Kur'AN'da ulûHlyyet



Yüklə 2,97 Mb.
səhifə32/59
tarix07.01.2019
ölçüsü2,97 Mb.
#91458
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   59

39. El-Halîm

Haİîm, hEİm masdanndan sıfattır. Hilm lügatte, “nefsi ve tabi, gaza­bın heyecanından alıkoymaktır” 1475Halîm, bu vasfı haiz olan kimseye denir. Alâh'ın sıfatı olarak çok sabırlı” 1476“İsyanlarına rağmen, isyan ehlini cezalandırmakta aceleci olmayan” 1477“gazabın kendisini kızdır­madığı, bir sapığın düşüncesizliğinin, bir âsinin isyanının Kendisini öfkelendirmediği, af ve teenni sahibi” 1478olarak tanımlanır. Cezalandırmak­tan aciz olarak affeden kimse, halım vasfını alamaz; halım;, güçlü olduğu halde affeden, ukubete acele etmeyen, teenni gösteren kimsedir.

Kur'ân-ı Kerîm'de, bu maddeden fiil örneği hiç yoktur. “Buluğ çağı” anlamında bir kaç âyette “hulum” ismi gelmiştir 1479. Bu çağa erişe­nin hüm vasfına lâyık olmasından dolayı bu isim verilmiş olmalıdır 1480 Dört yerde çoğul şekliyle ahlâm görülür. Bunlardan üçünde, “ru'yâ” mâ­nâsına olan hulm'un çoğulu 1481, bir yerde de 1482 hilm'in cemidir, ve bu vasfın akılla olan ilgisinden dolayı, bu son âyette “ahlâm”, “akıl” olarak tefsir edilmektedir. Bunların dışında bu kökten sadece Halîm vasfı varid olmuştur.

Halîm vasfı, ilkin 43. sıradaki Fatır sûresinin şu âyetinde zuhur eder:

Doğrusu, zeval bulmasın diye, gökleri ve yeri tutan Alâh'tır. Eğer onlar zevale uğrarsa, Ondan başka andolsun ki onları kimse tutamaz; Muhak­kak ki O, Halîmdir, Gafurdur1483. Bu âyetten önceki iki âyet ile bun­dan sonraki âyette, inkarcıların davranışları belirtilmektedir. Kullarını Kendisine karşı isyan içinde gördüğü halde O, Halîm vasfıyla muamele ediyor, sabrediyor, suçtan vaz geçme imkânı veriyor. Arkasından bu in­kârdan dönenleri, bir mağfiretin beklediğini bildiriyor. İşte bundan dolayı “Halîm Gafurdur” buyurmuştur. 1484

Mekke Devrine ait ikinci misal 17,44' dedir. Bundan önceki bir kaç âyette müşriklerin Allah'a kızlar (tanrıçalar) isnad etikleri, yahut Onunla böyle bir neseb iddiasında olmaksızın başka tanrılar uydurdukları bildirilmektedir. Bu çocuk isnadı öyle bir cinayettir ki, bir başka âyette bu hadisenin büyüklüğü şöyle beyan olunur:

Rahman'a çocuk isnad etmelerinden dolayı nerdeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar göçecekti1485. İşte bu kız isnad etmeleri bildirildikten sonra buyuruluyor ki:

O, onların söylediklerinden Münezzehi­dir, Yücedir, Uludur. Yedi gök yer ve bunlarda bulunan kimseler Onu teş­bih eder; Ona hamdile teşbih etmeyen yoktur. Fakat siz onların tespihleri­ni anlamazsınız, muhakkak ki O Halimdir, Gafurdur1486. Burada Halim vasfının mühlet verme, yumuşak davranma, hak ettikleri cezayı vermemiş olmak gibi, bir önceki âyetteki taşıdığı anlamı belirttiği ortada­dır. Mağfiret, ikinci plândadır. Hilmin verdiği imkândan istifade ile, buna ehil hale gelenleredir. Halîm ismi, bütün mekkî âyetlerden, sadece bu ikisinde Allah'ı tavsif etmektedir. Mezkûr iki örnek üzerinde nisbeten ay­rıntılı olarak durmamızın sebebi vardır. Gaudefroy-Demombynes'in öne sürdüğüne göre Halîm vasfı, Kur'ân'daki ilk kullanılışlarında “soğukkanlı, sakin, sabırlı” mânâlarına geldiği halde vahyin gelişmesiyle anlam de­ğiştirmiş olmalıdır. O, bundan dolayı bu vasfı “merhametli, insanî, müsa­mahakâr (element, humain, indulgent)” olarak tercüme eden garblı müs­teşrikleri tenkid eder. Medine devrinde, bilhassa Gafur vasfına bitişmesi sebebiyle, iyilik, yumuşaklık, (bonte, douceur) mânâsını kazandığını söy­ler. Bu iddiasına şahid olarak, bu vasfın geçtiği bütün medenî âyetleri (metin olarak değil de, numaralarını vermek suretiyle) misal vermektedir. Ayrıca WelIhausen ve Lammens'in bedevî arapların halîm, yani otorite­sini korumak için sinirlerine hakim olmayı kabile reislerinden bekledikle­rini ortaya koymuş olduklarını zikrederek, “Kur'ân'ın beşerî efendilerin bir faziletini, cari ifadeye uyarak Allah'a tatbik ettiğini” ileri sürmektedir.1487

Bu zatın ihmal ettiği en önemli şey, Halîm vasfının göründüğü muh­tevadan tegafül etmektir. Lisandaki kelimelerin bulundukları muhtevaya göre az çok değişik anlamlar ifade ettikleri, herkesin malumu olan bir gerçektir. Elbette ilâhî vasıfların bize telkin ettikleri mânâlar da bundan müstesna değildirler. Bundan ötürü müfessirler, ilâhî vasıfları açıklarken bir yerden öbürüne, bazı ince farklar belirtirler 1488. Şimdi bu açıdan ba karsak şu durumla karşılaşırız:

Mekkî olan iki âyette varid olan Halîm ilâhî vasfı müşriklerin durumu bildirilirken geldiği halde, yazarın işaret etmiş olduğu bütün öbür âyetler medenîdir. Ve istisnasız olarak mü'minlerin hal­lerinden haber vermektedir. Şuna da dikkat edilsin ki, söz konusu mekkî âyetlerde müşriklerin Kur'ân nazarında en büyük olan “Gökleri parçalayacak, yeri yaracak, dağları göçürecek” cinayetleri bahis mevzuudur. Bu­ralarda Halîm vasfının “cezalandırmakta aceleci olmayan, sabırlı” mânâ­sını ifade etmesi, tabiidir; zira onların bu şirklerinin tatlılıkla, müsamaha ile karşılanması bağışlanması elbette düşünülemez. Gelelim bundan son­raki medenî âyetlerde Halîm vasfının geçtiği muhtevalara:

2,225'de, ağız alışkanlığı ile yapılan yeminler; 2,235'de kocası ölen kadınlara, iddetleri bitmeden önce yapılan evlenme teklifleri; 2,263'te verilen sadakaları minnet ederek boşa çıkarmak; 64,17'de Allah'ın emir­lerini güc yettiğince yerine getirmek, cimrilikten sakınmak, Allah yolunda harcamak; 3,155'de, mü'minlerden savaşta geri dönenler; 4,12'de bildiri­len mîras paylarına riayet etmek, muhtemel haksızlıklar; 33,51'de Hz. Muhammed'in eşlerinin Ona karşı davranışları; 22,59'da mü'minleri Medine' ye hicrete ve saldırgan müşriklere karşı cihada teşvik; 5,101'de dini hü­kümlerde zorluğa götürecek lüzumsuz soruların Hz. Peygambere yönel­tilmesi söz konusudur. Binaenaleyh, bu âyetlerde zikrolunan halim va­sıflarının cezalandırmakta aceleci olmayan” anlamı bulunmakla beraber dâhil oldukları muhtevalar, istihdaf edindikleri mü'minler ve bitişikleri Şekûr Gafur gibi öbür ilâhî vasıflar sebebiyle iyilik afivkârlık, müsamaha­kârlık anlamlarını telkin etmeleri normal olacaktır.

Çevredeki beşerî bir fazileti, ilâhî plâna uygulamak iddiasına gelin­ce:

Bu, “Tanrı hakkında beşeriyetin tanıdığı vasıfların ifade ettiği değer”. genel problemi ile ilgilidir. Özellikle Tanrı tanımayan bazı filozofların (Feuerbach vb.) ötedenberi ileri sürdükleri “projection” tenkidinde menşeini bulmaktadır. 1489 Bunlarla tartışmaya girmek, bizim bu çalışmamızın çer­çevesine dahil değildir. İlâhî vasıfların, “marifet” bakımından değeri ko­nusunda, özellikle birinci fasılda -yeterince bilgi verilmişti. Şu kadarını söyleyelim ki Halîm vasfı, Kur'ân'da bütünleştiği muhteva ile, Ulühiyyetin değerli ve gerekli hususiyetlerinden birini belirtmektedir. Onda, Ulûhiyyetin kemaline yaraşmayacak hiç bir şey yoktur, Tevrat'ta da Tanrı aynı şekilde vasıflandırılır 1490. Onlar da mı, bu örneği arap kabile şeyhinden aldılar acaba? Mü'minlerin bu ilâhî vasfı Kur'an'dan işittiklerinde bulduk­ları şuurun, son derece büyütülmüş soğukkanlı, çatık kaşlı içten pazar­lıklı olduğu için sakin ve vakur vs. bir kabile şeyhi imajı ile ilgisi olma­dığı ortadadır. Hele bütün ilâhî vasıflar bir arada mütalaa olunursa, Kur'an'ın bildirdiği Allâh'da, bedevî arap şeyhi imajını arayan iddianın ne ka­dar tutarsız olduğu açıkça görülür. Ancak Onun, Hakîm, Halîm vasıflarıdır ki, insana Yaratacıstna karşı cüretkârlığını bu raddeye vardırabilecek hürriyeti tanımıştır.

Halîm vasfının Kur'ân'da zikrolunuşu, şu özellikleri gösterir:



a) İnsanlardan, yalnız peygamberler hakkında kullanılmıştır: Hz. İb­rahim 1491, ve Onun oğlu 1492, Hz. Şuayb 1493.

b) Münferid olarak hiç varid olmamıştır.

c) Allah Taâlâ'yı iki mekkî, 11 medenî âyette tavsif etmiştir. Demek ki Medine'de on misli kadar fazla zikrolunmuştur.

d) En çok, “Gafur” vasfıyla terkib edilmiştir. İki mekkî 1494, 4 medenî âyette 1495 bu durum görülür. Bu beraberlik Mekke'de “Halîm Gafur” şeklinde, Medine'de ise, takdim te'hirle “Gafur Halîm” şeklindedir. Demin bildirdiğimiz gibi, mekkî âyetlerde kâfirler, me­denî âyetlerde ise mü'minlerden bahsedilirken, bu ilâhî vasıf varid olur. Bilmiyoruz, bundan muhatablar nazarı itibara alınarak birinci veya ikinci plâna konulduğu neticesi çıkarılabilir ve meselâ şöyle düşünülebilir mi:

Allah, peygamber davetine muhatap olan kimse hakkında şirki affetmez. Bundan ötürü müşrik için en iyi durum, ona mühlet verilmesidir. Yani Allâh'ın Halîm vasfı ile tecelli etmesidir. Böylelikle ona iman imkânı verile­rek mağfiret yolu da açılmış olur. Buna mukabil mü'minlerin amelî itaatsiz­likleri söz konusu olduğunda, Allah birinci derecede bağışlayabileceğini iş'ar etmek istemekte, ancak bu kesin olmadığından havf ve reca ara­sında tutmak hikmetine binaen, Halîm vasfı da ikinci plânda hatırlatılmak­tadır. Bunda, bir taraftan ilâhî müsamaha, diğer taraftan da hali hazırda olmasa bile ileride Allah'ın gereken cezayı verebileceği îma edilmektedir. Belki de? (Va'llâhu a'lem).



e) “Alîm Halîm” şekli üç medenî âyette bulunur 1496. 'Alîm vasfı, Halîm vasfının şümulünü artırıyor. Allah Kendisine kar­şı yapılan her isyanı, iyiden iyi bildiği halde hilm ile muamele ediyor. Sa­dece “Halîm” denilseydi, Allah'ın her şeyi bildiği ilk anda değil, bir dü­şünce ile sonradan hatırlanacaktı. İkisini bir anda mezcetmek daha baş­ka bir etki göstermekte, bir başka kemal belirtmektedir.

f) Yalnız bir medenî âyette “Ganî Halîm” şekli vardır. 1497

g) Bir medeni âyette “Şekûr Halîm” varid olmuştur. 1498


Yüklə 2,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   59




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin