32. Basîr
Basîr, “görme” anlamına gelen basar masdarından sıfat-ı müşebbehedir. Allah'ın vasfı olarak:
“Gören, Bilen hiç bir şey Kendisinden saklanamayan, yapılanları tek tek zaptedip muhafaza eden” demektir 1364el-Gazzâlî diyor ki:
“Onun görmesi, çeşit çeşit görülebilecek şeylerin sıfatlarının bütününün, kendisi vasıtasıyla münkeşif olduğu bir sıfattan ibarettir” 1365 el-Halîmî'nin oldukça Kelâmı tarifi şöyledir:
“Mahlûkların görme duyulanyla idrâk ettikleri cisimleri ve renkleri, görme organı olmaksızın idrâk eden.” Mesele, mezkûr şeylerin. Kendisine gizli kalmadığına varır. O, her ne kadar gözdeki mürekkep duyu ile mevsuf değilse de, bu duyusu olmayınca cisimleri veya renkleri idrâkten yoksun olan kör gibi değildir, demektir” 1366
Bsr maddesi, oldukça çok kullanılmıştır. Fiilden ziyade isim ve sıfat şekil vardır. Bu kökten fiil veya isim, hiç bir yerde Allâh'a izafe edilmemiştir. Yalnız bir âyette, klâsik nahvin “ta'accub fiili” adını verdiği siga ile varid olması müstesnadır:
“O, ne mükemmel Gören, ne mükemmel işiten'dir” 1367.
Fakat görmek mânâsına gelen bir başka fiil (re'â) Allah'a nisbet edilmiştir:
“Ben sizinle beraberim, işitirim ve görürüm” 1368; yerâ “görür” 1369; azamet cem'i ile nerâ “görürüz” 1370.
Bu fiilden de sıfat veya masdar şekli Allâh'a izafe edilmemiştir.
Basîr vasfına, ilkin 42. sıradaki el-Furkân sûresinde rastlıyoruz 1371, Kur'ân'da 44 âyette Allah'ı tavsif eder. Müteaddit yerlerde mahlûklar hakkında da kullanılmıştır. Allâh hakkında kimi eliflâmlı, kimi eliflâmsız varid olur. Bazan bu vasfın mütemmimi (tümleç) zîkrolunur:
“Allah, kullarını Görendir”, “Allah yaptıklarınızı Görendir” gibi. Bazan ise mütemmim zikrolunmaz, ıtlak ifade eder:
“O'dur işiten, Gören”, “Senin Rabbin Görendir” (25, 20). Bu vasfın kullanılış özellikleri:
a) Ekseriya münferid gelir.
b) “Habîr Basîr” şekli 5 âyette bulunur 1372. Bunların hepsi de mekkîdır.
c) “Semî' Basîr” terkibi 10 âyette geçer. Hem mekkî 1373, hem medenî 1374 âyetlerde bulunur.
Bu isim, kendisini destekleyen isimlerle beraber gelerek, Allah'ın mahlûkatım murakebe ettiğini gösterir. Habîr gizli taraflara, Basîr ise basarla, görülen taraflara taallûk eder. Keza işitme ile görme de biribirini destekleyen sıfatlardır. 1375
33. El-Hâdî
Hâdî, aynı anlama gelen hudâ ve hidâye masdarlarından ism-i faildir. Hidâye, “iutf ile olan rehberlik” demektir 1376 Allah'ın vasfı olarak şöyle tanımlanır:
“Kendisini tanıma yollarını kullarına gösterip tanıtan, onları Rubûbiyetini ikrar edici kılan, her mahlûkun bekası ve varlığını sürdürmesi için gerekli olan cihetlere yönelten” 1377 O, Hâdî sıfatıyla kurtuluş (necat) yolunu gösterir ve açıklar. 1378 Bundan fazla olarak, kullarından dilediğini tevhîd nuruyla müşerref kılar, istediğini dosdoğru yola hidâyet eder. Ayrıca bütün diğer mahlûkları faydalarına olan yöne sevkeder, rızık arama yollarını, zararlardan sakınmalarını ilham eder 1379 el-Gazzâlî, bu ikinci nevi hidayete bazı örnekler verir:
Yeni doğan yavruya memeyi tutmasını, civcive çıkar çıkmaz doneleri toplamasını, arıya yuvasını altıgen şeklinde yapmasını vb. gibi her canlı için en uygun şartı ilham eder.1380
Hdy, Kur'ân'da en çok zikrolunan maddelerdendir (çeşitli çekim ve müştaklarıyla 350 kadar). Sizi hidayet etti, beni hidayet etti, bici hidayet etti, hidayet ettik, hidayet ederiz vb. fiillerin faili, her zaman Allah'tır. Bu fiilin faili, nadiren peygamberler olur 1381. Masdar olarak, münhasıran “hudâ” getirilmiş ve çok fazla zikrolunmuştur. Aynı anlamdaki hrdâye hiç kullanılmamıştır. Allah, Kendisinin verdiği nevi için “hudâ” yi seçmiş, insanın ihtiyarî olarak doğru yolu araması hakkında ise “hidâye”den gelen ihtida şeklini irad etmiştir er 1382-Râgıb el-isfehânî'nin (ö. 502/1108) taksimine göre, Kur'ân'da Allah'ın insanı hidayeti şu dört vechi gösterir:
a) Bütün mükeieflere şamil olmak üzere, akıl, anlayış ve zarurî bilgileri istidatları nisbetinde vermek. (Bu kısma, mükellef insanların dışındaki bütün mahlûkların varlık ve bekalarını sürdürecek vesileleri vermeyi de katmak gerekir).
“Rabbimiz Odur ki her şeyi yaratmış sonra da (onlara) yol göstermiştir” 1383 veya “O, her şeyi ölçü ile yaparak sonra da doğru yolu gösterdi” 1384 âyetleri bu kısımdandır.
b) İnsanları, peygamberlerinin lisanıyla çağırdığı hidayet:
“Onları, buyruğumuz ile, insanları doğru yola götüren (yehdûne) önderler yaptık” 1385 âyetinde olduğu gibi.
c) Bu hidayeti kabul edene mahsus kıldığı tevfik hidayeti:
“Hidayeti kabul edenlerin (ihtedev), Allah hidayetlerini artırır” 1386.
“Allâh, iman edenleri hidayet etti (...)”1387 âyetlerde olduğu gibi.
d) Ahirette, cennete hidayet:
“Hamd Allah'a olsun ki, bizi buna hidayet etti” 1388 âyetler de olduğu gibi.
Bu mertebelerden, bir sonra gelen, bir öncekine terettüb eder ve gerektirir; ama bir önceki mertebe, bir sonrakini gerektirmez. 1389
İnsan bir başkasını, bu dört hidayet nevinden sadece davet ve yolu tanıtmak suretiyle hidayete sevkedebilir. Hz. Peygambere hitaben:
“Muhakkak ki sen, dosdoğru yola hidayet edersin” 1390;
“Her millet için hidayet eden (yani davet eden) vardır” 1391 gibi âyetlerde kasdolunan hidayet, bu nevidendir. Gerekli istidatları, tevfîki ve ahirette mükâfatı vermek şeklinde olan öbür hidayet çeşitlerine ise:
“Sen istediğini hidayete erdiremezsin” 1392. Hitap özellikle Hz. Peygamberedir gibi âyetler işaret eder. Allah'ın; zalimler, kâfirler, fasıklar hakkında menettiğini bildirdiği her âyette, üçüncü nevi yani “hidâyeti kabul edenlere mahsus olan tevfîk hidayeti” söz konusudur. Cennete koymak ve ahirette mükâfat vermekten ibaret olan dördüncü nev'e giren hidâyet ise şu gibi âyetlerdedir:
“İmân ettikten, Peygamber'in hak olduğuna şehâdet ettikten, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra inkâr eden bir topluluğu, Allâh nasıl hidâyet eder?”1393.
“Allah zâlimler topluluğuna hidâyet etmez”1394.
“Onların hidâyetleri sana düşmez, fakat Allah dilediğini hidâyet eder” 1395.
Allah hidâyet vasfını, daha ziyâde fiil ve isim şekilleriyle bildirmiştir. Hâdî sıfatı çok az varid olmuştur. “Hidâyet edici ve Yardımcı olarak Rabbin yeter” 1396. Bu, Hadi vasfının göründüğü ilk âyet olup 42. sıradaki el-Furkân sûresinde yer alır.
“Allah imân edenleri elbette Hidâyet Edicidir” 1397 âyeti ise medenîdir. Ayrıca 1398 âyetleri de, Hâdî vasfının münhasıran Allah'a âit olduğunu bildirirler. Bâtıl tanrıların, tapılmaya lâyık olmayışlarının, belli başlı sebeplerinden biri de “hidâyet edemeyişleridir”. 1399
Dostları ilə paylaş: |