Misbah
Makam, değer ve mevkisini işittiğin bu hilafet, velayet hakikatinden ibarettir. Zira velayet, ya yakınlık ya mahbubiyet ya tasarruf, ya rububiyet veya vekâlet anlamındadır. Bütün bu anlamlar bu hakikatin birer gerçeğini ifade etmektedir. Diğer vücud mertebeleri, bu hakikatin gölgesi konumundadır. Bu velayet, Alevi velayetin rabbidir. Alevi velayet emir ve yaratılış âleminde Muhammedi hilafet hakikatiyle birlik içindedir. Bunun açıklaması inşallah yakında gelecektir.
-
Misbah
Hilafet ve velayet hakikatinin sahip olduğu gaybî makamda hiçbir taayyün ile belirginliği yoktur ve hiçbir sıfatla nitelendirilmemektedir. Hiçbir aynaya zuhur etmemektedir. Bu makamda hiçbir ruhani heyete sahip değildir. Ama esma ve sıfat suretlerine zuhur ve bu ikisinin taayyünlerinin aynasına nurunun yansıması makamında bu iki hakikatin kürevi bir heyeti vardır. Bazısı diğer bazısını ihata etmektedir. Ama bu iş ilahi ve ruhani kürelerde hissi kürelerin tam tersi bir konumdadır. Hissi kürelerde, kürenin muhiti, merkezini ihata etmektedir. Ama ruhani ve ilahi kürelerde, merkez muhiti ihata etmektedir. Hatta onlarda muhit bir itibara göre merkezlerinin aynısıdır. İlahi ve ruhani küreler arasındaki fark şudur ki ilahi kürelerin içi doludur. Ama ruhani kürelerin içi, imkanî bir boşaltmayla boştur. İlahi küreler ise, içi dolu olmakla birlikte, ilahi kürelerin ihatasında bulunan ve daha altındaki ruhani kürelere ihatası daha kamil ve tamamdır.
Misbah
Sakın ilahi ve ruhani kürelerdeki ihatanın, hissi kürelerdeki ihata gibi olduğunu sanma. Hissi kürelerde ihata, birinin diğerinin içinde yer alması, ve ihata edilenin dış yüzeyinin muhitin (ihata edenin) iç yüzeyi ile teması halinde olması anlamındadır. Bu tür bir hayal, bozuk bir hayal ve batıl bir sanıdır. O halde kendini bu tabiat zindanından kurtarman, his ve vehim âlemini terk etmen ve ruhaniyet âlemine doğru yükselmen gerekir. Aynı şekilde sakinlerinin helak olduğu ve ehlinin zalim sayıldığı bu kabirlerden nefsini (kıyamet gününde olduğu gibi) diriltmeli, çıkarmalısın. 1
Misbah
Fen üstadı filozof Aristo’nun2 sözlerinde şöyle yer almıştır: Yalın hakikatler şüphesiz hakiki bir daire heyeti üzerindedir. Yüce arif, Kadı Said Kummi (r.a) bu konuyu delillendirmiş ve el-Bevarik’ul Melekutiyye adlı kitabında şöyle buyurmuştur: “Yalın hakikatler, ister akli olsun ister gayr-i akli, zatları hakiki bir daireyi iktiza etmektedir. Dairenin küçüklüğü veya büyüklüğü de, o hakikatin genişlik ve darlığına bağlıdır.
Hepsi varlıksal yapısı ve fıtratı üzere hareket etmektedir.
Yalın hakikatlerin daire olduğu hakkındaki delil ihata ettikleri şeylerin her biriyle aralarındaki nisbetin eşit oluşudur. Bu nisbette hiçbir ihtilaf içinde olamazlar. O halde o hakikatler eğer daire heyetinde olmazlarsa ihtilaf içine girer. Bu, varsayıma aykırıdır ve mümkün de değildir.”1
Söz konusu arifin bu sözleri ilahi isimlerin hakikatlerini anlamak için bir merdiven konumundadır. Gerçi bu kitapta da işaret ettiğimiz gibi esma ile yalın hakikatler arasındaki fark da sır ehli nezdinde sabittir. Eğer senin de bu konuda bir bilgin varsa sakın başkasına bu sırrı ifşa etme.
Misbah
Şüphesiz mutlak hakiki nübüvvet, vahidiyet makamında gayb’ul guyubda (gayplerin gaybinde) var olan şeyleri, mazharların kabiliyetleri hasebiyle sahip olduğu hakiki ta’lim ve zati bilinç ile izhar etmesidir. O halde nübüvvet, velayet ve hilafetin zuhurudur. Hilafet ve velayet, nübüvvetin batınıdır.
Misbah
Bu zati bildirim ve eğitimin varlık neşetleri ve gayb ve şuhud makamları hasebiyle farklı mertebeleri vardır. Zira her topluluğun kendine özgü bir dili vardır. Her resul kendi kavminin diliyle gönderilmiştir.2 O halde bildirmek ve eğitmek makamının farklı mertebeleri vardır ki hepsi de bu bildirim ve eğitimin hakikatinde toplanmaktadır.
Bu mertebelerden biri, tabiat zindanında mahpus ve tabiat âleminin karanlık mezarlığında gömülü olan kimselere aittir. Bir mertebesi ise sır ehli olanlara, ruhanilere ve meleklere aittir ki inşallah bunun açıklaması ileride gelecektir. Rivayette ise şöyle yer almıştır. “Biz tesbih ettik, melekler de bizim tesbihimizle tesbih ettiler. Biz la ilahe illallah dedik, melekler de bizim bu tehlilimiz ile la ilahe illallah dediler.” İnşallah bu rivayetin diğer cümlelerini ikinci mişkat’te aktaracağız. Babamız Adem’e (a.s) yapılan talim de bu tür bir talimdir. Talimin başka bir mertebesi ise mutlak hakikatte ism-i a’zam ve kamil insanın terbiye edicisi için vaki olmaktadır. Bir başka mertebesi ise Muhammedi ayn-i sabitten ayan-i sabit için vaki olmuştur.
Bunlardan daha üstün bir mertebe ise vahidiyet makamında isimler makamı ve ilmi ve cem’i makamda, zuhur mertebesinde en büyük “Allah” ismi için vaki olmuştur.
Bundan daha yüce bir makamda ise talim ve bildirimin hiçbir zuhuru yoktur, tümüyle batınlar ve sırlardır.
Misbah
Özetle velilerin (a.s) işaretlerinden ve ariflerin (r.a) kelimelerden şu anlamı elde ettin mi ki lafızlar manaların ruhu ve hakikati için karar kılınmıştır? Acaba bu konu üzerinde hiç düşündün mü? Canıma andolsun ki bu konu üzere düşünmek hakkında şöyle buyurulan tefekkürün bir örneğidir: “Bir saat tefekkür etmek altmış yıllık ibadetten daha üstündür.”1 Zira bu konu marifet anahtarlarının anahtarı ve Kur’an sırlarını anlama temellerinin temelidir. Bu tefekkürün sonuçlarından biri neşet ve âlemlerde talim ve bildirim hakikatinin keşfidir. Ruhaniler, isimler ve sıfatlar âlemindeki talim ve eğitimin hakikati, biz zindanlar, kayıtlar tabiat cehennemi sakinleri ve varlık sırlarından mahrum kimselerin bildiği şeyler değildir.
O halde sen ey daha mücahede etmeyen, dergahtan kovulan, uzaklığa maruz kalan ve inatlaşan yazar! Kendini bu karanlık zindandan kurtar, bu korkunç mezarlıktan çık ve yüce Allah’ın dergahına şöyle yakar: “Ey ölüleri mezarlarından çıkaran ve kıyamet günü insanları emriyle dirilten Allahım! Kalplerimizi bu yıkık mezarlıktan çıkar ve bizi bu zalim beldeden uzaklaştır ki kalbi neşette marifet nurlarını müşahede edelim ve kalplerimiz senin peygamberinin mesajlarına kulak versin. Böylece nübüvvetten nasibimiz sadece kelime-i şehadet getirerek kan ve mallarımızın korunması olmasın. Hükümleriyle amel etmekten maksadımız sadece fıkhi kaideler ve zevahiri kurtarmak olmasın. Kur’an okumaktan maksadımız sadece okumak, tecvid hükümlerini ve harflerin mahrecini öğrenmek olmasın. Aksi takdirde bu dar görüşlülüğümüz sebebiyle yüce Allah’ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerden oluruz: “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, onların gözlerinde perde vardır.”1
Hakeza: “Kalplerinde hastalık vardır.”2 Hakeza: “Onlardan bir takımı, Kitapta olmadığı halde Kitaptan zannedesiniz diye dillerini eğip bükerler.”3
Dostları ilə paylaş: |