Matlâ
Ey aziz bil ki –Allah seni ceberutuna hidayet buyursun ve lütfüyle sana melekutunun yollarını göstersin- makam ve konumunu tanımış olduğun bu akli hakikat mekan ve mekan ile ilgili boyutlardan tümüyle soyutlandığı, zamanın ve zaman ile ilgili şeylerin değişiminden münezzeh olduğu, mahiyeti varlığında eridiği ve varlık nuru mahiyetinin zulmetine galebe çaldığı, hatta hakikat ve nefsiyetinden bile soyutlandığı için bütün gayb ve şahadet âlemlerini ihata etmiştir. Nitekim meşiyyet de bu hakikati ve gayrisini ihata etmiş bulunmaktadır.
Bu hakikatin âlemlerdeki sirayet ve etkisi, hakikatin rakikadaki serayet ve cereyanı gibidir. Hatta âlemlerin hakikati aklî hakikatten ibarettir. Bu âlemler onun gölgesidir ve o da ruhtur. Diğer âlemler onun kuvveleri ve cismidir.
Özetle o, âlemin vahdet ciheti ve âlem de onun kesret cihetidir. O hakikat vahdet suretinde bütün âlemden ibarettir ve âlem de kesret suretinde o hakikatten ibarettir.
Şeyh Kadı Said Kummi (r.a) bazı kitaplarında şöyle diyor: Nefis bilaraz akıl ve bizzat nefistir.”2
Şeyh Seduk’un Tevhid kitabının şerhinde ise şöyle diyor: “Akıl ilahi emre itaat etti ve külli nefis suretine büründü ki maddeyi tasvir etmiş olsun.”
O, bu sözleriyle gerçi akıl tasvirini sadece nefsin suretine özgü kılmıştır. Ama vücudun mertebeleri, gayb ve şuhud melekutu hakkında ilim sahibi olmanın gereği bizim dediğimiz şeydir. O da şudur ki akıl sadece nefs-i külli olarak düşünülmez, cisim suretinde de tasavvur edilebilir. Eflatun1 ve Aristo’nun Usolocya kitabında dedikleri şu sözlerden maksatları da budur: “Nefis yukarı âlemden aşağı âleme inmiştir2 oysa burhan gereği nefsin maddeden meydana gelmiş olması gerekirdi.”
O Kum’lu arifin dedikleri de önceki filozoflardan alıntıdır. Nitekim Aristo Usolocya kitabında ilk Meymer’de şöyle diyor: “Nefis şevk suretinde düşünülen akıldan ibarettir.” Aristo’nun bizim sözlerimizi tümüyle teyid eden sözleri ise şudur: “Nefis süluka iştiyak duyunca ve işlerini zahir kılmak isteyince ilk âlemden hareket ederek, ikinci âleme ulaşmaktadır. Sonra oradan da üçüncü âleme erişmektedir. Elbette nefis kendi âleminden hareket ederek üçüncü âleme varıncaya kadar süluka koyulmuşsa da akıl ondan ayrılmamıştır ve yaptığı her şeyi akılla yapmıştır.” 3
Bu büyük filozofun görüşlerimizi teyid eden daha bir çok sözleri vardır. Özellikle de “10. Meymer”de “Nevadir” babındaki sözleri çok önemlidir ve isteyenler oraya müracaat etmelidir. Lakin tümüyle inceledikten, bu grubun şifrelerinin anahtarları elde edildikten sonra ehline müracaat edilmelidir. Şüphesiz her ilmin uzmanları vardır. O kitaplara müracaat nefsaniyet ve bencillik ile iç-içe olmamalıdır. Bunun insana hiçbir faydası yoktur. İnsanın şaşkınlığını ve delaletini arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. İbn-i Sina’nın şöyle dediğini görmüyor musun: “Ben üstadımın yanında tabiiyat, riyaziyat (matematik) ve tıp ilmini az okudum. O ilimlerin çoğunu kısa bir müddette kendim öğrendim ve hiçbir sıkıntıya düşmeden onları hallettim. Ama ilahiyatı, uzun süre riyazet çektikten, hacetler mebdeine tevessül ettikten ve ihtiyaçları gideren Allah’ın dergahına sığındıktan sonra bir şeyler anlamaya başladım. İlahiyat konularının birisine kırk defa müracaat ettiğim halde hiç bir şey anlamadım. O ilmin problemini çözmek hususunda ümitsizliğe düştüm. Sonunda âlemlerin ve akılların yaratıcısına sığındım ve o problemi çözdüm.”1
İbn-i Sina’nın kitaplarına müracaat edecek olursanız o yüce ilmine rağmen bir çok konuda hata etmiş olduğunu görürsünüz. Onun gibi bir dâhi ve akıl sahibi bir insan bile bu durumdaysa diğer insanların durumu nasıldır, varın siz düşünün. Bu bilmeden felakete maruz kalmamaları için iman kardeşlerime bir tavsiyem idi.
Matlâ
Soyut aklın kendinden daha alt mülk ve melekut âlemleri üzerindeki ihatası hissedilir bir şeyin hissedilir bir başka şey üzerindeki ihatası gibi değildir. Zira hissedilir şeydeki ihata bazı taraf ve yönleri kapsamaktadır. İhata ettiği yerler de o diğer şeyin dış yüzeyinden bir bölümü teşkil etmektedir. O şey kendi zatından hariçtir. Ama soyut aklın ihatası böyle değildir. Onun ihatası tüm yönleriyle bir ihatadır. Hem de dış yüzeyle sınırlı da değildir. Zahiri ihata ettiği gibi batını da ihata etmelidir. Onun ihatası nüfuz ve sirayet ihatasıdır. Âlemdeki hakikatlerine, zatlarına, hakikatlerinin beynine ve varlıklarına sirayet etmektedir. Yer ve gökteki bütün cevherler, zati veya müfarik a’razlar tümüyle soyut aklın ihatası altındadır. Onlara şah damarından daha yakındır.2 Bedenlerdeki ruhtan daha etkilidir. Hatta âlemlerin aklın nezdindeki huzuru, onların kendi nezdindeki huzurundan çok daha şiddetli ve yücedir. Bütün bu ihata ve huzur, ikilik ve uzaklık ölçüsü olan maddeye sahip olmadığı sebebiyledir. İkilik ölçüsü olan mahiyet onlarda izmihlale uğramış, yok olmuştur. Mahiyet hükümlerinden hiç biri soyut akıl hakkında geçerli değildir. Bütün hükümler vücuda aittir. Mahiyete galebe çalan mutlak vücudun hükmüdür. Hakikat ve vücudlara hakimdir. Meşşailerin üstadı olan Aristo bu zatî sirayet ve vücudî ihataya işaret ederek şöyle demektedir:
“Yalın hakikatler, zatlarında kamil hakiki daire olmayı gerektirmektedir. Ama muhitleri hissi dairelerde olduğu gibi merkezlerini kapsamamaktadır. Hatta aklî dairelerde işlerin cereyanı hissî dairelerin tam tersine işlemektedir. Biz bu sırrın bir bölümüne 1. Mişkat’da işaret etmeye çalıştık.
Matlâ
Tam soyut aklî hakikat kendisinden başka bütün aklî hakikatler, küllî ve cüzî melekuti nefisler ve mülki ve nasuti varlıklar üzerinde egemen durumdadır. Böylece onları hidayet, istikamet ve kemal yollarına irşad etmekte, yüce Allah’a doğru sevk etmekte, âlemlerin rabbinin dergahına ulaştırmaktadır. Eğer o olmasaydı, yüce Allah’a asla ibadet edilmezdi. Birliği ile tanınmazdı. İtaat edilmezdi. Önünde secde edilmezdi. O halde Allah bu soyut aklı bütün âlemlerdeki saliklere göndermiş, böylece onları doğru yola hidayet etmektedir. Allah bu soyut akla, “emir âlemi olan kendi âleminden halkî âlemlerin zulmetler zindanına yönel, onları nur dolu âleme irşat et” diye emretti. Böylece akıl, kulların yaratıcısının emrine itaate yöneldi. Her hakikatte kabiliyeti miktarınca zuhur etti. Onları sırlar âlemine sevk etti. Ünsiyet mahfili ve karar kıldıkları yere çağırdı. Akıl, önderlik ve irşad görevini yerine getirdikten sonra Allah-u Teala ona bütün mazharlarıyla dünya âleminden nihai yerine ve refik-i a’laya geri dönmesini emretti. Ona, “dön” diye emretti ve o da döndü.
Bu hakikat Allah’ın bazı münasib mazharlarda kendisine kuds âleminden ordular1 bağışladığı hakikatin ta kendisidir. Böylece şeytanın ordusu karşısında ayağa kalkmakta, ona galib gelmekte, insanları Rahman hizbine doğru hidayet etmektedir. Allah-u Teala bu hakikatte ilahi gayb âleminden bazı hakikatleri emanet olarak karar kıldı. Böylece rahmanî cezbe liyakati olan kimseleri bu ilahi gaybî hakikatler vesilesiyle kendine cezp etsin.
Dostları ilə paylaş: |