DELİ
ikinci garson Köstantin Yankuloviçdir. Koyu Galatasaraylıdır. Eskiden Büyük maçlardan önce kulübün kodamanları (Refik Selimoğlu gibi) öğle 'yemeklerini Degustasyonda yerlerdi. Onlara daima 8 numaralı masa ayrılır ve Koço hizmet ederdi Hele maç galibiyetle sona ererse Koco bayram ederdi. Üçüncü Garson Mihalaki Naum'dur; mesleğine çok emek vermisdir Dördüncü Garson Yorgi Mancopulos olup Sakallan seyrek olduğundan askerliğinde «Köse onbaşı>> lâkabını takmışlardir; kendisi «köse onbaşı» der. Balkona bakan Garson Köstantin Mancavinos ise merdiven çıkıp inmek bakımından gençtir. Balkon müşterileri ekseriya aileler veya hususi konuşmak istiyenler olduğundan vazifesini tam olarak başarmaktadır, bir sır küpü halindedir.
Yemekleri mahduddur, mevsimlere göre
ayarlıdır. Dâimi müşteriler listeyi ezbere bilir
ler. Lokantanın gördüğü rağbetin sırrı temizli
ği ve o mahdud yemeklerin lezzetidir, Liste her
gün elle yazılır ve bir taneside giriş kapısının
üzerine asılır. Turistler gelip okur tetkik eder
ler. ;
Degustasyonun büyük mazhariyeti müşte-oluşudur, çeşidli meslek ve işlerde seçkin sîmâ-rilerinin • çoğunlukla aydın tabakaya mensub larm uğradığı bir lokantadır. Burada kalender sanatkâr ve çok mütevazı geçimli kibar yüzler görülmüş, fakat türedi zengine rastlanmamış^' dır. Şu satırları yazarken Degustasyonun müşterileri arasında şu isimleri hatırlıyoruz :
Ahmed Hâşim, Yahya Kemâl, Ercümend Ekrem, Osman Nihad, Baki Süha, Eşref Şefik, Dr. Ferid Râsim, Ömer Besim, Münir Nureddin, Adnan Menderes, Samed Ağaoğlu, Prof. Yavuz Abadan, Said Faik, Muzaffer Tema, Seyfi Kuta y.. Çoğu belli bir masada otururdu, ve kendilerine hizmet eden garsonlar zevk ve meşreb-lerini gaayet iyi bilirlerdi. Hâlâ da öyledir.
Degustasyoıı yalnız İstiklâl Caddesinde değil, stanbulda bir benzeri kalmamış bir içkili lokandadır. Güzel havasının devamı temenni olunur 1966.
V. ÖZTAŞ
Zamanımızın şımarıklık bid'atlerine maaî esef bu güzel lokantanın da ayak uydurur gibi olduğu görülmüşdür, rakı. ananevi kadeh yerine uzun cam bardaklarla verilir olmuşdur; İstanbul Ansiklopedisi (B.: Rakı; Meyhane, Gazino).
istanbul
DEH — «Batı türkcesinde sıfat; aklını kay betmiş, mecnun, çılgın, kaçık» (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati). İstanbulun günlük sohbe-bet ağzında deli sıfatı üzerine pek çok darbı me-mesel kullanılır ki aşağıdaki darbı meselleri Büyük Türk Lügatmdan alıyoruz :
-
Deli arlanmız, soyu arlanır
-
Deli ağlamaz, akıllı gülmez
-
Deli akşamdan sonra azar
—Deli ile devletli bildiğini yapar
-
Deli deliden hoşlanır, imam ölüden
-
Deli ile sarhoşun meydanı birdir
-
Deli basma devlet kuşu
-
Deli balkabağından olmaz
-
Deli sarhoşdan korkmuş
-
Deli söylemiş, akıllı inanmış
-
Deli kazanmış, akıllı yemiş
-
Deli kız deli gelin olur
-
Deliye can anma ,boynuna takar
-
Deliye tas anma, başına atar
-
Deli kız eyde, delikli boncuk yerde kal
maz -..--.
-
Deli kız düğün yapmış, kendi bas sedire
geçmiş
-
Deli sözü kaleme gelmez
-
Deliye hergün düğün bayram
— İki deliye bir uslu
-
Deli neyler malı, akıllı neyler malı
-
Deliye pösteki saydırmak
-
Deli pazarı, bok pazarı
Halk ağzında akıl ölçüsü dışında cesaret gösterenler, aklına geleni yapanlara, aşırı farfara ve gürültücü olanlara, toplum hayatı icabı bazı edeb ve terbiye nizamlarına riâyet etmeyenlere de mecazen «deli» denilir, hattâ bu gibilerin çoğu deli sıfatını lakab olarak taşımışlardır: Deli Hüseyin Paşa, Deli Fuad Paşa, Deli Salih, Deli Hürmüz, Deli Veysel, Deli birader gibi..
Bâzan rüzgarda, denizde şiddet, azgınlık yerinde kullanılır: «Deli poyraz yine başladı..», «Şileye kışın gideceksin, deli denizi seyredecek-1 sin..» denilir.
Ahenksiz, karma karışık, zevksiz boyanmış şeylere: rengârenk şeylerle giyim kuşama «Deli alacası» denir; misaller :
Ayağında kırmızı iskarpin, çorabsız, siyah etek .sarı kemer, yeşil bluz, başında sarı başörtüsü, boynunda mercan kolye ve omuzdan atma mavi bir çanta ile sokağa çıkmakda olan kızını hayretle seyreden ana :
— 4353
ANSİKLOPEDİSİ
, — Kızım bu kılık., deli alacasına dönmüşsün!?.
Moda tâkib eden genç kız anasına yeni aldığı kumaşı gösterir :
-
Beğendin mi ?..
-
Deli alacası... güle güle giy!..
Yersiz, rabıtasız, bir cümlesi öbürünü tutar .tarafa, yazıya «Deli saçması» denilir:
-
Tam bir saat oldu, herif durmadan neler
anlattı ?
-
Deli saçması!..
Aşırı derece haşarı, yerinde duramaz, her hareketi çılgınca olanlara «Deli fişek» denilir; misâl :
Baba mahrem dostuna kızından bahseder :
— Bir deli fişek ki ne yapacağımı şaşırdım,
hem başına bir kaza gelecek hem de bana in
me indirecek., dün gece, gece yarısı oldu, plaj
dan dönmedi, gazinoya bakayım dedim, bir de
ne göreyim bikini mayonun üstüne bir bahriye
neferi bluzu bulup geçirmiş, başında silindir
şapka, elinde bir çiçek demeti, sahneden halka
öpücükler dağıtarak teşekkür ediyor, bir kopuk
oğlan da bana : «Tebrik ederim beyfendi.. keri
meniz küçük hanım bu gece twist kraliçesi se- -
çildi» demez mi... oracıkda düşüb kalacakdım...
«Deli fişek» ile hemen aynı anlamda «Zır deli» tâbiri de kullanılır; şu fark ile ki -birincinin hareketlerinde dâima bir şirinlik vardır; zırdeli olanlardan kırıcı, yıkıcı, çirkin hareketler de sâdır olur.
Dâima neş'eli, şatâretli ve o hava içinde sohbet eder, taşkınlıklarına kızılmaz kimselere de «Delişmen», «Delidolu» denilir.
Servet ile mevki ile şımarmış olanlara «Ne oldum delisi» denilir; misâl;
İstanbulun eğlenceli yalı semtlerinden birinde dedikodu sohbeti :
— Dün gece ne oldum delilerini görmeliy
din, on adımlık yerden gazinoya Beyfendi, Ha
nim efendi, Küçük hanım, Küçük bey, dört.ayrı
lüks arabalarla bir katar hâlinde geldiler!..
Kimse başkasının sözünü dinlemez toplantı fara, düzeni karışık ziyafetler için de «Deli kızın düğü» tâbi kullanılır; misâller : .
— Kongre nasıl oldu"?
— Deli kızın düğünü!..
— B. B. Hanımefendinin kokteyli parlak
mıydı ?
—Deli kızın düğünü!..
"Bir güzeli asın derecede sevmek, meftun
DELİBAŞ (Cemal Refik)
— 4354 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
4355
DELİBRADER HAMAMI
kaydediyor; Evliyanın verdiği isimler şunlardır :
Sultan budelâ Hasan Dede, Gaysûdâr Kapa-nî Mehmed Efendi, Armegaanî Mehmed Efendi, Kapanî Deli Sefer Dede, Yetmişkuruş Dede, Eskici Dede, Nalıncı Hüseyin Çelebi, Keçeli Dede, Aşşum, Dede, Duhan Divânesi, Geysîdar Molla Mustafa, Bülbül Dîvânesi, Dayak Divânesi, Boynuzlu Divâne Ahmed Dede, Papaz Divânesi, Durmuş Dede, Sümük Dede, Elek Divânesi Burnaz Mehmed Çelebi, (B.: Hasan Dede, Budala; Mehmed Efendi, Unkapanlı Gaysûrdar; • Mehmed Efendi, Azmagaanî; Sefer Dede, Un-kapanlı Deli; Eskici Dede; Hüseyin Çelebi, Nalıncı; Keçeli Dede; Aşşum Dede; Duhan Dîvânesi; Mustafa, Geysîdar Molla; Bülbül Dîvânesi; Dayak Dîvânesi; Ahmet Çelebi, Boynuzlu Dîvâne; Papas Dîvânesi; Durmuş Dede; Sümük Dîvânesi; Elek Dîvânesi; Mehmed Çelebi; Burnaz).
Cezbeli aşık dervişlerin bir kısmı diyar diyar dolaşır olmuş ve bu arada bir ara İstanbula da uğramışlardır. Yine Evliya Çelebi onlardan bir macerasını seyyahatnamesinin üçüncü cildinde kaydetmişdir (B.: Ali Sünneti, Bağdadi ı Derviş.)
Onyedinci asırda Çıplak Osman, ondoku-zuncu asırda Terlikci Mustafa, Dalga Dayı ve Çıplak Mustafa Istanbulun anadoğması üryan delilerinin en meşhurlarıdır (B.: Osman, Çıplak; Mustafa, Terlikci; Mustafa, Çıplak; Dalga Dayı).
Pek yaman bir meczub tipini de, gecen ^sır üzerine gaayetle kıymetli hâtıralar bırakmış olan Aşçı Dede İbrahim Bey tasvir etmişdir (B.: Hasan Baba, Melâmî). Bu kaafilenin îstan-bulda en son büyük şöhreti Pazarda Hasan Beydir (B.: Hasan Bey, Pazar ola).
DELİBAŞ (Cemal Refik) — Gazeteci, muharrir; çağdaş istanbul basınının seçkin ve pek kibar bir sıması; 1904 de Şarkîkarahisarda doğdu, Samsun reji başmüdürü Osman Refik Beyin oğludur; ailenin tek evlâdı olduğu için nazlı büyütülmüş, akran ve emsali içinde, daha çocukluk çağından vekaarı ve terbiyesi ile muhitinde sevilen insan olmuşdu. Yazıya, edebiyata mekteb sıralarında iken ilgi gösterdi, To~ kad İdadisine devam ederken hikâyeler yazmaya başladı, idadiyi bitirince babasından izin alarak gazeteciliğe başlamak üzere İstanbula
geldi; ve meslek hayatına 1927 yılında Siird mebusu Mahmud Beyin idaresinde intişar et-, mekde olan Milliyet Gazetesinde muhabirlikle başladı; uzunca bir zaman bu gazetenin polis ve adliye istihbaratında çalışdı, Milliyet ile beraber aynı müessesenin akşam gazetesi olarak çıkardığı «Politika» da çalıgdı.
O zamanlar gazetecilikdea elde edilen kazançlar azdı; gençleri gazeteciliğe bağlıyan kazanç kaygusu değil, mesleğin asaleti, asîl cazibesi idi; istanbul gazetelerinin hepsi, gün görmüş, bilgili, edebiyatımızda şöhret almış kalem sahihleri ile birer akademik mahfil hâlinde idi, gençleri mesleğe bağlayan kuvvetlerden biri de bu atmosferdi. Refah içinde büyümüş Cemal Refik gazetecilikde geçimini gereği gibi temin edemediğinden, bir çok arkadaşları gibi aynı zamanda bir rum ilk okulunda türkçe muallimliği yapdı.
Uzunca bir zaman îstanbulda pansiyon hayatı yaşamışlar, fakat bu hayatı gaayetle maz-. but geçmişdir, koca şehir içinde Cemal Refiki bulmak çok kolay olurdu, ya gazetesinde, ya işinin başında, ya pansiyonunda; akşam, meşhur tâbiri ile eğer «vakti kerahet» ise, Sirkecide Sarafimin meşhur meyhanesinde olurdu. Sa-rafimin meyhanesi, bir tabak pilakisi ve bir kaç kırmızı turpdan mezesi ile beraber bir kadeh rakı 7,5 kuruşa içilen bir gazeteciler kulübü hâlinde idi.
Bir müddet sonra Akşam Gazetesine «inti-sab-etti ve artık bütün ömrü, emeği bu gazetede geçdi. 1933 de Akşamda «îstanbul Hayatı» başlığı altında günlük fıkra muharriri oldu; aynı zamanda «Mahkemeler» başlığı altında skeç -röportajları yazmaya başladı; bu röportajlar, yazarın hakiki hayatdan alıp pek tipik bir hüviyet verdiği «Kasketli Delikanlı »adını taşıyan kahraman ile o kadar beğenildi ve tutuldu, ki bütün İstanbul gazeteleri «Adliyede», «Adliye koridorlarında» gibi başlıklarla muharrirlerine aynı tarzda yazılar yazdırmaya başladılar.
Annesini ve babasını kaybettikden sonra yapa yalnız kalmışdı. 1942 de Fatihde babasından kalmış bir apartmanını, kiracı gaaileleri ile uğraşamadığı için satmak mecburiyetinde1 kaldı; bu satışdan aldığı paranın bir kısmı ile «Olay» isimlii edebî bir mecmua çıkardı; devrinin pek güzel bir mecmuası olan Olay, sâhibi-.nin, kibar ve cömerd olması dolayısı ile çok
masraflı mecma oldu, ancak üç yıl devanı edebildi ve «zararın neresinden döndülürse kâr dır» hikmetine uyularak kapatıldı.
Cemal Refik bir ara, hayatında maddî desteği olan apartmandan kalma son toplu parası bir mizah gazetesine faizsiz ödüne sermâye olarak koydu, ve maalesef o para bu dostâne yardımda kayboldu, ve Cemal Refik çelebi sessizliği ile büyük üzüntüsünü yakın dostlarına aç-makdan dahi hicab 'duydu, fakat sihhatini kaybetti (1957-1958) arasında Akşam Gazetesinin yeni ellere geçmesi ve yazı kadrosunun gençleşmesi dolayısı ile yirmi dört yıldan beri Ömrünü harcadığı bu gazeteden çıkarılması ikinci ağır bir darbe oldu. l Ekim 1959 günü öğleden sonra evine gelir gelmez şiddetli bir sancı hissetti. Mecidiye Köyünden çağırılan genç bir doktor hastalığı teşhis edemedi, karın nahiyesinde olan sancıyı dindirmek için bir takım iğneler yapdı, fayda vermedi; ertesi gün aynı doktor, bir münevverin hayatına mal olacak af edilmez ağır hatasını anlayarak bir cankurtaran çağırıb hastayı ameliyat için hastahâneye kaldırmak istedi, ve Cemal Refik cankurtaran arabasında, tahammülü güç ızdırablar iciade vefat etti:
Üç defa evlenmişdi; aile saadetini ancak üçüncü zevcesinde bulabilmiş idi; ilk karısından Gündüz adında bir oğlu olmuşdur.
Akşam Gazetesinde «Kumrular» isimli bir romanı tefrika edilmisdir. «Mahkemeler» başlıklı röportaj yazılan da kitab hâlinde toplan-
mışdır.
Nccmi ERKMRN
DELİBİRÂDER — (B.: Gazâlî, Bursalı)
DELİ BİRADER — Onyedinci asır ortasında İstanbul ayan ve eşrafından bir zâtın lakabı; asıl adı Ahmet Ağadır; fakat adı unutulmuş gibi dâima lakabı ile anılır. Ayak takımı içinden sürüb çıkmış, yükselmiş idi; çocukluğunda, ilk gençliğinde yalın ayakla, yarım pabuçla dolaş-dığını bilenler ikbâlini, servetini çekemez olmuşlardı. Hoş sohbet, delişmen meşreb, nabza göre şerbet vermesini bilir kimse olduğu için yaklaşdığı devletlilerin himâyesi ile ticâret ve bâğzı iltizam işlerinde zengin olmuşdu. Süley-mâniyede saray denilmeye lâyık bir konağı vardı, ki Sultan Ibrahimin makbul sadırâzanf.,
Hezar pare Ahmed Paşa kendisine karşı olan yeniçeri ihtilâlinde kaçıp saklanmaya teşebbüs ettiğinde önce bu Deli biraderin Konağına geî-mişdi (B.: Ahmed Paşa, Hezarpâre).
Delibirâder Ahmed Ağa devrinin bütün ileri gelenleri ile yakın bir dostluk kurmuşdu, «gidene ağam, gelene paşam» diyen tiplerden idi; Hezarpâre Ahmed Paşanın, düşdüğü can pazarında kendine sığınacak kadar itimâdını kazanmış olduğu halde, onu deviren ocak ağalarının da meclislerinde sık sık görülen yarandan oldu; öyle ki İstanbul halkının ayaklanma-si ile Yeniçeri ocağının o mütegallibe ağaları tepelendiğinde, vücûdunun ortadan kaldırılması gereken yardakçıları arasında Delibirâder Ahmed Ağa da arandı, fakat kaçıp saklanmaya muvaffak oldu, yerini haber verene 1000 altın verileceği dillerle ilân edildiği halde yine bulunamadı. Müverrih Naîmâ Efendi : «Parası olanın yardımcısı çok» dedikden sonra Delibi-râderin Gürcü Paşaya 30 kese, onun eli ile ss-dırâzama da (Siyavuş Paşaya) 120 kese ve ayrıca 2000 altın değerinde kıymetli bir kuşak verdi; «bu herif gerçi ağalara varırdı ama bir mansiba karışmadı, ticâretle meşgul bir ırz ehli adamdır, incitmek lâyık değildir dediler, ve Delibirâder böylece canını kurtardı. Bu vakadan sonra Delibirâder Ahmed Ağanın çok yaşamadığını tahmin ediyoruz.
DELİBİRÂDER HAMAMI — On altıncı asrın ilk yarısında yaşamış ve İstanbulda Delibirâder lakabı ile tanınmış ünlü şâir Bursalı Ga-zâlî'nin Beşiktaşda hayır eseri zaviyesinin civarında yapdırdığı bir çarşı hamamıdır (B.: Gazâlî Mescidi; Gazâlî, Bursalı).
Gaayetle keyf ehli, zevk ehli, cemal âşıkı bir zât olub îstanbulda çarşı hamamlarının câ-mekânı ortasına ilk defa olarak fıskiyeli mermer bir havuz koyan bu Delibirâder Gazalidir.
Delibirâderin Beşiktaşdaki havuzlu hamamı halk arasında rağbet görmüş, bunun üzerine Hasköy Hamamı sahibi Piripaşazâde Mehmed Bey de hamamının câmekânına bir havuz yap-tırmışdı. Taklide kızan Delibirâder Mehmed beyi çok kaba ve acı bir dil hicvetmiş, bu hicviye de Delibirâderle bütün îstanbul hamamcılarının arasım açmış, hamamcıların müştereken verdikleri bir dilekçe üzerine, «sâdece temizlik yeri olan hamamı eğlence yeri şekline sokan ve dolayısı ile kötü bir yenilik olan fiskiyeli havu-
DELİDENİZ (Güzide)
— 4356 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 4357
DELİKANLI
zun yıkılması» için fetva almışlar -ve Delibirâ-der Hamamının havuzunu yıkdırmışlardı. Uğradığı haksızlığa son derecede üzülen Delibirâ-der hamamını satmış, zaviyesini Âteşi adında bir kalender dervişe terketmiş, kendisi Hacca giderek mücavir kalmış ve orada ölrnüşdür.
Fakat Istanbulun çarşı hamamları câme-kânlarında fıskiyeli havuzlar, kötü bid'at olduğu hakkındaki hüküm unutularak sür'atle ya-pılmışdır (B.: Hamam).
Delibirâder Hamamı zamanımızda mevcud değildir; .Beşiktaşda'yerini de tesbit edemedik.
DELİDENİZ (Güzide) — Operet sanatkâr:, Ünlü sahne sanatkârı İbrahim Delidenizin zevcesi; 1920 de İstanbulda doğdu, babası Mehmed Faik Bey; annesi hollandalı Jarephine (Fernanı-dez) Hanımdır; Roterdam Gıjmnesium'da okudu (1935); kimya tahsil etti, kısa bir müddet Sümerbank Defterdar Fabrikası laboratuvarın-da laborantlık yapdı; sonra operet topluluklarında sahne hayatına atıldı; 1950 de Ses Tiya-rosuna, 1960 da da Şehir Operasına girdi, îki erkek evlâd sahibidir; fransızca, almanca, fele-menkçe bilir; resim yapar; «Şiir ve Masal» adında fransızca bir eseri vardır.
Bibi.: Kim Kimdir Ansiklopedisi
DELİDENİZ (İbrahim) — Ünlü aktör; 1899 da İstanbulda doğdu; emekli yüzbaşı İhsan Bey adında bir zâtın .oğludur, annesinin adı Hüsni-ye Hanımdır; Toptaşı Askerî Rüşdiyesinde, Üsküdar Ortaokulunda .ve Deniz Okulunda okudu. Tiyatroya olan aşkı okul temsillerinde aldığı rollerle başladı'; 1927 yılındla Viyana Operetinin Istanbula iki.ıci gelişinde bu. opereti seyrederken içinde operete karşı da ayrıca bir heves uyandı ve kendisini sahneye götüren de bu he ves oldu. 1928 de Muhlis Sabehaddin Bey Süreyya Operetini kurarken İbrahim denizcilik mesleğini terk ederek Süreyya Operetinin korosuna girdi; denizcilikle olan İlgisini içinden.tamamen çıkarıb atamadığı da soy adı kanunu
cıkdığmda «Delideniz» adını almasından anlaşılıyor.
Bir müddet Sürreyya Operetinde çalışdı sonra Raşid Riza topluluğunda tiyatro sahnesine gecdi; fakat fırsat buldukça Halk Operetini adım almış olan eski Sürreyya Operetinin sahnesine de cıkdı. 1934 de Şehir Tiyatrosuna inti-sab etti, dört yıl bu tiyatroda başarı ile oynayarak Türk sahnesinin şöhretlerinden biri oldu. 1938 de Ankara Radyosun'a girdi, altı yıl kadar da radyo temsil kolunda çalışdı, 1944 de tekrar İstanbul Şehir Tiyatrosuna intisab etti; bu satırların yazıldığı sırada ayrı tiyatroda bulunuyor.
Sinema aktörlüğü de yapmış, kırk kadar filmde oynamışdır.
Aslında bir kimyager iken onun tesiri altında sahne hayatına atılmış ve seçkin bir operet sanatkârı olmuş Bayan Güzide ile evlidir; Erdinç (doğumu 1937) ve Erdoğan .(doğumu 1942) isiminde iki oğlu vardır.
,; Hakkı GÖKTÜRK
DELİDUMAN — On yedinci asrın ortasında İstanbulda «Sundur» denilen çöküre benzer dört demir telli bir kınd sazını çalmada hüner sabi bir sazende; ayak takımından biri olup hanıma! ırgad makulesi'nm toplandığı yerlerde dolaşup geçindiği tahmin olunur; hayatı hakkında başka kay de rastlanmadı.
Bibi.: FA-liyâ Çelebi, I.
DELİ GÖMLEĞİ — Tımarhanelerde delilere giydirilen ve delinin etrafındakilere elleri ile tecâvüzüne mâni olan gaayet kalın bezden yapılmış, kolsuz, başdan geçirilir, kollar içerde kalır, etekleri yere kadar uzun,- belden kuşakla bağlanır bir gömlek.
; ;DELİGÖNÜL — Onyedinci asır ortalarında «Sundur» denilen Çöküre benzer dört demir telli.bir kurd sazını çalmada hüner sahibi bir sazende; ayak takımından birisi olup hammal nj-.gad ..makulesi'nin toplandığı yerlerde dolaşarak geçindiği tahmin olunur; hayatı hakkında başka kayda rastlanmadı.
. Bibi.: Evliya Çelebi, I.
DELİKANLI — «Kanı kaynayan gene1» (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati); bulûğ çağından 25 yaşına kadar en cevval, en ateşli, güzelliğinin en revnaklı devresinde gene erkek. Divan Edebiyatında, hiç tereddüt etmeden, serapa delikanlı güzelliği, nahveti, gururu, nazı, cilvesi, aşkı terennüm edilmişdir diyebiliriz, asla hatâya düşülmüş olmaz.
Şâirlerimiz delikanlıyı scdece bu kelime ile ifâdede kalmamışlar, yerine, matufunun içtimaî seviyesine ve şiirin havasına, âhengine, ve kendi zevkine, meşrebine göre «civan», «nevhat», «mürâhik», «taze», «çâre», «çârebrû», «eşbeh», «şehbaz», «şehlevend», «zeberdest», «cilasın», «fetâ», «köçek», «püser», «gulâm», «mugbeçe», «oğlan», «mahbııb», «uşak», «civelek», «bıçkın», «çapkın», «kırık», «yosma», «sikirdim» gibi sıfar ve isimler kullanmışlardır. Delikanlı vücûdu kâkülünden perçeminden ayağında tırnağına, topuğuna varınca tasvir edilmiş, tuvaletleri, kiyâfetleri anlatılmışdır; devir devir, başda İstanbul, şehir şehir esnaf tabakasına mensub güzel delikanlılar sânında «Şehrengiz »adı verilen manzum medhiyeler yazılmışdır, "hattâ «Defteri Aşk» ve «Nevhatül LJşşâk» gibi manzum melodram itiraf nâmeler kaleme alınmışdır (B,: Şehrengiz; Hû'bannâmei Nevedâ; Dellâknâmei Dilküşâ; Çenginâme; Defteri Aşk; Nevhatül Uşşak); yanına bir «ni-gâr», bir «duhteri pâkîze», bir kız konularak delikanlı «Şerbetçi Güzeli», «Kahveci Güzeli», «Helvacı Güzeli», «Yorgancı Güzeli, «Terlikci Güzeli», «Yemenici Güzeli», ve daha bunlara benzer türlü isimlerle masal ve destan 'kahramanı olmuşdur.
Asırlar boyunca devam etmiş bu hay ü huy âleminde, hezel ve hiciv yollu bâzı yazılar müstesna, bütün şâirler dâîmâ afif ve nezih kalmışlardır. Hulâsa İstanbulun geçmiş asırlardaki günlük hayatında delikanlı önemli yer alır. Güzellikleri, kiyâf etleri tasvir edilmiş, maceraları, hayat hikâyeleri manzum veya mensur kalem diline verilmiş, isimleri ile, lakabları ile unvanları ile, işleri ile bilmen delikanlılar büyük şehrin tarih kütüğüne geçmişlerdir,
İşte İstanbulu kılıcı ile almış gaziler ser-veri Fatih Sultan Mehmedin bir gazeli:
Hüsn ile cananlar içre canı canandır 'Üveys Şerbeti tâliyle dil .derdine dermandır Üveys
Ağlamaz can bülbülü şimdengerû feryâd idttb Bağı dilde httsn ile bir verdi handandır Üveys
Nice mâmur olmasun dil mülki adi ü dâd ile Bunca-yıldır kim gönül tahtında sultandır Üveys
Avniyâ çün devlet el verdi ki mihman oldu yâr Fırsatı fevt itme kim bin cana erzandır Üveys
Renkli, hareketli, canlı portrelerden biri, kapukulu sipahilerinden bir gene için Muhib-bînin (Kanunî Sultan Süleymanın) kalemi 'ile çizilmişdir :
Ah ol libâsı zerfceş bindüğü âtı serkeş Bağlandı tîrü tirkeş azmi ırâka düşdü Göz yaşların Muhibbi döksen aceb değil Ol servi kadde n agâh bu dîdebakaa düşdü
Delikanlı tasvirinde en bî bak istanbullu şâir, Lâle Devrini tek başına temsil kudretine sâhib büyük- Nedim olmuşdur :
Fırkai erbabı dilden zümrei zühhâdedek Hep esirindir beyim hattâ dili nâşâdedek Şöyle -mest olmuş ki açılmış gribânı kaba Nâfden tâ bendgâm hançeri fulâdedek
Şu tasvir de geçen asrın şâirlerinden Ayın-tablı Aynî Efendinindir :
Açdı yosmam yine bayrağını Basdı içelde dil ocağını
Atub üzengisine ayağını Dikdi gönül yurduna mızrağını
Al kanla boyadı hep yer yüzün Urdu cekttb bağırma bucağını
Ayrılı oda yakub gönlümü Sacdı göğe külünü toprağını
Ol eli kanlı delikanlı güzel Virdi bakub Ayniye gözdağım
: Aşağıdaki dîvan bostan yanaşması Toygarlı Riza adında bir tulumbacı için bir asırlık ömür sürmüş büyük halk şâiri merhum Vâsıf Hiç'in-dir: l
Şahin başlı selvi boylu bıçkınım bağçıvanım Şehlevendim tulumbacım âteşpâre civanım
Pâ bürehne dalfes ile kâküllerin dök geç güzel Kalmadı sabra meeâlim bitti tâb ü tüvânım
DELİKANLI SOKAĞI
4358
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
4359
DELİLLE (Jacques)
Ahu musun ejder misin çalımına yandığım Tutmuş nâmın Üsküdan Toygarlı pehlivanım
Gül arızın kundak mıdır dil hanesin yakmak için Arzı hâlim hâki paye kırık dökük divânım
Şu dîvan da yine aynı şâir tarafından Çeşmemeydanlı Bekir adında diğer bir tulumbacı için sipariş üzerine o delikanlıya âşık Huriye isiminde bir hanım ağzından yazılmışdır:
Dostları ilə paylaş: |