Kur'AN'da ulûHlyyet


KUR'ÂN'IN KRONOLOJİK YÖNDEN ŞİRKE KARŞI DAVRANIŞI



Yüklə 2,97 Mb.
səhifə41/59
tarix07.01.2019
ölçüsü2,97 Mb.
#91458
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   59

KUR'ÂN'IN KRONOLOJİK YÖNDEN ŞİRKE KARŞI DAVRANIŞI

1. Başlangıç

Kur'ân, ilk tenzilinden başlayarak, Allah'ın birliğine ve şirkin bâtıllıgına işaret etmiştir. Cahiliye arapları bir çok rablere (erbâb) inanıyor­lardı. İlk vahiy metni olan 96,1-5 âyetlerinde, Rabbin ancak mutlak yara­tan, bilhassa insanı yaratan ve inayetine mazhar eden Zât olması gerek­tiği bildirilir. Yaratıcının bir olduğunu ise, zaten müşrikler de kabul edi­yorlardı. Bundan sonra Kur'ân, Allah'ı daha ziyade Rabb isminin muzaf şekilleriyle tanıtacaktır. “Âlemlerin Rabbi”, “insanların Rabbi”, “doğunun ve batının Rabbi” vb. vasıflarla, Rabb vasfı zımnen batıl tanrıların elin­den alınacak ve Allâh'a tahsis edilecektir. Böylece Allah ile Rabb isimleri, gerçek muhtevalarını kazanacaktır (bu çalışmamızda “Rabb” ismni ele alırken, konuyu ayrıntılı olarak görmüştük).

Kur'ân ilk sûrelerinde, bâtıl tanrılara hücum etmek yerine, müşrik­lerin de tanıdığı “Allâh”ın, kim olduğunu bildirmeyi tercih etmiştir. İlâhî irşad ve terbiye, insanların cahilane bir taassubla köklü bir şekilde bağ­landıkları putlara hücum etmeyi, onları irşâd bakımından doğru bulma­mıştır. Aksini yapmak, onları daha şiddetli bir inatla putlara sarılmaya götürürdü. Onların şeriklerinin durumunu ayrıntılı olarak münakaşa et­mek yerine, Allâh'a niçin ve nasıl inanılacağını ortaya koymuş, öbür yan­dan temel ahlâkî ve içtimaî esaslar üzerinde durmuştur.

İlk sûrelerde Ulûhiyyet şöyle nitelenmiştir:

Yaratan, sonsuz kerem sahibi 2376; Doğunun ve batının Rabbi Tek gerçek Allah 2377; âlem­lerin Rabbi, Rahman, Rahim, din gününün Mâliki 2378; çok Yüce 2379; yeşillikleri bitirip kurutan 2380; Kendisine-karşı büyüklenen zâlim ve fesatçıları gözetleyen ve istediğinde onları hetâk eden 2381; kıya­metten sonra insanlar hakkında hüküm verecek olan 2382; âhiret ve dünyanın sahibi 2383. Allâh'a ibadet emrolunur:

İnsan kendisini,'sırf Ona vermelidir 2384; Salâtı yerine getirmelidir 2385; O'nu teşbih 2386; İbadet ve istiânesini O'na tahsis etmelidir 2387. Ahlakî esaslar üzerin­de durulur. İnsan, kendisini arıtmalıdır 2388; Sabretmelidir 2389; Her insan, yaptıkları mukabilinde rehîndir 2390; düşkünü doyurmalıdır 2391; Malını iyiliklerde harcamalı, fenalıktan sakınmalıdır 2392. Bu ahlakî ve içtimaî esaslardan, sadece bu örneklerle yetiniyoruz.

Nüzul bakımından 2. sırada olan el-Kalem sûresinin 41. âyetinin haklı 2393 olarak daha sonraki bir safhaya ait olduğunu düşünürsek dene­bilir ki, müşriklerin taptıkları tanrılara değinen ilk metin, 18. sıradaki el-Kafirûn süresidir. Allah'ın, demin işaret ettiğimiz vasıflarla tanıtılmasın­dan, müşrikler rahatsız olmaya başlamış iseler de, Kur'ân davetinin on­larca ciddiye alındığına dâir hiç bir emare yoktur. Tepkileri, Hz. Muhammed hakkında “mecnûn” 2394, Kur'ân hakkında ise “şeytan sözü” 2395 demekten ibarettir. Baskı ve işkence uygulamasalar bile, bu da­vetin yayılmasını istemedikleri anlaşılıyor. İşte bu sırada Hz. Peygamber (a.s.)'e, el-Kâfirûn sûresi vahyediliyor. Burada, sadece onların taptıkları tanrılara tapılmayacağı belirtilir, fakat o tanrılara hücum edilmez: “De ki: 'Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Ben sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır2396.

Görüldüğü gibi, anılan sûrede putları terketmeye de davet yoktur. Bundan sonra müşrikler Hz. Peygambere şöyle diyeceklerdir:

“Bizim tap­tıklarımız malum, peki sen neye tapıyorsun? Bize bildir, nesebini söyle” 2397 Onların bu ifadeleri çok manidardır. Öyle anlaşılıyor ki onlar, he­men bütün müşrikler gibi Yüce Varlık durumunda gördükleri Allah'ı öylesine unutmuşlardı ki, Kur'ân'dan Onu vasfeden bazı özellikleri işitmele­rine rağmen hatırlamıyorlardı. O, ibadet hayatlarından silinmişti. İbadet öteki rablere yapılırdı. Bu rablerin o Yüce Varlıkla bir neseb bağı vardı, 2398. Buralarda müşriklerin, cinleri Allah'ın so­yundan gelen kızlar (tanrıçalar) olarak düşünüp onlara taptıkları bildi­rilir). Bir varlığın tanrı olması için, böyle bir nesebe sahip olması gerek­liydi. Muhtemelen bundan ötürü “bize Rabbinin nesebini söyle” demiş­lerdi.

Bunun üzerine el-İhlâs sûresi nazil olur:

“De ki: O Allah'tır, Tektir. Odur Samed (herkesin kendisine yöneldiği, Müstağni). Doğurmadı ve doğ­rulmadı. Hiç bir şey de O'na denk olmadı”. Buradaki doğurmamak kav­ramı da, neseb iddialarını desteklemektedir. Nüzulde 22. sıradaki bu sû­re, Kur'ân'ın bildirdiği Allah'ı, mükemmel bir şekilde tavsif etmektedir. Çok yoğun ve özlü bir tarzda, Ulûhiyyet konusundaki bütün sapıklıklar reddolunmaktadır. Fakat ne müşriklere, ne de onların ibadet ettikleri tan­rılara açık bir tenkid ve hücum yoktur. Kur'ân, kendi sistemini belirtmek yönünde mesafe almaktadır; reaksiyoncu değil aksiyoncu olarak ilerlemektedir.

Bundan sonra müşrikler, “deti” demekle hafife alınacak'bir insan kar­şısında olmadıklarını, onun getirdikleriyle “örümcek yuvası” gibi olan şir­kin göçebileceğini anlar ve daha da ciddiye aldıklarını belirten sıfatlar verirler: “saptı, azdı, hevâdan konuşuyor”. “Azdı” diye tercüme edilen gavâ, Arapçada “bildiği halde, kasden yanlışa gitme”yi ifade eder. 2399 Kur'ân onların da iddialarına 23. sırada olan en-Necm sûresinde şöyle cevap verecektir: “Arkadaşınız sapmamış ve azmamıştır. O kendiliğinden konuşmamaktadır2400.

Aynı sûrede 2401 asıl yanılanların müşrikler olduğu bildirilir:

Nedir söyler misiniz şu Lât ve Uzzâ (19) ve üçüncüleri olan Menat? (20) Erkekler sizin de, dişiler Allah'ın öyle mi? (21) Şu halde bu haksız bir paylaşma (22). Bunlar sizin ve atalarınızın taktığı adlardan başka bir şey değildir. Allah onları destekleyen bir delil indirmemiştir. Onlar sadece zanna ve akıllarına esene uymaktadırlar. Halbuki onlara, and olsun ki Rablerinden doğruluk rehberi gelmiştir2402. Bu sûrenin bir başka ayetinde, Kur'ân yıldızlara tapmanın da batıl olduğunu, şöyle ifade eder:

Doğrusu, Şi'râ yıldızının da Rabbi Odur2403.

Araplardan Huzâ'a ka­bilesi bu yıldıza tapardı. 2404 Bu âyet mahluk olan o yıldıza tapılamayacağını, dolayısıyla, anlatmaktadır. Sûrelerin çoğu gibi, bunun da tarih iti­bariyle ne zaman indiğini bilmiyoruz. Habeşistan hicretinden az önce, risaletin 4. senesinde olabilir. Bazılarının düşündüğü gibi 23. âyet daha sonraki bir zamana aitse, denebilir ki şirke kesin hücum başlamamış, an­cak Allah'a kızlar isnad edip onlara tapmanın yanlış olduğu anlatılmıştır. 23-37. sûrelerde batıl tanrılardan bahsedilmemesi de, bu tahmine bir ka­rine olabilir. Bu tahmin doğru değilse, batıl tanrılara hücum 23. sûreden itibaren açıkça başlamıştır.

Daha önceki sûrelerde olduğu gibi, bundan sonra daha da fazla ola­rak, nüzul bakımından 23-37. sûrelerde Allah'ın nimetleri, kudreti, özel­likle kıyamet ve hesap üzerinde durulur. Bazı geçmiş ümmetlerin başına gelenler haber verilir. 38. olan Sâd sûresinden anlıyoruz ki, müşrikler artık “yalancı, sihirbaz2405 dedikleri Peygamberin yaptığı karşısında, iyice şaşırmışlardır:

Ne o, tanrıları bir tek Tanrı mı yapmış! Doğrusu, bu tuhaf bir şey! Onlardan ileri gelenler: “Yürüyün tanrılarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen şüphesiz budur (...)” 2406.

Müşriklerin “sihir­baz” demeleri için, Hz. Peygamber (a.s.)'ın, onların beklemedikleri işler yapmış olduğu, “yalancı” diye nitelemeleri için de hüccet bakımından durumlarını sarsmış, onları öfkelendirmiş olduğu düşünülebilir. Onun söz­lerine kulak verenler oluyordu ki putlardan uzaklaşanları durdurmak gay­retiyle, onlara bağlılıkta direnme telâşına düşmüşlerdi. Bu âyetlerin nüzul sebebine dâir rivayet, takib ettiğimiz seyri destekler mâhiyettedir. Müş­rikler Hz. Peygamberin amcası Ebû Tâlib'e gelirler. Peygambere iletil­mek üzere:

“Sen bizden ve bizim tanrılarımızı anmaktan vaz geç; biz de seni tanrınla başbaşa bırakalım” derler. Peygamber tevhidi şart koşunca:

“Ne o, tanrıları bir tek Tanrı mı yapmış!” diyerek kalkar giderler. 2407 De­min gördüğümüz gibi, ilkin en-Necm sûresinde, ağır olmamakla beraber putlara hücum edilmişti. Demek ki yavaş yavaş, müşriklerle mücadele başlamıştır. 2408

2. Kesin ve Yoğun Hücum

Müteakiben 39. olan el-A'râf sûresinde, Allah'tan başka Velî (Ko­ruyucu, Tanrı) edinilmemesi emredilir 2409. Allah'tan başka yapılanlar, ölüm sırasında hiç bir şey yapamaz, kaybolup giderler 2410. İsrail oğul­larının buzağıyı tanrı edinmeleri olayı anlatılır. Bu işin “cahiller”e mah­sus olduğu belirtilir. Onun yol gösteremediği, konuşmaktan bile âciz olduğu bildirilir 2411. Biliyoruz ki Kur'ân'ın, kıssaları nakletmekten gâyesî, tarihî olayları anlatmak değil; onları, irşad gayesi için vesile edin­mektir. Şu halde eski müşriklerin ve onların tanrılarının eksiklikleri, Hz. Muhammed'in muhatapları ve onların putları için de tekrarlanmış sayılır.

Bu uzun sûrenin sonlarına doğru putlara hücum şiddet kazanır.

“Ken­dileri yaratılmış olup bir şey yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar? Oysa onlar (putlar) ne onlara yardım edebilir ve ne de kendi kendileri­ne bir yardımları olur. Onları doğru yola çağırırsanız, size uymazlar; çağır­manız da susmanız da onlar için birdir. Allâh'dan başka taptıklarınız da sizin gibi kullardır. 2412

Eğer doğru sözlü iseniz onları çağırın da size gel­sinler bakalım. Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var, veya işitecek kulakları mı var?

De ki: 'O taptıklarınızı çağırın (elinizden gelirse) haydi bana tuzak kurun, göz açtırmayın. Çünkü benim Velî'in (Koruyucum, Rabbim) Kitabi indiren Allah'tır. O, iyileri tevelli edinir. Ondan başka taptıklarınız kendi kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler. Onları doğru yola çağırırsanız duymazlar, sana baktıklarını görürsün, oysa görmezler” 2413.

Görüldüğü gibi, bu pasajda putların bâtıllıkları, deliller yığını ile et­kili, ve beliğ bir şekilde anlatılmaktadır. Yaratamamak, üstelik yaratılmış olmak, ne kendisine ne başkasına faydası bulunmamak; işitmek, anla­mak, çağırınca gelmek, yürümek, görmek, tutmak gibi canlı mahlûkların bile vasıflarına sahip olmamak, putların bâtıl olmaları için yeterli sebep­leri teşkil ederler.

Bundan sonra, insanlığın çoğunun Allah'a isnad ettiği, belki de şirkin en yaygın şekli ve kaynağı reddolunur: Oda, Allah'ı mahlûklara benzete­rek, Onun da zevceye ve çocuğa sahib olduğunu sanmaktır 2414. Kur'ân, bu konuya sık sık dönecektir 2415.

Allah zarar vermek dilerse, müşriklerin sahte tanrılarından bekle­dikleri -esasen olmayan- şefaatlerinin hiç bir fayda vermediği, onları kurtaramadığı görülür 2416. Müşrikler, yardıma nail olmak gaye­siyle tanrılar edinirler. Halbuki bütün işleri, onlardan bir fayda görmek şöyle dursun, o putların koruyucu'askerleri olmaktan ibarettir 2417. Bu âyetler, şirke büyük bir darbe indirir. Varlığını âbidlerinin bek­çiliğine borçlu olan, hiç tanrı olabilir mi? Ona tapanlardan daha akılsız kimse bulunabilir mi? Müşrikler “Allah'tan başka, hiç bir şey yara­tamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan, kendileri için bile zararı sa­vıp, fayda veremeyen; öldürmeye, diriltmeye ve ölümden sonra tekrar can vermeye güçleri yetmeyen tanrılar edindiler2418.

Halbuki Allah, ancak bu işleri yapan olabilir.

İniş sırasında 42. olan el-Furkan sûresinden itibaren, zaman za­man hatırlatılacak olan bir durum haber verilir: Allah âhiret günü müş­riklerle, onların taptıkları putları hasredecek; putlaştırılanlar, müşrikler­den teberri edecekler, karşılıklı lânetleşeceklerdir. Çeşitli yerlerde te­mas ettiğimiz gibi putların, aslında; cin, melek, insan gibi şuurlu var­lıklar olduğunu hatırlamak, bu haşir, redd ve lânetleşmeleri anlamamı­zı kolaylaştırır. 2419 Bu mes'ele, bir çok âyette daha gelecektir 2420.

Daha önce, müşriklerce, en fazla, “tanrılarını ağzına almaya cür'et eden bu adamsın tebliği, onları iyice sarsmıştır:

Eğer tanrılarımıza bağlı kalmak hususunda direnmeseydik nerdeyse bizi onlardan saptıracaktı” derler 2421. Şimdi işaret edeceğimiz yerde olduğu gibi, bir çok durumda gerçek ilâh olan Allah'ın eserleri ayrıntılı olarak bildiri­lir, arkasından -onların hiç bir şeye yaramadıkları gösterilmek için- bâ­tıl tanrılarla mukayese edilir. Meselâ 43. sıradaki Fâtır sûresinde on sa­tırlık uzun bir pasajda Allah'ın; insanları önce topraktan sonra sudan yarattığı, İlminin her şeyi kuşattığı, çeşitli nimetleri, Kudretinin eserleri, gece ve gündüze, güneş ve aya hükmettiği vb. hatırlatıldıktan sonra, bâtıl tanrıların bir çekirdek zarına bile mâlik ve mutasarrıf olmadıkları açıklanır 2422.

Tapılan Tanrı insanın duasını işitmeli ve istenileni yerine getirebil­melidir. Halbuki batıl tanrılar duayı işitemezler, faraza işitseler bile ica­bet edemezler 2423. Putların Ulûhiyyete liyakatsizlik unsurlarından biri olan bu konu da, bir çok âyette, değişik şekillerde tekrar ele alınacak­tır 2424.

Hz. İbrahim (a.s.)'ın devrinin putlarına karşı yaptıkları nakledilerek, Kur'ân'ın muhataplarının yaptıklarını da aynı akıbetin beklediği anlatıl­mak istenir. O âlemlerin Rabbi dışında, tapılan her şeye düşmanlığını açıklamıştı 2425.

O, karnine yıldızlara, aya, güneşe tapılamayacağını, onların akıllarına sokacak bir şekilde gösterir 2426. Putlardan hiç korkmadığını 2427 söyler, ve Hz. Ali, el-Gazzâlî, Pascal vb. tarafından üzerinde durulacak olan ilzamî delili (krş. pari de Pascal) kullanarak, iman ve şirk yolları için, “bunlardan hangisi korkudan emin olmaya lâyıktır” 2428 der. Onun putları kırmakla sonuçlanacak olan ve putların tapılmaya lâyık olmadıklarını, müşriklerin vicdanlarına bile kabul ettiren meş­hur kıssası uzun uzun anlatılır 2429.

Bâtıl tanrılara karşı Kur'anî mücadelenin çok önemli bir prensibi, 55. sıradaki el-En'âm sûresinde bildirilir: “Onların Allah'tan başka ibadet et­tiklerine sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek aşırı gidip Allah'a sövmesinler(...)”2430.

Muhtemelen Kur'ân'ın şirke karşı açtığı sırf ikna planın­daki etkin mücadele, bilhassa mü'minlerin nazarında putları o kadar değersizleştirmişti ki, onlara bu yolun dışında olarak, her türlü hakareti yap­maktan çeklnmiyorlardı. Bilhassa yeni ihtida edenin, şiddeti maruftur. Ya­rattığı insanın fıtratını en iyi bilen Allah, insanın hissî bir şekilde bağ­landığı şeylere hakaret edilmesinin, onu çılgına döndüreceğini de tabiatiyle bilmektedir. Zaten muhatapların Allah'ı bilmeleri, sözden ibarettir. Perdeyi yırttılar mı, bir adım daha ileri giderek. Ona sövebilirler. Bundan sonra da, doğru yola gelmeleri iyice zorlaşır.

Batıl tanrılarla mücadelede, ibadete konu edilmiş çeşitli varlıklara tapıfmayacağı kesin olarak belirtilir melekler 2431; güneş 2432; Allah'tan başka tapılan her şeyin genel adı olan tâgût 2433; hevâyı nefs 2434; Vedd, Suvâ', Yagûs, Ya'ûk, Nesr 2435 gibi.

Putların tanrı olamayacakları hakkında, -mekkî devrenin muhtemelen sonlarına ait bir âyette- “yok” oldukları daha sarih olarak belirtilir:

Her bir nefsin işlediği her şeyi görüp gözeten Allah hiç (görmeyen, işit­meyen vs.) putlar gibi olur mu? Bir de kalkmış, bunları Allah'a ortak sa­yıyorlar. Haydi onların bir hakikati varsa söyleyin, anlaşılsınlar. Göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi Allah'a haber vereceksiniz? Yoksa sadece bir zanna mı kapılıyorsunuz2436.

Batıl tanrıların, müşriklerin vehim­leri dışında bir varlıkları olsaydı. Kendisine hiç bir şey gizli kalmayan Allâh, elbette bilirdi. 2437 Onların “yoklukları” âyette böylece ifade edilmek­tedir. Putlar yokluğa gönderilirken, şirkin de “örümcek yuvası” gibi za­yıf olduğu bildirilir. 2438



3. Medenî Devir

Mekkî sûrelerde şirkin bünyesi yeteri kadar sarsılmış olduğundan, Medenî devirde batıl tanrılara tapınmayı konu alan âyetler bariz derecede azalır. Mekkî devirde reddolunan batıl tanrılara, pek değişik bir tip ilâve edilmez. Fakat işaret ettiğimiz azalmadan, şirkin yakasının bırakıldığı an­laşılmamalıdır. Medenî devrin her safhasında da, Allah'tan başka tapılan mefhumlar mahkûm edilir:

Nidler 2439, çocuk 2440, cibt ve tâgût 2441, dişi tanrılar 2442, teşri' konusunda tanrılaştırılan (yani insanlar için helal veya haram kılma yetkisi tanınan) kimseler (krş. 9, 31; 4, 60 ve tefsirleri) gibi; şirk unsurları çürütülür. Bü­tün bunlar hiç bir asla dayanmaz, Allah onlar hakkında hiç bir delil indirmemiştir. Esasen müşrikler:

Kendilerinin de bilgi sahibi olmadıkları şeylere taparlar2443.

İnsanların Allah'tan başka taptıkları bütün şey­ler bir araya da gelseler, bir sineği bile yaratamazlar, hatta sineğin ver­diği zararı telafi edemezler 2444.

Genel olarak Kur'ân'da görülen şu özellik, Medine devrinde daha barizdir:

Batıl tanrılar, özel adlarından ziyade, “Allah'tan başka tapılanlar”, “ortaklar”, “tanrılarınız” vb. gibi genel ifadelerle mahkûm edilirler. Medenî devirdeki nidler, çocuk, tâgût, cibt vb. demin söylediğimiz şirk unsurlarının da hepsi böyle genel mefhûmlardır. Nidler (denkler, zıdlar, benzerler) umumî ifadesinin, medenî devirde şöyle bir tedriç geçirdiği söylenebilir. Bu kelime mekkî kullanılışlarda putperestliğin daha kaba te­zahürlerini reddeden bir muhtevada olduğu halde 2445, Medenî âyette “Allah gibi sevilen nidler2446, dolayısıyla şirkin daha ince ve gizli bir şekli mahkûm edilmiş olmaktadır. 2447

4. Ehl-i Kitab'takî Şirk Unsurları

Mekkî sûrelerde şirk kâfi derecede ibtal edildiğinden, medenî sû­relerde Ehli Kitab'ın iddiaları ele alınır. Mekkî devrin sonuna ait 85. sıra­daki el-'Ankebût sûresinde, ilk olarak Ehl-i Kitab hakkındaki tutum bildi­rilir:

Ehl-i Kitab'tan zulmedenler bir yana, onlarla en güzel şekilde mü­cadele edin, şöyle deyin: 'Bize indirilene de, size indirilene de inandık; bi­zim Tanrımız da, sizin Tanrınız da birdir. Biz Ona teslim olmuşuzdur2448.

Medine devrinin başlarından itibaren yahudilerin, Kur'ân daveti kar­şısındaki menfi tutumlarına rağmen, aslında aynı Tanrıya inanıldığı ha­tırlatılır:

De ki: 'Bizim de sizin de Rabbiniz olduğu halde, Allah hakkın­da mı bizimle mücadele ediyorsunuz?” 2449. Bununla beraber yahu­dilerin Allah hakkında bazı ilkel telakkilere saplanmış oldukları, Ona kar­şı inatçı tutumları hatırlatılır:

Buzağıya tapmaları 2450, Tanrıya îman i'çin Onu açıkça görmeyi şart koşmaları 2451, sırf terslik olsun diye Allah'ın emrini değiştirmeleri 2452, Ona karşı nankörlükleri 2453, meşhur bakara kesme meselesindeki ilâhî emir karşısında direnişleri 2454 “ahid” almak, “Allah'ın evlâtları ve sevgilileri” olduklarını iddia ederek Al­lah hakkında ileri geri konuşmaları, kendilerini seçkin saymaları 2455, dünyaya olan bağlılıkları sebebiyle “Allah'ın eli sıkı­dır2456 elemeleri kınanır. Bunların çoğu eski yahudilere ait ise de.

Benzeri şeylerin şimdikilerden de bekleneceği îma edilir gibidir. Allah, Hz. Peygambere ve müslümanlara Ehl-i Kitab'a şu daveti yapmalarını is­ter:

Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, Ona hiç bir şeyi şerik koş­mayalım, kimimiz kimimizi Ondan başka rabler edinmesin2457.

Yahu­diler hakkındaki en ağır âyetler, onların “Uzeyr Allah'ın oğludur” iddiala­rını nakleden 9, 30 ve -din adamlarının helal ve haram saydıklarını ol­duğu gibi kabul ederek- onları, teşrîde Allah'a ortak tutmak anlamında rab edinmelerini bildiren 9, 31 âyetidir.

Ehl-i Kitab, olarak hıristiyanlarla, müslümanların aslında aynı Allah'a inandıkları 2458 bildirildikten sonra Medine'nin ilk süresinde, onların, Hz. İsa'nın tabiatı hakkındaki sapıklıklarına ima edilir:

Allah çocuk edin­di' dediler2459.

Buradaki “onlar” zamirinin kimlerin yerini tuttuğu bel­li değildir. Daha önceki mekkî sûrelerde olduğu gibi, Allah'a “çocuk isnad eden müşrikler de olabilir. Ancak, daha çok hırîstiyanların kasdedildiğine bir karine vardır. Zira, az önce hıristiyanlardan bahsedilmektedir 2460. Onlara ismen hücum edilmiyor, fakat bu fikrin sapıklık olduğu, terkedilmesi gerektiği ikaz ediliyor. Hıristiyanlar, bu üslûptan payla­rını almayıp, Hz. İsa'nın Ulûhiyyetinde direnince onlar, “dininizde taşkın­lık etmeyin, Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin (...)”2461 diyerek, Hz. İsa'nın, Allah'ın kulu ve resulü olduğuna irşad edilirler. Onlar vaz geçemeyince, Kur'ân onu tanrılaştırmanın “küfür” olduğunu kesin ola­rak açıklar 2462, tevbeye davet edilirler 2463. Onların Hz. Meryem'i de tanrılaştırmaları 2464, din adamlarını bir anlamda rabb edinmeleri 2465 takbih olunur.

Ehl-i Kitab netice olarak şirk bulaşıklarından arınmış halis tevhide davet olunur:

De ki: 'Ey Ehl-i Kitab! Bizimle sizin aranızda müşterek şu söze gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım, Ona hiçbîr şeyi ortak koşmayalım, kimimiz kimimizi Ondan başka rabler edinmesin. Eğer yüz çe­virirlerse: 'Bizim, Allah'a teslim olduğumuza şahid olun' deyin2466.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, Kur'ân önce batıl inançlara hü­cum yerine, doğru bir Ulûhiyyet inancını yerleştirmeye yönelmiş, şirkin yanlışlığını zımnen ifade etmiş, 23. (belki de ve bilhassa 39.) sûreden iti­baren şirkle ve müşriklerle, onları yıpratan bir mücadeleye girişmiş, 85. (yani Mekke devri sonu) sûreye kadar bu devam ettirilmiştir. Şirk iyice ibtal edildikten sonra Medine devrinde daha ziyade Ehl-i Kitab'ın inanç­ları düzeltilmek istenmiş, fakat zaman zaman şirkin bâtıllığı da hatırla­tılmıştır. 2467


Yüklə 2,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   59




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin