Matla’
Vahiy ve tenzil sahiplerinden ruhlarının yaratılışları hakkında bir takım rivayetler nakledilmiştir. Bu rivayetlere göre Allah Resulü’nün, Ali’nin ve diğer imamların ruhları ilk olarak yaratılmıştır. Onların ruhaniyeti, ilahi mutlak meşiyyet ve geniş rahmetinden ibaret olup akli taayyün ile müteayyin olmuşlardır. Zira onların ruhları (a.s) ilk zuhur idi.1 Bu zuhur ve tecelli makamının halk (yaratılış) kelimesiyle ifade edilmesi o kadar da uygun değildir. Zira meşiyyet makamının yaratılış âlemiyle hiçbir irtibatı bulunmamaktadır. Aksine o “emir” âlemindendir.
Nitekim “Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur”2 ayetinde buna işaret edilmektedir. Gerçi bazı yerlerde bunun için “halk” kelimesi de kullanılmıştır. Nitekim imamlardan (a.s) nakledilen bir rivayette şöyle yer almıştır: “Allah her şeyi meşiyyetle ve meşiyyeti de kendisiyle yarattı.”3 Bu hadis-i şerif de mutlak meşiyyetin bütün halkî taayyünlerden daha yüce olduğunu gösteren delillerden biridir. Akıldan tut en alt mertebeye kadar bütün halkî taayyünlerden yücedir. Biz Allah’a hamdolsun bu iddiamız hususunda zevki bir burhan da ikame ettik. Ama buna rağmen yine de bizim bu söylediğimize delalet eden bir rivayeti de teberrük olsun diye burada naklediyoruz.
Kafi’de yer alan bu rivayete göre Ahmed b. Ali b. Muhammed b. Abdullah b. Ömer b. Ali b. Ebi Talib, İmam Sadık’ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Şüphesiz hiçbir varlık yokken Allah var idi. Böylece Allah kevni ve mekanı yarattı. Nurları yarattı. Nurların nurlandığı nur’ul envarı yarattı. Nurların nurlandığı kendi nurunu onda cari kıldı. O Muhammed ve Ali’nin yaratıldığı nurdur. O ikisinin nuru ilk nur idi. Zira o iki nurdan önce bir şey yok idi. O iki nur tertemiz olarak, pak sülblerde cereyan etti. Sonunda tertemiz sülblerde birbirinden ayrıldılar. Abdullah ve Ebu Talib’de4 karar kıldılar.”
Evet Allah’ın velisi gerçekten de doğru buyurmuştur. Biz şu anda bu hadisi açıklama makamında değiliz. Bu hadisi açıklamak benim gibi birine düşmez. Bunun uzun uzadıya bir açıklaması vardır. Ama bizim maksadımıza işaret eden bazı işaretlerini ele almaya çalışacağız. Dolayısıyla ilahi tevfik ile şöyle diyoruz: “Şüphesiz hiçbir varlık yokken Allah var idi” sözü, belki de Allah’ın varlıklar üzerinde hakiki bir takaddümü olduğuna işarettir. Şu anda da durum aynıdır. Nitekim Cüneyd-i Bağdadi1 “şüphesiz hiçbir varlık yokken Allah var idi” sözünü duyunca “şuanda da aynı durumdadır”2 diye buyurmuştur.
Tevhid-i Saduk’ta ise şöyle yer almıştır: “Allah-u Teala zaman ve mekan olmaksızın her zaman var idi. Şuanda da olduğu gibidir.”3
Hadis-i şerifte “Allah kevn ve mekanı yarattı. Nurların nurlandığı nur’ul envarı yarattı” sözü de aşağıdan yukarıya vücudun asli mertebelerinin tertibine işarettir. Zira kevn ve mekan, tabii ve tabiat âleminde mekana ihtiyaç duyan varlıklardan ve semavi ve zemini cisimlerden ibarettir. Veya tabiat âleminde zahir olan ve karanlık heyula denizinden ortaya çıkan mutlak şeylerden ibarettir. Bu tabirin sebebi ise kevn ve mekanın nefsi de içermesidir. Bu nefis, kendi zatında nurlar âlemindendir. Ama madde ufuklarında doğmuş ve aşağılık kainatta zuhur etmiştir. Nurlar ise küçük büyük bütün bir akıl âlemine veya her ikisinin de hakikati nurdan olduğu cihetiyle akıl ve nefis âlemine işarettir. Nur’ul envar ise aklî ve diğer hakikatlerin başlangıcı, aşağılık ve yüce âlemlerin mebdei olan mutlak vücud ve münbesit feyize işarettir. Vücudun tüm mertebeleri ondan olduğu halde nurların özellikle zikredilmesi de aralarındaki münasebet dolayısıyladır. Veya aklın, mutlak meşiyyetin ilk zuhuru olması hasebiyledir. Veya nurların, nur’ul envardan yaratıldığını beyan ettikten sonra artık kainatın da nur’ul envardan yaratıldığını söylemeye ihtiyaç duyulmadığındandır. Zira eğer nurlar bir şeyden yaratılmışsa, vücud silsilesinin tertibi ve nüzul ve suud kavsi (yayı) hasebiyle nurların dışındakiler de o şeyden yaratılmış olmalıdır.
“Onda cari kıldı” cümlesindeki mecrur zamir (fihi) ya envara dönmektedir ki bu durumda nurlardan ibaret olan mukayyet varlıkların, nur’ul envardan ibaret olan o mutlakın kendisi olduğuna işarettir. Belki de bu zamir, nur’ul envara dönmektedir. Buna göre nur’ul envardan maksat ilk soyut akıldır. Nurlardan maksat ise külli nefisler ve külli nefislerle birlikte ilk akıl dışındaki diğer akıllardır.
Nurların nurlandığı nurdan maksad ise feyz-i münbesitten ibarettir. Bu mana iki açıdan ibaretle uyum içindedir. Birincisi şudur ki nur’ul envara “halk” nisbet edilmiş ve “nur’ul envarı yarattı” denilmiştir. Oysa defalarca öğrendiğin gibi nur’ul envar halk âleminde değil, emir âlemindendir. Gerçi bazen halk âlemine de isnat edilmektedir. Nitekim daha önce adı geçen hadiste de (meşiyyet halkı hadisi) bu isnat göze çarpmaktadır. Diğer cihet ise bu rivayette yer alan nur, Allah’ın zatına izafe edilmiş “Allah onda nurunu cari kıldı” diye buyrulmuştur. Bu tabir zahir ve mazharın birbiriyle ittihat içinde olduğuna işarettir. Gerçi diğer nurların nurunu da bir itibara göre Allah’ın zatına isnat etmek mümkündür. Lakin uygun olan nur’ul envarı zata isnat etmektir.
Sakın bu rivayette yer alan “ecra” (cari kıldı) kelimesinden örfi bir anlam çıkarmaya kalkma. Hissi nurun kendisinden nurlandığı şeyde cereyanı ile mukayese etme. Buradaki “ecra” kelimesinden maksat zuhur ve kayyumi ihatanın kendisidir. Aynı şekilde nurdan maksat da hissi nur değildir.
“O nurdan Muhammed ve Ali’yi yarattı” ifadesinden maksat ise vücud-i münbesit olan nur’ul envardır. O da vahdet ve taayyünsüz bir şekilde Muhammedi ve Alevi hakikatten ibarettir. O iki yüce insanın mukaddes nuru o hakikatten yaratılmıştır. Bu ifadeler bizim açıkça söylediğimiz gerçeklere delalet etmektedir. İyi düşün ki sırlar yüzüne açılsın.
“Bu iki nur sürekli ilk nurda idiler. Çünkü o ikisinden önce bir şey yok idi.” İfadesi de şu anlamdadır ki Allah tarafından yaratılan o iki mukaddes nur, bütün bir varlık âleminden önceliğe sahip olan soyut akıldır.
“Bu iki nur cereyan halindeydi.” İfadesi ise aşağıdaki âlemlerde bu iki nurun zuhuruna işaret etmektedir. Yani ceberut âleminin sulbünden yüce melekut âleminin batınına, yüce melekut âleminin sulbünden, aşağı melekut âleminin batınına ve aşağı melekut âleminin sulbünden mülk âleminin batınına cereyan etmiştir. Daha sonra da bütün bu âlemlerin özetinde ve bütün bu âlemleri kapsayan kapsamlı nüshada zuhur etti. Yani beşerin babası olan insanda ortaya çıktı. Oradan tertemiz sülblere intikal etti. Daha sonra da en temiz sulbe, Abdullah ve Ebu Talib’in sulbünde birbirinden ayrıldılar. Aşağıdaki âlemlere oranla yukarıdaki âlemlerden her birine “sülb” ve yukarı âlemlere oranla aşağıdaki âlemlerden her birine de “batn” denmesinin mantığı ise açıktır ve açıklamaya gerek yoktur.
Dostları ilə paylaş: |