Muhabbetname



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə39/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   83

KELİME-İ ŞEHÂDET


1- Şerîat seviyesinde kelime-i şehâdet: İsmi üzerinde şehadet kelimesi demektir. Bu da “Lâ ilâhe illallah Muhammederresûlullah”dır. Allah’tan başka ilâh olmadığına, Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve Resulü olduğuna şahitlik etmek anlamına gelen şehadet kelimesini Müslüman olmak isteyenlerin dilleriyle ikrar, kalbleriyle tasdik etmeleri yeterli olmaktadır. Ancak, Allah neden birdir. Neden ondan başka ilâh yoktur. Hz. Muhammed hangi yönden onun Resulüdür... gibi detaylı bilgilere sahip değillerdir.

2- Tarîkat seviyesinde şehadet: “Lâ ilâhe” demekle, hiçbir şeyin kendisine ait bir varlığının olmadığını, zannımızda, hayâlimizde yarattığımız böyle bir ilâhın bulunmadığını, zerreden küreye kadar her şeyde tecellî ettiği halde bu tecellî ettiklerine benzemeyen bir Allah olduğunu ilmen bilirler.”İllallah” demekle de mülkünde O’ndan başkası olmayınca, bütün sıfatlarından cemalullahını sergileyenin illâ Allah olduğunu da ilmel bilirler.”Muhammederresûlullah” demekle de, Hz. Muhammed’in, Allah’ın Vahdet ve kesret olan iki cihanda da en kemâlâtlı sıfat aynası olduğunu, her an bu kemâlâtı bütün kâinat aynasında göstererek, Resûlullahlığı olan tebligatının yapıldığını yine ilmel bilir ve uygulamaya özen gösterirler.

3- Hakîkat seviyesinde şehadet: Hakîkatte şehadet, şahitlikten gelmektedir. Görünmeyen bir şey şeyin şahitliği olmaz. Rahmân Sûresi 26. ve 27. âyetlerde “Yeryüzünde bulunan her şey fânîdir; Yüce ve iyilik sahibi Rabbinin yüzü bâkidir” buyrulmaktadır. Âdem ve âleme nazar ettiklerinde, Allah’ın bütün sıfatlarından zâtının kemâlâtıyla zuhûra geldiğini ve bütün sıfatların isti’dâd ve kaabiliyetlerine göre Muhammed aynalarından şerhinin ilân edilişini seyrederler. Seyreden de seyredilen de kendisidir. Allah’ın, Ahadiyet deryasından bu mukayyed âlemdeki Vahdâniyyet tecellîsiyle, Muhammed aynalarından yüce âyetlerinin şühûd ve müşâhedesini zevk ederler ve dâima kâl ve hâl lisaniyle “Lailâhe illallah Muhammederresûlullah” derler.

4- Mârifet seviyesinde şehâdet: “Lâ ilâhe illalah Muhammederresûlullah” sözünü yalnız ifade etmekle kalmayıp, taşıdığı sırrı tenzih, teşbih ve Tevhîd yaparak, müşâhede halindeki bir yaşam biçimidir. Onun için şehâdet ifadesi her türlü îmân ve ibâdetten sonra söylenmiştir.


KABİR EHLİNDEN YARDIM İSTEMEK NE DEMEKTİR


İşlerinizde şaşırırsanız kabir ehlinden yardım isteyiniz” Hadis-i Şerifi çoklarının bildiği gibi izdirarî bir ölümle ölüp, toprak altında yatan kabir ehlinden yardım istemek anlamına gelmiyor. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz bir İnsan-ı Kâmil’den tahsil yaparak ihtiyarî bir ölümle ölmüş, Hakk’ın varlığı ile dirilip bu ten kabirlerinde dâimî ölümsüzlüğe erişmiş, yaşayan, yiyen, içen, sohbet yapan İnsan-ı Kâmillerden yardım istememizi tavsiye etmektedir.

Bir Hadis-i Kudsîde “Ben hiçbir yere sığmadım, mü’min kulumun kalbine sığdım.” buyrulmuştur. Şu halde kendi varlığını Hakk’ın varlığında yok etmiş, kalbini cehâlet ve nisbîyet pisliklerinden temizlemiş bir kişi elbette Hakk’ı gönlünde tecellî ettirerek misafir etmiş olacaktır. İşte orada dâimî misafir olan Hakk’ın irfâniyet ve kemâlâtından istimdat istemek, müşküllerimizin hallolması için o vücûd kabristanlarında dâimî diri ve kemâlâtıyla bizlerin isteklerini karşılayan kabir ehlinden yardım istemek gereklidir. Bizler kabir ehli deyince hemen toprak altındakileri aklımıza getirmekteyiz. Yardım istenecek kabir ehli deyince aklımıza İnsan-ı Kâmiller, Mürşid-i Kâmiller gelmeli, onlardan istifade edilmelidir. Yoksa toprak altında yatanlardan velevki bir evliya da olsa herhangi bir isteğimizi arz ettiğimizde ondan herhangi bir söz veya müşkülümüzü halleden sonuç almak mümkün değildir. Mevlana Hazretleri “Bizleri kabirlerimizde değil, âriflerin gönlünde arayınız” buyurmuşlardır. Ayrıca bir Hadiste “Hakk Teala her canlıda tamam fakat ölüde nâtamamdır.” buyurarak izdirari bir ölümle ölmüş olanlarda cemâdî rûhtan başka rûh mevcûdunun olmadığını vurgulamıştır. Rûh birdir, parçalanma kabul etmez. Yalnız tecellî ettiği mazharlarda esmâ alır. Toprak, madenler vs. bu cinstendir. Nebâtâtta tecellî ettiğinde iki rûh olarak nebati rûh adını alır. Çünkü nebâtâtta hem cemadi rûh, hem de nebati rûh vardır. Bütün bitkiler bu cinstendir. Hayvânâtta tecellî ettiğinde üç rûh olarak hayvânî rûh adını alır. Çünkü hayvânâtta hem cemâdî, hem nebâtî, hem de hayvânî rûh vardır. Bütün hayvanlar buna dahildir. İnsanlarda tecellî ettiğinde ise dört rûh olarak insânî rûh adını alır. İnsanlarda hem cemâdî, hem nebâtî, hem hayvânî hem de insânî rûh vardır. Onun için insanlar bütün varlıklardan üstün yaratılmışlardır. Onlara verilen akıl, fikir, ilim gibi nimetler diğer varlıklarda eksiktir.

Rûhun saydığımız bu dört yerdeki tecellîlerini Tevhîd mertebelerinde de şu şekilde bulabiliriz:

Zikir sâliki manevîyatta cemâdî rûha sahiptir. Çünkü râbıta ve şühûdu yoktur. Her yer onun için Hakk’ın yüzüdür. Dâima ‘Allah’ der. Tevhîd-i Ef’âl sâliki nebâtî rûha sahiptir. Çünkü râbıta ve şühûd verilmiştir. Bu hadisâtta ona ef’âl penceresi açıldığı için onda yeşermeler başlar. Tevhîd-i sıfat sâliki ise hayvânî rûha sahip olmuştur. Zira “Hay” diri demektir.”Van” ise varlık demektir. Diri varlık demektir. Fiil ve sıfatlarının sahibinin Allah olduğunu idrâk edince elbette diri varlık olacaktır. Hakk’ın diriliğiyle dirilmiş olanlar mü’minlerdir. Tevhîd-i Zâttaki bir sâlik de kendisinin Kâmili olması nedeniyle insanî rûha sahip olur.

İşte bizler insanî rûha sahip olan İnsan-ı Kâmillerden yardım talep edeceğiz. Her insan insanî rûha sahip değildir. Onlar her ne kadar sûrette insan ise de henüz “Rûhumdan bir rûh üfledim” âyetine mazhar olamadıkları için sîrette hayvandırlar. Burada bahsedilen insanî rûh sûret ve sîrette insanlığını bulmuş olanlardaki rûhtur. İnşâallah cümle ümmet-i Muhammed’e kabir ehli olan sûret ve sîrette insanlığını bulmuş olanlardan istifade ettirir.

KADİR GECESİ


Kadir gecesi Ramazan ayının 27. gününe tekabül eden mübarek bir gece olarak kutlanmaktadır. Bakara Sûresinin 185. âyetinden Kur’ân’ın Ramazan ayında, Kadir gecesinin de Ramazan ayı içinde olduğu için Kadir gecesinde inzal olduğunu anlamaktayız. Kadir Sûresinde “1. Doğrusu Biz onu (Kur’ân'ı) Kadir gecesinde indirdik. 2. Kadir gecesinin ne olduğunu ne bildirdi ki sana 3. Bin aydan hayırlıdır o Kadir gecesi. 4. Onda melekler ve Rûh, Rablerinin izniyle (yapılacak) her iş için peyderpey inerler. 5. Bir selam (güvenlik) dir o gece, ta tan yeri ağarana kadar” buyrulmuştur. Bin ay seksen küsur sene yapar. İnsanoğlunun ömrü seksen küsur sene olsa bu ömür müddetince içerisinde kadir gecesi olmayan bir ömürden hayırlı demektir.

Evvelâ şunu iyi bilmek lâzımdır ki bu gece dünya gecelerinden bir gece değildir. Yoksa bin aydan hayırlı olan bu gecede sabaha kadar uyumayıp ibâdet etmekle o gecenin ihyâsını yapıp ömrümüz boyunca elde edeceğimiz ecirden fazla ecir elde edebiliriz diye düşünürdük. Bu bir zevk-i İlâhidir. Bir sâlik Receb ayında fenâ-i ef’âli, Şaban ayında fenâ-i sıfatı, Ramazan ayında fenâ-i Zâtı zevk edebilirse Cenâb-ı Hakk’ın Tecellî-i Zâtına mazhar olmasıyla Kadir gecesine erişir. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz bir hadislerinde “Receb Allah’ın ay’ı, Şaban benim ay’ım, Ramazan ümmetimin ay’ıdır.” buyurmuşlardır. Receb neden Allah’ın ayıdır. Çünkü onsekizbin âlem Allah’ın fiilleriyle zuhûra gelmiştir. Saffat Sûresi 96. âyetinde Halbuki sizi ve yaptıklarınızı Allah yarattı” buyrulmaktadır. Onun için bir sâlik kendine nisbet ettiği fiilleri Cenâb-ı Hakk’a verirse Receb ayını idrâk etmiş demektir. Şaban ayı da sıfatları remzetmektedir. Bir kişi sıfatların mevsûfunun Allah olduğunu bilirse Şaban ayını idrâk etmiş demektir. Fiiller sıfatlardan, sıfatlar da vücûddan tecellî ettiği için vücûdun Vücûdullah olduğunu bilen bir kişi Ramazan ayını da idrâk etmiş olacaktır.

İşte fenâ-i ef’âl, fenâ-i sıfat ve fenâ-i Zâtı zevk ettikten sonra o kişiye melekler vasıtasıyla bütün vücûddaki kuvvelerine rûh nazil olacaktır. Kulağa inen rûh kulağı canlandıracak, göze inen rûh gözü mâsivâyı göremez hale getirip Hakk’ı görmeye, dili başka kelâm söylemeyip Hakk’ı konuşmaya başlayacaktır. Bu zuhûrât tecellî-i Zât zevki olarak belirtilmekte ve zevk edilmektedir. Bu tecellîler fecr zamanına kadar devam eder. Fecr, kişinin bütün kuvvelerinden tecellî eden Hakk’ın o vücûd ülkesinin aydınlığa çıkma zamanıdır. Artık Vahdette olan rûh bütün sıfat ve kuvvelerden o sıfat ve kuvveleri aydınlatıncaya kadar bu meleklerin rûh ve selam getirmeleri devam eder. Nasıl güneş doğmadan her taraf aydınlanmaya başlarsa aynen onun gibi rûh da bütün kuvvelerinden aydınlığa çıkar.

İşte Rablerinden melekler vasıtasıyla rûh ve selamın bütün sıfat ve kuvvelerimize inmesi o vücûd ülkemizi aydınlığa çıkarmış olacaktır. Bu aydınlık ise her sıfattan Cemalullahın görünmesi demektir ki hakîkatten sonra gelen şerîat-ı sânî dediğimiz Şerîat-ı Muhammediyye budur. Bu yüzden Kadir gecesini dışarıda, dünya gecelerinde bulmamız mümkün değildir. Onu enfüsümüzde ararsak Rabbimiz bize onu bulduracaktır. İşte bu vücûd minarelerinde fenâ-i ef’âli yaptığımızda gönlümüzde bir ışık parlar. Fenâ-i sıfatta yine gönlümüzde bir ışık parlar. Fenâ-i Zât sonunda da gönlümüzde bir ışık parladığında kandillerimizi yakmış oluruz. Tecellî-i Zât zuhûr edince de Kadir gecesinin kandili yanmış olacaktır. Geceler Vahdeti remzettiği için Kadir gecesini de gecelerde aramaktayız. Bir kişi Allah’ın ef’âlini, sıfatını, Zâtını kendi vücûd ülkesinde Vahdâniyyetiyle birleyebilirse kadere ereceği için kadir gecesini kutlamış olur. Bu bir zevk-i İlâhidir. Cenâb-ı Hakk bütün ihvân kardeşlerimize ihsân etsin. Âmin.



Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin