süresinde geçen sihir türünün de üfleyip düğümler atarak, öldürücü ilaçlar vererek ve nemmâmlık yaparak insanlara zarar vermeye çalıştıklarını, bu nedenle Allah'ın bunlardan, insanların kendisine sığınmasını emrettiğini beyan eder. 123

Bunlar akli delil olarak şunları ileri sürerler: Sihirbazlar iddia ettikleri şeyleri yapacak olsalar mucize ile karışır ve mucize peygamberin delili olmaktan çıkar. Sihirbazların yaptıkları işler tecrübe ile denenecek olsa, doğru olmadıkları ve vehimden ibaret oldukları görülür. Yine, eğer sihirbazlar iddia ettikleri şeyleri yapmaya kâdir olsalardı, kendilerine hazineler bulur, kendilerine gelen kötülükleri defeder, düşmanlarını kahreder, kralları alt edip yerlerine geçerlerdi. Oysa sihirbazlar insanların en fakir ve güçsüzleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar.124

Netice olarak şunları söyleyebiliriz: Çoğu meselede olduğu gibi âlimlerimiz sihrin gerçekliği ve tesiri konusunda da ihtilaf etmiştir ve sihrin hakikati ve tesiri konuları birbirlerini gerektiren şeyler olmamakla beraber sanki birbirine karıştırılmıştır. Hakikati var diye etki edecek anlamı çıkmadığı gibi, hakikati yok diye etki etmeyecek anlamı da çıkmaz. Meselenin temeli aslında meshurun psikolojisine dayanır. Eğer bir insan bu konulara hiç inanmıyorsa ve kendisine sihir yapıldığını hiç düşünmeyecek olursa ona sihrin hiçbir etkisi olmaz. Sihirbazlar insanların fobi ve korkularını istisrmar etmekte, gerçekliği olmasa bile bu yolla insanları etkilemektedir. Günümüzde, sihrin en etkili yollarından biri denebilecek olan "telkin" ile, yani yaldızlı sözler, aldatıcı davranışlar ve yalan-dolan haberlerle insanların kafası karıştırılarak, fikirleri çelinerek kanaatlerini değiştirmenin mümkün olduğu görülmektedir. Bu iş, söz, resim, yazı, film, yalan haber, bir ismi de sihirli kutu olan televizyon ile gayet kolaylıkla ve yaygın bir şekilde yapılabilmektedir. Yine hipnoz, illüzyon gibi yollarla neler yapılabildiği ve nasıl aldatılabildiği bir gerçektir. Ama bunlar da dahi eğer kişi iradesi güçlü ve ona hâkim ise kimsenin böyle kimselere etki edemeyeceği açıktır.

Görülüyor ki âlimlerimizden bir kısmı sihrin hayalden ibaret olan kısmına bakıp onun yokluğuna, diğer kısımlarına bakanlar da varlığına inanmışlardır. Adına ve mahiyetine her ne dersek diyelim, ortada hem nakli hem de akli ve tarihi bir gerçeğin olduğunu vurgulamamız gerekmektedir.


3. Sihrin Meydana Gelmesi ve Tesiri


Sihrin varlığını kabul edenler, etkisi hakkında çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Yine tesiri ve oluşumunun psikolojik sebeplere mi, yoksa maddi unsurlara mı dayandığı noktasında da farklı görüşler ortaya çıkmıştır.

İbn Haldun; "Sihir, kişilerin nefs ve ruhlarının eseridir. İnsan nefsinin bu gibi tesirlerinin bulunduğu, nefsin bazen tabi ve cismani olan sebeplerden başka, insan bedenine tesirler yapmasıyla ispat edilebilir. Sevinç ve neşe gibi sebeplerden doğmuş olan sıcaklık, bazen de vehme kapılmak ve ruhi olan tasavvurlar gibi geçici sebepler bu cümledendir. Tabi olan sebep ve tesirlerden başka, nefs bu yolda insan bedenine tesir ediyorsa, nefsin kendi bedeninden başkasına da tesir edebilmesinin mümkün olabileceğini gösterir. Çünkü nefsin kendi bedenine ve kendi bedeni cinsinden olan bedenlere tesiri birdir. Nefs, bedende yerleşmiş ve karar bulmuş değildir. Bu da nefsin diğer bedenlere tesir edebileceğini gösterir."125 der.

İbn Teymiye de "sihirle uğraşmanın gizli ve batıl bir işle meşguliyet olduğunu söyler, sihir yapabilme kabiliyetine erişebilmek için bu tür kişilerin zühd ve riyazetle meşgul olduklarını, günlük işlerden ve şehvetlerden uzak kaldıklarını belirtir. Bu davranışlarının sonucunda da Allah'tan şüpheye düştüklerini, şeytana ibadet eder hale geldiklerini söyler ve yaptıkları, yalanları nakletmektir "126der.

Sihrin oluşumu için ileri sürülen bir görüş de; tüm beşeri varlıklarda bulunan sihir kuvvetinin, riyazet ile fiili hale geçirildiğidir. Buda her çeşit ululama ve ibadetle, yıldız ve gezegenlerin ruhaniyetlerine yönelmekten ibarettir. Bundan dolayı sihir küfür sayılır. Yani küfür, sihrin mana ve sebeplerindendir.127

İbn Nedim sihirbazları ikiye ayırır. Bunlardan biri olan "sahara"; şeraite uymayan gruptur. Bunlar cin ve ruhları, hediyeler ve Allah'ın hoşuna gitmeyen; ibadetleri terk, kan dökme, yakın akraba ile evlenme vb. haram işleri yapmakla kendilerine köle edinenlerdir. Diğeri muazzimun'dur. Bunar şeriati kabul eden, Allah'a itaat ve dua eden, maddi arzulardan vazgeçen ve zahidce yaşayarak cin ve ruhları kendilerine tabi kılmaya muvaffak olanlardır. Her iki grup ta yüzükler, tılsımları halkalar ve tütsü gibi araçlar kullanarak sihir yaptıklarını söylemektedir.128

İbn Kayyım sihrin oluşmasında okuyup üflemenin tesirli olduğu söyler. Felak suresinde buna değinilmiştir. Nefis öfke ve çatışmaya göre şekillenir. Nefesleri nefsin oku olarak gönderir. Büyücüler, meshurun vücuduyla doğrudan ilişki kurmaz, düğümlere üfler ve onu bağlar, büyülü kelimeleri söylerler. Bunları kötü cinler vasıtasıyla yaparlar.129

Hanefi âlimleri şöyle der: "Duman ve benzeri şeyler meshurun bedenine ulaşırsa kişide sihir meydana gelebilir. Bunlar kişinin bedenine ulaşmadan hastalık ve ölümün meydana gelmesi mümkün değildir."130

Sihrin tesiri konusunda da farklı görüşler vardır.

İbn-i Haldun, sihirle ancak para ile satın alınarak mülk edinilen, alınan ve satılan eşya, hayvan ve kölelere tesir edilebileceğini, hür insanlara tesir edilemeyeceğini söyler.131

Bazı Hanefi âlimleri, sihrin aslının tılsımlardan ibaret olduğunu, güneşin Firavun'un cıva dolu değneklerine tesiri bazı yıldızların sihirde tesirli olduğu, ya da şeytana tazimden kaynaklandığını söylerler. İmam Şafii'ye göre ise sihir hastalık ve vesveseden ibarettir.132

Kurtubi bu konuda şöyle der: "Sihrin aslı bir nesneyi kurnazlıkla aslının tersine göstermek ve hayal ettirmeden ibarettir. Sihirbaz, kişiyi olanın tersine hayal ettirir. Kişinin suyu hayal ederek serap görmesi ya da denizde gemi seyrederken ağaç ve dağlarında onunla birlikte gittiğini zannetmesi, sihrin tesirinin de bu kadar olduğunu gösterir.133

İbn-i Kudame, "sihrin tesirlerinden biri olan, gerdek gecesi damadın bağlanmasına değinir. Bu bağlama ve düğümün çözümünden sonra bu durumun ortadan kalktığı ve bu durumun inkârı mümkün olmaya bir durum olduğunu söyler"134

İbn Kayyım sihrin tesiri konusunda şöyle der: "Büyücülere göre büyülerin tesiri ancak korkak ve süfliyata bağlı şehvani nefislerde tam olur. Bu yüzden çoğunlukla kadınlarda, çocuklarda, cahillerde ve dinden, tevekkülden, tevhitten nasibi zayıf olanlar ile dualar ve nebevi sığınmalardan nasibi olmayanlarda etkisini gösterir.135

Fazlu'r Rahman; "Sihir eşyanın özüne değil, psikolojik tavırlara etki eder"136 der.

