34. En-Nasîr, Hayru'n-Nâsırın
Nasır, nasr masdarından sıfat olup “Yardım eden” 1400 veya “Te'yid ve takviye eden” 1401 demektir. el-Halîmî de şöyle tarif ediyor:
“Velisini yüzüstü bırakmayacağından, Kendisinin yardımından mahrum etmeyeceğinden emin olunan” 1402
Nsr madesi Kur'ân'da oldukça kullanılmıştır. Allah hakkında yardım etti, yardım: eder, yardım et vb. fiil şekilleri vardır. O, yalanlayanlara karşı peygamberlere yardım eder 1403,. Mü'minler Ondan yardım isterler 1404, mü'minlere yardım etmeyi Kendisine gerekli kılmıştır 1405. Muzafferiyet ve muvaffakiyet ancak Ondan gelir 1406, muzaffer kılar 1407, Onun yardım ettiğine galib gelebilecek yoktur 1408. Dinine yardım edenlere Allah da yardım eder 1409. Sahte tanrılar ise hiç bir suretle yardım edemezler 1410, Hatta kendi kendilerine bile yardım edip kendilerini kurtaramazlar 1411. Mü'minler biri-birierinden yardım isteyebilirler ve buna teşvik olunurlar 1412. Bir çok âyette ahirette kâfirlere, zâlimlere hiç bir yardımcı bulunmayacağı bildirilir.
Nasîr vasfı, ilkin 42. sıradaki el-Fürkân sûresinde görülür:
“Hidâyet edici ve yardım eden olarak Rabbin Yeter” 1413. Ayrıca 3 medenî âyette gelir:
“Yardım eden olarak Allah yeter” 1414.
“Allah'a sarılın. O, sizin Mevlânızdır. O, ne güzel Mevlâ, ne güzel Yardım edendir” 1415.
Nasîr vasfı, genel plaraK Allah'tan başkasının. Ona rağmen yardımcı olamayacağını ifade eden nefy cümlelerinde kullanılmıştır.
Hayru'n-nâ sırın
“Yardım edenlerin en hayırlısı” demektir. Yalnız bir medenî âyette gelmiştir:
“(...) Halbuki Allâh'dır sizin Mevlânız. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır”1416.
Zira Allah mağlup edilemeyen Kuvvetlidir, Hakikî olarak yardım edendir. Böyle olunca Ondan yardım istemek ve Ona güvenmek gerekir.
Bu vasfın daha cok medeni âyetlerde gelmesi normaldir. Çünkü mü'minlerin teşvik ve takviye edilmeye en muhtaç oldukları ve cihadın meşru kılındığı devre rastlamaktadır.
Nasîr ilâhî vasfını kasdederek, Kur'ân'da “savaşçı Tanrı” olduğunu söyleyen bazı müsteşrikler vardır. Allah -iyi dikkat edilmeli, belirli bir millete değil; inançta, yaşayışta, düşünüşte sapıklık içinde iken, iman edip faydalı işler işleyenlere, adaleti, takvayı, fazileti tutanlara. Kendi davetine uyanlara; onları ortadan kaldırmak isteyen bâtıl inanç, düşünce, yaşayış içinde olan zalimlere karşı yardım ediyor. İslâmda “kutsal harb” yoktur, Cihad vardır. Eski Ahid'de Tanrının “İsrailin savaşçısı ve Sancakdarı” 1417 vasfı var, bizzat savaşa katılıyor ise, savaşlara o karar veriyorsa 1418 ve “seçkin milletin” savaşları “Yahovanın Savaşları” 1419 ise, “kutsal savaş” mefhumu varsa 1420, yalnız kalmasın diye sadece “Yardım eden” vasfına tutunarak “Allâh”ın da ille öyle olduğunu mu iddia etmek gerekir?1421
35. El-Hayy
Hayat kelimesinden sıfat olan Hayy kelimesi, kısaca “hayat sahibi, diri” demektir. Allah'ın sıfatı olarak “Her zaman var olan, hayat ile mevsuf olandır. Onun hayatı, yokluktan sonra ortaya çıkmış değildir. Nitekim, hayattan sonra da Ona ölüm, yokluk arız olamaz. Öbür dirilere ise, hayatın iki ucunda yokluk ve ölüm arız olur” 1422
Et-Taberî, bu ilâhî vasfın anlaşılması hakkındaki değişik fikirleri şöylece naklediyor. Kimisi:
“Bununla Allah, Kendisini beka ile vasfetmiş ve ölümü nefyetmiştir” der. Kimisi:
“İrade ettiği her şeyin tedbir ve idaresi, Onun için çok kolaydır, istediği hiç bir şey kendisine mümteni değildir; tedbir hassasına sahip olmayan şerikler ve sahte tanrılar gibi değildir” der. Bazıları, bu vasıftan “Allah'ın ezelden beri mevsuf olduğu gibi, ebediyetle de mevsuf daimî bir hayatı olduğunu” anlarlar. Bazıları:
“O, Allah' in kendisine verdiği herhangi bir isimdir. Ancak Onun emrine olan teslimiyetten dolayı biz de öyle söyleriz” derler. 1423 et-Taberî, bu ayrılıkları sıraladıktan sonra diyor ki:
“Bana göre mânâsı şudur:
Allah Taâlâ, kendisini sonu ve inkitaı olmayan, daimî bir hayatla vasf etmiştir. Mahlûklarının ecelleri geldiğinde maruz kaldıkları yok oluşu ve inkitaı Kendisinden nefyetmiştir. Zatına kulluğu, kulları üzerine vacib kıldığını haber vermiştir; çünkü el-Hayy O demektir ki, ölmez ve zail olmaz. Halbuki Kendisinden başka tanrılaştırılanlar ölürler. Tükenmeyen, ölmeyen, Zail olmayan Allah'ın yanında; tükenen, zail ve fâni olan, ölen varlıklara tapınmanın mümkün olmadığını, kullarına bildirmek istemiştir. Allah'ın ancak ölmeyen, fâni olmayan Dâim olduğunu, bununla Kendisinden başka Tanrı olmayan Allah olduğunu bildirmek istemiştir.” 1424
Bunlardan açıkça anlaşılıyor ki, bazı kimseler, mahlûkların vasfı olması sebebiyle, “Hayy” vasfını te'vîle gitmişlerdir. Böyle düşünenler her devirde bulunmuştur. el-Alûsî diyor ki:
ez-Zemahşerî de (ö. 538/1143), bu vasfı “Bakî” diye tefsir ediyor. Bazıları, bu tefsiri, Arap dilinden gelen bir mütearife sayıyorlar ki, benim bundan şüphem vardır. Hatta bunu menedenlerle beraberim. Evet, Katâde'den “Ölmeyen Bakî” tefsiri gelmiştir, ama bu müddeada, onun sözü nass olamaz.” 1425 Bu te'vîlin temelinde Allah'ı, mahlûklara benzetmekten tenzih etmek kaygısı vardır. Fakat daha önce görmüş olduğumuz gibi, mümâselet sadece isimde iştirak ile olmaz, asıl önemli olan keyfiyetlerde benzemek veya benzememekdir. 1426 Mahlûkların hayatı vardır diye Allah'ın hayatını reddetmek, mahlûkların ilmi vardır diye Onun ilmini reddetmekten, veya mahlûklar “var”dır diye. Ona varlık nisbetinden kaçınmaktan farksızdır. Mahlûklardan her birinin hayatı, lâyık olduğu duruma göre, kendisi hakkında hakikattir. Yaratıklardaki hayat duyular, hareket, beslenme vb. biyolojik belirtilere sahip ise, Alâh haklkında da hayat isbat etmekle, böyle şeyler kabul etmek gerekeceğini düşünmek için sebep yoktur. Sırf mahlûklardaki hayat çeşitlerine bakmakla, bu ortak vasfın birbirinden ne kadar uzak hakikatleri ifade ettiğini görebiliriz. Her mahlûkun hayatı, varlık vasfındaki şiddet ve mertebeye göre ayrı ayrıdır. Bir çiçek, bir bakteri, bir sinek, bir insan “diri” olmakta müşterek oldukları halde, bu vasıf her birinde tamamen ayrı hususiyet ve hakikatlere delâlet etmektedir. Mahlûkların hayatları arasındaki bu nisbetsizirkler, bu farklar bir ölçü edinilirse, “Benzeri olmayan” Allah hakkında, şanına yaraşan ve bize hayat olarak ifade edilebilen sıfatın hakikatini inkâr etmek için sebeb kalmamalıdır.
Allah'ın, zihinlerin dışında, hakikî olarak var olması. Kendisini bize Kabul ettiren Zat olması, Hayy olmasıyla mümkündür. Kur'ân'ın bildirdiği imanın, tanrısız dinlerden farklı olması, Allah'ın Hayy olmasıyladır.
Kur'an'ın tanıttığı Allah'ın, mitolojilerdeki hayatiyeti olmayan ölü tanrılar gibi olmaması, bilhassa Onun Hayy olmasından ileri gelmektedir. Zira bizim beşerî anlayışımızda hayat, varlıktaki bütün kemâl sıfatlarının aslı olan bir vücud sıfatıdır. İlim, kudret, irade, kelâm, işitme, görme, rahmet, adalet, gadap, hilim, hâlıkıyyet, rezzakıyet vb. gibi sıfatların şartıdır. Bütün bu sıfatları tashîh eden ve kemâl kaydıyla onları tazammun eden bir sıfattır. 1427
Hyy maddesi Kur'ân'da oldukça kullanılmış sayılır. Fiil olarak en fazla “hayat vermek” anlamına gelen if'âl şekli Allah'a izafe edilmiştir. İhya' fiilinin başlıca mef'ulleri:
Yeryüzü, yeryüzündeki bütün canlılar, özellikle insanlar ve ahiret hayatı için diriltilecek ölüler (bütün insanlar) dır. Nadiren “manevî hayat verme” mânâsında da kullanılır 1428 gibi. Bu fiilin her yerde faili Allah'tır. İki âyette, “hayat vermek” anlamında değil de “diri bir kimseyi hayatta bırakmak, öldürmemek” anlamında, insanlara muzaf kılınmıştır 1429. Ancak bir âyette ölüyü diriltme, Allah'ın izniyle Hz. İsa'ya izafe edilmiştir 1430. Bu da istisna sayılmaz, zira mucize bahis konusu olduğundan gerçek fail Allah'tır.
Hayy kelimesi Allâh'in vasfı olarak 5 âyette zikrolunur. Hepsinde de eliflâmlıdır. Kelimenin kemâl manâsıyla hayat sahibi demek olur ki, böyle ıtlak halinde hiç bir mahlûk bu sıfata lâyık olmaz. İlkin 42. sıradaki el-Furkân sûresinde varid olur 1431. Burada mevsufsuz olarak, has isim durumundadır ve “ölümsüz” sıfatıyla vasfolunmaktadır:
“Ölümsüz Diriye tevekkül et”. Bundan sonra haşir muhtevasında varid olur:
“Yüzler Hayyu Kayyûma boyun eğmiştir” 1432. Bu muhtevada Onun el-Hayy vasfı kemâliyle zuhur etmektedir. Bütün hayatların sahibi olan Kâmil Hayy, onlardaki emanet hayatları alıp öldürmüştür. Sonra hepsini bir araya toplayarak yine onlara hayat vermiş el-Hayy ancak Kendisi olduğunu, onlara bir kere daha göstermiştir. İşte bundan dolayı, bu âyete hem de özel isim değerinde irad buyurulması, bu inceliğe işaret etmektedir. Allah, O el-Hayy'dir ki; bu isminin tecellisiyle, ölü ve karanlık -ve hayat bakımından yok sayılan- maddenin içine giren bir sır, parıltılar saçar ve o ismin müsemmasına şehadet eder. Tecellinin değişme zamanı gelip de, o sır alınınca, hayat maddesi, ölümle öbür maddelerden bir madde haline dönüşmekle de, yine O Hayy'e şehadetini yeniler. Haşirde, o tecelliye mazhar olmakla, “Yer, Rabbinin nuruyla parıldadığında” 1433, küllî ve toptan bir şehadetle “Yüzler, O Hayyu Kayyûma boyun eğer” 1434. Bir âyette de “O'dur Hayy; Ondan başka Tanrı yoktur.” buyurulmakla, yukarıda anlatmaya çalıştığımız, kemâl mânâsında tek Hayy'in O olduğu, hasr ifadesiyle belirtilir, bu vasıf iki medenî âyette de “el-Hayy el-Kayyûm” şeklinde gelir.”1435.
Demek ki bu ilâhî vasıf; ya “ölümsüz” sıfatıyla, ya hasr ifadesiyle veya el-Kayyûm isminin iktiran etmesiyle getirilerek, bildiğimiz diriler gibi bir dirinin değil, müteâl Zâtın karşısında olduğumuz hatırlatılmıştır.
Allah'ın Hayy vasfı, asıl itibariyle vahye dayanan Ehl-i Kitab nezdinde de, çok önemli bir mevki işgal eder. 1436
Dostları ilə paylaş: |