Muhabbetname


KÂİNATTA TEK İRŞÂD EDEN HZ. MUHAMMED’DİR



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə40/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   83

KÂİNATTA TEK İRŞÂD EDEN HZ. MUHAMMED’DİR


Bu kâinatta tek Mürşid-i Kâmil vardır. O da Hz. Muhammed’dir. Günümüzde Hakk Mürşidi diye bildiğimiz bütün kâmillerden de irşâd eden yine Hz. Muhammed’dir. Çünkü bir Hadis-i Şerif’te: “Evvelâ ma halakallahu nûri” “Allah evvelâ benim nurumu yarattı”, “Evvelâ ma halakallahu rûhi” “Allah evvelâ benim rûhumu yarattı” “Evvelâ ma halakallahu akli” “Allah evvelâ benim aklımı yarattı” “Evvelâ ma halakallahu kâlem” “Allah evvelâ benim gönüllere nakşeden sözlerimin kâlemini yarattı.”buyrulmaktadır. Görüldüğü gibi “Levlâke levlâk vemâ halâktül eflâk” Hadis-i Kudsîsi gereğince, Vahdet ve kesret âlemlerinde, Hz. Muhammed aynaları olmamış olsa idi, Cenâb-ı Hakk bu âlemlerdeki varlıkları yaratmayacaktı. Dolayısıyla da, âlemlerdeki bu varlıklar ne nuru ile görülecek, ne de rûhu ile diriliğini sergilemiş olacaktı.”Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi murat ettim sevdim ve muhabbet ettim. Bu halkı halk eyledim” Hadis-i Kudsîsi ile, evvelâ Hz. Muhammed’in nurunu, rûhunu, aklını ve kâlemini yaratarak, Cenâb-ı Hakk’ın yeryüzü olan sıfatlar âleminde, kâinatta kendini gösteren tek ayna olduğunu, bunu Tafsilât-ı Muhammediyyesiyle, cemâdî rûh, nebâtî rûh, hayvânî rûh, insan rûhu halleriyle sergilediğini, aslında hepsinden, bu varlıkların isti’dâd ve kaabiliyetlerine göre, bilinen ve görünenin Hakk’ın ta kendisi olduğunu anlamış oluruz. Cenâb-ı Allah Allahlığı ile irşâd ve terbiye etmez. Kesret âlemine tecellî etmesi ile, kemâlât mazharı olan (mazhar, Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa denir) Muhammed’den irşâd ve terbiyesini yapmaktadır. Hz. Muhammed’in günümüzde vârisleri olan (el ulemayı veresetül enbiya) Hakk Mürşîdlerinden irşâd eden de yine Hz. Muhammed’in ta kendisi olduğunu anlamış oluruz. Belki bugün zâhir unsuriyeti ile O’nu görmek mümkün olmayacaktır ama bâtın olan Hakîkat-i Muhammediyye’siyle, Nûr-i Muhammediyyesiyle günümüzdeki Hakk Mürşîdlerinden irşâd edenin O olduğunu görürüz. Karagöz oyunu seyretmişsinizdir. Aslında ne Hacivat’ın ne de Karagöz’ün bir varlığı ve icraatı vardır. Her ikisinden de söz ve hareketleri yapan onların gerisindeki görünmeyen sanatkârdır. İşte aynen onun gibi, günümüzde de, Hakk Mürşîdlerinden irşâd edenin Hz. Muhammed, bizlerin de insan-ı asliyesini bulmak isteyen kullar olduğumuzu anlamış oluyoruz. Temiz elbise olan Muhammed elbisesini giydiğimizde, kendi Muhammed oluşumuzu anlamış oluruz. Kesafet âlemi olan bu dünya âleminde, nasıl birbirimizin fiziksel bedenini görüyor ve şahitlik yapıyorsak, fiziksel bedenimizi bu âlemde soyunup, rûhlar âlemine intikalimizle âlem-i Âhirette de rûhlar birbirlerini görüp şahitlik yapacaktır. Buradaki şahitlik ‘dış’ı görmekle değil, aynı zamanda rûhların kokularını tanımalarıyla olacaktır. Zira orada beden yoktur. Lâtif olan Muhammed elbisesi vardır. İçinden dışı, dışından da içi ayan beyan görünmektedir. Onun için Fehmi Hazretleri bir ilâhîsinde şöyle buyuruyorlar:

Gül kokanlar gül olur bülbüle dîdâr olur



Kaftan kafa hükmeden mülke Süleyman olur”

İnşaallah bizler de bir gün, gül olan Hz. Muhammed’in ilm-i ledününü kokladıkça, Muhammed olacağımız âşikar olur. Cenâb-ı Hakk isteyenlere bu zevkleri ihsân etsin. Âmin.


KALB TEMİZLİĞİ


Bizler günde beş defa abdest alıyor, beş vakit namaz kılıyor ve Ramazan’da da bir ay oruç tutuyoruz. Acaba bunlardan istifade ederek kalbimizi temizleyip hallenerek yaşantımızda uygulamaya geçebiliyor muyuz. Çünkü Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz buyuruyorlar ki: “Bir müslümanın evinin önünden bir nehir geçse ondan beş vakit abdest alıp yıkansa o kişide pislik kalır mı. Elbette kalmaz değil mi” Çeşitli âyetlerde de ellerimizi, yüzümüzü baş ve ayaklarımızın yıkanması emredildiği için tenimizle ilgili bu temizliği eksiksiz yapıyoruz. Fakat bunların getirdiği manevî temizliğin olup olmadığını kendimizi yakın takibe alarak izlemiyoruz. Günlük muhasebemizi yaparak eksiklerimizi izale edemiyoruz.”İki günü bir olan zarardadır.” (H.Ş.) gereğince zararda olduğumuz açıkça ortaya çıkmaktadır.

Tevhîd ehli olarak ellerimizin yıkanması ef’âlin bize ait olmadığını remzetmektedir. Yüzümüzün yıkanması, sıfat mahallî olduğu için sıfatların bize ait olmadığını remzetmektedir. Baş ve ayakların da mesh edilmesi, başla ayak arasındaki vücûdun Vücûdullah olduğunun idrâkiyle nisbîyetlerden kurtulmak olduğunu remzetmektedir. Bunları ilmel öğreniyoruz.

“Fiilerin fâili Allah’tır” derken şühûd edemediğimiz için hâlâ karşımızdaki varlık ve kişilere nisbet etmekten kendimizi alamıyoruz. İlimle yine biliyoruz ki kuvvet ve kudret Allah’ındır. Hiçbir kimsenin güç ve kudreti yoktur. Şu halde bu ikilik içerisinde huzur ve saadeti bulmamız mümkün değildir. Çünkü kalbimiz temizlenmedi. Abdest almakla yalnız a’zalarımızı yıkamaktan öteye geçemedik. Bu yıkanmanın manevî yönü olan ef’âl, sıfat ve vücûdun Hakk’a ait olduğunun idrâki, kalbimizin tasdik etmesi bütün a’zalarımızın onunla hallenmesine vesîle olacaktır ve kalbimizin temizliğinin meyveleri sıfatlardan tecellî eden iyi ve güzel fiillerden görünecektir.

Kalb bir komutan, bütün sıfatlar onun askerleridir. Komutan iyiliği emrederse askerler iyiyi yaparlar. Komutan kötülüğü emrederse askerler kötülüğü yaparlar. Komutan olan kalbimizin temiz ve iyi olduğunu görmek istiyorsak kendi fiillerimize bakalım. Edep, ahlâk, sevgi, teslimiyet ve alçak gönüllülük gibi Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin bu yönlerini kendimizde görebiliyor muyuz. Görebiliyorsak Elhamdulillah kalbimiz temizlenmiştir. Aldığımız abdestler bizim hem zâhirimiz olan tenimizi hem de bâtınımız olan kalb temizliğini sağlamış olacaktır.

Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz “İstediğiniz kadar ilim öğreniniz, bildiğinizle amel etmedikçe Allah’a yemin olsun ki mükâfata nâil olamazsınız.” buyurmuşlardır. Şu halde bizler de öğrendiklerimizle amel etmeyince ne zâhir yapılan temizliklerden ne de ilim ve sözlerden faydalanamayacağımız anlaşılmaktadır.

Namaza gelince, “Namaz mü’minin mi’racıdır.” Hadis-i Şerifi gereğince Mi’rac ikilikten birliğe uruc etmek, Allah’la beraber olmak, Allah’la konuşmak, Allah’la sevişmektir. Zâhir olarak kıyam, rükû, secde halinde kıldığımız namazlarda yalnız zâhirde kalıyorsak kıyamın, rükûnun ve secdenin taşıdığı manevî mânâyı bilmiyorsak zâhir olarak ömrümüz müddetince kıldığımız namazlardan maalesef layıkiyle istifade edemiyoruz demektir. Çünkü namaz Allah’la görüşmekti, görüşmedik. Onunla beraber olmaktı, olamadık. Zira zannımızdaki bir Allah bizlere fersah fersah uzaklarda olduğu için ne görebildik ne de beraber olabildik. Allah ise hayâllerden, zanlardan münezzehtir. Beş vakit namazı da emr-i ilâhi olduğu için bilinçsiz olarak devamlı kıldık. Bir günden bir güne bu kıldığımız namazlardan ne istifade ettiğimizi düşünmedik. Hep zannımızdaki Âhirette “Mükâfaatı görürüz inşâallah” dedik. İki cihan serveri Peygamberimizin dünya ve Âhirette saadet dağıttığını düşünüp bunlar nelerdir. Nerededir. nasıldır demedik. Devamlı tenimizle namaz kıldık, rûhumuzun Mi’racını düşünmedik. Belki tenimizle kıldığımız namazlardan bedenen, sıhhat yönünden birçok faydaları sağladık, fakat manevî faydalardan nasibimizi alamadık.

