Muhabbetname



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə77/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   73   74   75   76   77   78   79   80   ...   83

TEVHÎD NASIL YAŞANIR


İnsanların Tevhîdi yaşayabilmeleri, Cenâb-ı Hakk’a üç türlü yakînlik ve bunların şühûdu ile islâmî Tevhîdi yaşaması mümkündür.

Bir kişi ilm-el yakîn olarak Cenâb-ı Hakk’ın mukayyed olan bu kesafet âleminde, zerreden küreye kadar bütün tecellîlerini bilse, bu, kulun Hakk’ı bilmesi olur ki, bu lâyıkiyle Hakk’ı bilme değildir. Zira kul Hakk’ı lâyıkiyle bilemez. Ancak Rabb’im lâyıkiyle Rabb’imi bilebilir. Bir kulun Hakk’a ibâdetleri de, Kur’ân-ı Kerîm’deki emir ve yasakları taklîdi olarak, şerîat-ı evvel seviyesinde yaptığı için mânâsız ve hayâlindeki bir ilâha ibâdet etmesi nedeniyle avâmdır. Nefsine nefsi için ibâdet edenler sınıfındandırlar.

Bundan bir ilerisi olan nefsi ile Hakk’a ibâdet edenler ise, ilm-el yakînlik sınıfında olup, her ne kadar diğerlerinden üstün bir ilime sahiplerse de, yine de şühûdları olmadığı için bu kişiler ister Melamî olsun, ister herhangi bir tarîkat ehli olsun, isterse şerîat cemâatı olsun aynıdır. Zira bu kişiler de henüz, bildiklerini gözleriyle görüp şühûd etmemişlerdir. Onun için ayne’l-yakîn değildirler. Şahitlikleri olmadığı için, Cenâb-ı Hakk’ın bütün sıfatlarından tecellîlerini bildiği halde göremediği için görerek değil de, görüyormuş gibi ibâdet etmiş olurlar. Bunlar Melamîlik yolunda, Tevhîdin bütün mertebelerini su gibi bilseler bile, şühûda sahip olmadıklarından şerîat seviyesindedirler. Bir kişinin nefsiyle nefsini bilmesi veya nefsiyle Hakk’a ibâdet etmesi, onun şühûd sahibi olup ayne’l-yakîn olduğunu göstermez. Bu kardeşlerimin merâtib-i İlâhiye tahsillerinde, Hakk Mürşîdlerinin verdiği râbıta ve şühûdları lâyıkiyle kullandıklarında, kulaklarıyla duyup bildiklerini, gözleriyle gördüğü zaman Rabb’ini Rabb’inin görmesi tecellî edeceğinden, fiilin fâilini kalbin tasdîk etmesi onları ayne’l-yakîn zevkine erdirecektir. Bu da Hakk’ın kulunu görmesi, yâni Cenâb-ı Hakk’ın kendi kul sıfatlarındaki tecellîlerini seyretmesidir. Bütün sıfatların yaratılma yerlerinde kullanılmasını, sıfatların isti’dâdlarına göre fiillerinin açığa çıkmasını ayne’l-yakîn olarak şühûd etmek sûretiyle seyreder. Bir kişi, namaz kılarken, kıyamın, rükûun, secdenin irfâniyetiyle birlikte, kendi kul sıfatından ne şekilde, tâdîl-i erkâniyle açığa çıktığını, Zâtının seyretmesi ve zevk alması onun ayne’l-yakînliğidir. Bu kişiler Rablerini namazda görüyormuş gibi değil görerek namaz kılanlardır. Zât olan Allah, Muhammed aynası olan kemâlât sıfatlarından kendisinin tecellîsini ayne’l-yakîn olarak seyreder. Hakk’ın nefsini bilme ve görmesi budur. Allah’ın nefsi, sıfatlarıdır. Bu kişilerin gönül gözleri faaliyette olduğu için, irfâniyetleriyle, Zâtının sıfatlarından tecellîlerini görmekte ve ona göre sıfatların bazı sıfatlara, âfâkta yaklaşım yapması zuhûr etmektedir.

Üçüncü olarak Hakk-al yakînlik hâli ise Hakk’ın Hakk’ı bilmesi ve görmesidir ki, gören, görme ve görülenin birliği demektir. O’nun mülkünde O’ndan başka bir varlık bırakmadan, kendisi olan Zâtının, kendi sıfatı olan Muhammed aynalarından, fiilleriyle sıfatların isti’dâd ve kabiliyetleri nisbetinde açığa çıkmasını seyretmesidir.

Nefsi ile Hakk’a ibâdet edenler ilmî olarak Tevhîd yapsalar bile şühûd sahibi olamadıkları için, ikilikten, ihtilâftan, huzursuzluk olan dünyadaki Cehennemlerinden bile kurtulamazlar. Zaman zaman kendilerini dünyadaki ilim ve hâl Cennet’inde hissetseler bile, zaman zaman da Cehennem’e girerler. Onlarda stres, üzüntü, keder, huzursuzluk ve mutsuzluk gibi azâb halleri, zaman zaman dâima vardır.

Hakk’ın nefsini bilmesi ve nefsini görmesi (Allah’ın nefsi sıfatlarıdır) kişiyi şühûd sahibi yapar. Hakk’ın zerreden küreye kadar bütün varlıklarındaki tecellîlerini şühûd ederek, ikilikten kurtulmuş ve irfâniyet Cennet’ine ayak basmışlardır.

Hakk’ın Hakk’ı bilme hâli, onun gören, görme ve görülenin birliği idrâki olup, Tafsilât-ı Nûr-i Muhammediyyenin Tevhîd halindeki görüntüsünden ibarettir. Bizler tafsilâtta, bir olan kendimizi tenimiz, a’za ve sıfatlarımız, rûhumuz diye bölümler halinde îzâhını yaparız. Aslında bu saydıklarımız ayrı ayrı değildir. Hepsi bir vücûddur. Aynen onun gibi, Cenâb-ı Hakk da, mevcûd-u vücûd değildir. Mevcûd-u şühûd da değildir. O, Vahdet-i Vücûddur. Zira mevcûd-u vücûdda, mevcûd varlıklarla sınırlanma olmakta, mevcûd-u şühûdda da görülenlerle kayıtlanma yapılmaktadır. Vahdet-i Vücûdda ise hem zâhir görünenlerde, hem de görünmeyen bâtın, bütün varlıklarda tecellîsini sınırsız gösterendir.

Onun için, bizler bu Tevhîd merâtib-i İlâhisini evvelâ ilm-el yakînlikle bilmeyi öğrenmeli, sonra şühûdlarımızla her tecellînin fâilini mazharlardan görmeye ayne’l-yakînlik olarak çalışmalı, sonra da O’nda O olmak sûretiyle Tevhîd yapıp huzur ve mutluluğu yaşam içinde devam ettirmeliyiz. Çünkü ikilikte mutluluk olmaz. Mutluluk Tevhîddedir. Allah bizlere bu zevkleri ihsân etsin.


TEVHÎDE DAVET


İnsanlar esfel-i sâfilîn olan bu dünya yüzüne geldikten sonra, nefs vâdisinde, çamura batmış bir eşek gibi debelenmeye başlıyor. Nereye gideceğini, nasıl bir yol takip edeceğini, huzuru nasıl yakalayacağını kestiremiyor.

Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Kerîm’in Enfâl Sûresi 24. âyetinde “Ey îmân edenler, sizi kendinize hayat verecek şeylere dâvet ettiği zaman Peygamberi ile Allah'a icabet edin! Ve bilin ki, Allah gerçekten kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz, kesinlikle O'nun huzurunda toplanacaksınız!” buyurmaktadır. Görüldüğü gibi, burada yalnız Allah, diriliğe davet ettiğinde veya Muhammed, Allah için diriliğe davet ettiğinde denmiyor. Onun için bu dâveti:

1- Allah’ın diriliğe daveti

2- Resûlullah’ın diriliğe daveti

3- Allah’ın Resulünden diriliğe daveti şeklinde mütalaa edebiliriz.

Allah’ın daveti, mânevî yönü olan, Âdem ve âlemdeki Cenâb-ı Hakk’ın, ef’âl, sıfat ve Zât tecellîlerinin, bilinip görülmesi ile îmân edip, kalb ve gönüldeki diriliğini sağlamaktır. Çünkü "Hayy"lık yalnız Cenâb-ı Hakk’ındır.

Resûlullah’ın daveti: Allah’ın bu üç tecellîsini Muhammed olan sıfatlarından zuhûra geldiğini, Muhammedsiz hiçbir tecellînin ne bu âlemde, ne de âlem-i Âhirette görülemeyeceğini bilmektir.

Allah, her zaman Resûlullah mazharından inananları, zâhir ve bâtın yönüyle diriliğe dâvet edip durmaktadır. Çünkü Allah zâhir irşâd yönüyle, Muhammed’den davet eder.”Bu gün Resûlullah yoktur” diyorsanız "el ulemâyı vereset-ül enbiyâ" olan Resûlullah’ın vârisleri tarafında günümüzde de davet edilip durmaktadırlar. Dâvet edilen bu kişiler ölü müdür ki diriliğe davet edilmektedir. Evet, bedenen diridirler ama, rûhen ölü oldukları için, Cenâb-ı Allah’ın diriliği ile dirilmeye davet edilmektedirler. Burada, cehâletten, şirkten, irfâniyet ve kemâlâta davet var. ‘Fenâ’dan ‘Bekâ’ya davet var. Kulun kendisine nisbet ettiği, zannındaki vücûd varlığından, Hakk’ın Vahdâniyyetindeki ‘Hakk’ın varlığı ile var olmaya’ davet var. Taklîdi bir îmân ile îmân edenleri tahkikî bir îmâna davet var. Kalb ve gönül âleminde Hakk’tan başkasını bırakmama daveti var. Fenâfillâh olup İbrahim Makâmında saadete davet var. Niyazî-i Mısrî Hazretleri bir ilâhisinde bu dâvete icâbet ettikten sonra şöyle diyor:



Yıkıldı kaleyi fikrim yapıldı dinim îmânım.

