Muhabbetname


İBRAHİM (A.S.)’IN YILDIZA, AY’A VE GÜNEŞ’E RABBİM DEDİĞİ ÂYETİN TE’VİLÂTI



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə33/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   83

İBRAHİM (A.S.)’IN YILDIZA, AY’A VE GÜNEŞ’E RABBİM DEDİĞİ ÂYETİN TE’VİLÂTI


Kur’ân-ı Kerîm’in Enam Sûresi 76-79. âyet-i kerîmelerinde İbrahim (A.S.)’in çocukluğunda evvelâ yıldızı görerek “Bu benim Rabbimdir.”demesi, sonra batmasıyla Ay’ı görüp “Rabbim bu olsa gerektir” demesi, sonra Ay da bâtınca Güneş’in doğmasıyla “Bu hepsinden parlak, Rabbim budur.” demesi onun da battığını görünce “Batanlar benim Rabbim olamaz. Yüzümü, yer ve gökleri yaratan Allah’a çevirdim.”diyerek Rabbini layıkiyle bulması ve idrâk etmesi anlatılmaktadır.

Zâhiren böyle ifade edilmişse de, ilim yoluyla da Rabbimizi bulabileceğimiz bizlere söylenmektedir. Hatta sohbetlerde ilimle mukayyed olan bu âlemde, Allah’ın tecellîlerinden olan ef’âl yıldızları, sıfat ay’ı ve Zât güneşi gibi ilmî bazı tabirlerle İbrahim (A.S.)’in ilmî zevkine ortak olmak mümkündür.

Bir Mürşid-i Kâmil’in irşâdı ile nefs mertebesinde nefs yıldızlarını gören bir kişi elbette kendi sıfatlarından tecellî eden duymak, görmek gibi bütün yıldız pırıltılarını kendisine nisbet eder. Dolayısıyla da onun Rabbi yani terbiye ve irşâd edeni kendisidir. Onun için kişiye Hakk teâlâ kendi yıldızını göstermektedir. Ve hâl lisaniyle “Benim Rabbim budur.” der.

Nefs Makâmından geçip kalb nurlarının doğduğunu görünce, nefs yıldızlarının kendilerine ait nurunun olmadığını gecenin zulmanîyetini nuruyla aydınlatan Ay’ın aydınlığına binaen “Benim Rabbim budur.” der. Çünkü kalb bütün vücûdun komutanıdır. İnsan vücûdundaki sıfatların hepsinden o nurun müşâhedesini yapan kalbdir. Onun için Mürşîdler kalb sahibidirler. Bütün sâliklerinden bilen, gören onlardır. Bu yüzden kalb Makâmında zulmanîyet ve hafî şirk kalmaz. Kişi bu mertebede rûh güneşinin doğduğunu görünce “İşte bu daha parlak, batanlar benim Rabbim olamaz, benim Rabbim budur” der. Çünkü rûh güneşini gören bir kişi kalbinde kendine has bir nurunun olmadığını, kalbdeki o nurun rûh güneşinden geldiğini görür ve zevk eder. Çünkü kalb zaman zaman nefsin hicablarıyla etkilenebilir. Kişi rûh nurunun tecellîsine mazhar olunca elbette “Rabbim budur.” diyecektir.

Kişi bir gün fâni olunca ondaki rûh güneşinin battığını gören bizim gibi İbrahimler işte o zaman her şeyi idrâk edip “Batanlar benim Rabbim olamaz. Ben yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan Allah’a döndüm.” diyerek Allah’ı, mazharlardaki rûha nisbet etmez. Zâtını bütün sıfatlarından ilâneden Allah hiçbir mazharla kayıtlı değildir. Mazharlardaki güneş dâima batmaya mahkûmdur.

Onun için kişiler nefs Makâmından kalb Makâmına oradan da rûh Makâmına ve bunların hepsini ihâta eden âlemlerin Rabbini bilmek suretiyle İbrahim (A.S.) esmâsı ile vuslat bulmalıdır. Dâima kendini muhasebeye çek. Sen bu mertebelerin hangisinde yaşıyorsun. Nefsine hizmet ediyorsan her şeyi ne kadar bilirsen bil, bildiğini yaşamıyor ve hayata geçiremiyorsan melamî değil kelâmisin. Yüz yıl yemek yesen yine de doyamazsın. Kelâmiler hâle geçmeden sohbetlerle kendilerini ayakta tutmaya çalışırlar. Hal ehliysen ahlâkında ve hareketlerinde de Tevhîd yönün görünüyor demektir. Sen kalb ehliysen ve Tevhîdi yaşantına intikal ettirdiysen rûh ehli olarak hem güneşini vücûd ülkende doğurmuş, hem de onu kayıtsız olarak zevk ediyorsun demektir.

İnsanlar lâyıkıyle Hakk teâlâ’yı idrâk etmiş olsalardı kulların ve herhangi bir şeyin vücûdunun olmadığını, her şeyin ancak Hakk ile kâim olduğunu bilirlerdi. Halbuki bütün mevcûdât Hakk’ın Vücûduyla mevcûddur. O’ndan başkasının vücûdu yoktur. Vücûd ancak Hakk’ındır. Bu şehâdet âleminin hepsi Hakk’ın zâhiridir. Gayb âlemi de Hakk’ın bâtınıdır. Her bâtının da bir zâhiri vardır. Dolayısıyla ilim ve bâtın hikmetinin İnsan-ı Kâmil’den başka bir mazharı da yoktur. Peygamberler Hakk’ın sûret itibariyle zâhiridir. Mânâ itibariyle Hakk’ın bâtınıdır. Hakk’ın ilmi peygamber ve evliyanın kalbine iner. Lisanından ise zâhir olur. Bunlarla Hakk Teala kullarını Zâtına davet eder. Bu âlemde kat’iyen ikilik yoktur.

İMAMIN CEMAATİNİ SELÂMETE ÇIKARMASI


Câmilerimizde ezanla birlikte toplandığımızda, farz olan namazlarımızı imamla kılarız. İmam önder demektir, lider demektir. İmam Resûlullah Efendimizi temsil etmektedir. O’nun vekilidir. Hâl lisanıyla imam “Ey cemaatım, bana tâbi olursanız, sizi ikilikten kurtarıp birliğe çıkarmaya söz veriyorum. Bütün mutsuzluk ve huzursuzluklar, Allah’tan uzak kalmaktan meydana gelir. Selâmete çıkmak ve Hakk’la beraber olmak istiyorsanız, bana tâbi olunuz. Saadet ve Refaha o zaman kavuşabilirsiniz. Kulluğunuzun idrâki ile dâima Âhiret mutluluğuna ermeniz mümkündür.” der. Cemaat da hâl lisanıyla “Biz bu mükâfatlara sahip olmak için geldik.” diye cevap verir.

İmam cemaatıyla birlikte kılacağı farz namaza niyet ederek hep beraber “Allahu ekber” diyerek namaza başlıyorlar. Allahu ekber ‘Allah büyüktür. Allah yücedir. Allah her şeyi ihâta etmiştir. ’ demektir. Allah’ın her şeyi ihâta eden Uluhiyetine doğru, imam önde, cemaat arkada, kendilerinden kendilerine vuslat yolculuğuna çıkıyorlar.

İmam nasıl zat ise cemaat sıfat, Resurullah nasıl zat ise mürşid-i kamiller de ona sıfat olmuş olurlar. Bu gün ise bizlerin selamete çıkması için mürşid-i kamilleri zat kendimizi sıfat kabul eyleyip, dizlerinin dibinde teslim ve tabiyet ile talim ve terbiye görmemizle mümkün olacağına iman edip inancımızın devamı ile olacaktır. Ve böylece zaman içerisinde görülen talim ve terbiyeler olan nisbiyet varlığımızdan kurtulup, hakkın varlığı ile var olduğumuzda ise göreceğimiz, bu kesret aleminde bile selbi sıfat olan bu gölgelerden zuhur edenin “Kurtulmuşların fiilleri olan” selamet fiilleri olduğundan başkası olmayacaktır. Ve bu hal ve halimizle de Allah’a Halife yani Hal’ifa “halini ifa eden” olmuş oluruz.

Günümüzde de toplumumuzda ve tüm toplumlarda bu selamet ve mutluluğu arzu edenlerin ehli olan, Resurullah’a sıfat olan mürşid-i Kamillerden bu tahsili ve terbiyeyi almaları ile peyder pey imamlıkları ve selamete çıkan sıfatlarındaki mutluğun artması ve seyri de zuhur edecektir.

İmam kurtulmuşlardan olduğu için, cemaatini gaflet ve gayriyet ikiliğindeki varlık beldesinden alarak, ayakta durmakla ef’al-i İlâhiyye beldesini, rükû’u yaptırmakla sıfat-ı İlâhiyye beldesini, secdeyi yaptırmakla da Zât-ı İlâhiyye beldesini geçirerek Hakk’ın Vahdâniyyet deryasına vuslat buldurup mola veriyorlar.

İmam efendi cemaatına yat deyince, hepsinin onunla birlikte yatması, kalk deyince, bütün cemaatın kalkması ile cemaatın imama uymasının bir delili olmuş oluyor.

Namazın içindeki kıyam, rüku ve secdede tecellîsiyle, Cenâb-ı Hakk’la konuşan bu cemaat, oturduğunda, Ettehıyyâtü'yü okumakla da, Cenâb-ı Hakk’la konuşup, selamete çıkmaya hak kazanıyor. Ondan sonra sağa ve sola selam vererek, nefislerinin de selametini istemekle, selamete çıkmış olunuyor.

İmam efendi namazın sonunda yüzünü cemaatına dönerek “Siz benim kıblem, ben de sizlerin kıblesi oldum. Ben kendimi Zât olarak, siz sıfatlarımda görüyorum. Siz de, temiz ve pak olarak, kendinizde tecellî edenin Zâtını görüyor ve zevk ediyorsunuz.” der.

Çünkü selâmete çıkanlar, Zâtın yönünü sıfatlara kıble ettiğini ve her an ayrı ş’ende sıfatlardan tecellîlerinin bilinmekliğini istediğini görecektir. Sıfatlar da Zâtın tecellîleriyle ayakta durduğunu, dâima kemâlât tecellîlerini istemeleri nedeniyle kıblelerinin Zâta doğru dönük olduğunu göreceklerdir. İmam efendi “Haydi hep beraber ellerimizi gök yüzüne değil, kendimizin gönül semâsına açarak, mazharlarımızdan Cenâb-ı Hakk’ın, cemâl ve kemâlât tecellîlerinin dâim olmasını isteyelim, istek ve arzularımızı kelâma getirip yalvaralım” demektedir. Cemaat da hep beraber her türlü dünya ve Âhiret isteklerini kelâma getirirler.

Ondan sonra da câmiden günahsız ve temiz olarak çıkıyoruz. Hatta câminin dışında cemaat “Allah mi’racınızı, mübarek etsin” diyerek birbirleriyle musafahalaşıyorlar.

Ne yazık ki dünya diye vasıflandırdığımız gaflet ve bedenimize ait hizmet ve çalışmalar bizleri rûhumuzun hizmetinden hem uzaklaştırıyor, hem de lâtif olan mânevî zevkimizin ateşini söndürüyor. Günde beş vakit bu hatırlamayı ve Hakk’la beraber olma zevklerini lâyıkıyle tadamadığımız için ikilikten bir türlü kurtulamıyoruz. Stres ve huzursuzluğumuz yaşam boyunca devam ediyor.

İşte zâhirdeki imama tâbi olma bu şekildedir. Bütün sâliklerin de imamı Mürşîd-i Kâmilleridir. Onlar ahsen-i takvîm yani en üstün bir biçimde yaratıldıkları için, isti’dâdlarında nasibi olanların, imamıdırlar. Bu kâinat Mescîdinde, ilim ve irfâniyetleriyle, tâlip olanlara Mi’rac yaptırmaktadırlar. Allah ayrı kendileri ayrı olan bu cemaatları, bu Kâmiller, evvelâ zikirle abdest aldırıp namaza başlatırlar. Sâlikler kıyamda ef’allerinin, rükûda sıfatlarının, secde de kendi vücûdlarının olmadığını anlayarak zevk ederler. Namazın ikinci rek’atında da kıyamda ef’alin ef’al-i ilâhîye olduğunu, rükûda sıfatların sıfat-ı İlâhiye olduğunu, secdede vücûdun vücûd-i İlâhiye olduğunu zevk ederler. Yani Cenâb-ı Hakk’ın kendi mazharlarından nasıl tecellî ettiğini seyrederler. Namazda oturulduğunda Rabbinin kulundan memnuniyet konuşmasını yapar, selam vermekle de selamete çıkmış olurlar.

Bütün namazların aslı iki rek’atten ibaret olduğu gibi bir sâlikin de bütün tahsili iki rek’atlık fenâ ve bekâ namaz zevklerine sahip olmaktan ibarettir.

Gelin kardeşler, cemaatin câmide imama tam ve eksiksiz tâbi olduğu gibi bizler de mânevî imamımız Mürşîdimize tam ve eksiksiz tâbi olalım. Günde beş defa Rabbimizle konuşmamız dâimî salât olsun. Böylece yaşamamızda her an ve her zaman Cenâb-ı Hakk’ın tecellîleri zuhûr etmeye başlayacaktır. Allah’a gönül verenlerin yardımcısı elbette Allah olacaktır. Yaşamın da bir Mi’rac olduğunu unutmayalım. Allah, bütün kardeşlerimi yaşamları boyunca, vücûd ülkelerinde rûhlarını imam, sıfat ve a’zalarını cemaat yapmak suretiyle Mi’rac halinden ayırmasın. Âmin.



Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin