25. El-Karîb
Karîb, “yakın olan” demektir. Allah'ın kulundan uzak olmadığını, kulun hiç bir halinin Kendisine gizli olmadığını, onun duasına icabet edeceğini ifade eder. el-Hattâbî, Onun yakınlığının, ilmen olan bir yakınlık olduğunu söyler. 1200
Krb maddesi, yakınlığın çeşitli durumlarını biidrebilir: Mekânda yakınlık:
“Şu ağaca yaklaşmayın” 1201 gibi. Zamanda yakınlık:
“Sonra da, yakında tevbe ederler (yetûbûne min karîb)” 1202 gibi. Derece bakımından manevî yakınlık:
“Secde et ve yaklaş” 1203 gibi. Nisbet yakınlığı:
“Söylediğiniz zaman -haklarında konuştuğunuz kimseler yakınlar bile olsalar- sözünüzde âdil olun” 1204 gibi. Nailîyet yakınlığı: “İşte gözdeler (mukarrebûn) olanlardır” 1205 gibi. Riâyet ve gözetme yakınlığı:
“Doğrusu, Allah'ın rahmeti iyilere yakındır” 1206 gibi. Kudret ve ilim yakınlığı:
“Andolsun ki insanı Biz yaratık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız” 1207 gibi.1208
Bu madde Kur'ân'da oldukça kullanılmış sayılır. Allah'a izafe edilen fiil şekli sadece tef'îl babından gelir kî. “yaklaştırmak” ifade eder. Hz. Musa hakkında, manevî anlamda “(...) Biz onu yaklaştırdık” âyetinde olduğu gibi 1209. Kurbe, “Allah'a yaklaştıran vesile”dir 1210 'da çoğulu olan kurubât Ne birlikte zikrolunur). Kurbân da bu anlamda varid olmuştur 1211. Hem mekkî 1212, hem de medenî 1213 bir çok âyetten anlaşılıyor ki, Allah kuluna yakın olduğu gibi, onun da Kendisine yaklaşmaya çalışmasını istemektedir. Tabiatıyla “kurb” kökünden başka Allah ile kul arasındaki yakınlığı ifade eden maddeler de vardır .1214 İsm-i tafdîl şekli Ekrab, mukayese değerini taşıyarak, Allah hakkında kullanılmıştır. İlk defa 34. sırada olan Kaf sûresinde varid olmuştur:
“Biz ona şah damarından daha yakınız” 1215.
Yine bir mekkî âyette, ölmek üzere olan kimseye, Cenab-ı Allah'ın, etrafındakilerden daha yakın olduğu bildirilir1216.
Allah'ın vasfı olarak Karîb kelimesi 3 defa zikrolunmuştur. İlki 52. sıradaki Hûd sûresindedir. Burada Hz. Salih'in dilinden:
“(...) Öyle ise Ondan mağfiret dileyin, sonra da Ona tevbe edin. Muhakkak ki benim Rabbim Karîb, Mucîb'dir”1217.
Bu iki vasıf birbirini te'yîd etmektedir. Yakın olduğu içindir ki duaları da kabul etiğini anlatmaktadır. Bundan sonra yine bir mekkî âyette; insanların özellikle Hz. Peygamberin hallerinin Kendisinin malûmu olduğu muhtevasında “Semî1” ismine mukarin olarak gelir 1218. Medine devrinin başlarındaki bir âyette de şöyle buyurulur:
“Kullarım sana Beni sorarlarsa (bilsinler ki), Ben şüphesiz Yakınım. Benden isteyenin duâ ettiğinde duasını kabul ederim (...)” 1219.
Bu âyete ise münferid olarak gelmiştir.
Bu ilâhî vasıf, “İslâm'daki Tanri telâkkisinin uzak ve insanlarla ilgilenmeyen bir Tanrı” olduğunu, “şeklî bir ibâdet merasimi ile yetindiğini” 1220 Heri sürenlerin yanıldıklarını veya kendi kendilerini aldattıklarını göstermeye kâfidir. Bir defasında, yüksek sesle tekbir alan etrafındaki bazı müslümanları, Hz. Peygamber “Ey insanlar! kendinize acıyın, zahmet vermeyin. Siz sağır veya gâib olanı çağırmıyorsunuz, Siz işiten, gören, yakın olana duâ ediyorsunuz. O, sizinle beraberdir” 1221 diye uyarmıştır. 1222
26. El-Vehhâb
Vehhâb kelimesi, bağış anlamına gelen hibe isminden, mübalağa ve tekerrür ifade eden bir binadır. Hibe, “garaz ve ivazdan hâli olan bağıştır” Allah'ın sıfatı olarak el-Vehhâb:
“Kullarına çok çok ve tekrar suretiyle in'âmda bulunan 1223 yahut “hak sahibi olmaksızın insanlara lütuf ve ihsanda bulunan” demektir. 1224. el-Hattâbî'nin açıklamasına göre:
İhsanları türlü türlü olmayan ve devam etmeyen kimse vehhâb diye nitelenemez. Mahlûklar ancak, bazı durumlarda ve kayıtlı şekillerde, bir takım maddî şeyler hibe edebilirler; bir hastaya şifa, bir kısıra çocuk, bir sapığa hidâyet bir mübtelâya afiyet veremezler. Allah Taâlâ ise, bütün bunlara mâliktir. Onun kerem ve rahmeti cümle muhlûklara yayılmıştır, ihsanları tevali etmektedir.1225
Vhb maddesi -Vehhâb ismi dışında- sadece, fiil olarak kullanılmıştır, isim şekli yoktur. Fiil olarak geldiği, hemen her yerde fail Allah'tır, Bir âyette sebeblik yönden, ilâhî bir mucizeye vesile olan Melek'e izafe olunmuştur. 1226 Bir başka âyette ise 1227 nimet bağışlama anlamı yoktur. Şu halde “bağışta bulunma” anlamıyla, fiil yalnız Allah'a izafe edilmiştir. Dünyevî nimetleri ihsan etmek bu fiil ile ifade edildiği gibi (Mülk: 38,35; temiz nesil: 3,38), manevî lûtuflar da aynı fiil ile belirtilir (Allah katından rahmet ve hidâyette devam istemek: 3,8; nübüvvet nimetini vermek: 26,21).
el-Vehhâb, Kur'ân'da 3 âyette geçer ve münhasıran Allah'ı tavsif eder. İlk defa 38. sıradaki Sâd sûresinde “el-Azîz el-Vehhâb” şeklinde gelmiştir 1228. Sonra aynı sûrede 1229 ve bir medenî âyette münferid olarak zikrolunmuştur. 1230
27. El-Kahhâr, El-Kahir
Bu iki sıfat kohr masdanndan gelirler. Kahr “galebe” demektir. Kahir, “Gâlib gelen, hükmeden” anlamına gelir. Mübalağa sigası Kahhar ise, aynı mânâyı, şiddet ve tekerrür suretiyle ifade eder. 1231 Allah hakimiyet ve kudretle kullarına galebe edip, onları -isteseler de istemeselerde, irade ettiği cihete yöneltmekte, istediği gibi yönetmektedir. 1232 el-Hattâbî'ye göre, el-Kahhâr Odur ki:
Mahlûkları içinde zorbaları, azgınları ukubetle ezer ve bütün yaratıklarına onları öldürmekle galebe eder. 1233 Bu sıfat, Allah'ın muhiukatına bazen ağır, meşakkatli, üzücü haller verebileceğini ifade eder. Ölüm ile hayatlarını selbetmek, bir kısım maddî ve izafî şer unsurları bu türdendir. Buna rağmen hiç kimse Onun tedbir ve takdirinden dışarı çıkamaz; kendisi galib gelir, hiç kimse kendisine üstün gelemez. 1234
Kahr kökü, fiil olarak Kur'ân'da sadece bir âyette yer alır:
“Yetimi sakın ezme!”1235.
Firavunun avenesinin, İsrail oğullarına hakim olduklarını bildirmiş olmaları, onlardan naklen “kahirûn” lafzıyla bildirilmektedir 1236.
el-Kahhâr vasfı ilkin 38. sıradaki Sâd sûresinde zikrolunmuştur 1237. 6 âyette bulunur.
a) Bu âyetlerin hepsi de mekkîdir.
b) Hepsinde “el-Vâhid el-Kahhâr” tarzında gelerek, münhasıran el-Vâhid ismiyle beraber gelmiştir.
c) Geçtiği bütün yerlerde, mutlaklık ifade ederek eliflâmlı olarak varid olmuştur.
Geçtiği muhtevalara bakalım:
Tek Kahhâr Allah'ın karşısında, realitede hiç bir varlıkları olmayan sürü sürü putlara tapmanın manasızlığı 1238; yaratma fiilinin münhasıran Allah'a ait olduğu, putların yaratmalarının söz konusu olmadığı 1239; Yerin başka bir yerle, göklerin de başka göklerle değiştirildiği bir zeminde insanların ölümden sonra Tek Kahhâr Allah'ın huzuruna çıkışları 1240; Allah'ın gökleri ve yeri yaratan, ibadete hak sahibi Tek Allah olduğu 1241; putları, Allah katında şefaatçi kılmanın saçmalığı. Onun çocuk edinmekten münezzeh olduğu, gökleri ve yeri, güneşi ve ayı vb. idare eden Tek Allah olduğu 1242; haşirde bütün insanların, zulüm etmeyecek, herkese işlediğinin karşılığını verecek Tek Kahhâr olan Allğh'ın huzuruna çıkmaları 1243.
Bu ayrıntılara girmemizin sebebi şudur:
Genel olarak, Allah'ın kahr sıfatının “cezalandırma, azab etme” ile ilgisi kurulur. Halbuki lügavî mânâ bu olmadığı gibi, Kur'ân'ın kullanışı da, gördüğümüz gibi, esas olarak bu intibaı vermemektedir. “Hak sahibi olarak adaletle hüküm süren, karşısına hiç kimsenin çıkamayacağı Tek Hükümrân ve Gâlib”. Kur'ân'dan çıkan anlam budur. Onun karşısına çıkmak cür'etîni gösterenlere hak ettikleri cezayı -dilemesi halinde- vermek, bu vasfın sadece gereklerinden olur.
El-Kahir
Yalnız iki mekkî âyette geçer. “Allah sana bir sıkıntı verirse. Ondan başkası gideremez. Sana bir iyilik verirse, başkası Onu engelleyemez. O her şeye Kadirdir. O, kullarının üstünde Tek Kahirdir (Mutasarrıftır). Odur Hakim, Habîr” 1244.
Bu ismin zikrolunduğu ikinci pasajın meali şudur:
“Geceleyin sizi ölü gibi uyutan, gündüzün yaptıklarınızı bilen, ecelinize kadar gündüzleri sizi tekrar dirilten (uyandıran) Odur. Sonra dönüşünüz Onadır, işlediklerinizi size bildirecektir. O, kullarının üstünde Tek Kahir (yani Hâkimidir, size koruyucular 1245 gönderir (...)” 1246.
Kahir ve Kahhâr isimlerinin zikrolunduğu bütün âyetler mekkîdirler.1247
Dostları ilə paylaş: |