Neticede anlaşılıyor ki sihrin tesiri psikolojiktir ve inkâr edilmez bir gerçektir. Fazlu'r Rahman'ın dediği gibi, Hz.Musa'ya (a.s.) karşı gelen Firavun sihirbazları sadece oradaki insanların gözlerini boyamışlardır. Bu sebeple sihir bir hiledir. Fakat bu gerçeksizliğine rağmen büyünün gerçek olan bir psikolojik etkisi vardır. Mesela Harut ve Marut kıssasında, sihri öğrenenlerin, kocaları karılarından psikolojik bir yönlendirme ile ayırdıkları belirtiliyor.137

4. Toplumda Sihir


İslam öncesi Türk toplumunda faaliyet gösteren Şamanlar, Budist ve Maniheist rahipler, Türklerin İslama girişi ile mesleklerini kaybetme endişesiyle İslama karşı koymak istediler. Bunda muvaffak olamayacaklarını anlayınca da yeni ortama ayak uydurmaya ve mesleklerini devam ettirebilmek için de Müslümanlar arasındaki yaygın hurafelerden yararlanmaya çalıştılar.138 Bu hurafelere Kur'an'dan âyetler de katarak İslami bir kılıfa bürümede muvaffak odular. Zamanla bu Şaman (kam) lar eski fonksiyonlarını yitirdiler. Bunların dini fonksiyonlarını derviş, âşık, şeyh, veli gibi kimseler; hekimlik fonksiyonlarını da ocaklılar, emçi kadınlar, kırık çıkıkçılar aldı. Gelecek ve geçmişten haber verme fonksiyonunu falcılar, büyücüler, cinciler paylaştı. Günümüzde bu tipler hem bu isimlerle ve hem de farklı isimlerle faaliyetlerini devam ettirmektedir. Medyumlar, Astrologlar, İllüzyonistler, hokkabazlar vs. bunlardandır.

Günümüzde herkesimden insanlar çok farklı amaçlarla bu tiplere müracaat etmektedir. Bunları şöyle sıralamak mümkündür: Çocuğu olmayanlar, Akli meleke ve fiziki fonksiyonlarında bozukluk olanlar, ailevi problemi olanlar, mesleki kariyerinde yükselmek isteyenler, geleceği ile ilgili bilgi elde etmek isteyenler, kendini, ailesini, malını korumak isteyenler, bir nevi ak büyü denilen işlemleri yaptırmak için bu kimselere başvururlar. Bunun yanında kötü amaçla yapılan ve yaptırılan kara büyülerde yaygındır. Bunlar; karı-koca veya başka kimselerin arasını açmak, insanının bazı kabiliyetlerini, dilini, bahtını, cinsi gücünü, idrarını bağlamak, sakatlamak, uyutmamak, malına canına hayvanına zarar vermek, kız kaçırmak gibi maksatlarla yapılanlardır.

Yine işinde tılsımlı yazılar, şekiller, âyetler, dualar bulunan muskalar muhabbet ve şifa maksadıyla, düşmanlık, cin, hasım ve benzerinden korunmak için muskacıya yazdırılır.

Yapılış amacı ve yapılan bölgeye göre, yapılan sihir işlemlerinde çok farklı nesneler kullanılmaktadır. Muska, saç, elbise parçası, tırnak, sabun, iğne, resim, ip, tespih, çakı, kilit, düğme, at nalı, kurşun, yumurta horoz kanı… bunlardandır. Yapılan sihir ise genelde boyun, koltuk altı, cep, yatak ve yastık altı, kapı eşiği, ocak arkası, merdiven dibi, kör kuyu, mezar gibi yerlere konulur.139

İnsanların bu gibi yollara başvurmasında gerek tıp ve gerekse de din anlamında halkımızın yanlış ve eksik bilgi sahibi olması temel etkenlerdendir. Tıbbi tedaviye ihtiyacı olan hastalar, bu gibi yerlere ve kişilere başvurmakta, bunların ise ne tıp ne de din yönünden bilgileri bulunmaktadır. Kırsaldaki vatandaşlarımız doktor yerine kolay ve masrafı az diye üfürükçüye giderken, şehirlerimizde gelir ve eğitim düzeyi yüksek ancak dini bilgisi zayıf olan kimseler de, ailevi ve kişisel sorunları için büyü yaptırarak problemi kolayca çözmek gayesiyle büyücülere başvurmaktadır. Neticede hem bu kimseler gayelerini erişemiyor hem de maddi ve manevi açıdan zarar görüyorlar, diğer taraftan da İslam'ın adını lekeliyor, insanların gözünde dini ve dindarları küçük göstermiş oluyorlar.

Ayrıca günümüzde yazılı ve görsel basında sihir ve kehanetle ilgili yaygın faaliyetler görülmektedir. Modernist geçinen gazetelerdeki fal köşeleri ve yine aynı dünya görüşüne sahip televizyonlardaki "sihirli", "cadılı" diziler, filmler, uçan kahramanlar, konuşan hayvanlar, şekil değiştiren, bir anda yok olan varlıklar, bir hareketle istediğini yapabiliyormuş gibi gösterilen insanlar ve başka birçok programların hepsi hakikati olmayan sihir olarak değerlendirilebilir. Yine ekranlarda görülen illüzyonist ve hokkabazların kendilerini has bir takım yetenekleriyle yaptıkları gösteriler de aynıdır. Bütün bunlar ve bu istikamette değerlendirilebilecek faaliyetler İslami açıdan masum değildirler. Kimi itikadi, kimisi de ahlaki açıdan problem oluşturmaktadır


B. SİHİRDEN KORUNMA, SİHRİN TEDAVİSİ VE MUSKACILIK


İnsanın sihirden etkilenmemek için iradesini güçlendirmesi, kalbini takviye etmesi gerekir. Bunun yolu da Allah'a olan inanç, güven ve tevekkül duyguları güçlendirmek, Allah'ın himayesi altında olduğuna ve o dilemedikçe kimsenin ve hiçbir şeyin zarar veremeyeceğine inanmaktır. Daima Allah'a sığınma, dua etme ve O'na kulluk yapmaktır. Yine sürekli muavvizeyn ve Âyetel-Kürsi gibi sureleri de okumak tavsiye olunmuştur.140 Yine dua ve sureleri okuyamayan okuyamayacak durumda olanlar, özellikle çocuklar için, rukye denilen, şirk ve küfür içermeyen, Kur'an ve sahih hadislerden sure ve duaları yazıp asmak da caiz görülmüştür.141

Sihrin tedavisi için ise, sihrin varlığını kabul eden İslam âlimleri bazı tavsiyelerde bulunurlar. Bunlardan İbn Kayyım sihrin iki çeşit tedavisinden bahseder: 1. Sihirde kullanılan şeylerin çıkarılması ve iptali. Nitekim Resûlüllah böyle yapmıştır. Bu sihrin en iyi tedavi yoludur. Pis maddenin vücuttan çıkarılıp atılması gibi insanı rahatlatır. 2. Sihir eziyetinin ulaştığı yerin boşaltılması sihrin tabiatta ve mizacın bozulmasında etkisi vardır. Sihrin etkisinden zarar gören yere hacamat yapılması tedaviyi sağlar.142

Sihrin sihirbaz tarafından tedavi edilmesi hususunda da âlimler ihtilaf etmiş, Said b.el-Müseyyeb, Ahmet b.Hanbel, El-Müzeni bunu caiz olduğunu, Hasan Basri ise kerih olduğunu söylemişlerdir. İmam Şafii nüşre denilen, cin çarptığını zannedenin tedavi edildiği okumada bir beis olmadığını söyler, İbn Hacer, nüşrenin iki çeşit olduğunu, bunlardan birincisi; sihrin, Kur'an'dan dualar ve meşru zikirlerle tedavisidir der. İkincisi ise sihrin şeytanlardan yardım alınarak sihirle çözülmesidir ve haramdır. Peygamberimizin yasakladığı nüşre143 bu olduğunu ve sihrin bazen meşru olan rukye, dua ve muska ile çözülebileceğini belirtir.144

İbn-i Kayyum, sihri tedavi usullerinin en faydalısı ilahi ve manevi tedavi şekilleridir. Onun ilaçları bizzat faydalıdır, zira sihir süfli ve habis ruhların tesirinin neticesidir. Bunun izalesi de ancak ona muarız ve mukavim olan zikirler, âyetler ve dualarla mümkündür. Bütün bunlar daha kuvvetli ve daha tesirlidir. Bu, muskadan da tesirlidir der.145

İbrahim Canan, Nesaî'de geçen: "Kim (sihir maksadıyla) bir düğüm vurur ve sonra da ona üflerse sihir yapmış olur. Kim bir sihir yaparsa küfre düşmüş olur. Kim bir şey asarsa, o astığı şeye havale edilir."146 Hadisinin açıklamasında şöyle der: "Bu hadiste geçen asma meselesine gelince; bununla büyüklerin veya küçüklerin boyunlarına fayda maksadıyla asılan muska, nazarlık gibi şeyler kastedilmiştir. Ziynet için takılan şeyler buna dâhil değildir. Bazı âlimler bundan maksat; cahiliye devrinde boncuklardan, vahşi hayvanların tırnak ve kemiklerinden mamul kolyelerdir, der. Hadiste geçen yasağı oldukça kayıtlar. Bunlara göre Kur'an âyetlerinden, Allah'ın isimlerinden yazıp asılacak muskalar bu yasağa girmezler hatta bunlar câizdir. Nitekim Abdullah b.Amr'ın çocuklara bu çeşit şeyler astığı rivayet edilir.

Bazı âlimlerde: Burada takbih edilen husus faydanın celbine ve zararın def'ine inanılarak yapılan asmadır, değilse teberrük gayesiyle yer verilen asmalarda mahzur yoktur, câizdir, demiştir.147

Elmalılı ise, İkrime gibi bazı âlimlerin mesh etmeyi, üflemeyi caiz görmediğini, şöyle açıklar: "Bundan maksatları, tükürüklü üfürükler ve sinirleri bozacak sıvazlamalar olsa gerektir, yoksa şeytani habis üfürmelere mukabil kudsi Rahmani üfürmeler ve nefesler dahi bulunduğu ve maneviyatın maddiyata, maddiyatın maneviyata geçmesi için velev ki cüz'i olsun, bir âdi sebebe teşebbüs dahi gerektiği inkar olunamaz.148

Şevkani, kadını kocasına sevdirmek için yapılan muska caizdir. Çünkü bu sevdirme bir bakıma ziynet ve süsleme gibidir, 149der.

Netice olarak İslam âlimlerinin genel kabulüne göre; Kur'an ayetleri, dualar, zikirler ile hem sihirden etkilenmemek, hem de vâki olmuşsa kurtulmak için önlem alınabilir. Gerektiğinde sözlü duanın yanında fiili ve hatta yazılı dua dahi etkilidir, câizdir. Ancak bu dualarda ve bu işlemlerde tevhide aykırı ve şirki çağrıştıracak mahiyet olmamalıdır. Nüşre ve muska konusundaki yasaklar, bunların içeriğinde böyle tevhide aykırı, küfrü gerektirici ifadelerin geçmesindendir. Nitekim Peygamberimize rukyenin sorulması üzerine içinde şirk bulunanın yasak olduğunu beyan etmiştir. İnsanların Allah'a tevekkülü bırakıp, sadece okuma ve üflemeye bel bağlaması, şifayı bu işi yapanlardan beklemesi, okuyan ve bu işleri yapanlarında neticeyi Allah'ın belirleyeceğine değil de kendilerinin bu işte etkin olduğunu düşünmeleri bu konunun sakıncalı boyutlarındandır. Allah'a sığınarak, şifayı O'ndan umarak okuyup üflemekte bir mahzur yoktur.


Yüklə 280,8 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin