Muhabbetname



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə26/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   83

HACCIN SIRLARI


Hacca gidecek bir kişinin,

1- İhrâma girmek,

2- Arafat’ta vakfeye durmak,

3- Kâbe’yi tavâf etmek

farzlarını şekil olarak yapılmasını değil taşıdığı manevî sırları da bilmesi lâzımdır ki haccın zevkini alabilsin. Ayrıca 24 vâcib ve bir çok da sünnetleri mevcuttur. Bunlar neleri remzetmektedirler. Teker teker saymaya çalışalım. Evinden çıkarak çoluğunu çocuğunu, malını mülkünü tek Allah için terk ederek, Allah’ın farziyeti için hacca hazırlanıp gitmesi gibi bir sâlikin de dünya zevklerini ve nefsânî her türlü zevklerden vazgeçerek bir Mürşid-i Kâmile gelip Hakk ve hakîkata talip olmasıdır.

Birinci farziyet olan ihrâma girmek, İnsan-ı Kâmilinde, kendine nisbet ettiği ef’âlinin, sıfatının ve vücûdunun kendisinin olmadığını irfâniyeti ile bilerek Fenâfillâh olmasıdır. Yani kendi varlığını Hakk’ın varlığında yok etmesidir.

İkinci farziyet Arafat’ta vakfeye durmaktır. Yani kişinin Hakk’a ârif olmasıdır. Vakfe nasıl ayakta Kâbe’ye doğru dönerek dua etmekse hakîkatinde de Rûhullah olan bir kişinin tırnağından saç teline kadar bütün sıfatlarından rûhun ilânıdır. Bakara Sûresi 115. âyetinin “Bununla beraber, doğu da Allah'ın batı da! Nerede yönelseniz, orada Allah'a durulacak yön vardır! Şüphe yok ki Allah'ın rahmeti geniştir ve O, her şeyi bilendir” ifadesi ile ârif olmuş demektir.

Üçüncüsü Kâbe’yi tavâf etmektir. Zâhirde nasıl taştan yapılmış Allah’ın Zâtını remzeden Kâbe’yi üçü çalımlı dördü de sakin olarak etrafında dönerek tavâf ediyorsak, aynen onun gibi bir sâlik de Mürşid-i Kâmilinde üç fenâ, dört bekâ merâtibini tahsili ederek yer yüzünde Allah’ın Zâtını remzeden canlı Kâbe durumundaki İnsan-ı Kâmilleri tavâf etmeleridir. Çünkü bu ilim ve irfâniyeti başka hiçbir yerde elde etmek mümkün değildir. İbrahim Hakkı Hazretlerinin hocası Fakrullah Efendi bir gün hüccacın önüne geçip nereye gittiklerini sormuş onlar da hacca gittiklerini söylemişler. Onlara cevaben: “Gelin beni yedi defa tavâf edin, sizleri Hacc-ı Ekber yani büyük hacı edeyim” demiştir. Yani beni tavâf edin demekten gâye onun etrafını dönmek değil onda yedi merâtib-i İlâhiyenin tahsil edilmesidir. Çünkü “Kâbe, Kâbe olalı Allah hiçbir zaman oraya girmedi. Fakat bu fakirin gönlünden de hiçbir zaman çıkmadı” buyurmuşlardır.

Haccın ayrıca vâcib durumunda olan emirleri de vardır. Merve ile Safa arasında yedi defa üçü koşarak dördü sakin olmak üzere sa’y yapmak vardır. Çünkü fenâ mertebelerinde celâl tecellîler kişiyi huzursuz ve mutsuz yapar. Bunlardan bir an evvel kurtulmak için koşmak lâzımdır. Yani ikilikten kurtulmak için çok çalışmak gereklidir. Dördü ise sâkindir. Zira kula nisbîyet kalmadığı için bekâ mertebelerinde de sakin sakin Hakk’ın her an ayrı tecellîlerinin zevki vardır. Merve demek “kulluk” demektir. Safa demek ise “selamete çıkmak” demektir. Bizler de kulluktan yani ikilikten yedi sa’y sonunda selâmete çıkanlardan olmuş oluyoruz.

İbrahim Makâmında iki rek’at namaz kılmak da emin beldeye ayak basanların şükranî olarak iki rek’at namaz kılmaları demektir. İbrahim Makâmı emin beldedir. Kendi varlıklarını Hakk’ın varlığında yok edenler emin beldeye ayak basmışlardır.

Ayakta zemzem suyunu içmeye gelince, zemzem suyu İnsan-ı Kâmillerden tahsil edilen ilm-i ledün diye vasıflandırdığımız sır ilimleri, esrar ilimleridir. Çünkü İnsan-ı Kâmiller Tuba ağacıdırlar. Onların kökleri arş-ı âlâda, dal ve meyveleri yerdedir. Onlar ilhamlarıyla ledün ilmini bizlere bardak bardak sunmaktadırlar. Bu zemzem suyunu da onlardan başka hiçbir yerde bulmak mümkün değildir. Onların bu ilmi, kelâm fiili ile zuhûra geldiği için ayakta içilmektedir. Zira kıyamda durmak Hakk’ın fiilleri ile açığa çıkışını remzetmektedir.

Mina’da şeytan taşlama, büyük, orta ve küçük şeytanların her birine yedişer adet olmak üzere üç gün boyunca yetmiş taş atılmaktadır. İşte bunlar da büyük şeytan dediğimiz kendi varlığımızı, orta şeytan dediğimiz kendi sıfatlarımızı, küçük şeytan dediğimiz kendi ef’âlimizi taşlamak demektir. Yani bunların bizim olmadığını yedi sıfatımızla kabullenme ameliyesini şeklen ve bâtınen yapıyoruz. Büyük şeytana yedi taş attıktan sonra kurbiyetimiz gereği kurban kesiyoruz. Varlığımızı Hakk’ın varlığında yok edip Rûhullah sahibi olduğumuzda, rûhun sıfatlara tecellî ederek aslını göstermesi kurban olmuş oluyor. Yani kurban rûhun sıfatlara yaklaşması anlamındadır.

Hüccac Arafat’ta öğle ile ikindi namazlarını cem ediyor. Müzdelife’de de akşam namazı ile yatsı namazını cem ediyor. Bunların remzettiği mânâ da ikilikteki sıfatlarımız Zât’a vuslat bulduğunda yani Zât’ın idaresi altında olduğunu zevk edince sıfat ayrı zât ayrı mütalaa edilemez. Öğle namazı sıfatı, ikindi namazı da Zât’ı remzetmektedir. Namaz mü’minin mi’racı, mi’rac da Allah’la beraber olmak, konuşmaktır. Sıfatlardaki tecellîlerin Zâtın olduğunu irfâniyetle bilmek öğle ile ikindiyi cem etmektir. Akşam ile yatsı namazının cem’i ise Müzdelife’de olmaktadır. Yani rûhun sıfatlarından zuhûr etmesiyle cem edilmiş olunur. Kısaca şunu anlıyoruz ki, Halkın Hakk’ta birleşme idraki Vahdâniyyette olduğu için Arafat’ta cem ettik. Hakk’ın da halkta tecellîsi ile yani kesrette zuhûrâtıyla Müzdelife’de cem edilmektedir.

Kâbe dışında kadınların erkeklerin arkasından namaz kılmaları gerekli iken, Kâbe’de erkeklerin önünde namaz kılabiliyor. Neden… Çünkü Kâbe Allah’ın Zât’ını remzettiği için orada kesret yoktur. Erkek kadın ayrımı da yoktur. Bütün nehirlerin suları deryaya ulaştığında deryadaki suların hiçbiri “Ben şu nehrin suyuyum” diyemediği gibi Kâbe’de de kadın erkek ayrımı yapılamaz. Oradaki kılınan namaz gönül Kâbe’sinde kılınmaktadır. Bedenin hükmü yoktur. Düşünülemez de. İşte onun için kadınların önde erkeklerin arkada namaz kılmalarında dahi mahzur yoktur.

Genel olarak, zâhirde, emr-i ilâhi olarak ömrümüzde bir defa hac farizası yapılmalıdır. Bâtînen de bir İnsan-ı Kâmilden bu merâtib-i İlâhiyeyi ömrümüzde tahsil etmemiz gerekir. Bâtın haccını, ifade edildiği gibi yapanlar zâhirine “Ne gerek vardır” dememelidir. O sîretteki zevklerini bizzât remzedildiği mahallerde zâhir ve bâtınını birleştirerek Tevhîd zevkiyle zevklenmelidirler. Bu durum tek kanatlı kuşun uçmaya çalışmasına benzer. Tek kanatlı kuş da menzile varamaz.

Kâbe’de 4 köşe vardır:

1- Iraki köşesi

2- Şam köşesi

3- Yemânî köşesi

4- Hacer-ül Esved köşesi

Hakîkatte gönül Kâbe’sinin de dört köşesi vardır:

1- Şeytanî tecellîler

2- Nefsânî tecellîler

3- Melekî tecellîler

4- Rahmanî tecellîler

Çünkü her kişi bu tecellîlerin birinin tahakkümü altında yaşamına devam etmektedir. Onun için Kâbe’nin dört direği vardır. Bunlar: Hannan, Mennan, Deyyan ve Süphan direkleridir. “Kâbe bu dört direk üzerinde durmaktadır” denilmiştir.

Iraki Köşesi : Şeytânî köşedir.

Şam Köşesi : Nefsânî köşedir.

Yemânî Köşesi : Melekî köşedir.

Hacer-ül Esved Köşesi : Rahmânî köşedir.

Tavâfa Hacer-ül Esved köşesinden başlanmakta ve yedi tavâftan sonra yine orada bitirilmektedir. Çünkü Kâbe üzerinde Hacer-ül Esved Allah’ın sağ elidir. Onu öpenler veya uzaktan da olsa istilam edenler sözleşmeyi yapmışlardır. Araf Sûresi 172. âyette “Hem Rabbin Âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini alıp onları nefislerine karsı şahit tutarak: ‘Rabbiniz değil miyim’ diye şahit gösterdiği zaman ‘Evet Rabbimizsin, şahidiz !’ dediler. Kıyâmet günü ‘Bizim bundan haberimiz yoktu!’ demeyesiniz” buyruluyor. İşte o gün verdikleri sözü tuttuklarını Hacer-ül Esved’e dönerek şahit ol diyerek tavâfa başlamaktadır. Bu kâinatta da Allah’ı Hüviyyet ve Eniyyetiyle cem edip kemâlâtıyla da zuhûra getiren İnsan-ı Kâmillerdir. Onlar bu âlemde Zât’ı remzettikleri için elini öpenlere o şahitlik yapmaktadır. Yoksa taş şahitlik yapmaz. Rab irşâd eden ve terbiye eden mânâlarına geldiğine göre insanların irfâniyet ve kemâliyet irşâdlarını da onların yaptıkları açık olarak anlaşılmış olur.

Pirimiz Muhammed Nurul Arabi Hazretleri üç yerde cem oluruz demiştir: 1- Ervâh âlemi

2- Berzah âlemi

3- Âhiret âlemi

Ervâh âlemi rûhlar âlemidir. Yani bir sâlikin İnsan-ı Kâmilinin huzurunda toplanıp onun irşâd ve terbiyesini kabul ederek nefisleri üzerine şahitlik yapmalarıdır.

Berzah âlemi ise İnsan-ı Kâmilin varlığı Hakk varlığı olduğu için O’nun varlığında bâtın yönüyle Vahdâniyyet deryasında cem olmasıdır.

Âlem-i Âhirette cem olması ise ihtiyarî bir ölümle ölüp, Hakk’ın varlığında var olarak hafî şirklerden de kurtulup ibâdet eden, ibâdet ve ibâdet edilen birliğine erildiğinde de cem olunmuş olmaktadır.

Onun için bu âlemde Allahü Teala, Zâtı yönüyle hiçbir kimseyi irşâd etmez. Kemâlât sıfatı olan İnsan-ı Kâmiller mazharından bizzât kendisi irşâd ve terbiye etmektedir. Buna binaen İnsan-ı Kâmilleri tavâf etmek kişiyi hacc-ül ekber yapmaktadır. Mekke şehrindeki Kâbe’yi ziyâretten gâye bir rumuzâttır. Onun taşıdığı mânâlar İnsan-ı Kâmilden merâtib-i İlâhiyeyi tahsil ederek 7 mertebedeki Hakk’ın tecellîlerini zevk etmekten ibarettir. Allah cümlemize bu zevkleri ihsân eylesin. Âmin.




Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin