kur'an'In muhatabI
Muhataplar konusunda şunu belirtmek zorundayız ki, ilahi ve gayri ilahi mektep, ekol ve dinlerin her birinin muhatapları vardır; ama her birinin muhatabı farklıdır.
Mesela, bir mektep milliyetçi bir eğilime sahip olabilir. Genelde siyasi partiler bu eğilime sahip olup amaçları da (en azından kendi iddialarına göre) kendi milletlerini kurtarmak ve onların saadetini temin etmektir. Buna göre, bunların muhatapları kendi halklarıdır, diğer milletler onların muhatabı değildir. Mesela, İngiltere'de kurulmuş olan İşçi Partisi veya Muhafazakâr partinin muhatabı İngiltere halkıdır.
Başka bir mektep de ırka dayalı olabilir. Yani amacı, bir ırkı kurtarmak olabilir. Haliyle muhatabı da o ırk olacaktır. Zencilerin beyazlara karşı başlattıkları hareketler gibi, onların muhatabı zencilerdir.
Bazen de bir mektep açların karnını doyurmak amacıyla teşkil edilir. Bu yüzden de açların birleşmelerini ve haklarını zorbalardan alabilmeleri için bir güç ve kudret oluşturmalarını önerir. İster-istemez böyle bir mektebin muhatapları da açlardır.
Mesela; işçi tabaksının saadetini temin etmek ve onları kurtarmak amacıyla kurulduğunu iddia eden Marksizmin muhatapları işçilerdir; dolayısıyla zengin tabakadan üye kabul etmezler.
İslam’ın muhatabı kimlerdir? Kimleri üye olarak kabul eder? İslam dini Araplar arasında zuhur ettiği için muhatapları da Araplar mıdır? Veya Mekke'de doğduğu için muhatabı kendi kavmi, yani Mekke'liler midir?
Kur’an’ın hitaplarına baktığımızda şu hakikati görüyoruz ki Kur’an’ı Kerim, ey Araplar, ey Kureyş, ey Mekkeliler, ey Medineliler veya ey Şamlılar diye hitap etmemiştir. Kur’an’ın hitabı iki çeşittir: Bir kısmı "Ey insanlar", diğer bir kısmı da bu daveti kabul edenlere emirler verilmek istendiğinde "ey iman edenler" şeklindedir.
Bazıları diyorlar ki: İnsan bir nevi soyut bir varlık olduğundan bir mektebin muhatabı olamaz.
Yine şöyle diyorlar: İnsan, insan olma açısından hiçbir vicdana sahip değildir, eğer bir mektep insanı muhatap edinirse o mektep bir hareket yaratamaz.
İranlı, Arap veya acem muhatap olabilir ve dolayısıyla onların milli vicdanı bir hareket başlatmalarına neden olur. Yani ey İranlı, ey Mısırlı veya ey Arap "sen böyle olmalısın" denebilir ve bu surette de hitaplar milli gurura dayanmış olur. Irksal gurura da hitap edilebilir; mesela, "ey zenciler veya ey Kızılderililer" denebilir. Aynı şekilde, bir sınıf da ortak bir vicdana sahip olduğundan dolayı o sınıfa hitap ederek, ey fakirler, ey işçiler veya ey çiftçiler denebilir. Burada da üzerinde durulan ve hareket yaratabilecek şey sınıfsal vicdandır. İşçiye edilen hitap da "ey işçi, senin servetin neden az olsun"? denildiğinde onu harekete geçiren şey onun çıkarlarıdır. Kendi kendine düşünüp der ki: "Benim hakkımı neden başkası alsın? O halde, eğer bir mektep, "ey insan" diyorsa neye dayanarak böyle hitap ediyor?
Asıl mesele de budur zaten, işte bu yüzden, her mektebin muhatabını dünya görüşünün niteliği belirler ve bu iki mesele birbirlerine bağlıdırlar dedik.
İslam, insan vicdanının onun milliyetinde veya ırkında yahut da sınıfında oluştuğuna inanmaz. İslam’a göre insanlarda fıtrat denilen ortak bir vicdan söz konusudur; doğan herkes fıtratı üzerinde doğar; biz, bu konuyu kendi yerinde detaylı bir şekilde ele alıp üzerinde durduk.
Mezkur ilkeye göre, yüce Allah insanı yaratırken ona üstün bir vicdan ve ruh vermiştir: “Ve ona kendi ruhumdan üfledim”. Buna göre, dünyaya gelen her insan, baba ve annesi kim olursa olsun yüce bir vicdana sahiptir. İşte İslami davet bu yüce vicdana hitap etmektedir. Milli vicdan, ırksal ve sınıfsal vicdan sonradan kazanılan vicdanlardır.
Yani İslam diyor ki ey insan, sen insan olduğun için seni davet ediyorum. Ey mahrum, mahrum olduğun için veya ey zenci, zenci olduğun için... seni davet ediyorum demiyor. İslam davet ederken insanın insanlık gururuna hitap eder; milli gurura, ırksal gurura veya maddi çıkarlara hitap etmez.
Başka bir ibaretle, İslam, vicdanı gereği adaleti arayan insana hitap eder; bunun da insanın çıkarları adalette olduğu için değil, adaletin insani bir değer olduğu için savunur.
Kur’an’ı Kerim’in açıkça buyurduğu üzere, İslam'ın en köklü ve temel hedeflerinden biri adaleti uygulamaktır. Şüphesiz adalet uygulandığında başkalarının hakkına tecavüz eden zalimler zarar edecek, mazlumlar ise faydalanacaktır. Ama İslam’ın hedefi “mustazaflara minnet bırakıp onları kurtarmaktır” demekle, Kur’an’ın muhatabı sadece mustazaflardır demek çok farklıdır. İslam, mustazafları kurtarmak istiyor ama, onun muhatabı bütün insanlardır. Hatta Firavun gibileri bile Kur’an’ın muhatabıdırlar. Çünkü Kur’an her insanın hatta Firavunun bile zatında gerçek bir vicdanın var olduğunu savunmaktadır. Kur’an diyor ki, şimdilik size hükümet eden Firavun her ne kadar gaddar, zalim ve insanlıktan sapmış bir varlık ise de, yine de Allah vergisi olan bir fıtrata sahiptir, çünkü o da bir insandır. İşte bu yüzden Allah'ın göndermiş olduğu peygamberler onunla savaşmaya geldikleri zaman öncelikle Firavunun batınındaki vicdanı ona karşı harekete geçirmeye çalıştılar. Bu hususta Kur'an şöyle buyuruyor:
Ey Musa, Firavuna git ve bak, onun içinde esir ve mahpus olan vicdan ve fıtratı kurtarabilir misin? Eğer bunu yapamazsan o zaman onunla savaş. Yani, önce içten mücadele etmeye çalış eğer; bunda başarıya ulaşmazsan o zaman dış mücadeleyi başlat.
tevhİd mesajI
Bu iki ayetteki ikinci bölüm Kur’an’ın en önemli mesajıdır; bu mesaj diğer mesajların tümünün temelidir. Tevhid mesajı sadece Peygamberlerin sonuncusuna mahsus değil, bu mesaj bütün peygamberlerin risaletlerinin başında gelir.
Kur’an ilk aşamada ibadet edin ve daha sonra da ibadet ettiğiniz varlık Allah olmalıdır demiyor. İnsan ibadet etmeden yaşayamaz, insanların tümü çeşitli şekillerde ibadet ederler. İbadet etmek insanın fıtrî ve zatî güdülerinde mevcuttur. Yani, insan fıtri olarak bir şeyi takdis ve tenzih etmeye ve de kendini ona yakınlaştırmaya meyillidir.
Böyle bir eğilim bütün insanlarda mevcuttur, materyalistler bile ibadet ederler. Karl Marks şöyle demiştir: "Ben insanı, insandan başkasına tapmaktan kurtarmak ve onun kendisine tapmasını sağlamak istiyorum." O da insanın bir şeye tapmak zorunda olduğuna inanmış ama, kendi dediği gibi, mabudun insan olması gerektiğini ileri sürmüştür.
Kur'an'ın mesajı şudur: Ey insan, kendi rabbine, kendi Allah'ına ve senin yetkini elinde tutan varlığa ibadet et. O öyle bir yetki sahibidir ki bütün varlık alemi onun iradesine bağlıdır, eğer bir lahza onları kendi başına bırakırsa her şey birbirine girer ve düzen bozulur.
“O, sizi ve sizden öncekileri yaratandır.”
Fatiha suresinin tefsirinde ibadet konusunda bahsettik ve Kur'an'daki ibadetin daha geniş bir anlamı olduğunu hatırlattık. İbadetin en yüce derecesi, secde etmektir.
Bu aşamayı geçtiğimizde Kur'an, her itaati, ibadet saymaktadır. İşte bu yüzden de buyurmuştur ki: Kendi nefsinin isteklerine uyan ona itaat eden kimse nefsine tapmış olur. "Kendi nefsini ilah edinen insanı gördün mü?"111[111] İnsanın kendisine tapmasının manası, insanın kendisine secde etmesi değildir, bundan amaç nefsine uyması ve itaat etmesidir.
Dostları ilə paylaş: |