Muhabbetname


Şerîat seviyesindeki namaz



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə38/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   83
    Bu səhifədəki naviqasiya:
  • ZEKÂT

NAMAZ


1- Şerîat seviyesindeki namaz, fıkıhî şekilde tarif edildiği gibi, vakitlerle ilgili olarak bedenle uygulanan bir emr-i İlâhidir. Bu namazı kılan kişiler, ta’dîl-i erkâna ve bütün fıkıh kâidelerine uysalar bile “Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öyle namaz kılınız” (H.Ş.) gereğince Resûlullah efendimizi taklîd etmektedirler. Ne kıyam, rükû, secdenin remzettiği mânâyı, ne de namazın mü’minin mi’racı oluşunu, mi’racın ise Allah’la beraber olmak, konuşmak olduğunu bilemezler. Yalnız emr-i İlâhi olduğu için, görerek değil de görüyormuş gibi bu ibâdeti yaptıklarını söylerler. Maddî isteklerinin yanında, Cennet arzusu ve Cehennem’den kurtulmak için namaz kılarlar.

2- Tarîkat seviyesinde, her ne kadar Cehennem korkusu ve Cennet arzusu olmadan, Allah rızası için namaz kıldıklarını söyleseler de, kendileri ayrı Allah ayrı olduğu için ikilik içersindedirler. Kendilerinden tecellî eden Hakk’ın zuhûrunu bilirler, fakat zevk edemezler. İlim ve amelleriyle huzu’, hudû’ ve huşû’ haliyle namazlarını kılarlar. Ankebut Sûresi 45.”Sana vahyedilen Kitabı güzel güzel oku ve namazı kıl! Muhakkak sahih namaz edepsizlikten ve uygunsuzluktan alıkoyar. Muhakkak Allah'ı anmak en büyük zikirdir ve Allah, her ne işlerseniz bilir âyetine mazhar oldukları için ahlâk ve edepleri şerîat erkanına göre çok farklıdır. Tevhîdde bunların kıldıkları namaza, Yunus (A.S.)’un taht-ı serada, yani balığın karnında kıldığı namaz denilmektedir.

3- Hakîkat seviyesindeki namaz nedir. Namaz mü’minin mi’racıdır. Mi’rac nedir. Mi’rac, Allah’la beraber olmak ve konuşmaktır. Bir kişi kendi varlığının olmadığını, varlık sahibinin Cenâb-ı Hakk olduğunu anladığı zaman, Allah’ın Vahdâniyyetini kendinde zevk edecektir. Necm Sûresi 8 ve 9. âyetlerde8. Sümme dena fe tedella. Fe kane Kâbe kavseyni ev edna”) “sümmedena” ifadesiyle kişinin kendisinde Hakk’ın Vahdâniyyet tecellîsini zevk etmesi, “fetedalla” ifadesiyle bütün sıfatlarından zuhûrâtı (kulağının Hakk’ı duyması, gözünün Hakk’ı görmesi. . . gibi), “Vekane Kâbe kavseyn” ifadesiyle (Allah’ın Vahdâniyyeti; bütün sıfatlarından zuhûra gelmesiyle, , iki yayın birleşmesi gibi Allah’ın Vahdetini ve kesretini gönül evinde görmesi ve zevk etmesi) “Evedna” ifadesiyle de Bir’le Bir olma hâli anlatılmaktadır. Hakîkat seviyesinde, kulun mazharından tecellî eden yani namazı kılan Hakk olduğu için, kul diye vasıflandırdığımız kul sıfatından, kıyamda ef’âl-i İlâhisiyle âyet tecellîlerinin zuhûru, rükû’da sıfat tecellîlerinin zuhûru, secdede vücûdunun Vücûdullah tecellîleriyle, kul diye bildiğimiz sıfat dilinden, bazı kul diliyle bazı Hakk diliyle, karşılıklı yüce âyetlerinin tecellîlerine namaz denmiştir. Hakîkatte rûh bedenin emrinde değil, beden rûhun emrine girmiştir. Rûhun gönül evindeki görüşme zevkini zâhir vücûddan şerh ettiğini görürüz. Hakîkatte namaz kişinin gönlünde, kul ile Hakk’ın konuşmasıdır. Zâtın, sıfatlarından tecellî idrâkidir. Hakikî sâlikin Mürşidi ile kendi gönül evinde sohbetidir.

4- Mârifet seviyesinde namaz, şerîat, tarîkat ve hakîkat seviyesindeki namaz zevklerini kendi şemsiyesi altında toplayarak, hiçbirinden ayrılmayarak yaşam halinde bunların uygulanmasına, Peygamber efendimizin buyurdukları gibi, taht-ı istivâda yani Arş-ı Âlâ’da Mi’rac yapmış olurlar. Kişinin Muhammedi aynasından, tecellî edenin kendisi, tecellî kendisi, tecellî olunanın kendisi olduğunun idrâk ve zevki Mi’rac olacaktır.


HAC


1- Şerîat seviyesindeki hac için sağlığı yerinde olma, bir sene yiyeceği olup hac farzını yapmak için gidip gelecek kadar yeterince maddî imkâna sahip olma, yolculuğa engel bir durum olmama şartları aranır. Bundan başka sayılı günlerde bedenen ihrâma girmek, Arafat’ta vakfeye durmak ve Kâbe’yi yedi defa tavâf etmek kişinin hacı olması için yeterlidir.

2- Tarîkat seviyesindeki hacda, ihrâma girmenin, Arafat’ta vakfeye durmanın ve Kâbe’yi tavâf etmenin ilim ve irfâniyetleriyle her türlü ziyâretin mânâları bilinmekte ve bu minval üzere hac farzı yerine getirilmektedir. Kâbe’yi ziyâretin taştan bir binayı ziyâret değil Allah’ın Zâtının ziyâreti olduğunu, Hacer-ül Esved taşını öpmenin İnsan-ı Kâmilin elini öpme olduğunu, Kâbe’nin yedi tavâfının Kâmilde yedi merâtibin tahsili olduğunu bilirler. Fakat ilimle bildikleri için müşâhedeleri yoktur.

3- Hac ziyâret demektir. Hakîkat seviyesinde Allah’ın Zâtını remzeden Kâbe’yi, Allah’ın sıfatları durumunda olan kullarının ziyâreti anlamına gelmektedir. Rabbinin irfâniyet ve kemâlâtını sohbetleriyle irşâd olmak isteyen sâliklerin de, Mürşîdlerini ziyâret etmeleri onların haccı olmuş olur. Bunun için evvelâ ihrâma girmelidir. İhrâma girmenin remzettiği mânâ Fenâfillâh olmaktır. Ondan sonra Hakk’a ârifiyeti elde eden kişinin, Allah’ın Vahdâniyyet tecellîsi ile Arafat’ta vakfeye durması, yani kendisinde tecellî eden Allah’ın Vahdâniyyetinin bütün sıfatlarından kemâlâtıyla tecellîsini istemesidir. Kâbe yedi defa tavâf edilmektedir. İlk üç tavâf çalımlı, koşarak yapılmaktadır. Burada amaç insanın kendi varlığından bir an önce kurtulma isteğidir. Kendi varlığından kurtulduktan sonra dört sakin tavâfın da Hakk’ın varlığı ile varlıklandığında, Hakk’ın duyması, Hakk’ın görmesi, Hakk’ın kelâmı ve Hakk’ın kudreti ile bu dört sıfatından kemâlâtını sergilemesi olduğunu zevk etmesidir.

4- Mârifet seviyesinde hac Zâhir ve bâtın Cenâb-ı Hakk’ın zerreden küreye kadar saydığım bu tecellî zevkine sahip olanlar, zâhirini emr-i ilâhi olduğu için, bâtınını da, her an ayrı bir tecellîde oluş zevki ile, bütün kâinattaki sıfatların zâtına muhtaç ve tavâf ettiklerini görürler.


ZEKÂT


1- Şerîat seviyesinde zekât maddiyatla mütalaa edildiği için malın kırkta birini fakirlere vermektir denilmiştir. Mal denilince yalnız madde olan zâhir maldan başka bâtın mal yok mudur. Maddî fakirden başka manevî fakirler de yok mudur. Bunlar kimlerdir. Bunlar hakkında fazla bir bilgileri olmadığı için, yalnız emr-i İlâhiye’ye uyarak zâhir ifadeye göre hareket ederler.

2- Tarîkat seviyesinde zekât verenler zâhir zekâtlarını verdikleri gibi bâtın olan zekâtlarını da verirler. Kâmilin tahsilinde kendilerinin varlık sahibi olmadıklarını, varlık sahibinin Cenâb-ı Hakk olduğunu anladıklarında cehâletten, nisbîyetten, şirkten kurtulmakla zekâtlarını vermiş olurlar.

3- Hakîkat seviyesinde, zâhir ve bâtın olan zekâtını tamamen veren bir kişi, kulluğunu, fakirliğini, köleliğini, hiçbir varlığının olmadığını idrâk ettiğinde zengin olan Cenâb-ı Allah, kulundan kemâlâtıyla tecellî ederek zekâtını vermektedir. Çünkü zengin olan Allah, fakir olan kuldur. Böylece Allah’ın her an kullarına nasıl zekâtını verdiği seyredilir.

4- Mârifet seviyesinde zekâtta ise bütün mertebelerdeki zekât idrâkini bildiği için hepsinin yerli yerinde olduğunu tasdik ederek, irfâniyet ve kemâlâtı ile her şeyi yerinde kullanır. Varlık sahibi olan kullar zengin oldukları için zekât vermek mecburiyetindedirler. Kendi varlıklarının olmadığını anlayıp “Zengin olan Cenâb-ı Allah’tır.” diyebilirlerse, o zaman Allah kullarına zenginliğinin zekâtını verecektir. Zaten verip durmaktadır.



Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin