Allah Rasûlü'nün Haccı
Rasûlüllah tavaf sırasında Ka'be'nin Yemen köşesini (Rükn-i Ye-mânî) selamlar, Şâmmeyn yönlerini ise selamlamazlardı; çünkü bu ikisi, Hz. İbrahim'in attığı temeller üzerine yükseltil m em iştir. Hacer-i Esved'i hem selamlar hem de öperlerdi. Yemen köşesini selamlar, ama öpmezlerdi. Bunun yamsıra Hz. İbrahim'in makamında namaz kılar, fakat burasını ne selamlar ne de Öperlerdi.
Bütün bunlar, Rükn-i Ycmânî'nin dışında Ka'be'nin örtüsüne dokunmaımı, el ve yüz sürmenin, Hacer-i Esvcd'den (siyah taş) başka şeyleri öpmenin sünnet olmadığına işaret eder. Bunun gibi Rasülüllah'lan bu konuda nakledilen haberler, hac veya umre şuasında İbrahim'in makamının selamlanıp öpülmesinin de sünnet olmadığına delalet eder. Bu mekanlar, bizzat Ka'be'nin kendisi ve yanibaşında bulunan Makâm-ı İbrahim'inde olsa, buralarda Allah Rasûlü'nün (amaçlı olarak) yapmadığı bir hareketi yapmak sünnet olmadığı gibi ona ittiba anlamı da taşımaz.
Sırf Ka'bc değil, tüm nıescidierin hürmete layık olduğunu biliyoruz. Ama şüphesiz hiçbirinin saygınlığı Ka'be'ninki gibi değildir. Şam'da varolduğu söylenen Makâm-ı İbrahim ile başka bölgelerdeki -İbrahim'e ve diğer peygamberlere ait- makamların hiçbiri Allah'ın "Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin!" (Bakara, 2/125) ayetinde zikrettiği makam gibi değildir. Buna göre, Makâm-ı İbrahim dışındaki makamlara, diğer türbe ve ziyaret mahallerine hac niyetiyle gidilip dokunulmaz (el-yüz sürülmez), peygamberlerin makamlarından hiçbiri öpülmez; mescid, kaya vb. peygamberlerin makamı olarak bilinen yerlerine namaz yeri olarak seçilir. Namaz yeri olarak yalnızca bu ayette geçen Makâm-ı İbrahim seçilebilir. Bunun gibi yeryüzünde, Hacer-i Esvcd'in dışında hiçbir şey de ibadet veya sünnet niyetiyle Öpülenıez.
Yine Rasûlüllah (s.a) hac mevsiminde veya başka zamanlarda bulunduğu Mekke'de Mcscid-i Haram'ın dışındaki mescidlerdc namaz kılmamış, hac için gezilmesi, durulması gereken Minâ, Müzdelife ve Arafat gibi mekanların hiçbirine de ibadet niyetiyle gitmemişlerdir. Bundan dolayı ümmetin Önde gelen alimleri, Mescid-i Haram'ın dışındaki mescidlerc kutsallık atfederek buralarda özellikle namaz kılmayı müstehab görmemiş ve Allah Rasûlü'nün amaçlı olarak gittiği mekanların dışındaki yerlere ibadet kasdıyla gidilmesini hoş karşılamamiş/lardır.
Diğer peygamberlerin eserleri İle Rasûliillah'ın ve Müslüman ilim adamlarının uygulamalar! bu şekilde olduğuna göre mezarları mcscİd edinip de Allah'ın elçisi (s.a) tarafından "lanetle anılan ve kıyamet gününde insanların en kötüleri olarak tanımlanan" kimselerin durumunu artık siz düşünün.
İslâm dini namaz için mescidlerin dışında yeryüzünde özel bir yer belirlememiştir. Hac ibadetinin yerine getirildiği -Mcscid-i Haram'ın dışındaki- mekanlar namaz kılmak için değil yalnızca menâsiklerin yapılması amacıyla belirlenmiştir. Sözgelişi Arafat'a özgü bir namaz yoktur. Hz. Peygamber (s.a) hutbe okumuş ardından öğle ve ikindi namazlarını kılmışlar ve namazdan sonra da Arafat'a çıkarak vakfe yapmışlardır. Arafat, Müzdelife, Tak'ın yanı, Sala ve Mcrve, Cemreler arası, şeytan taşlama vb. zaman ve mekanlarda Allah'ı anmak ve dua etmek de bunun gibidir. Bu mekanlar da namaz için değil yalnızca bu tür ibadetler İçin belirlenmiştir. Mescidlerle hac ibadetlerinin yapıldığı yerlerin dışındaki mekanlara gelince, bunların hiçbiri namaz, zikir ve dua için belirlenmez; çünkü müslüman namaz vakti nerede gelirse, -nehyedilen mekan ve zamanların dışında- orada kılar, Allah'ı zikreder ve hiçbir yeri belirlemeden kolayına gelen yerde duasını eder. Bütün bu anlatılanlardan sonra şehitlikler salih kimselerin medfun bulunduğu türbeleri ve yeryüzünün buna benzer belirli mekanlarım ibadet yeri edinen müslüman bundan menedilir; tıpkı mezarlıkta namaz-kılmaktan menedildiği gibi. Cenaze üzerine kılman namazda olduğu gibi bir müslümanın ölü kardeşine dua etmesi, ona ve diğer tüm müslümanlara istiğfar dileyip selam vermesi ise bu yasaklamanın dışında tutulmuştur. Bir kimse cenaze namazı cinsinden bir ibadet gereğince bir mii'min kardeşinin mezarını ziyaret ettiğinde, biraz önce değindiğimiz fiilleri yapar ve bunda herhangi bir sakınca yoktur. Kardeşi için başka yerlerde nasıl dua ediyorsa mezarını ziyaret ettiği sırada da aynı amaç ve niyetle dua edebilir.43
Akabe Biatı
Bu anlattıklarımızın benzerlerinden biri de Ensar'ın Akabe gecesi, Cemre-i Akabe'nin arkasına düşen yerde Allah Rasûlünc biat etmeleridir; çünkü burası ıVlinâ'ya oldukça yakın ve içerisinde bulunan insanları gizleyebilme özelliğine sahip, oldukça korunaklı bir mekandır. Ensar'dan yetmiş kadar kişi, müşrik kavimleri ile birlikte hac için Mekke'ye gelmiş bulunuyorlardı. Nitekim insanlar İslam'dan sonra olduğu gibi cahiliye döneminde de sürekli Mekke'ye gidip kendi inançlarına göre hac ibadetini yapıyorlardı. Bu yetmiş kişi de kendi kavimleri ile birlikte hac etmek üzere Minâ'ya gelmişlerdi. Bİatm yapıldığı mekana (Akabe Vadisi) de faziletinden dolayı değil sırf insanlardan gizlenebilme olanağı tanıdığından dolayı gitmişlerdir.
Bu nedenledir ki Rasûlüllah İle sahabesi bilahare hac için oraya gittiklerinde, bu vadiyi ziyaret etmemişlerdir. Daha sonra buraya bir mescİd yapılmışsa da bu Rasûlüllah ve ashabından sonra olmuştur. Nitekim Mekke ve çevresinde Mescİd-İ Haram dışındaki mesddlerin tamamı sonradan yapılmıştır. Allah elçisinin yaşadığı dönemde hiçbiri mevcut değildi. Ne ki Rasûlüllah (s.a) burası hakkında48 "Mİna, ovadan geçenler için bir genişliktir." buyurmuşlardır. Bu nedenle de müslümanlar genellikle hac farizasını yerine getirirken burada konaklarlar. Müslümanlar ayrıca hem Mina'da hem de başka yerlerde namaz kılarlardı. Hz. Peygamber'den sonra gelen halifeleri de aynı uygulamayı yapmışlardır. Hacılar Mina'da diğer mekanlardan daha fazla toplanır ve dururlar. Burada en az dört gün ikamet etmektedirler. Nitekim Rasûlüllah (s.a) ile Ebû Bekr ve Ömer (r.a) Mina'da ve daha başka yerlerde insanlarla birlikte namaz kılarlardı.
Rasûlüllah ve adı geçen halifeleri Mina, Arafat ve Müzdeli-fe'de namazı kısaltır, Öğle ile ikindiyi Arafat'ta, akşam ile yatsıyı Müzdelifc'de birleştirerek kılarlardı. Namazlarını Mekke'de oturan müslümanlarla birlikte kıldıkları gibi, dışardan gelenlerle de kılarlardı. Ama istisnasız hepsi,"hac farizasını eda ettikleri bu mekanlarda namazlarını kısaltırlar ve yine hepsi Arafat ve Müzdeli-fe'de toplanırlardı.
İslâm uleması Mckkelilerle civar kentlerden gelenlerin hac sırasında, bu mekanlarda namazlarını kısaltıp kısaltmayacakları konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Kimisi "Namazı kısaltamaz ve birkaç vakti birleştiremezler!" demiştir; ki imam Ahmed ile Şâfıî taraftarları bu görüşü savunanlardandır. Ebû Hanîfe'nin dediği gibi kimisi de "Bu bölgelerde ikamet eden müslümanlar namazlarını kısaltmaz, ama birkaç vakti biraraya getirerek kılabilirler." demiştir. Ahmed ve Şâfıî'in taraftarlarından bazıları da Ebû Ha-nîfe'ye katılmışlardır, imam Mâlik, İbn Uyeyne, İshak b. Râhûye, Ahmed ve diğer mezheb İmamlarının taraftarları da "Hem namazı kısaltır, hem de cem' ederler (birleştirirler)" demişlerdir. Bunların doğru olanı kuşkusuz bu son görüştür; çünkü Mekke sakinleri Rasûlüllah'm arkasında da böyle yapmışlardı. O zaman ne Rasûlüllah ne Ebû Bekr ve ne de Ömer Mİna'da olsun Arafat ya da Müzdelife'de olsun arkalarında namaz kılan Mekkelilere, "Ey Mekkeliler! Siz namazlarınızı tamamlayın! Çünkü biz seferiyiz!" dememişlerdir. Ancak Hz. Ömer'in bir keresinde Mekke İçinde namaz kılarken arkasındaki Mekkelilere böyle söylediği rivayet edilmiştir.49
Aynı haber Ebû Davud'un Sünen mâe Allah Rasûlü'nden nakledilmektedir. 50 Buna göre Hz. Peygamber Mekke'nin fethi savaşında, Mekke içerisinde namaz kıldığı sırada, ardındaki Mekkeliler böyle demişlerdir.
Bizce bu konudaki en sağlam görüş, "şer'î ölçülere göre yolcu sayılan herkesin namazını kısaltmasının meşruluğu"nu savunan görüştür; velev ki yolculuğu habercilik veya elçilik niyeti ile ve de kısa olsun. Çünkü Arafat Mekke'den fazla uzak bir yerde değildir. Yaklaşık dört fersah, yani yirmüki veya yirmiüç kilometre uzaktırlar.
Ne Rasûlüllah, ne de halifeleri Mekke'de bayram namazı kılmamışlardır. Matta hiçbir yolculuklarında bayram ve cuma namazı kılmamişlardır. Hutbeden sonra iki rekat cuma namazı kıldıkları da vâki değildir. Yolculuk sirasmda başka günlerde kıldıkları gibi cuma günü de yalnızca iki rekat kılmışlardır.
Bunun gibi Arafat'la da, diğer günlerde olduğu gibi Öğle ve ikindi namazlarını müslümanlarla birlikte iki rekat olarak kılmışlardı. Allah Rasûlü'nün yolculuk esnasında Cuma günü kıldıkları iki rekathk namazda açıktan (cehri) okudukları da nakledilmiş değildir.
Selef ulemasının büyük çoğunluğu ile dört mezheb imamının ve diğer alimlerin çoğunun üzerinde birleştiği en doğru görüş, yolcunun gerek cuma gerekse de bayram namazını kılmayacağı yönündedir. Nitekim kendilerinin de çoğu yolculuk sırasında bayram namazını kılmıyorlardı. İmam Mâlik , Ebû Hanife ve Alı-med'den bu konuda gelen İki rivayetten birisi bu görüşü içermektedir, ki bizce de doğru olan budur; çünkü Rasûlüllah (s.a) ile halifeleri yerleşik (mukîm) olmanın dışında yolculuk ve benzeri durumlarda bayram namazım kılmamışlardır. Bayram na-mazmı, yalnızca devlet başkanının veya vekilinin öncülüğünde ve geniş bir alanda kılmışlardı. Müslümanlar önlerinde İdarecileri olduğu halde hep birlikte, kentin yakınlarında bulunan geniş bir alana toplanarak bayram namazını eda ederlerdi. Genellikle cuma namazları da aynı minval üzere kılınırdı.
Müslümanların hiçbiri o dönemde bayram ve cuma namazlarını kendi kabilelerine ait mcscidlerdc ve evlerinde kılmazlardı. Yine o dönem müslümanlaıından hiçbiri ne Allah Rasûlü'nün hayalında, ne de onun ardından gelen halifeler döneminde kurban bayramı namazını Mekke'de kılmamıştır. Onların bayramı Meş'aı-i Haram'daki vazifeleri yerine getirilip, Cemret'ül-Aka-be'yi taşladıktan sonra Mina'da idi. Bayram namazını burada diğer kentlerde nasıl kılmıyorsa öylece kılarlardı. Şeytanları taşlar ve arkasından kurbanlarını keserlerdi. Diğer ülkelerde yaşayan müslümanlar ise önce bayram namazlarını eda eder, ardından kurbanlarını keserler. Rasûlüllah Mina'daki bu görevleri yerine getirdikten soma el-Muhassab denen mıntıkaya inerek konaklarlardı. Sahabe burada konaklamanın sünnet olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişler ve Allah Rasûlü'nün buraya hangi amaçla konakladığı hususunda kesin bir kanıya varamamışlardır. Acaba burada konaklamak gerekli miydi; yoksa Hz. Peygamber orayı yola çıkmak daha kolay olduğu için mi tercih etmişlerdi? Burası kesin olarak bilinemiyor. Bu durum bile, Rasûl'e ittîba konusunda sahabe ile diğer selefin dikkate aldıkları tek unsurun niyet ve amaç olduğunu başhbaşına ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber kaza umresi için geldiklerinde Mekke henüz fethedİlmemişti ve müşriklerin elinde bulunuyordu. Kuaygân dağına çekilen müşrikler müslümanlar hakkında "Yesrib'in (Me-dîne) hummasından güçsüz düşmüş bir topluluk geliyor!" diye sözlü sataşmada bulundular. Rasûlüllah da bu sırada Merve tepesinde oturmuş onlara bakıyordu. Bu sözleri üzerine ashabına, müşriklere celadet ve metanetlerini göstermek için, tavafın üç şavtmda remi yapmalarını, yani omuzlarını silkeleyerek hareketli ve diri yürümelerini emretmişlerdir.31 Hatta böyle yapanlara dua ettiği dahi rivayet edilmektedir. Ama iki rükün arasında remi yapmamışlardır; çünkü müşrikler mü'minleri o taraftan göremi-yorlardı. Buradaki remlin amacı o sırada müşriklere karşı bir tür mücadele (cihad) vermekti. İlk çağ müslüman alimlerinden kimisi artık remi yapmanın hac ibadeti için bir vecîbe olmadığını söylemişlerdir; çünkü remlin yapıldığı amacın gerekçesi ortadan kalkmıştır. Ancak Buhân'nin 5n/;f/i'inde bu konuyla ilgili olarak şu hadis kaydedilmiştir:
Rasûlüllah ile ashabı hac ettiklerinde Hacer'ül-Esved'de başlayıp bitmek üzere rem] yapar ve reml'lerini iki rükün arasında tamamlarlardı. 52
Bu durum sadece Rasûlüliah'ın kaza umresine mahsus değildir. Nitekim Allah Rasûlü tamamen güvenlik içerisinde yapılan
Veda haccinda da remi yapmışlardır. Bu sırada kendisiyle birlikte hac yapanlar arasında mü'min olmayan kimse yoktu. Bu da gösterir ki tavaf esnasında remi yapmak, hacem sünnetlerinden-dir. Rasûiüllah bunu başlangıçta cihad maksadıyla yapmışlardı; ama daha sonra Hâcer sa'yi ile ilgili haberde olduğu gibi haccın gereklerinden oldu. Cemrelerin taşlanması ve kurban ile ilgili olarak da aynı şey rivayet edilmişti. Bu tür eylemler başlangıçta belirli bir amaç için yapılmıştır. Bilahare Allah hac ibadeti için yerine getirilmesi gereken bir görev (mensek) ve ibadet olarak şe-riatlaştırıldı. Bu ve benzeri eylemler ancak yüce Allah'ın şeriat olarak koyup emretmesi halinde ibadet ve mensek niteliği kazanır. Aksi takdirde Allah'ın şeriat olarak belirlemediği hiçbir eylemi, hiç kimse meşru kılamaz; yani Allah adına hiç kimse şeriat koyma yetkisine sahip değildir. Mesela hiç kimse çıkıp da "Falan yerin veya kayanın Ka'be gibi tavaf edilmesini ya da Allah'ın Ma-kâm-ı İbrahim'i namaz yeri edinmeyi emrettiği gibi ben de Mû-sâ ile İsa'nın makamlarını namaz kılma yeri edinilmesini meşru kılıyorum/şeriatlaştmyorum " Bu bağlamda ve bu anlamda söylediklerinin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur; çünkü Allah Teâlâ ayan ve fullerden ibadet veya ahkam olarak belirlenmesi gerekenleri gerekçeleriyle belirlemiş ve bildirmiştir. Herhangi birinin çıkıp kıyas yoluyla kendince birtakım eylemler ve hükümler belirlemesi ibadet haline getirmesi imkansızdır. Allah kimseye böyle bir hak vermemiştir. Hiç kimsenin Allah'ın koyduğu hüküm ve ibadetler üzerinde belirleme vb. yöntemler ile oynama hakkı yoktur, Allah Tcâlâ da birtakım eylemleri birtakım unsurlara insanların önerilen doğrultusunda bağlamaz. O kendince belirlenmesi gereken bir ibadet ve eylemi yine belirlenmesi gereken bir zaman ve mekana has kılmıştır. Mesela Ka'be'yi hacc edilmek, çevresinde tavaf yapılmak için, Arafat'ı vakfe, Cemreleri ise taşlanmak için belirlemiştir. Bunun gibi kimi aylan da haram aylar olarak belirlemiş ve bunlarda savaşmayı yasaklamış, Ramazan'ı ise oruç tutmak için belirlemiştir...44
Dostları ilə paylaş: |