Çü bildim vech-i canânı kamuda sezdim Allah’ı

Fenâyım Hak’ta vallâhî ne bilim kaldı ne danım

Ki bildim cümle Hakk imiş, arada gayri yok imiş.

Bi külli anda gark imiş, ne ben varım ne irfânım,

Şu halde Tevhîd ilmine âşinâ olunca, eski bilişler ve kendi aklı ile bildiği ilimler, eski fikirler yıkıldı, yok oldu yâni taklîdi îmân gitti bunların yerine gönlüne tahkikî îmân yerleşti. Âyet-i kerîmedeki Allah kişi ile kalbi arasına hulûl eder yani girer konusuna gelince, İslâmiyette hulûl ve ittihat yoktur. Yani girmek ve çıkmak yoktur. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın kişi ile kalbi arasına tecellîsinin zuhûrudur. Bir kişi dâvete uyar, yüzünü Cenâb-ı Hakk’a doğru döndürerek, ilmini, irfâniyetini, hâlini, insanlarla olan muamelelerinde Kur’ân-ı Kerîm’deki yasak ve emirleri gücü yettiğince uygulamaya gayret göstermesi, o kişide Cenâb-ı Allah’ın, onun gönlünde; huzur ve mutluluk sağladığı gibi, zamanla, süflîyyât vâdisindeki, mutsuzluk ve stresleri de son bulduracaktır. Zira kişi ile kalbi arasına Cenâb-ı Allah’ın tecellî etmesi, Kâmilin sohbetleriyle onun hem irfâniyet ve kemâlâtını geliştirecek, hem de eski cehâlet bilinçleri yok olacağı için, zikirde, fikirde, ibâdet ve her türlü yaşantısında, Hakk’la beraber olma zevki ile zevkiyâb olacaktır.

Kişinin Hakk’la beraber olmasıyla bütün yaşantısında O’nun emir ve yasakları doğrultusunda olacağından, dünyada da Cennet’te, âhirette de Cennet’te olduğu görülecektir. Îmân eden bir kişi, Resûlullah’ın diriliğe dâvetine icâbet etmez de ‘Ben satırlardan Kur’ân okuyorum, mânâsını bilmesem de namazımı kılıyorum’ diyerek taklîdi bir îmânla yaşantısına devam ederse, o kişilerin hicâb perdeleri açılamayacağından ömürleri müddetince süflîyyât vâdisinden kurtulmaları mümkün değildir. Dolayısıyla da, hayatları müddetince, Hakk’tan uzak oluşları nedeniyle, stres, üzüntü, asabî haller, onların dünyadaki Cehennemleri olacaktır. Allah ve Resûlullah’ın dirilik dâvetine de icabet etmedikleri için kişi ile kalbi arasına tecellî eden bu hicâb perdesi, onları maalesef Âhirette de Cehennemlik yapacaktır. Çünkü dünya Âhiretin tarlasıdır. Burada ne ekersen letâfet âleminde de onu biçersin. Onun için, bu dâveti inkâr etsen de tasdîk etsen de sonunda O’na döndürüleceksiniz. Resûlullah, inananları ilim ve irfâniyet yolunda, gayriyet ve şirklerden kurtularak, Hakk ve hakîkati zevk ederek ahlâk güzelliğine davet etmektedir. İmkânımız varken, yüzümüzü ve gönlümüzü Hakk’a döndürelim. İnsanlığa elimizden geldiğince faydalı olmaya çalışalım. Çünkü en üstün insan, insanlığa faydalı olandır. Allah’ın zikri, fikri ve O’nun tefekkürü ile zamanımızı değerlendirelim. Hakk’ı biliyorsak, Hakk’ı konuşalım. Hakk’ı lâyıkiyle bilmiyorsak sükût ederek, Hakk’ı anlatanları dinleyelim ve Hakk dostlarının sohbetlerinin, Cennet bahçelerinden bir bahçe olduğu bilinciyle bu fırsatları kaçırmayalım. Dâimî kalbî zikirlerle meşgûl olalım.

Sohbette olursa siyaset

Mü’minde bozulur ferâset

Sohbette olursa para

Herkes olur paramparça

Sen dâima Hakk’la et sohbet

Rabbin de sana etsin himmet

Ahmet sen de edersen dikkat

O zaman Mevlâm eder rahmet

Onun için gelin kardeşlerim bu dâvete hep beraber icâbet edelim.



Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   73   74   75   76   77   78   79   80   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin