Muhabbetname



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə25/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   83

HABİL İLE KABİL


İnsanlığın babası Âdem (A.S.)’in iki oğlu vardı. Bunlar Habil ile Kabil idi. Kabil Habil’den büyüktü. Havva anamız her seferinde bir kız bir oğlan dünyaya getiriyordu. Babaları bu iki oğlan kardeşin Kabil ile ikiz doğanını Habil’e, Habil ile ikiz doğan kızı Kabil’e vermek istiyordu. Fakat Kabil buna razı olmayarak kendisiyle doğan kızı almak istiyordu. Babaları Âdem (A.S.) buna binaen ikisinin de Allah’a birer kurban kesmelerini, Allah tarafından hangisi kabul olunursa bu kızla o evlenmesini istedi. Habil’in kurbanını Allah kabul etti ve gökyüzünden bir ateş gelip kurbanı yedi. Kabil kendi kurbanının kabul olunmayışından etkilenerek kıskançlığından “Seni öldüreceğim” dedi. Habil ise “Allah takva sahiplerinin kurbanını kabul eder. Sen bana elini uzatsan, ben sana elimi uzatmayacağım, çünkü ben Allah’tan korkarım” diyerek iyi niyetini sergiledi.

Kabil, Habil’i öldürdü. Kardeşini çuvala koyarak çıplak arazide kırk gün sırtında taşıdı. Sonunda bu arz üzerinde saklayacak bir yer bulamadığı için Allah Teala ona ibret olsun diye iki karga gönderdi. Kabil’in gözü önünde biri diğerini öldürdü. Toprağı eşeleyerek gömdü. Kabil “Yazıklar olsun bana şu karga kadar bile olamadım. Kardeşimin cesedini gömmekten acizim” diyerek pişmanlık duyanlardan oldu. Onun için Maide Sûresi 32. âyette “. . Her kim bir kişiyi, bir kişi karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuğu olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir adamın hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” buyrulmuştur. Bu ifadelerimiz Maide Sûresinde 27’den 32’ye kadar ifade edilen âyet-i kerîmelerin özetidir.

Bizler manevî yönde bu âyetlerden neler anlamamız ve yaşantımızda Habil ile Kabil olayını nasıl icraata koymamız lâzımdır. Her şeyden evvel enfüste yani bizim vücûd ülkemizde ve âfâkta bizim dışımızdaki varlıklarda Âdem kimdir. Habil ile Kabil kimdir. Âyet-i kerîmede geçen kurban, kız kardeşler, karga gibi tabirlerin de te’vilâtı ve zevki nelerdir. Enfüste Âdem, kalb sahibi olan sensin, Kabil nefsin Habil ise rûhundur. Âfâkta Âdem kalb sahibi olan Mürşid-i Kâmildir, Habil emirlerine tâbi olan sâliktir, Kabil ise nefsine tâbi olan sâliklerdir.

Tevhîd içinde ifade etmek gerekirse Âdem yine İnsan-ı Kâmil, Habil zikir, râbıta ve şühûdları kullanıp zevke geçen sâlik, Kabil ise ilimle Tevhîdi bilse bile bir türlü nefsin buyruğundan kendini kurtaramayanlardır. Bunların yanında ikiz doğan kız kardeşleri ise Habil’le doğan kız kardeşi akıl nimetiyle rûhun doğrultusunda yapılan ameller, Kabil’in ikiz kız kardeşi de "vehim"in nefsânî olan amelleridir. Âdem (A.S.) Habil’le doğan kızı Kabil’e, Kabil’le doğan kızı Habil’e vermek istiyordu. Çünkü rûh doğrultusundaki amellerle Kabil evlenirse, Kabil nefsin süflî isteklerinden mutmain olan nefs hâline dönüşecek. Habil de Kabil’le doğan kızı yani vehim amellerini eş olarak yanına alırsa, o da kendi rûh yüceliğini onda tecellî ettirecek. Her iki taraf da hidâyet bulmuş olacak. Fakat bunu Kabil anladığı için itiraz ediyor. Maide Sûresi 27. âyetinde “İkisinin de birer kurban kesmelerini, hangisinin kurbanı kabul olursa onun isteğinin olacağını” söyleniyor. Kurban kurbiyet demektir. Yani Allah’a yaklaşmaktır. Rûh insanoğlunda Rabbimin bir emri olduğu için Habil’in kurbiyeti, edep ve teslimiyetinin karşılığı olarak kabul edildi. Fakat Kabil’inki nefsin vehim mahsulü olduğu için kabul olunmadı. Olunamaz da. Çünkü Allah her fiilin fâili benim diyor. Kabil’ler de benim diyor. Bu hal Rabbinin rızasını kazandırır mı

Kabil ziraatla uğraşır, Rabbi için verdiği her şeyde en kötü olanlardan verirmiş.

Fenâ sâliklerinin hepsi de ziraatçıdır. Kesbî ilimle vuslat almak için bütün mevsim mahsul kaldırmak için uğraşırlar. Bunların içinden vehbî ilme nasibi olanlar Habil gibi kurbanı kabul olanlardır. Bunun üzerine Kabil kardeşi Habil’i öldüreceğini söyledi. Kıskançlığından kardeşi Habil’i öldürdü. Yani rûh yönüyle gelen Rabbi’min emri olan, bütün fiilerin fâili Allah demekten kesti. Nefsine nisbet etti. Kırk gün çıplak arazide bitkin bir halde gezindi durdu. Çünkü rûh, akıl nimetiyle amellerini, fiilerini yapamazsa nefsi de güçsüz ve kuvvetsiz kalarak zayıflar, kendini boşlukta hisseder. O duygusu ile Tevhîdde dördüncü mertebe zevki olan Vahdâniyyet yerine kadar fiilerin fâilini, sıfatların mevsûfunu, vücûdunun mevcûdunu kendine nisbet etmekle, onun kırk gün hamallığını yapar. İşte vehime uyan kişinin hali böyle olur. Allah ona karga göndererek, gözünün önünde öldürdüğü kargayı, toprağı eşeleyip gömdüğünü gördü. Ve yazıklar olsun bir karga kadar olmadım diye pişmanlık duydu.

İşte Allah nefs arzını eşeleyen hırs kargasını göndermiştir. Zira rûhun akıl nuruyle kemâlâta vuslatını engelleyen nefsin vehim kuvvetleri, hırs kargasını örnek alarak nefsi zulmanîye olan nefs toprağına gömdü. Fakat çok değerli akıl nimetimi neden kullanamadım diye de pişman oldu. Onun için Maide Sûresi 32. âyetteBir insanı öldürmek bütün insanları öldürmek gibidir. Bir kişiyi diriltmek bütün insanları diriltmek gibidir.” buyrulmuştur.

İnsan âlem-i kübradır. Kendi nefsini öldürürse tırnağından saç teline kadar bütün vücûd ülkesindeki kişileri de öldürmüş olur. Çünkü nefsi onun aslı idi. Nefs öldürülmemeli, terbiye edilmelidir. Bir kişi de nefsini Hakk’ın varlığıyla diriltirse bütün âlemi diriltmiş olacaktır.

Günümüzde bütün Kabiller mutsuz ve iki yakaları bir araya gelmeyen zevksiz kişilerdir. Allah’ın yasak ettiği bütün musibetler onlardan zuhûr eder. Habiller de kurbiyet sahibi oldukları için dâima Allah’ın rızasını kazanmış, vücûd ülkelerinde rûhu padişah yapmış saadet içinde bulunanlardır. Zâten İnsan-ı Kâmillerin de bizlere önerdiği yol olan Allah yolunda yok olmayı başarabilirsek, Habil’in karşılığı olarak Âdem (A.S.)’e veled-i kalb zevki olan Şit (A.S.) ihsân edilecektir.

HAC VE UMRE RİSÂLESİ

‘Hac’ kelimesinin anlamı ‘ziyaret’tir. Kur’ân-ı Kerîm Âl-i İmrân Sûresi 7. âyette “Orada açık alâmetlerle İbrahim’in makâmı vardır. Kim oraya girerse taarruzdan emîn olur. Azık ve binek bakımından yoluna gücü yeten herkese Kâbe’yi haccetmesi Allah’ın kulları üzerinde hakkıdır. Kim inkâr ederse bilsin ki Allah âlemlerden müstağnidir.” ve yine Kur’ân-ı Kerîm Hac Sûresi 27. âyette “Bütün insanlara haccı ilân et. Gerek yaya olarak gerekse bineklerle senin huzuruna gelsinler.” buyrulmaktadır. Peygamber Efendimiz de “Ey insanlar üzerinize hac farz kılınmıştır. O halde haccediniz” buyurmuşlardır.

Haccın üç farzı vardır. Bunlar:

1- İhrâma girmek,

2- Arafat’ta vakfeye durmak,

3- Kâbe’yi tavâf etmektir.

1- İhrâma girmek zâhirde her ne kadar Kâbe’ye giden bir mü’min mîkât denilen yerde dikişsiz iki parçadan ibaret olan elbise giymesi gerekli ise de, Allah’ın Zâtını remzeden o Kâbe’ye varmadan kendisine nisbet ettiği ef’âlini, sıfatını ve Zâtını ifnâ ederek “Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk. İnnel hamde ven-ni’mete vel-mülke lâ şerîke leke” “Buyur Allah’ım, buyur çağrına koşup geldim. Buyur. Ortağın yoktur Sen’in. Buyur. Hamd Sana’dır. Nimet Sen’indir. Ortağın yoktur Sen’in.”telbiyesi ile tecellî-i ef’âli, tecellî-i sıfatı, tecellî-i Zâtını görmesini istemesinden ibârettir. Kesif olan kulun kesâfetinden fenâ olmadan Hakk’a şühûd ve müşâhedesi mümkün olmaz. Ayrıca, bir kişi zâhir olan icraatının bâtınını bilmeden veya bâtınını bilip de zâhirini yapmadan, sîretin sûretten tecellîsini Tevhîd yaparak yaşamadığı için, Allah’ın murâdı olan hac farzını yapmış olamaz. İşte, fenâ-i ef’al, fenâ-i sıfat, fenâ-i Zât nisbiyetlerinden soyunmayı zevk ederek tecellî-i ef’al, tecellî-i sıfat ve tecellî-i Zâtı idrâk edenler, Zâtı Ahadiyyet olan o Kâbe’yi şühûd ve müşahede edebilirler. Onun için bu şühûd ve müşahede bir Mürşîdsiz olamayacağı için Mürşîde gitmek farzdir denmiştir. Şu halde ihrâma girmek kişinin kendi varlığını Hakk’ın varlığında yok etmesi demektir. Kendi varlığı yok olan bir kişi ihtiyârî bir ölüm hâlinde olduğu için

Meyyit gibidir önünde cismim

Karşında göründü böyle resmim

İhrâm tenimde bir kefendir

Altındaki bir ölü bedendir

Ama bu bedende can senindir

Can mı yalnız cihan senindir.

diyerek gönül tecellîlerini dillendirir.

2- Arafat’ta vakfeye durmak: Arafat demek, Hakk’a ârifiyet demektir. Kendi varlığını Hakk’ın varlığında yok edenler, kesâfet olan zanlarındaki o vücûdlarını ifnâ ettikleri için, Hakk’ı zâhir halkı bâtın olarak görmeye başlarlar. Orası Hakk’a ârifiyet yeridir. Bakara Sûresi 115. âyette “Doğu ve batı Cenâb-ı Allah’ındır. Hangi tarafa yönelirseniz Allah’ın yüzü oradadır.” buyrulmuştur. Kesret kalabalık her ne kadar halk ise de onların hepsinden tecellî eden Cenâb-ı Hakk’ın Vahdâniyyetidir. Cenâb-ı Hakk’ın Vahdâniyyet örtüsünü zevk edenler halkı göremezler. Zira halk dediğimiz kesret butûna geçmiştir. Yani kişinin Hakk’a ârif olmasıdır. Arafat’ta vakfe nasıl ayakta Kâbe’ye doğru dönerek dua etmekse bu vücûd ülkesinde Rûhullah olan bir kişinin tırnağından saç teline kadar bütün sıfatlarından rûhun ilânıdır. Onun için ‘Arafat’ta yapılan dualar anında kabul edilir. ’ buyrulmuştur. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın kendisinin yaptığı dua elbette reddolunmaz. Bütün tafsilât-ı Muhammediyyeden tecellî eden Allah’ın Vahdâniyyetidir. Ayrıca Muhyiddîn İbnü’l-Arabî Hazretleri ‘Enallah’ diyen ikidir. Biri ‘Enallah’ ifâdesinde Allah ismidir. Biri dahi İnsan-ı Kâmildir. İnsan-ı Kâmili bulup onun gönlüne girenler, Harem-i Şerîf’e girmişlerdir. Girmeyenler dışarıda kalmışlardır. Onun için “Fedhûli fî ibâdi fedhuli cenneti” âyeti bunun şahididir. Bunu idrâk ettinse Arafat’ta vakfenin ne demek olduğunu anlamışsın demektir.

3- Kâbe’yi tavâf etmek: Zâhirde nasıl taştan yapılmış Allah’ın Zâtını remzeden Kâbe’yi üçü çalımlı dördü de sâkin olarak etrafında dönerek tavâf ediyorsak aynen onun gibi bir sâlik de Mürşid-i Kâmilinde üç fenâ, dört bekâ merâtibini tahsil ederek yeryüzünde Allah’ın Zâtını remzeden canlı Kâbe durumundaki İnsan-ı Kâmilleri tavâf etmeleridir. Çünkü bu ilim ve irfâniyeti başka hiçbir yerde elde etmek mümkün değildir. İbrahim Hakkı Hazretlerinin hocası Fakrullah Efendi bir gün hüccâcın önüne geçip nereye gittiklerini sormuş. Onlar da hacca gittiklerini söylemişler. Onlara cevaben “Gelin beni yedi defa tavâf edin sizleri hacc-ı ekber yâni büyük hacı edeyim.” demiştir. Yâni beni tavâf edin demekten gâye onun etrafını dönmek değil, onda yedi merâtib-i İlâhînin tahsil edilmesidir. Çünkü “Kâbe, Kâbe olalı Allah hiçbir zaman oraya girmedi. Fakat bu fakîrin gönlünden de hiçbir zaman çıkmadı” buyurmuşlardır. Onun için tavâf Hacer-ül Esved köşesinden başlar. Zira Kâbe’nin dört köşesi vardır:

1- Hacer-ül Esved köşesi

2- Irakî köşesi

3- Şâmî köşesi

4- Yemânî köşe

Cenâb-ı Hakk’ın Zâtı Ahadiyyet tecellîsi, Rahman olan sıfatından zâhir olduğu için ister Kâbe’deki tavâfa, Hacer-ül Esved köşesinden veya kâinattaki Allah’ın halîfesi Rahman olan, İnsan-ı Kâmil sıfatından tavâfa başlarız. İnsan-ı Kâmiller kâinatta Allah’ın hüviyyet ve eniyyetini cem ederek kemâlâtıyla zuhûra getirdikleri için tavâf oradan başlar. Onların elini öpmek de Hacer-ül Esvedi öpmek demektir. El ele, el Hakk’adır. Yoksa taş şahîdlik yapamaz onun remzettiği ancak şahîdlik yapabilir. Kur’ân-ı Kerîm Araf Sûresi 172. âyet “Ben sizin Rabbiniz değil miyim, diye buyrulduğu vakit onlar da ‘Evet sen bizim Rabbimizsin şahîd olduk demişlerdi”sözüne binâen evvelâ Hacer-ül Esved’i istîlâm ederek ilm-i ezelîyyetimiz olan ervâh âleminde sizi ziyâret edeceğime söz vermiştim. İşte sözümde durarak ziyâretinize gelip sizi tavâf ediyorum şahîd ol diyerek “Bismillâhî Allahü Ekber” le tavâfa başlarız. İnsan-ı Kâmille de sâliklerin elestü bezmi olan diz dize telkîn aldığı andaki verdiği sözle Mürşidindeki merâtîb-i İlâhiyye tahsiline başlaması aynıdır. Bir kişinin nefs-i emmâre yırtıcı hayvan sıfat olan şeytânî hâlinden, sakinleşmiş hayvan sıfatına, oradan da melekleşmiş mutmain hâli olan Yemânî köşesine kadar “Subhanallahu velhamdülüllahi velâ ilahe illalahu Allahü ekber velâ havle velâ kuvvete illâbillahil aziym” tesbih zikriyle şeytânî, nefsânî ve melekî tecellîleri geçer. Yemânî köşesi ile Hacer-ül Esved köşesi arasında mutmain olmuş nefsin kemâlât hâline dönesiye kadar iki köşe arasında da “Rabbena atina fiddünya haseneten vefil âhireti haseneten vegina azabennar.” “Ey Rabbimiz, bize dünyada iyi hâl ver, âhirette de merhamet ihsân et ve bizi Cehennem azâbından koru” “Rabbena firliğ veli valideyye velil mü’mînine yevme yekümul hisâb” “Ey Rabbim, annemi babamı ve bütün mü’minleri hesap gününde mağfiret et.” tesbihâtıyle tavâflarını yaparak Cenâb- Hakk’ın Rahman olan kemâlât sıfatını elde etmiş olur. Üçünü koşarak ve çalımlı dördü de sâkin olarak tavâf yapılır. Her tavâfın şahîdliği için Hacer-ül Esved taşına istîlâm edilir. İster vücûd ülkesindeki üç bâtın olan hayat, ilim, irâde sıfatlarını zâhire çıkarmak için acele et, isterse ikilik olan nisbîyyet hâlinden bir an evvel kurtulmak için ef’alini, sıfatı, Zâtını ifnâ et. Çünkü bunları fiillerinle zâhir olarak yaşayamazsan tavâf etmiş olamazsın. Dördü de sâkin olarak yapılır. Duymak, görmek, kelâm ve kudreti zâhir olarak kendinde fiillerinle yaşamak demektir. Nasıl Kâbe’de bu şekilde dönülüyorsa gönül Kâbe’sinde de mutmain olmuş sıfatlar olarak, Cenâb- Hakk’ın Rahmaniyyetine mazhar olmak demektir. Sîretin sûretten zuhûru ile hem Fenâfillahı, hem de Bekâbillahı zevk ederek yaşayanlar hac farzını yapmışlardır. Niyazi-i Mısrî Hazretleri “Savm u salât hac ile sanma zâhid biter işin İnsan-ı Kâmil olmaya lâzım olan irfân imiş.”sözü ile bu sırrı ifşâ etmişlerdir. Kâbe’de nasıl dört köşe varsa insanın gönül Kâbe’sinde de dört köşenin tecellîleri vardır:

1- Şeytânî tecellîler

2- Nefsânî tecellîler

3- Melekî tecellîler

4- Rahmanî tecellîlerdir.

Gönül Kâbe’sinin,

Hannan (Hak) (çok merhametli),

Mennan (Muhammed) (ihsânı bol),

Deyyan (Herkesin hakkını ve hesâbını en iyi bilen, veren),

Subhan (Yarattıklarına benzemekten münezzeh olan Allah)

köşelerinin idrâkini geçmeden Fenâfillah olup Bekâbillah zevkleriyle zevkiyâb olamaz. Hacer-ül Esved taşı Allah’ın sağ elidir. Onu kim öperse Allah’ın elini öpmüş olur. İşte İnsan-ı Kâmiller de yeryüzünde Allah’ın halîfeleridir. Onların ellerini öpmek Cenâb- Hakk’ın elini öpmek demektir. Onun için tahsil ve Kâbe’deki tavâfa oradan başlanır. Onun için hac ibâdeti de bir kişinin kendi insan-ı asliyyesini bulmasıdır. Tavâftan sonra İbrahim makamında iki rek’at şükranî namaz kılmak, dua etmek ve zemzem suyunu da ayakta üç yudum hâlinde “Allah’ım Senden faydalı ilim, geniş rızık, kabul edilmiş amel ve her hastalıktan şifâ diliyorum.” diye dua etmek güzel olur. Zemzem suyu İnsan-ı Kâmillerin iki dudaklarının arasından gönül Tûr-i Sina'sından tecellîsi olan ilm-i ledünü remzetmektedir.Cenâb-ı Hakk’ın Vahdet tecellîlerini, kesret olan Hakk’ın kemâlât sıfatlarında Tevhîd yaparak Allah’ın Muhammed’le nasıl seviştiğini görenler mutluluk içinde kulluklarını, acziyet ve muhtaç oluşlarını dillendireceklerdir. Bize bu idrâk ve zevkleri ihsân ettiğin için teşekkürlerini dua halinde arz edeceklerdir. Zira İbrahim makamı emîn beldedir. Ayrıca haccın Safa ile Merve arasında sa’y yapmak, Mina’da şeytan taşlamak, Müzdelife’de vakfeye durmak, saçları traş etmek, vedâ tavâfı yapmak gibi vacîbleri de vardır.

Safa ile Merve arasında yedi defa üçü koşarak dördü sakin olmak üzere sa’y yapmak kişinin ikilik hâli olan Fenâ mertebelerinde celâl tecellîler kişiyi huzursuz ve mutsuz yapar. Bunlardan bir an evvel kurtulmak için, Kâbe’de koşmak, İnsan-ı Kâmil tahsilinde de cehaletten, nisbîyyetten ve şirklerden bir an evvel kurtulmak lâzımdır. Yâni ikilikten kurtulmak için çok çalışmak gereklidir. Dördü ise sâkindir. Zira kula nisbîyyet kalmadığı için Bekâ mertebelerinde de sâkin sâkin Hakk’ın her an ayrı tecellîlerinin zevki vardır. Merve demek kulluk demektir. Safa demek ise selâmete çıkmak demektir. Bizler de kulluktan yâni ikilikten yedi sa’y sonunda selâmete çıkanlardan olmuş oluyoruz. Sa’y Safa tepesinde bitince hiçbir gayrîyyet kalmadığı idrâki olan traş olunarak ihrâmdan çıkılır.

Ayakta zemzem suyunu içme sırrı: Zemzem suyu İnsan-ı Kâmillerden tahsil edilen ilm-i ledün diye vasıflandırdığımız sır ilimleri, esrâr ilimlerini remzeder. Çünkü İnsan-ı Kâmiller Tûbâ ağacıdırlar. Onların kökleri arş-ı âlâda, dal ve meyveleri yerdedir. Onlar ilhamlarıyla ledün ilmini bizlere bardak bardak sunmaktadırlar. Bu zemzem suyunu da onlardan başka hiçbir yerde ve kitaplarda taze taze bulmak mümkün değildir. Onların bu ilm-i ledünü kelâm fiili ile zuhûra geldiği için ayakta içilmektedir. Zira kıyâmda durmak da Hakk’ın fiilleri ile açığa çıkışını remzetmektedir.

Mina’da şeytan taşlamak: Yetmiş taş yedişer yedişer büyük şeytan, orta şeytan, küçük şeytan diyerek üç gün atılmaktadır. İşte bunlarda büyük şeytan dediğimiz kendi varlığımızı, orta şeytan dediğimiz kendi sıfatlarımızı, küçük şeytan dediğimiz kendi ef’alimizi taşlıyoruz. Yâni bunların bizim olmadığını yedi sıfatımızla kabullenme ameliyesini şeklen ve bâtınen yapıyoruz. Büyük şeytana yedi taş attıktan sonra kurbiyyetimiz gereği kurban kesiyoruz. Yani varlığımızı Hakk’ın varlığında yok edip Rûhullah sâhibi olduğumuzda rûhun sıfatlara tecellî ederek aslını göstermesi kurban olmuş oluyor. Yâni kurban, rûhun sıfatlarımızdan kemâlâtıyle zuhûra gelmesi anlamındadır.

Hüccac Arafat’ta öğle ile ikindi namazlarını ikindi vaktinde (cem-i tehir) cem ediyor. Müzdelife’de de akşam namazı ile yatsı namazını cem ediyor. Bunların remzettiği mânâ da ikilikteki sıfatlarımız Zât’a vuslat bulunduğunda yâni Zât’ın idâresi altında cem olduğunu zevk edince sıfat ayrı Zât ayrı mütâlaa edilemez. Öğle namazı sıfatı, ikindi namazı da Zât’ı remzetmektedir. Namaz mü’minin Mi’racı, Mi’rac da Allah’la beraber olmak, konuşmaktır. Sıfatlardaki tecellîlerin Zât’ın olduğunu irfâniyetle bilmek öğle ile ikindiyi cem etmektir. Akşam ile yatsı namazının cem’i ise Müzdelife’de olmaktadır. Yani rûhun sıfatlarından zuhûr etmesiyle cem edilmiş olunur. Kısaca şunu anlıyoruz ki halkın Hakk’ta birleşme idrâki Vahdaniyette olduğu için Arafat’ta cem ettik. Hakk’ın da halkta tecellîsi ile yâni kesrette zuhûratıyla Müzdelife’de cem ettik demektir.

Kâbe dışında kadınların erkeklerin arkasından namaz kılmaları gerekli iken Kâbe’de erkeklerin önünde namaz kılabiliyor. Neden. Çünkü Kâbe Allah’ın Zât’ını remzettiği için orada kadın erkek diye kesret yoktur. Yalnız insan vardır. Bütün nehirlerin suları deryâya ulaştığında deryâdaki suların hiç biri ‘Ben şu nehrin suyuyum, diğeri ben bu nehrin suyuyum’ diyemediği gibi Kâbe’de kadın erkek diye bir şey olamaz. Yalnız insan vardır. Kul vardır. Oradaki kılınan namaz gönül Kâbe’sinde kılınmaktadır. Cenâb-ı Hakk’ın Muhammed sıfatlarından cinsi, ırkı, rengi, dili ayrı ayrı oldukları halde Âdem diye vasıflandırılan bu insanlardan Allah ve Muhammed’in nasıl seviştiğini, nasıl âyan beyân görüldüğünü, herkesin Cennet-i âlâ’da yaşadığını görmemek mümkün değildir. Orada süflî nefse yer yoktur. İşte onun için kadınların önde erkeklerin arkada namaz kılmaları dahi mahzurlu sayılmaz.

Genel olarak zâhirde emr-i İlâhî olarak ömrümüzde bir defa hac farîzası yapılmalı, aslında da batînen bir İnsan-ı Kâmilden bu merâtib-i İlâhiyye olan Fenâ ve Bekâ tahsilini yapıp zevk etmemizden ibarettir. Bâtın haccını bir İnsan-ı Kâmilden tahsil ettikten sonra zâhirini de bizzat yerinde Resûlullah Efendimizin yaptığı gibi oralarda zâhir ve bâtını Tevhîd yaparak yaşama geçirmek lâzımdır. Yoksa yalnız imkânları varsa haccın zâhirini yapanlar veya yalnız bâtınını yapanlar eksiktirler. O sîretteki zevklerini bizzat remzedildiği mahallerde zâhir ve bâtınını birleştirerek Tevhid zevkiyle zevklenmeleri Cenâb-ı Hakk’ın murâdı olacaktır. Yoksa tek kanatlı kuş gibidirler. Tek kanatlı kuşun uçması mümkün değildir.

Haccın sırrı Mekke şehrindeki Kâbe’yi ziyaretten gâye bir rumuzâttır. Onun taşıdığı mânâlar İnsan-ı Kâmilden meratîb-i İlâhîyyeyi tahsil ederek yedi mertebedeki Hakk’ın tecellîlerini zevk etmekten ibârettir.

Umre haccının iki farzı vardır:

1- İhrâma girmek

2- Kâbe’yi tavâf etmek

Safa ile Merve arasında sa’y yapmak, traş olmak gibi vacîbleri de vardır. Umre hacca göre çok kolaydır. Arafat’ta vakfe yoktur. Şeytan taşlama yoktur. Kurban kesme yoktur. Tevhidde Fenafillah olan kardeşlerimiz umre yapmış sayılırlar. Allah cümlemize bu zevkleri ihsân eylesin. Âmin.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin