47. El-Hâfız, el-Hafîz
Hafız, hıfz masdarından sıfattır. İsm-i fail şekli olan Hafız ile aynı anlama gelir. Görüp gözeten, bir şeye müvekkel olan kimseye denir. Allah'ın vasfı olarak:
“Kendisinden hiç bir şey gizli kalmayan, hayır ve şer olarak kullarının yaptıkları her şeyi Saklayan, Kudretiyle gökleri ve yeri varlıkta tutan” 1615 diye açıklanır. “Allah, takdir ettiği Beka müddeti boyunca gökleri ve yeri zail omlaktan korur, “gökleri ve yeri muhafaza etmek Ona ağır gelmez” 1616. Kullarını helak ve şer yerlerden korur. Allah, emriyle insanı koruyan “hafaza” melekler gönderir 1617. Keza insanların amellerini kaydettirir ve saklar sözlerini tesbit eder, niyetlerini ve sinelerinin sakladığını bilir. Ondan hiç bir şey kaybolmaz, hiç bir gizli, Kendisine gizli kalamaz, has kullarını günâhlardan ve Şeytanın tuzaklarından korur” 1618
Hfz maddesi, değişik şekileriyle, Kur'ân'da nisbeten fazla kullanılmış sayılır. Allah'a izafe olunan fiil şekilleri, çok mahduttur. O, göğü şeytanlardan korur 1619. Bir kaç yerde masdar şekli Ona nisbet edilir: Göğü 1620, göğü ve yeri hıfzetmesi 1621 gibi. İsm-i fail hafız şekli ise, hem Allah, hem melgike, hem de mü'minler hakkında zikrolunur, ve yerine göre farklı anlamlar ifade eder. Meselâ, insanlar için:
“Kendilerini kötülüklerden koruyanlar”, “Alâh'ın koyduğu sınırları koruyan erkek ve kadınlar” mânâlarına gelir 1622. İnsanlar üzerinde hem gözetleyiçi, hem koruyucu olan melekler vardır 1623. Alâh Taâlâ ise “en iyi koruyandır; merhamet edenlerin en merhametlisidir” 1624. Şeytanların üzerinde ise “Gözetleyen, murakebe edendir”:
“(...) onların hepsini murakebe ediyorduk” 1625
İsm-i mef'ûl şekli olan mahfuz, bir âyette Allah'ın şeytanlardan koruduğu gök 1626, bir âyette ise “levh-i mahfûz”dur 1627. “Bekçilik, kontrolculuk” anlamında olan hafız veya hafız kötü bir vasıf olmamakla birlikte, her yerde hem Resul, hem de mü'minler hakkında nefyedilmiştir:
“Sen, onların üzerinde bekçi değilsin” gibi 1628.
“Kitâb Hafız”: ya insanların işlerinin kaydolunduğu bir Kitap, yahut da zarar ve ziyandan korunmuş olan bir ilâhî Kitap'dır. 1629 Hafız, bir âyette “Allah'ın buyruklarına riayet eden” mü'mini tavsif eder 1630.
Hafız vasfı, Kur'ân'da üç âyette Allah hakkında varid olmuştur. İlkin 52. sıradaki Hûd sûresinde geçer:
“(...) Muhakkak ki Rabbim, her şeyin üzerinde Hafîz'dir” 1631.
et-Taberî'nin tefsirine göre:
“Rabbim, bütün mahlûklar üzerinde hıfz ve ilim sahibidir” 1632 34, 21 ve 42, 6 âyetlerinde ise “Murakabe eden” anlamındadır. Her üç yerde de eliflâmsız, haber (yüklem) durumunda, münferid olarak ve bir mütemmim (tümleç) alarak gelmiştir” (...) 'alâ külli şey'in Hafîz (her şey üzerinde Hafız)” gibi.
Hafız
“Koruyan, saklayan” anlamında olarak 1633 âyetinde geçer. Azamet cem'i ile ise iki âyette Allah, Kendisini böyle vasfetmektedir:
“Muhakkak ki Biz indirdik Zikr'i (Kur'ân'ı) ve Biziz onun Koruyucuları” 1634. Bir âyette ise “murakebe eden” anlamındadır:
“(...) Biz, onları murakebe edenlerdik (nafizin)”1635.
Bu maddeden gelen vasıflar, münhasıran mekkî âyetlerde varid olmuşlardır. 1636
48. El-Mucib
Mucîb, “kabul etmek, cevap vermek” anlamındaki icâbe masdarından ism-i fâ'il vezninden bir sıfattır. Allah hakkında:
“Duaları ve dilekleri kabul edip yerine getirmekle karşılık veren” 1637
“İsteyene, arzu ettiği şeyi yetiştiren demektir. Buna, Allâh'dan başkasının gücü yetmez” 1638
Cvb kökü, değişik şekilleriyle, nisbeten çok kulanımılş sayılır. Fiil olarak, bilhassa if'âl ve istif'âl bablarından gelmiştir. Bunların ifade ettiği anlamlar, aşağı yukarı aynıdır. Başlıca şu iki mânâya gelirler:
Kendisine davet olunan Allah'ın yoluna uymak, yahut dua ve dilekleri kabul etmek. “Allah'a Çağıran'a (Resul'e) uymayan (lâ yucîb) kimse bilsin ki, Allah'ı yer yüzünde âciz bırakamaz” 1639.
“Kullarım sana Beni sorarlarsa, (bilsinler ki) Ben şüphesiz onlara Yakın'ım. Ben'den isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim (ucîbu)” 1640.
“Rab'lerinin davetine uyanlara (istecâbû), en güzel olan (karşılık) vardır” 1641.
“Biz de onun duasını kabul ettik fe'ştecebnâ) ve başına gelenleri giderdik” 1642.
Duayı kabul etmek, Kendisini çağıran çaresiz kalmışın sıkıntısını açıp kaldırmak Allah'a mahsustur 1643, sahte tanrılar ise, duaları işitip karşılık veremezler:
“Gerçek dua, ancak Allah'a olan duadır. Ondan başka yalvardıkları (putlar), kendilerine hiç bir cevap veremezler (...)” 1644.
“Kâfirlerin duaları, boşa çıkmaya mahkûmdur” 1645.
Allâh( kullarının Kendisinden istemelerini emreden bir Tanrı'dır:
“Rabbiniz: 'Bana dua edin, size mukabele edeyim. Bana kulluk etmeyi gururlarına yediremeyenler, alçalmış olarak Cehennem'e gireceklerdir” 1646.
Böylece dua, ibadetin ta kendisi olmuş oluyor. Ona edilen dua ise şöyle olmalıdır:
“Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın. O, aşırı gidenleri sevmez” 1647.
Hz. Peygamberin (a.s.) bildirdiğine göre, burada “aşırı gidenler”, yüksek sesle veya uzatarak dua edenleri de kapsamaktadır. 1648
Mucîb vasfı, Kur'ân'da yalnız bir âyette Cenab-ı Allah'ı tavsif eder:
Hz. Salih {a.s.) kavmine:
“(...) Öyle ise Ondan mağfiret dileyin, sonra da Ona tevbe edin; muhakkak ki Rabbim Yakın, Mucîb'dir” 1649.
Bu âyet, 52. sırada olan Hûd sûresinde geçer. Burada Karîb (Yakın) vasfı, duaya teşvik ederken, Mucîb vasfı duanın gayesinin gerçekleşeceğini bildirmektedir. 1650
Mucîbûn
Bu vasıf, bir de azamet cem'i ile Allah'ı tavsif eder:
“Andolsun Nuh bizi çağırmıştı; Biz ne güzel icabet edenleriz!”. 1651
Dostları ilə paylaş: |