Muhabbetname


İNSANLARIN YARATILMA GÂYESİ NEDİR



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə36/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   83

İNSANLARIN YARATILMA GÂYESİ NEDİR


İnsanlar bu âleme bir gâye için gönderilmişlerdir. Âşıkın biri:

Bekâ mülkünden eyledim teşrif,



Bu dâr-ı fenâya imtihan için.

Gece gündüz murâdım budur,

Cemâl-i pâkini anlamak için”

Buyurmuştur. Demek ki bu âleme imtihan için gelmişiz.

Ayrıca Zariyat Sûresi 56. âyette “Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyrulmuştur. Burada cinlerin evvelâ zikredilmesi onların gerçekte insten evvel yaratılmış olmalarıdır. Sahabeler Resûlullah (S.A.V.) Efendimize “ibâdet nedir” diye sorduklarında “İbâdet Allah’ı Tevhîd etmek ve bilmektir.” Yani kul olmaktır buyurmuşlardır. Demek ki ibâdet herkesin bildiği gibi oruç tutmak, namaz kılmak ve Kur’ân okumak gibi bilinçsiz amelî ibâdetler değildir. Allah’ın bu âlemdeki ef’âl, sıfat ve Zât tecellîlerini yalnız ilmî olarak bilmek de değildir. Allah’ı Tevhîd edip bilmek için ibâdetin beş madde halinde zuhûrunu zevk etmek gerekmektedir.

1- Âdemde ve âlemde Allah’tan başka hiçbir varlığın olmadığı ef’âl-i İlâhiye, sıfat-ı İlâhiye, Zât-ı İlâhiyye Tevhîdi ile bilmektir.

2- Emir ve yasaklar olan şerîat-ı ahkâmiyeyi bilmek ve uygulamaktır. Bu da iki bölümde mütalaa edilir:

a) Amel bölümü

b) Muamelât bölümü

Amelî bölümde her türlü zâhir ibâdetlerimiz mevcuttur. Tevhîd ehli, Mürşîde gelmeden evvel bu Tevhîd akideleri ona vâcib değilken, zorlama olmaksızın kendi istek ve arzusuyla Mürşîde gelip “Ben kendi insan-ı asliyyemi öğrenmek istiyorum” demek suretiyle vacipleştirmiş oldu. Fetih Sûresi 10. âyetinde Her halde sana biat edenler ancak Allah'a biat etmiş olurlar. Allah'ın eli (kudreti) onların elleri üstündedir. Onun için her kim cayarsa yalnızca kendi aleyhine caymış olur. Her kim de Allah'a verdiği sözü yerine getirirse O da ona yarın büyük bir mükafat verecektir.” “Gerçekten sana biat edenler Bana biat etmişlerdir.” buyrulmuştur. Biatler Mürşidin şahsına değil onun mazharından Rabbil Âleminedir. Abdestsiz yere basmaması, yalan söylememesi, beş vakit namazını kılması, Ramazan’da bir ay oruç tutması, eksiklik aramaması, elinden geldiği nisbette ümmet-i Muhammed’e faydalı olmaya çalışması hâsılı Allah’ın emrettiklerini yapmayı, yasak ettiklerinden kaçmayı kendisine vâcipleştirmiş oldu. Bir sâlikin bunlara uyması gerekli iken, Tevhîdi kendisine uydurmak istemesi, vagonun raylarından çıkarak trenin menziline gidememesine benzer.

Muamelât bölümünde de günlük yaşantısında ailesine, çoluk çocuğuna, komşu ve insanların tümüne muamelesi emir ve yasaklar doğrultusunda olmalı, her türlü işlerinde herkese eşit muamelede bulunmalı, ticaretinde kimisine pahalı, kimisine ucuz mal satmamalıdır. Çünkü sendeki varlık Hakk’ın varlığı olduğu gibi karşındaki varlık da Hakk’ın varlığıdır. Şu halde karşındakine kötü muamelede bulunursan, bilmelisin ki Hakk’a kötü muamelede bulunmuşsun demektir. Onun için Tevhîd ehli bunlara riâyet etmeyi kendisine vâcib bilmelidir.

3- Tarîkat halini yaşamak ise, ilimle bildiği ef’âlinin, sıfatının, Zâtının Hakk’ın olduğunu ayne’l-yakînlik derecesinde şühûd etmesidir. Ayne’l-yakînlik derecesini şühûd eden bir sâlikte elbette edeb, güzel ahlâk ve tevazu’un meyveleri görünecektir. İnsanın meyvesi fiilleridir. Nasıl bir meyvenin rengi, kokusu ve tadı onun aslını bizlere bildiriyorsa, ayne’l-yakîn olan bir insanın fiillerinin rengi Allah’ın boyası “Sibgatullah” Tevhîd boyası, kokusu Rahmân’ın kokusu olan Tevhîd kokusu, tadı da fiil ve sıfatlarından tecellî eden Tevhîdi yaşama zevki olarak görünmelidir.

4- Eşya dediğimiz varlıklarda eşyanın hakîkatini bilip her mazharda O’nu müşâhede etmektir. Çünkü eşyanın hakîkati ef’âl-i İlâhiyedir. Ef’âlin hakîkati esmâdır. Esmânın hakîkati sıfat-ı İlâhiyedir. Sıfatın hakîkati de Zâttır. Zira zerreden kürreye kadar her varlıkta Allahü Teala ma’lûmiyeti nisbetinde Zâtıyla tecellî etmekte, onların kapları ve renkleri nisbetinde varlıklarda kendini seyretmektedir. Tin Sûresi 4. âyette Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” sırrını İnsan-ı Kâmil’lerden seyretmektedir. Böylece her varlıktaki tecellînin hakîkatini zevk eden bir sâlik kendi varlığının olmadığını, varlığın Hakk’ın varlığı olduğunu, esmâsının dahi Allah’ın sıfatlarına verilmiş birer isimden ibaret olduğunu, kul esmâsıyla dâima muhtaç, Mürşid-i Kâmil mazharından, Samedâniyyeti ile lütuflarda bulunulduğunu zevkle müşâhede eder.

İşte bu dört madde halinde saydığımız birinci, ikinci, üçüncü merdiven basamağı gibi Tevhîd mertebelerini geçmeden; Allah’ı bilmek, görmek ve olmak halinde Tevhîd etmedikçe; mârifet ehli olunamaz. Zira ibâdet, mârifet miktarıncadır. Ârif olmayan tahkikî ibâdet edemez. Nitekim Hz. Ali (K.V.) “Görmediğim Rabbime ibâdet etmem” demiştir. Bu demektir ki Hazreti Ali kendi vücûdundaki sıfatlarından Cenâb-ı Hakk’ın tecellîlerini müşâhedeyle zevk etmiştir.

İşte Allah’ı Tevhîd edip bilmek için bu beş madde ile vasıflandırdığımız hallerin ehl-i Tevhidde olması istenmektedir. Elhamdülillah seçilmiş kullardanız. Seçilmemiş olsa idik bir Mürşid-i Kâmilden bizleri çağırmaz, Tevhîd ilmini de telkîn etmezdi. Sevilen kullardanız ki kendi varlığımızın olmadığını, varlık sahibinin Hakk Teala olduğunu, kendi mülkünde Zâtının bütün sıfatlarından tecellîsini müşâhede etmeyi nasîb etti. Kendi tecellîsini bizlerden kendi seyretti. Rabbimize dâima hamd ederiz.

İNŞİRAH SÛRESİ


Sûrenin 1. âyetinde “Elem neşrahleke sadrek” “Biz sizin sadrınızı yarmadık mı” buyruluyor. ‘Sadır’ göğüs demektir. Göğsün yarılması bizlerin bildiği ameliyatlardaki neşterle yarma değildir. Bıçaksız ve kansız olarak günümüzde Mürşîd-i Kâmillerin telkînât ve sohbetleriyle inanan kardeşlerimizin cehâlet ve nisbîyet pisliklerinden temizlenmesidir. Kâmiller telkînâtlarıyla sâliklerin gönüllerindeki kötülük damarlarını çıkarıp, iyilik damarlarını onun yerine koyar. Bir sâlikin, Mürşîde gelmezden evvel, vücûd kabının darlığından mütevellit halk ile Hakk’tan habersiz olduğu için mutlaka gönlünün açılmasına ihtiyacı vardı. Fenâ mertebelerindeki ameliyat sonunda sâliklerin vücûdu kalmadığı için, Hakk’a ve halka hicâblıdır. Ne zaman Hakk’ın vücûdunu giyerse işte o zaman kul olarak ‘sadrının yarıldığı’ hitabına muhatap olur. Kulluğunu giymeyen bir kişi bu hitaba muhatap olamaz. Bir insanda iki yön vardır:

1- Cin yönü: O kişi dâima süflîyyât tarafına eğilimli olduğu için kötülükler onu bırakmaz.

2- Melek yönü: Melek yönü galip gelirse, o kişinin iyiliğe, doğruluğa meyli vardır. Sadrın yarılması ile kişiye melek kuvveleri olan iyilik ve doğruluk fiilleri hâkim olur.

2. ve 3. âyetlerde “Ve vedana anke vizrekellezi enkada zahrek” “Senin belini büken yükünü hafifletip kaldırmadık mı” buyruluyor. Burada insanın belini büken yük, kişinin kendi nisbîyet varlıklarıdır. Kâmilin telkînâtı ile bu varlıklar giderilir. Yerine Hakk’ın varlığı kalır.”Lâ havle velâ kuvvete illâ billah” Kuvvet ve kudret Allah’ındır. Biz yaptıklarımızdan sorumluyuz. Fakat Allah yaptığından sorumlu değildir. Çünkü mülkünde başka bir Allah yok ki, “Bunu neden yaptın” desin. Onun için belimizi büken yükü de kâmil mazharından bizlerden kaldırmış oluyor.

4. âyetteki “Ve refana leke zikrek” “Biz senin zikrini yükseltmedik mi” hitabını peygamberimize yorumlarsak, güne beş defa ezan-ı Muhammediyye okunduğunda dâima Allah’la beraber ismi anılarak semâya yükselmektedir. Bizler için de, Cenâb-ı Hakk’ı kemâlâtıyla açığa çıkarmak ve tafsilât-ı Muhammediliğin kesret âlemindeki Zâtını idrâk etmek yücelik değil midir.

5. âyette “Fe inne meal usri yüsren” “Bir güçlüğün yanında bir kolaylık vardır.” buyrulmaktadır. Demek ki gerçeği arayıp bulasıya kadar elbette müşkülât çekilmektedir. Kâmili bulduktan sonra Allah’a vâsıl olmak kolaylaşıyor. O seni zahmetsiz Vahdâniyyet zevki ile zevklendiriyor.

6. âyette “inne meal usri yüsra” “İkinci bir defada güçlüğün yanında bir kolaylık vardır” buyrulmakla insanın Allah’a vâsıl olduktan sonra yani Hakk’la beraber olduktan sonra tekrar halka dönmesi gerektiğini anlıyoruz. Çünkü Allah, Allahlığını kimseye vermez. İşte güç olan da budur. Onun için seyr-i sülûk ikidir. Birincisi, halktan Hakk’a vuslattır. İkincisi, Hakk’tan halka tenezzül edip kulluğa dönmektir. Ancak bu her babayiğidin harcı değildir, çok güçtür. Kulluğa döndüğünde iş kolaylaşır.

7. âyette “Feiza ferağte fensab” “O halde boş kaldın mı, yine kalk yorul.” buyruluyor. Şimdi kulluktan Hakk’a ve Hakk’tan kulluğa vuslat olan iki seyrini tamamlayıp ikisini birleştirerek Tevhîd yolunda dâim ol. Bu Cenâb-ı Hakk’ın Vahdet ve kesret tecellîlerini Tevhîd yaparak kişinin yaşama geçmesi demektir.

8. âyette de bu yaşam içersinde “Ve ila rabbike ferğab” “Rabbine dâima rağbet et” buyrulmaktadır. Zerreden kürreye kadar, bu kesret âlemindeki tafsilât-ı Muhammediyyedeki tecellîleri zevk et. Onunla dâim ol. Evvelâ kul mu Allah’a rağbet eder, yoksa Allah mı kuluna rağbet eder. Cenâb-ı Allah hidâyet etmeyince hiçbir kimse yüzünü Rabbine döndüremez. Şu halde evvelâ Rabbimiz bizlere rağbet edecek, biz de o zaman Rabbimize rağbet etmiş oluyoruz. Yalnız Allah Âlimdir, bizler ise malûmuz. Onun için Allah malûmiyetimiz nisbetinde bizlere rağbet etmiş oluyor. Bizler Rabbimize nâkısiyet içinde malûm isek o zaman Rabbimiz de bize o kadar rağbet eder.

Görüldüğü gibi İnşirah Sûresi bizlere Tevhîd de merâtib-i İlâhiyenin başından sonuna kadar bütün Makâmların tecellîlerini anlatmaktadır. Tevhîd yapıp Rabbimizi tanımadan rağbet olmuyor. Yoksa yapılan taklîdi oluyor.

Cenâb-ı Allah cümle ümmet-i Muhammedi Mürşîd-i Kâmil mazharından bıçaksız ve kansız göğüslerini yararak cehâlet hastalığından kurtarsın. Zikirlerimizi de pekleştirerek Vahdet ve kesret Kaf dağlarının zorluklarını kolaylaştırarak Tevhîd ovasında mutluluk ve saadet meyvelerini yemek nasîb etsin. Âmin.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin