Nur
İlmi makamda ayan-i sabitenin âlemi bir vücudu yoktur. Sadece sübuti bir varlığa sahiptir. Aynı şekilde onların hakikatleri de zati zuhur, esmaî ve sıfati tecelliye engel değildir. O halde Allah, yaratıkları ile arasında hiçbir engel olmaksızın bütün aynalara tecelli etmiştir. Nitekim yüce Allah da şöyle buyurmuştur. “O evveldir, ahirdir, batındır ve zahirdir.” O halde “huve” (O) kelimesiyle esma ve sıfat makamında gizli olan o gaybî hakikate işaret etmektedir ve şöyle demektedir: İsimler ve sıfatlar elbisesine bürünmekten dahi münezzeh olan o gaybî hakikat, nasıl olur da fani varlıkların elbisesine bürünebilir. O hakikat, o yüce hakikatiyle zahirdir, batındır, evveldir ve ahirdir.1 O halde bütün zuhur ve batın O’nundur. O’ndan gayri hiçbir şeyin bir zuhuru veya batını yoktur. Hatta her hangi bir şeyin hakikati bile yoktur. Nitekim Hz. Hüseyin (a.s) Arefe duasında şöyle buyurmuştur: “Senden gayrisinin, senin olmayan bir zuhuru mu var ki böylece seni zahir kılmış olsun? Ne zaman gaib oldun ki sana delalet edecek bir delile ihtiyacın olsun.” 2
Evet, Allah’ın velisi doğru duyurmuştur: Özgür insanların “bütün bir âlem hayal içinde hayaldir” sözü de bu hakikate işaret etmektedir. Şirazlı arifin sözü de bu anlamdadır:
“İddiacı sırrı seyretmek istedi de geldi ama gayb eli geldi de namahremin göğsüne vurdu.” 3
Sana bütün bu söylenenleri iyi anla ki bu konuda bir yanlışlığa düşmeyesin ve ayağın sürçmesin.
Nur
Bütün bu söylediklerimizle birlikte rububi makama hürmet ve ubudiyet makamını korumak, bu takaddüs ve tenzihe daha fazla dikkat ve teveccüh etmeyi gerektirir. Hatta salikin haline münasib olanı da budur. Aynı zamanda tehlikelerden de uzaktır. O halde her kim sağlam ilmi bir adımla marifet yolunu kat etmek ve hakikat şehrine girmek isterse, her halinde Hakk Teala’yı tenzih ile meşgul olmalı ve tüm makamlarda Allah’ı takdis ve tesbihe koyulmalıdır. İlahi veliler de bu yüzden sürekli olarak Allah’ı takdis ve tenzih ile uğraşmışlardır. Bu makama erişince işaret ve kinayeyi bir kenara bırakmış ve tam açık bir beyanla konuşmuşlardır. Oysa vahiy sahiplerinin sözlerinde teşbih ve teksir makamına daha az rastlanmaktadır. Söz oraya gelince sembolik ve şifreli kelimeler ifade edilmiş, açık beyan bir kenara itilmiştir. Bazı mükaşefe, süluk ve riyazet ehli kimseler şathiyata bulaşmışlarsa bu onların süluklarında var olan noksanlıktan kaynaklanmıştır. Batınlarında veya batınlarının batınlarında enaniyet kalıntıları kalmış da bu sebeple nefisleri firavunlukla tecelli etmiştir. Ama şeriat yolunun yolcuları olanlar, enaniyetlerini tümüyle bir kenara atanlar, nefsine asla kulluk etmeyenler, nefisleri tertemiz olanlar; kudret, saltanat ve firavunluk izharına teveccüh etmeyenler, tevhid ve takdisin en yüce mertebesinde oldukları halde, en yüce teksir makamına da sahip bulunmaktaydılar. Onlar için ne kesret tevhide ve ne de tevhid kesrete engel teşkil etmemiştir. Zira onlar süluk hususunda güçlü bir adıma sahiptirler. Nefisleri ter-temizdir. Mutlak rabbe mahsus olan rububiyet izharında bulunmazlar. Aynı zamanda imkan âleminin heyulası Allah velisinin kudret elinde bulunmaktadır. Onu istediği gibi evirip çevirmektedir.
Allah Resulü’nün cennet ehlinin eline ulaşacağını söylediği mektup bu dünyada Allah velilerinin eline ulaşmaktadır. O mektubun içeriği şöyledir: “Bu ölmeyen hayy ve kayyum olandan, ölmeyen hayy ve kayyum olana bir mektuptur. Ben bir şeye ol dersem o şey hemen oluverir. Ben seni de bir şeye ol dediğinde hemen o şeyin de oluverdiği biri kıldım. Cennet ehlinden biri bir şey için ol derse o şey mutlaka oluverir.” 1
Nur
İşte bu yüzden peygamberler, resuller ve ilahi raşid veliler (a.s) mucizeler ve kerametler göstermekten sakınıyorlardı. Zira mucize ve keramet izharı, rububiyet izharına, kudret, saltanat ve alçak ve yüce âlemlerde velayet izharına dayanmaktadır. Bu yüzden maslahat olan yerler dışında böyle bir izharda bulunmaktan sakınıyorlardı. İzhar ettiği yerlerde de kalplerini Allah’a bağlıyor, rabb’ul erbaba teveccüh ediyor, zillet, yoksulluk ve kulluk izharında bulunuyorlardı. Enaniyetlerini bir kenara itiyor, işi yaratıcılarına havale ediyorlardı. Kudret kaynağından böyle bir mucize izharında bulunmasını istiyorlardı. Bu onların eliyle zahir olan rububiyet, yüce Allah’ın rububiyeti idi. Onlar buna rağmen bu kadarıyla da izharda bulunmaktan sakınıyor, Hakk’ın rububiyetinin kendi elleriyle zahir olmasından dahi ictinab ediyorlardı.
Ama işlerinin kökeninin tılsım, sihir illüzyonistlik (gözbağcılık) ve melekut-i a’la ve melekler âleminin karşısındaki mülk ve zulmet âlemi olan kafir şeytanlar ve cinler âlemiyle sürekli bir irtibat halinde bulunmak olduğu riyazet ehli kimseler, şeytanlar âlemiyle bağlantı içindedirler. Sürekli olarak saltanat izharında bulunmaktadırlar. Tasarruflarını insanların yüzüne vurmaktadırlar. Kendi enaniyetlerini sevdiklerinden ve nefsani boyutlarına karşı ilgi duyduklarından hakikatte nefs putuna tapanlardır. Bunlar put ve tağutun takipçileridir ve âlemlerin rabbi olan Allah’tan gaflet etmektedirler. “Şüphesiz cehennem kafirleri ihata etmiştir.” 1
Nur
Eğer kendini bu yüce zirveye ulaştırabilirsen, ruh kuşunu bu hakikatin nurani doruğuna eriştirebilirsen ve açıklamış olduğumuz zati zuhurun hakikatini derk edecek olursan bazı hakikatleri derk edebilirsin ve bazı sırlar ve incelikler kapısı yüzüne açılabilir. Bunlardan biri de önceki hikmet ve felsefe sahiplerinin sözlerinin sırrıdır. Onlar şöyle diyorlar: Yüce Allah cüziyatı, tümel olarak bilmektedir.2 Zira her hakikatin yüce boyutu mutlaklık, salt fiiliyet ve salt külliyettir. Görülen bu teşahhüsler ve belli olan taayyünler düşük yaratışsal boyuttan kaynaklanmaktadır. Fark âlemindendir; cem âleminden değil.
Bu sırlardan biri de aynî âlemde kaderin sırrıdır. Akıllar bu konuda şaşkınlık içindedir. Filozoflar bu hususta farklı görüşlere sahiptir. Ama kader, ilmi aşamada önceden de bildiğin gibi ayan-i sabit’e dönmektedir.
Bu sırlardan biri de büyük hikmet sahiplerinden biri olan Ferfurnus’un,3 yüce Allah’ın ilmi hakkında söyledikleridir. Ona göre Allah’ın ilminin ölçüsü malumat ile birlik içinde olmasıdır. 4
Bu sırlardan biri de Şeyh İşrak’ın1 Allah’ın ilmi hakkındaki sözleridir. Şeyh İşrak kendi görüşü esasınca her ne kadar bir yoruma göre Allah’ın fiili ilmi, eşyanın2 aynısı olsa da ilminin eşyadan önce olduğuna inanmaktadır.
Ve daha açıklayamadığımız ve inceleyemediğimiz bir çok sırlar…
Dostları ilə paylaş: |