Allah’la beraber olmanın yalnız namazda değil her zaman ve her yerde olduğunu, bu kâinatın bütün nebâtâtı ile kıyamda, hayvânâtıyla rükûda ve cemâdâtıyla secde halinde Allah’ı dâima zikrettiklerini bilmemiz lâzımdı, bilemedik. Bilmek de yetmiyor, görmek lâzımdı, göremedik. Göremeyince amel ve muamelelerimizin de nâkıs ve bilinçsiz olacağı muhakkaktır. Dolayısıyla da ikilik içerisinde huzur ve mutluluğu bulmamız mümkün olmayacaktır. Allah’la beraber olmanın ve konuşmanın tek gâyesi O’nu layıkiyle bilmek, dünya ve Âhirette huzur ve saadet içinde yaşamaktır. Unutulmamalıdır ki Allah’ın bunlara hiç ihtiyacı yoktur. Esas bizlerin ihtiyacı vardır.

Zâten oruç, namaz gibi amelle ilgili ibâdetler gâye değil araçtır. Bu ibâdetlerin zâhirini yapıp bâtınını bilmemek ve elde edilen faydaları görmemek emeklerimizin boşa gittiğini göstermez mi. Namazda Allah’la konuşabilen bir mü’min her gün ve her yerde onunla beraber olduğunu anlayacaktır ve zevk edecektir. Her kimle alış veriş yapıyorsa Allah’la alış veriş yaptığını, halka hizmetin onlarda Hakk’ı gördüğü için Hakk’a hizmet olduğunu şühûd ederek zevk edecektir.

İşte o zaman emr-i İlâhi olduğu için namaz kılan bir kişi anlayacaktır ki, her varlık namaz kılmaktadır. Bu kâinatta namaz kılmayan hiçbir varlık yoktur. Yalnız insanoğlu kendisine verilen akıl ve ilim nimetleriyle bunun idrâkinde ve şühûdundadır. Akıl ve ilim nimetinden nasipsiz olan diğer varlıklar ise bundan habersizdirler. Onlar bu âleme hayvan gelmiş hayvan gidenlerdendir. Namazın Mi’rac olduğunu, Mi’racın da Allah’la beraberlik ve konuşma olduğunu anladığımızda kalbimiz temizlenmiş olacaktır. Hakk’tan gayri bir varlığın olmadığı bir yerde ihtilaf olamayacağı için ikilikte kahır diye bildiğimiz her ne varsa hepsinin iyiliğe tebdil edildiğini görmüş olacağımızdan saadet zevkine sahip olmuş oluruz.

Şu halde yaptığımız ibâdetlerin yalnız zâhirini yapıp bâtını olan ilim ve irfâniyetine sahip olarak hallenmeden yaşamımıza geçiremiyorsak henüz kalb temizliğine sahip olamadığımız için bunları fiilerimizden gösteremiyoruz demektir. Çokları nasıl yalnız zâhir ibâdetlerini yapıp da bâtınından hiç haberleri olmadığı için yaşantılarında saadete sahip olamıyorlarsa aynen onlar gibi yalnız ilimle bâtını bilenler de fiilerinde sevgi, ahlâk, edeb gibi meyvelerini gösteremedikleri için huzur ve saadet zevkine eremezler. Çünkü zâhirdekiler taklîdden tahkike geçemedikleri için bu nimetlerden mahrum edilmektedirler. Bâtını bilip de yaşamına geçiremeyenler için de durum aynıdır. Allah’ın bütün sıfatlarından Zâtını ilân edişi nasılsa bu irfâniyete sahip olanların da O’nu bütün sıfatlarından sergilemesi gerekmez mi. Yaşamak istemeyenler kelâmda kaldıkları için meyvesiz ağaç durumundadırlar.

Sözde ârifim diyenler de sîretlerinde henüz ikilikten kurtulamadıkları için her gün beğenmediklerinin gıybetini yapmakta, hatta iftiralarda bulunmaktadırlar. Halktaki Hakk’ı göremedikleri için onlarla hep ihtilâftadırlar. Bilmiyorlar ki zâhir bâtınsız, bâtın da zâhirsiz olmaz. Ten cansız can da tensiz mutluluğa erdiğini gören var mıdır. Zira eksi ve artı kutuplar olmazsa elektrik lambası bile yanmıyor.

Gelin kardeşler her türlü ibâdetlerin zâhir ve bâtınını bilmiyorsak, bilen bir İnsan-ı Kâmilden öğrenelim. Ondan sonra da isti’dâd ve kabiliyetimiz nisbetinde yapmaya gayret gösterelim. Zâhir ibâdetlerde unsuriyetimizin sayılamayacak kadar faydaları var. Sîretimizin de irfâniyet ve kemâlâtla şühûd ederek o Resûlullah (S.A.V.) meyvelerini hem kendimizde hem de her varlıkta görelim ve gösterelim. Onun saadetiyle yaşamımızda yediğimiz gibi isteyenlere de yedirelim ki layıkiyle kul olmuş olalım. Yoksa kuru lâflarla kendimizi aldatmaktan başka bir iş yapmış olamayız. Allah cümlemizi i’tikâdımızda layıkiyle O’nu bilen, zerreden kürreye kadar her varlıkta farkıyla O’nu gören, yaşantısında bildikleriyle amel eden, O’nda O olmak saadetine nâil olan kullarından eylesin. Âmin.



Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin