Nur
Bütün dediklerimiz ve gözlerinden kaldırdığımız perdeler esasınca gözlerin keskin gözlere sahip olduğuna göre artık şu hakikati açıkça görmüş olmalısın ki ilahi ilimde ayan-i sabitin sübutu, nakıs nurların tam ve kamil nurlardaki sübutu gibidir. Hakeza tafsili aklın icmali yalın akıldaki sübutu gibidir. A’yan ve esmada herhangi bir hicab olmadığı için ayn-ı sabite isnad edilen her şey zat-ı mukaddese, ilahi isim ve sıfatlara da mensup olmaktadır. O halde tecelliler, isimler, sıfatlar ve a’yan elbisesinde olduğu halde zati tecellilerdir. O halde bu anlamın mahiyet ve vücud ile kıyası, ilgisiz bir kıyası olmakla birlikte görüş, zevk ve süluk ehli kimselerin görüşüne göre mukisun aleyh (ilahi isimlerdeki ayan-i sabite) hakkındaki husus Merhum Kumşei’nin buyurduğu gibi değildir. Zira eserlerin mahiyete intisabı ya kesrette vahdet görüşü esasıncadır ve vücud taayyünden münezzeh olduğu halde onlarda zuhur etmektedir ve bu görüş esasınca vücud tüm eşya demektir ya da filozofların görüşü esasıncadır ki âlem, yani külli-i tabii dış âlemde mevcuttur. İrfan ekolu görüşünce değildir. Zira özgür insanların görüşüne göre bütün bir âlem hayal içinde hayaldir.
Özetle eğer “bir şeyin failiyeti, o şeyin taayyünü iledir” sözünden maksat, bir şeyin zatının ismi ve sıfati taayyün olmaksızın ve a’yan elbisesine bürünmeksizin kendi zatıyla hiçbir failiyet türüne sahip olmadığı ise bu konu doğrudur. Bunun incelemesini de bilmiş oldun. Ama bu anlam fiilin müteayyine intibasını red etmemizi gerektirmez. Aksine fiil hakikaten müteayyine mensuptur, taayyüne değil. Yok, eğer maksat taayyünün fail olduğu ise, bu konunun doğru bir yorumu olamaz. Eğer maksat taayyünün, müteayyinin aleti olduğu ve müteayyinin taayyün ile failiyeti bulunduğu ise bu konu araştırmalara aykırı olmakla birlikte fiilin müteayyine intisabını da ortadan kaldırmamaktadır.
O halde araştırmaların gereği olan ve hakkıyla tasdik edilmesi gereken şey, önceki ilahi nurlarda açıklanan şeydir. Bu nurlar sayesinde bilmiş oldun ki zat, esmaî taayyünler kisvesinde ayan-i sabite tecelli etmektedir. A’yan-i sabit kisvesinde de harici a’yana tecelli etmektedir. Lakin arada bir örtü olmadığından ve tecelli edilen ayna saf ve berrak olduğundan dolayı bu tecelli, zati bir tecellidir. Allah’ın uluhiyetinde bir ortağı yoktur. Bu da anlam olarak naklettiğimiz hadisin anlamlarından biridir. Hadisin lafzı böyle değildir. Bu hadis ismet Ehl-i Beyt’inden nakledilmiştir ve şöyle buyurmaktadır: “Hakiki tevhid; ismi, müsemmaya uyarlamandır. Aksi takdirde sadece isme ibadet etmek küfürdür. İsim ve müsemmaya birlikte ibadet etmek ise şirktir.”1 Gerçekten de Allah velisi doğru buyurmuştur.
Merhum Kumşei’nin sözlerinde başka bir görüş daha vardır. Söz uzamasın diye yorumlamaktan sakınıyoruz ve nakletmekten vaz geçiyoruz. Bu misbah burada bitmiş oldu. Mülk ve ilim sahibi Allah’ın izniyle söze başka bir şekilde başlıyoruz. Başta da sonda da sadece O’ndan yardım dileriz.
Misbah
Bu bölüm senin için keşfolunacak ilahi aklî nurlar ve gayb neşetinde velayet, nübüvvet ve hilafetin sırrı hakkındadır. Bunda nurani ufuklardan doğan imanî gerçekler bulunmaktadır. Bu nurlar vasıtasıyla insani kemaller derecelerine nail olman umulur.
Matla’2
Bil ki –Allah seni hakk-ı yakine hidayet buyursun ve seni ruhaniler zümresinde karar kılsın- kamil filozofların aklî burhanlar esasınca aklî sağlam ve detaylı delillerle ispat ettiği, geçmiş ilahi şahsiyetlerin sembolik bir dille beyan ettiği, ilahi kitaplar ve semavi sahifelerin işaret ettiği, nübüvvet ve velayet makamından nakledilen rivayetlerin ortaya koydukları aklî hakikat ahadiyet-i cem ile irtibatını bildiğin mutlak meşiyyet makamının ilk taayyününden ibarettir. Bu konunun delili ise detaylı felsefe kitaplarında yer alan bilgilerin yanı sıra hiçbir ön düşünce olmaksızın ve sadece bu konuyu şimdi yazarken aklıma gelen bir delildir. O da şudur ki müteayyin olmayan hakikat, hangi hakikat olursa olsun kendine ilişen çeşitli taayyünlerle taayyün edince sadece rütbe makamında öncelikli, zat makamında daha kadim ve zaman makamında daha kadim olan taayyünlerle müteayyin olmaktadır. Özetle gayr-i müteayyin ve suretsiz olan bir hakikatin taayyün ve tasavvuru öncelikli taayyün ve en kadim surettir. Mahiyet, ayak bastığı her yere getirileri ve a’razlarından önce girer. Bu getiriler ve a’razlar, ister melekuti taalluklar ve takaddürler olsun, isterse de maddi getiriler ve a’razlar olsun fark etmez.
Takaddür ve taalluk, mahiyetin diğer getirilerinden önceliklidir. Hakikat başta mahiyet suretine bürünmektedir ve öncelikli tertibiyle sonra da diğer getiriler suretine girmektedir.
Vücud mertebelerinin durumu, nüzul ve suud âlemini kamil bir şekilde incelediğimiz zaman getirileriyle değil de sadece mahiyetle taayyün eden bir şey göremiyoruz. Sadece tümüyle soyut olan aklî hakikati görüyoruz.
Ama diğer âlemlerden herhangi birindeki varlıkların mahiyetsel taayyünlerinin yanı sıra başka bir taayyünü de vardır. Bu yüzden mahiyetten sonra gelmeli ve mahiyet ondan öncelikli olmalıdır. Bu öncelik de dehri bir öncelik olmalıdır. Aynı şekilde gayr-i müteayyin bir hakikatin müteayyinlere oranla önceliği de sadece hakiki ve vücudî bir öncelik değildir. Hakkani ve ezeli bir önceliktir. Bu etkenlerin yani melekuti takaddür ve taallukun, madde âlemine dalmanın ve zaman ve tedricin sultası altındaki mahiyetin oluşumunun mahiyetin değil de vücudun getirilerinden ve a’razlarından olduğunu sanma. Zira taakkul ve aklî tecziye makamında bu a’raz ve getiriler mahiyetten ayrılmaktadır. Bu da onların mahiyetin değil de vücudun etkenleri olduğunun delilidir. Bu bozuk ve hayali bir zandır. Zira melekut zatının türü, taalluk ve takaddürlerden ibarettir. Mülk zatının türü ise madde ve maddi getirilerin elinde esir olmaktan ibarettir. Ne zat, ne taakkul, ne zihin ve ne de harici makamda birbirinden ayrılamazlar. Bu yüzden nefsi şöyle tanıtmışlardır: “Nefis tabii ve yüce (organik) cisim için ilk kemaldir.” Bu yüzden psikoloji tabii ilimlerden sayılmıştır. Molla Sadra1 da nefsin nefsaniyetinin, yani ilk kemalinin gelişim başlangıcında ve tekamülden önce lazım veya müfarik türden nefsin zatına katılan ilineklerden olmadığı hususunda bir delil ikame etmiştir.1 Aynı şekilde mülki suretlerin madde ve getirilerinin kaydındaki zati esareti de burhani işlerdendir. Sözün uzamasından korkmamış olsaydım senin yakin ve güvene ermene neden olacak bilgiler de verirdim. Ama elden ne gelir ki? Bu kitap bu tür konuları ele almaya uygun değildir. Bu suretlerin, getirilerin elinde esir olmasının, mülki suretlerin ve melekuti hakikatlerin kendisini bu esaretten kurtarabilmesi ve nur âlemine ulaşabilmesiyle çeliştiğini sanma. Bize göre bu da sabit bir husustur. Bu esaret ve özgürlük arasında hiçbir çelişki bulunmamaktadır. İyi düşün ki konunun hakikatini derk edesin. Taayyünler hakkında söylenenler de kavs-i nüzulî hasebiyledir. Bu beyan ile kavs-î suudi’deki varlığın tertibi esasınca delil ikame etmek mümkündür. Zira suretlerin kendisinden hasıl olduğu, yüceldiği, kesretten vahdete doğru ilerlediği ve nüzulden suuada yükseldiği mebde ve menşe, zat hasebiyle hiçbir surete bürünmeyen ve cevher hasebiyle hiçbir taayyünü olmayan ilk heyuladır. En öncelikli düzen taayyünlerden biriyle müteayyin olunca ilk taayyün mutlak cismin sureti, sonra unsurî suret ve sonra madeni suret… ta ki ruhaniler safına katılır ve onlar arasında yer alır. Böylece ilk sona katılır, başladığı noktaya dönmüş olur. 2
Dostları ilə paylaş: |