Kur'AN'da ulûHlyyet



Yüklə 2,97 Mb.
səhifə39/59
tarix07.01.2019
ölçüsü2,97 Mb.
#91458
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   59

2. BATIL TANRILAR




Şirkin mahiyeti

Fıtrî insan genellikle, her yerde ve her zaman Yaratıcı Allah'ı kabul etmiştir. Fakat çoğu zaman insanlık, çeşitli etkenler yüzünden bu Yara­tıcı ile kendisi arasına bir takım aracılar koymuştur. Dinler tarihinde bir çığır açtığı, ilgili kitlece söylenen M. Eliade, semavî Yüce Varlık inancı­nın sonradan diğer dinî şekillerle değiştirildiğini bildirdikten sonra di­yor ki:

“Muhakkak ki, semavî Yüce Varlıklara olan biribirine benzer inançlar, eskiden dinî hayatın bizzat merkezini teşkil ediyordu. Yoksa bu günün il­kel topluluklarında olduğu gibi, sadece bir kenar, çevre tarafını değil. Bu semavî Yüce Varlıkların 2244 ibadette yerlerinin az olması. Ona ait iba­dete sadece başka dinî şekiller tarafından el konulduğunu gösterir. Bu, hiç bir surette, bu tür Yüce Varlıkların ibtidaî insanın, yahut sadece onların din adamlarının ortaya çıkardığı mücerred tasavvurlar olup, o insanın Onlarla (Yüce Varlıklarla) hiç bir dinî bağının olmadığını göster­mez” 2245. Çeşitli topluluklarda Yüce Varlığa yöneltilen ibadetin az olma­sı, onlara periyodik bir ibadet yapılmadığını gösterir; yoksa her yerde Yü­ce Varlığa zuhurata bağlı olarak dualar, kurbanlar vs. sunulurdu 2246.

“Her halû kârda, bu yüce Semavî varlıklara olan inancı, daha önceki başka bir inançtan çıkmış göstermek güçtür. Onun, meselâ ölüleri tazim­den çıktığını söyleyenler olmuştur. Fakat güney-doğu Avustralya'da, yani etnoğrafik tabakaların en eskilerinden birinde, ölüleri tazim (bir nevi ta­pınma) kesin olarak görülmemektedir” 2247.

“Geçen şeylerden anlaşılıyor ki, Yüce Semavî Ulûhiyyet, her toplumda yerini öteki dinî şekillere bırak­maktadır. Bu ikamenin biçimi oldukça değişiktir; fakat her ikamenin an­lamı, büyük ölçüde aynıdır:

Semavî Varlıkların askılıklarından ve pasifliklikierinden, daha dinamik, daha etkili ve kolayca irtibat kurulabilen dinî taraflara geçiş. Denebilir ki biz, Mukaddesin “müşahhasa doğru artan bir düşüşü”ne şahit oluyoruz. İnsanın hayatı ve kendisini yakından çev­releyen tabiî muhit, gittikçe artan bir kutsallığa boyanır. Mana, Drertda, Wakan vs. animizme, totemizme, ölülerin ruhlarına karşı tazime ve bölge­sel tanrılıklara vs. inanç insanı, semavî Yüce Varlığa karşı duyduğundan daha başka bir dinî yaşayışa yerleştirir” 2248.

Hemen hemen evrensel olan bu semavî Yüce Tanrı inancının, ekse­riya şirkle kuşatılmış olduğu ortadadır. Halis tevhid inancı olan İslâm -ki bu davet her zaman olagelmiş ve Kur'ân'la nihaî olarak yenilenmiştir-, şirkle bulaşmış dinî yaşayışı nasıl değerlendirmektedir?,Bu soruya cevap vermek için, tevhidin şu derecelere ayrıldığını belirtmek gerekir 2249 :

1- Zorunlu Varlık (Vâcibu'l-vûcûd) olarak, yalnız Allah'ı kabul et­mek.

2- Gökleri ve yeri ve onlardaki bütün cevherleri, yalnız Allah'ın ya­rattığını ikrar etmek.

3- Göklerin ve yerin ve bunların arasında bulunan her şeyin ida­resini yalnız Allah'a isbat etmek.

4- İbadeti, sırf Allah'a hasretmek.

Kur'ân indiği zaman, müşrikler, yahudiler ve hıristiyanlar arasında 1. ve 2. mertebede bir ihtilâf yoktu. Bu husus Kur'ân'la da sabittir. 3 ve 4. dereceler biribirini gerektirir. İşte insan topluluklarının büyük ihtilaf­ları da buradan ileri gelir. Bu ayrılıklar da üç guruba irca edilebilir:



a) Semavî cisimlere tapanlar; bunlar gök varlıklarının insanların gün­delik hayatlarında, mutluluk ve bedbahtlıklarında, sağlık ve hastalıkların­da etkili olduğunu düşünürler. Bu varlıkları, şuurlu ve mücerret ruhlara sahip görürler. Onlar, kendilerine tapa'nlardan habersiz değildirler. Bu varlıklara bir tapınma hayatı düzenlemek için, onları çeşitli şekillerde temsil etmiş ve bu temsillere de tapar olmuşlardır.

b) Müşrikler, bunlar büyük işlerin, Allah tarafından idare edildiği ko­nusunda, müslümanlarla birliktirler. Ama bunun dışında, onlardan ayrı­lırlar. Onlara göre, ibâdetleriyle Allah'a yaklaşan salih kullara, Allah Ulûhiyyet vermiştir. Dolayısıyla öbür mahlûklar tarafından tapılmaya, bun­lar da hak kazanmışlardır. Nitekim sultanlar Sultanı, kendisine güzelce hizmet eden liyakatli kişilere her hangi bir bölgenin yönetimini verir. Beriki de orada, itaat edilmek payesini alır. Onlara göre, bu ikinci derece­den tanrılara kulluk etmedikçe, Allah'a ibadet de makbul olmaz. Allâh son derece Yücedir; Ona yaklaşmak için, öbürlerine tapmak şarttır. On­lar görürler, işitirler, kullarına şefaat ederler, onların işlerini düzenler­ler, ve kendilerine yardım ederler. Bundan dolayı onların adına anıtlar diktiler, heykeller yaptılar ve bu timsalleri, o şahsiyetlere yönelmelerine kıble edindiler. Böyle yapanlardan sonra gelen nesiller, timsallerle, onla­rın medlulleri arasındaki farkı anlayamadılar, onları bizatihi tanrı say­dılar. İşte bu sebeptendir ki, Allah Kur'ân'da, bazan hükümranlığın Ken­disine has olduğuna, bazan da onların cansız suretler olduğuna dikkatle­rini çeker.

c) Hıristiyanlar ise Hz. İsa'nın (a.s.), normal insandan zuhur etme­yen olağanüstü işlere mazhar olduğunu görünce, onu diğer insanlardan ayırmak için bir çare aradılar. “Tanrı oğlu” saymak, kendilerine uygun geldi. Kimisi de yüce Yaratıcının onun suretinde göründüğünü düşüne­rek ona “tanrı” dediler. Sonra gelenler, bu adlandırmanın sırrını anlaya­madıkları için, onun “oğubluğunu ve “tanrı”lığını gerçek sandılar.

Şirk saiklerinden biri de dinî talimlerdeki müteşabih deyimler olma­lıdır. Teşabüh, kaçınılmaz bir şeydir. Din, bir takım gerçekleri insanlara bazı lafızlarla ifade eder. Bu kelimelerin ifade ettiği kavramlar, Tanrılık­la insanlıkta müşterek kavramlar olabilir. Meselâ “dedim” kelimesi, hem beşeriyette mûtad olan “söylemek” işini, hem de Allah'ın bir şeyi irade ettiği zaman ona “ol demesi”ni ifade eder. Birincisi beşerî bir hâdiseye, öbürü ise maddeden uzak, niteliğini bilemeyeceğimiz bir hakikate delâ­let eder. Böylece bir çok kavram, bir yandan ilâhî hakikati, öbür yandan farklılıklarıyla beraber, beşerî hakikatleri ifade eder. Her iki, alandaki la­fızlar biribirine yakın olunca, ilâhî dinlerin nasları, esas mahallerinden başka taraflara çekilebilmiştir.

Her hangi bir insan, başka bir mahlûkta görüp olağan saymadığı te­zahürler karşısında iştibaha düşerek, onda ilâhî bir taraf düşünmüş ola­bilir (Melekler, veliler vb. insanlardan görülen şeyler gibi). İnsanlar an­layışta eşit değildirler. Bu yüzden' Allah'ı, yaratıklara benzetme veya se­mavî varlıkları, yahut kendilerinden keşf gibi olağan üstü haller görünen salih insanları Allah'a ortak koşmak inancı yerleşmiştir. Peygamberler İlâhî plânla mahlûk plânının ayrı olduğunu göstermek için gelmişlerse de, insanlığın eğilimleri ve anlayış farkları, onların öğretilerini saptırabilmiştir. Meselâ Allah, bütün dinlerde, seçkin ve değerli şahsiyetler için, onla­ra bir şefaat ve mahbûbiyet vasfı tanımıştır. İnsanlar ise, bu makamların anlamını değiştirmişlerdir. Allah'ın onlara ikramı olan bazı olağan üstü durumları değerlendirme hatasına düşerek, mazharı masdar ile karıştırmışlardır. Şah Veliyyullâh'a göre Allah, ilâhî bir tedbir eseri olarak, bazı olağan üstü durumları, beşerî ve ruhani kuvvetlere de vermiştir. Bu kısımdan olan harikaların Vacib Taâlâ'ya has olan icadiar ve fiillerle ilgisi yoktur.

Böylece şirk hastalığına mübtela olanlar, çeşitli durumlar gösterirler. Kimi Allah'ı tamamen unutmuştur. Sadece “ortaklarına” tapar, onlara yalvarır. Bu varlık silsilesinin, Tek Yaratıcıya müncer olacağını düşünse bile, Onu büsbütün ihmâl etmiştir. Bazısı, kâinatın Rabbinin ve Müdebbi­rinin. Allah olduğunu kabul eder. Fakat Onun bazı mahlûklara azamet ve ibadet hakkı verdiğine, bir takım özel alanlarda onlara tasarruf yetkisi ta­nıdığına inanır. Böylesi varlıklar, sıradan yaratıklarla bir tutulamayacağın­dan onlara “Tanrının oğulları”, “Tanrının sevgilileri” der; kendilerini ise onların kulu sayar, “'Abdulmesîh, “'AbduI'Uzzâ” diye isimlendirirler. Bü­tün toplumlarda görülen şaşkınların hastalığı budur.

İslâmiyet mazharı masdarla karıştırmayı önlemek gayesîyle, şirke yol açan işleri küfür saymıştır; timsallere secde etmek, onlar için kurban kesmek, onların adına yemin etmek vb. gibi. Şirk geçitlerini tıkamıştır. Müşrikler yıldızlara, putlara secde ediyorlardı. İster bizzat onların kendi­lerine tapılsın, isterse Ulûhiyyetin mazharları düşünülerek tazim olun­sunlar, İslâm böyle bir ayırım yapmaksızın, bu işte niyete önem vermeksizin, Allah'tan başkasına secde etmeyi mutlak surette yasaklamış­tır. Müşrikler, şeriklerinden yardım diliyor, onlar için adaklar adıyor, mak­satlarına böylece ulaşacaklarını umuyorlardı. Kur'ân insanlardan:

Yalnız Sana ibadet ederiz, yalnız Senden yardım isteriz2250 demelerini iste­miştir.

Allah'tan başkasına yalvarmayın2251 demiştir. Yahudi ve hıristiyanlar dinî önderlerinin helâl ettiklerini helâl, haram kıldıklarını ha­ram saymakla şirke düşmüşlerdi 2252. Kur'ân, bu yetkinin münhasıran Al­lah'a âit olduğunu açıklar. Müşrikler kendilerine yaklaşmak için putlara ve yıldızlara kurbanlar sunuyorlardı. Keserken onların adına kesiyor veya putlara mahsus ensâb üzerinde kesiyorlardı:

Kur'ân, yalnız Allah adına kesilmesini istedi. Şeriklerine yaklaşmak için sâ'ibe, bahîra serbest bıra­kıyorlardı; Allah bunları yasak kıldı. 2253




Yüklə 2,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   59




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin