Misbah
Acaba nefsinin kitabını okudun mu? Bu büyük ilahi nişane üzerinde hiç düşündün mü? Bu öyle bir nişanedir ki Allah-u Teala bu nişaneyi tanımayı, kendisini, isim ve sıfatları tanıma merdiveni karar kılmıştır. O halde bir bak da akl-i basitinde, icmali ve yalın ilm-i huzuriyle gaybî hakikatin hakkında neler görüyorsun? Tafsili aklında, tafsili ve huzuri bir ilimle kendi melekutunda misali tecelli ve melekuti cilve hakkında neler müşahede ediyorsun? Zemini melekler vasıtasıyla başka bir ifadeyle ceberutunun melekut âleminde ve melekutunun mülk âlemindeki zuhuruyla ilahi emir, mülk âlemine inerek mülki ve zahiri neşette ses ve lafız şeklinde zahir olduktan sonra ne görüyorsun, acaba bu neşetler, merhaleler âlemler ve menzillerde haber verme ve izhar etme hakikati aynı mıdır ve tek bir yolla mı vaki olmuştur?
Misbah
Nefis kitabını okuduktan ve gerekli tefekkürde bulunduktan sonra bir adım daha yukarı çık, irfan ehlinin müşahedesine ve iman sahiplerinin menziline ulaşmaya çalış. Böylece bizim de sözünü ettiğimiz isimler âlemindeki nübüvvet ve bildirimin hakikatini elde etmiş olursun. O halde bil ki o makamda nübüvvet, gaybî hüviyette gizli olan hakikatlerin, kabiliyetleri hasebiyle gayb âleminden kendisine nazil olan ve feyz-i akdes vasıtasıyla kendisinde zuhur eden gaybî ciheti yansıtma kabiliyetine sahip olan berrak aynalarda zahir olmasıdır. O halde “Allah” ismi, feyz-i akdes ve halife-i kübrada zuhur makamıdır. Mutlak veli ise vahidiyet makamındaki konumu ve isim ve sıfatlar üzere ifade ettiği zati tekellümü hasebiyle mutlak nebinin ta kendisidir. Gerçi o ism-i a’zama nebi denilmemektedir. Nitekim Allah’a da şeriat dilinde ifade edilen isimler dışında bir şey isnad edilemez. Münezzeh olan Allah’ın isimleri tevkifidir ve bu isimlere eklenti yapılamaz.
Misbah
Vahidiyet makamında ilahi isimlerin her biri kendisinde ve müsemmasında gizli olan zati kemalini mutlak olarak izhar etmeyi gerektiriyordu. Bu mutlaklık, zati kemalini izhar etme gerekliliği anlamındadır. Hatta eğer kendi zuhuru sayesinde diğer isimlerin gerekliliklerini örtülü kılsa bile. Örneğin Hak Teala’nın cemali, mutlak cemalin zuhurunu gerektirmektedir. Bu mutlaklığın anlamı ise şudur ki Hak Teala’nın celali, cemaline mahkum olmakta, onda gizlenmektedir. Hak Teala’nın celali ise cemalini batınında tutmayı ve sultası altına almayı gerektirmektedir. Diğer ilahi isimler de böyledir. Öte yandan ilahi hükümler de aralarında adaletle hükmedilmesini gerektirmektedir. Onlardan her biri adalet üzere zuhur etmelidir. O halde mutlak hükümete sahip olan ve tüm isimlerin mutlak hakimi sayılan en büyük “Allah” ismi, iki hakim ve adil ismiyle tecelli etti. İsimler arasında adaletle hükmetti. Böylece, ilahi emir adaleti icra etti, içinde değişikliğin olmadığı iki ilahi sünnet cari oldu. İş bitti, kaza geçerli oldu ve imzalandı. Bu adalet hükmüdür. Bazı ariflerin dilinde cari olan mele-i a’ladaki kavga ve ihtisam da budur işte. Bunu inşallah yeri gelince beyan edeceğiz.
Misbah
Senin için açıklığa kavuşmuş oldu ki peygamberin her neşet ve âlemlerdeki şan ve makamı ilahi hududları koruması, ilahi hadden çıkmalarına izin vermemesi, o hududların tabiatının gereklerini önlemesidir. Bu mutlak surette önlemesi, tabii gereklerinin zuhur etmesini önlemesi anlamında değildir. Sadece onların mutlak oluşlarını önlemesidir. Zira mutlak şekilde gereklerinin zuhurunu önleyecek olursa hikmet sınırlarını aşmış olur ve tabiatta “kasr” lazım gelir. Bu da önermede adalete aykırı düşmektedir. Adalete aykırı düşmek ise en kamil sisteme ve cari olan sünnete aykırıdır. O halde peygamber iki isimle (hakem-adl) zuhur eden ve tabiatın mutlak oluşunu engelleyen kimsedir. O hükümde adalete davet eder. Bu peygamberin halifesi de onun ve sıfatlarının mazharı olmalıdır. Kafi 1ve Tevhid2 kitaplarında yer alan hadisin bir anlamı da budur. Tevhid’de şöyle buyrulmaktadır: “Ulu’l emri iyiliği emretmek, adalet ve ihsan ile tanıyınız.” Ama Kafi’de ise şöyle yer almıştır: “Ulu’l emri iyiliği emretmekle tanıyınız.” Burada bu rivayetin anlamını araştırma durumunda değiliz. Büyük üstatlar (r.a) bu hadis hakkında tam bir şekilde açıklamalarda bulunmuşlardır.3 Bizim de bu konuda bir incelememiz bulunmaktadır. Geçen nursal misbahlarda bu hadisle ilgili incelememizin bir bölümünü istifade etmiş olman gerekir.
Misbah
Kemaluddin Abdurrazzak Kaşani,4 İbn-i Fariz’in kasidesi hakkında yazdığı şerhin önsözünde şöyle diyor:
“Nübüvvet, haber vermek ve bildirmek anlamındadır. Nebi, Allah’ın zatı, sıfatları, isimleri, hükümleri ve hedeflerini bildiren kimse demektir. İlk ve zati bildirimde bulunmak, sadece Allah’ın önce, külli nefis için, sonra da cüzi nefisler için kendilerini akli bir dil ile ahadiyet zatı, ezeli sıfatlar, ilahi isimler, kadim hükümler ve hissi maksatlar hususunda haberdar etmek amacıyla gönderdiği en büyük ruha özgüdür.”5
Misbah
Bu, bunların nübüvvetin hakikati ve hatta hilafet ve velayetin hakikati hususunda eriştikleri şeyin nihayetidir. Bu, onlardan nakledilen şeylere müracaat etmek ve yazdıkları şeyleri dikkatle okumakla ortaya çıkan gerçektir. Artık Allah’a hamd ve O’nun verdiği başarı güzelliği sayesinde, kalbin nursal kandillerle aydınlandıktan ve için imani hakikatlerle ışıklandıktan sonra hilafet ve velayet hakikati kalbinde tecelli eder de gaybî ve ruhani baygınlıkla kendinden geçer, ebedi hayatla dirilirsin. Böylece bu ve benzeri yüce arife artık şöyle dersin: “Ey marifet yolunun yolcusu! Senin ilk, zati ve hakiki nübüvvet olarak nitelendirdiğin bu nübüvvet, nübüvvetin hakikati değildir. A’yan makamında var olan nübüvvetin gölgesidir. O makamda nübüvvet, vahidiyet, yani ismullah’il a’zam makamındaki hakiki nübüvvetin gölgesidir. Bu ismullah’il a’zam ise vahidiyet neşetinde isimlere gönderilmiş zati tekellüm ve ilahi lisanla gaybî ahadiyet makamından haber vermektedir. Peygamberimizin (s.a.a) nübüvvetinin batını, o nübüvvetin yani ismullah’il a’zam’ın mazharıdır. Nübüvvetin zahiri menşeleri ise nübüvvet batınlarının mazharlarıdır. İnşallah bunun açıklaması ileride gelecektir. Ama o arifin “En büyük ruh, külli nefse ve cüzi nefislere gönderilmiştir ki onları akli bir dil ile ahadiyet zatından haberdar kılsın.” sözünden maksadının ne olduğu tam anlamıyla belli değildir. Ama bu bizim şifreli bir şekilde işaret ettiğimiz gerçek araştırmayla da uyumlu olabilir. O gerçek de şuydu ki hüviyet gaybı, her şeyle hiçbir aracı olmaksızın irtibat halinde bulunmaktadır. Bu konunun gizli kalması daha evla ve bu tür hakikatler hakkında söz söylememek daha uygundur. O halde görmezlikten gelelim ve Allah’ın başarısı ve güzel teyidi ile başka bir şekilde söze başlayalım.
Dostları ilə paylaş: |