Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sahil kapusu Resim: Sabiha Bozcalı


Beylerbeyi Mehmed Paşanın başı İstanbul eclâ dinin ayaklarında (Resim: S, Bozcalı)



Yüklə 5,55 Mb.
səhifə50/76
tarix27.12.2018
ölçüsü5,55 Mb.
#86801
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   76

Beylerbeyi Mehmed Paşanın başı İstanbul eclâ dinin ayaklarında (Resim: S, Bozcalı)
kapukulu sipahileri bir kaç bin kişi, ellerinde bu kırkık hurda akçelerle Şeyhülislâma gittiler:

— Bizlere ulufemiz (ücretimiz, yevmi


yemiz) bu akçe ile veriliyor, fakat çarşı esna
fı bu parayı bize verilen değeri ile almıyor,
yiyeceğimizi, giyeceğimizi esnafı döverek ve
bu parayı zorla kabul ettirerek alıyoruz, bu
suretle aldıklarımız helâl olur mu ? diye sor
dular.

Şeyhülislâm Efendi:

— Helâl olmaz, haramdır!, dedi.

Bunun üzerine Sadrâzam Siyavuş Paşanın sarayına gittiler. Siyavuş Paşa, Doğancı Kara Mehmed Paşanın ikbâlini, nüfuzunu çekemeyenlerden biri idi:

— Pâdişâhımız sikkenin tashihi isini
beylerbeyi vezir Mehmed Paşa cenahlarına
işmar lamışdır, ben karışmıyorum!, dedi.

Cemiyet oradan da Mehmed Paşanın ..sarayı önüne gitti, gürültü, velvele direk direk gök yüzünü tutarak :

— Pâdişâhımızın sikkesi bu < surete girdi, üçyüz yıldan beri âli Osman zaferden zafere koşan askerine böyle ulufe vermiş midir? Sen geldin, pâdişâha sokuldun, memlekete yeni vergiler bindirip ortalığı bu hâle koydun, şimdi sikkeyi sen rni düzelteceksin?! diye bağırdılar. Bu sipahi ayaklanmasının teşvik eseri olduğu aşikârdı, fakat buna rağmen mâkul sözlerle yatıştı-rılmaları mümkin idi; Mehmed Paşa umursamadı, ve bilâkis, gururu eseri, sipahiler hakkında lâyık olmayan şeyler söyledi, ve münafık

ağzı ile hemen kulaklarına gitti:

— Akşam oldu, yarın divanda seninle
erkânı devlet önünde konuşalım, hazır ol!.,
diye bağırub dağıldılar.

Ertesi gün, 14 Nisan 1588 cumartesi, İstanbuldaki bütün kapukulu sipahisi azîm cemiyetle Divânı Hümâyuna geldi, sarayın birinci-ve ikinci avlusu sipahi ile doldu; pâ-dişâhdan. Mehmed Paşanın başını istediler. Kendilerini yatışdırmağa gelen Divânın büyük zabitlerinden Çavuşbaşı Ağa ile Kapu-çular Kethüdası Ağayı taşa tuttular. Divanın iki büyük rükünü, Rumeli ve Anadolu kadı-askerleri yerlerinden kalkup ayaklarına kadar geldi:

— Bahşişleriniz, zamlarınız verilecek,
islâm askerisiniz, devler namusunu zedele
meyin!, dediler.

Başlarındaki dülbendleri çözüb kemend gibi boyunlarına dolayan sipahiler:

— Bu yolda her şeyi göze aldık, bize bah-
şişs zam lâzım dlğil, bir para alıyor isek şark
seferlerine vara vara hak ettiğimiz paradır,
biz Mehmed Paşanın başını istiyoruz!., ceva
bını verdi.

Sahneyi Adil Köşkünden seyreden, (Bu köşk zamanımızda mevcud değildir) ve sipahilerin sözünü de kulakları ile işiten Üçüncü Sultan Murad divâna: «Mehmed. Paşayı kurtarın!» emri ile iç hazineden altın keseleri çıkarttı, Kubbe altının önü keselerle doldu. Sipahiler ise:

— içimizden o keselere el süreni hemen
katlederiz! diye ayak dirediler; ve:

—• Saadetli Pâdişâhımız biz cümle kullarına Beylerbeyini tercih ederse; biz de kullarını tercih edecek bir pâdişâh isteriz!., deyince meselenin rengi birden değişti. Sultan Murad gözde musahibini feda etti, «fil hâl verilsün!» diye ferman çıkdı. Doğancı Mehmed Paşa: «Buyurun sizi Pâdişâhımız istiyor!» diye divandan kaldırılıp Kapucular kethüdası belindeki hançerini aldı, Paşanın sırtında o gün beyaz atlasdan bir esvab vardı. Sipahilerin önünden geçirilerek divan avlusunda «Sofalı Çınar» denilen yere gelince cellâd yakasına el attı; Mehmed Paşa halâ kendisini pâdişâhın çağırdığını zannediyordu, şaşırdı ve şaşkınlıkla:

Bre neylersin horata, ko (brak)! diye

bağırdı. Cellâd kılıcı çaldı, baş düşmedi, ikinci darbede güçiyle gövdeden ayrıldı.

Bu sipâhî ayaklanmasının, yalnız Mehmed Paşaya karşı hazırlandığı şübhesini önlemek isteyen Sadırâzâm Siyavuş Paşa, sipahiler adını bile anmadıkları halde:

— Ya Defterdar nerede?!., diyerek korkusundan gizlenmiş olan baş defterdar Mah-mud Efendiyi buldurtdu ve onu da cellâda verdi.

Mehmed Paşanın kesik başını celladın elinden alan sipahiler, top gibi, ayakları ile vura vura yuvarlayarak Saraydan çıkarup Atmeydanına kadar götürdüler, 'arada sipahilere İstanbulun eclâf takımı da katılarak bu galiz oyun bir müddet de meydanda devam etti. Kâhyası, ki sâdık ve cessur bir bende olduğu görülür, sipahilerden pençeli bir kaç kişiye dörtyüz. altın vererek Velinimetinin başını almağa muvaffak oldu, ve cesediyle beraber defnetti.

Bibi.: Peçevîli Tarihî, n; Selânikli Tarihi,

matbu kısım.

BEYLERBEYİ MEKTEBİ SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberinde Boğaziçinde Beylerbeyinde Beybostanı sokağı ile Şemsi-bey sokağı arasında gösterilmişdir; sokak levhasında «Küplüce Mektebi Sokağı» yazılıdır. Küplüce Camii sokağı ile bir kavuşağı

vardır.

Beybostanı sokağı tarafından yüründüğüne göre, dik yokuş ve toprak yoldur, kavisler çizerek Şemsibey sokağına kavuşur; bu sokakla olan kavuşağı başında Küplüce ilk okulu vardır; iki kenarındaki evler, hemen. hepsi bağçeli beton yapılardır (ekim 1960)



Hakkı Göktürk

BEYLERBEYİ NAMAZGAHI — Camiin hemen yanı başında, lebi deryada, hâlen Beylerbeyi iskele kahvehanesinin bağçesi olan yerdir. Üsküdarlı halk şâiri merhum Vâsif Hoca bize tevdi ettiği notlarda şunları yazıyor:

«Istanbulda bir eşi olmayan lebi deryada bir namazgah idi; Camiden çok eski olacağı muhakkakdır. Bu ferahfeza yerde kara-bahtım yazılı alnımı secdei istiğfara koyduğumu hatırlarım, ve şimdi ne zaman oradan geçsem, o ibâdetgâhda çaylar kahveler içilip çatır çutur tavla oynandığını gördükçe içim

Ml'LERBEYİNİN KAZANDİBİSÎ

260ü


ÎSÎAMBÜL

ANSİKLOPEDİSİ

— 2691

beylerbeyi sahil sarayı




sızlar ve Evkaafı bir mikdar kira için yaptığı isden ayıplarım. İkinci Sultan Mahmud buraya güzel bir meydan çeşmesi yaptırmış -dır (B.: Beylerbeyi İskele Meydan Çeşmesi). Çeşmeden evvel burada üç aded hüsrevânî su küpü vardı, çok eski, İstavroz Has Bağçe-sinin namazgahı olduğuna göre belki de Kanunî, hattâ Fâtih devrinden kalmış şeylerdi. Yazın hasırlar serilir, hem ibâdet; hem de arifane edibâne sohbet edilirdi». (B.; Beylerbeyi İskele kahvehanesi).

Bizim yukardaki satırlara ilâve edilecek sözümüz, Beylerbeyi Namazgahının, İstanbu-lun fethinden dahi bir asır evvel, buruların türklerin eline geçdiğinde kurulmuş bir ibâdet yeri olduğudur.



BEYLERBEYİNİN_KAZANDİBİSİ'>BEYLERBEYİNİN KAZANDİBİSİ — Geçen asır sonlarının bir şöhretidir; adı tes-bit edilemeyen bir arnavud mahallebici tarafından titiz bir dikkat ile yapılan bu tatlı, Beylerbeyi ve civarında öylesine beğenilmiş idi ki mülhaklarında hünerli aşçılar çalışan kibarlar tarafından dahi büyük kayık tabaklarla aldırtılır, arnavud mahallebiciye sipariş ile yaptırtılırdı. Bu adamın oğlu Nazif Ağa babasının ölümünden sonra dükkânın şöhretini muhafaza etmeğe muvaffak oldu. Nazif Ağa 1935 - 1940 arasında hayli yaslı olarak öldükten sonra namlı mahallebici dükkânı kapandı, Beylerbeyinin kazandibisi denilen meşhur tatlı da kayboldu.

BEYLERBEYİNİN SİMİTİ — Gecen asır sonlarının şöhretlerindendir; bu köyde çıkardığı simiti büyük şehirde bir şöhret yapan fırıncı ile hamurkâr ustasının ve pişiricisinin adları tesbit edilemedi. Son derece gevrek ve leziz olan bu simidin hamuruna bir mikdar pekmez ile mahleb katıldığı söylenir.. Bilhassa Şirketi Hayriye vapurlarının satıcıları simitlerini Beylerbeyinden alırlardı; ve cömerdce kesilmiş en âlâsından Balkan kaşeri ile beraber satarlardı. Yukarı Boğaza veya İstanbul içine dost, akraba ziyaretine giden bilhassa orta tabakadan kadınlar hediyelik yirmi otuz kadar Beylerbeyi Simiti götürür ve fevkalâde makbule geçerdi.

Beylerbeyinin Simiti şöhretini 1918 mütârekesinin kara yılları içinde kaybetti. Son istimlâklerde de, 1956 - 1957 arasında bu meşhur simitleri çıkaran fırın istimlâk edile-

rek yıkdırıldı. Beylerbeyinde hâlen bir simitçi fırını var ise de çıkardığı simit harcı ğîem işidir.

BEYLERBEYİ SÂHİLSARAYI — Bey

lerbeyi Sâhilsarayının bulunduğu saha, Fe-tihden XIX. asır başına kadar, pâdişâhlara mahsus emlâk arasında, «İstavroz Bağçesi.» adını taşımıştır.

Eski Belediye Mektubcusu ve değerli müdekkik Osman Nuri Ergin'in «İstanbul Şehireminleri» adlı eserinde verdiği malûmata göre burası fethi müteakib Fâtih Sultan Mehmed tarafından mîrialemliğinde bulunmuş bir zâte temlik edilmiş, ki bu zât İstanbul şehireminlerinin en şöhretlisi Operatör Doktor General Cemil Topuzlunun ceddi • imiş. Bu arazi sonra bu mîrialem ağadan veya veresesinden satın alınarak emlâk hümâyun arasına katılmış ve içine «Şevkaabâd» adı ile' bir kasrı hümayun yapılmış. Beylerbeyi Sarayının târihi bu kasır ile başlar.

Şevkaabâd kasrı İstavroz Bağçenin üst kısmında, tepede, denize kadar inen güzel bir korunun içinde idi. Pâdişâhlar buraya geldiklerinde, kıyıdaki iskeleden kasra tahtırevanla çıkarlardı.

Birinci Sultan Ahmed bu kasır ve civarına bir mescid ve maiyet memurları için de daireler yaptırtmıştı.

Bu Padişah yaz mevsimlerinin çoğunu İstavroz Bağçesinde geçirmiştir. Hattâ bir yaz, Mekkeye gönderilecek olan Kâbenin altın olduğunu Beylerbeyi Kasrının yanma kurdurduğu bir kuyumcu imalâthanesinde yaptırttı.

Birinci Sultan Ahmedin oğullarından Şehzade Murad 1021 (1612) cemaziyelevve-linin 28 inci günü Beylerbeyinde İstavroz Bağçesi kasrında dünyaya geldi. Bu Şehzade Dördüncü Sultan Murad namile Osmanlı tahtına oturduğu vakit, kendi doğduğu ve babasının çok rağbet ettiği İstavroz Bahçesine ve Kasrına sık sık gitmeğe başladı.

Bu pâdişâhın çok dedi kodulu olan işret sofralar ve garib gönül eğlenceleri için de pek uygun yerdi.

Dördüncü Sultan -Mehmedin zamanı da İstavroz Bağçesinin parlak bir devri oldu. Sultan Mehmed, bilhassa kiraz mevsimlerinde civardaki bahçeleri de kilalıyarak harem

takımüe beraber Beylerbeyine- göç eder ve burada pek tantanalı güzel günler yaşanırdı.

XVIII. inci asırda Beylerbeyi kıyılarında Sadrâzam Nevşehirli İbrahim Paşanın damadı kaptan Mustafa Paşanın «Ferahâ-bad» ismile anılan yalısı meşhurdu. Nedimin hakkında kasideler söylediği bu sahilhâne müteaddid köşkleri, nakışlı divanhaneleri, selsebilleri ve büyük bir havuzu ile Boğazın Anadolu kıyılarının misilsiz bir güzelliğini teşkil ediyordu.

XVIII. asrın sonlarına doğru Birinci Sultan Abdülhamid zamanında İstavroz Bağçesinin büyük arazisi parçalanarak halka satılmış ve burası Osmanlı padişahlarının yazlığı olmaktan çıkmıştı.

Bu pâdişâh İstavroz Bağçesinin yalnız lebideryada bir parçasını muhafaza etmiş, yıkılan kadim sarayın burada bulunan Hırkai Saadet dâiresi yerine bugün gördüğümüz Beylerbeyi Camii ile Beylerbeyi Hamamını yapdırmışdı (B.: Beylerbeyi Camii; Beylerbeyi Hamamı).

İstavroz Bağçesinin parsellerini satın alanlar da erzak ve mahrukat resimlerinden muaf tutulmuşlardı; bundan alıcı rağbeti görmediği anlaşılır.

İkinci Sultan Mahmud hicrî 1242 (M. 1826) yılında Yeniçerileri kanlı bir şehir muharebesi ile kaldırdıkdan sonra Boğazi-çinde yeni üslûbda büyük bir saray yaptırmayı arzu ettiği vakit ilk hatırına gelen eski İstavroz kasrının yeri oldu.

Padişah, Beşiktaş sarayı ile, o tarihlerde Üçüncü Sultan Selim devrindeki halinde olan Çırağanı oldukları gibi muhafaza ederek Beylerbeyinde yeniden bir saray yaptırılmasını uygun buldu (B.: Beşiktaş Sâhil-sarayı; Çırağan Sarayı). Eski İstavroz Bağçesinin muhtelif ellere geçmiş arazisi, sahib-lerinin rızalarile istimlâk olundu ve bina emanetine tayin olunan Said Efendi marife-tile bugünkü Beylerbeyi sarayının işgal ettiği saha üzerinde muhtelif daireleri ihtiva eden iki katlı, ahşab ve sarı boyalı büyük bir sahil saray yapıldı. İşte bu sâhilsaraydır ki ilk defa olarak Beylerbeyi Sâhilsarayı adını aldı, ki biz ona «Eski Be3/lerbeyi Sâhilsarayı» adını vereceğiz.

Sarayın yapısı 1826 dan 1832 ye kadar

altı yıl sürmüşdu; mimarı o devrin hassa baş mimarı olan Kirkor Amira Balyan (1764-1831) dır; ki torunu Sarkis Balyan yıllarca sonra, dedesinin yapdığı bu sarayı yıkacak, yerine yeni bir saray, hâlen gördüğümüz Beylerbeyi Sarayını inşâ edecekdir.

İkinci Sultan Mahmud 1832 yılı yazında, hicrî muharreminin 5 inci pazartesi günü Çırağan sarayından ve «Filika-i Hümayununa» binerek ve beraberinde maiyet sandalları da olduğu halde eşref saat bulunan on ikiyi kırk dakika geçe yeni Beylerbeyi sarayı rıhtımına ayak bastı.

Bu esnada saray Önünde demirli bulunan harb gemilerinden toplar atılmış ve rıhtım boyunca dizilmiş hassa askerleri de selâm resmine durmuş ve bir mıkıza selâm havasını çalmağa başlamıştı.

Sultan Mahmud merasim kıtalarını geçerek Boğaziçinin, kendi devrinde yapılmış ilk büyük sarayına girdi.

Ertesi günü bütün rical, ulema, yüksek rütbeli askerler Beylerbeyi sarayının mabeyin dâiresine gelerek Padişaha, yeni sarayında mesud günler geçirmesi temennisinde bulundular. Şâirler birbirlerle yarışırcasına tarihler düşürdüler.

Ayıntablı Aynî Efendi Sultan Mahmu-dun Beylerbeyi Sarayına ilk gelişi için şu târihi söylemişdir: İşbu târihi göreydi Cern atardı tâcmı «Nakli nev sâhilserâ kıldı sehi âlî Minem» (H. 124»)

Bu münâsebetle devrin şâirlerinden Râ-sih de bir şarkı yazmış ve Nûman Ağa tarafından şehnaz buselik faslından bestelenmiş-dir;

Ey sehi hûrşid taPat eyle meh âsâ zuhur MKhri vechin çesmi bedbini adûden ola dür Eyle teşrifinle lütfet nâsi lebrîzi sürür Makdeminle vir bu nev sâhilserâyâ ziybü nur

Virdi bu sâhilserâ Beylerbeyine pür şeref Kimse mislin görmemiş yapmamış üstadı selef Olmasın vakti baharın zevki beyhude telef Makdemîrıie vir bu nev sâhilsarâya ziybü ıııîr

İste nev sahil sera hacet değil tarifine Eyleyen beyhude say eyler bunun tavsifine Kâsîh âsâ mnntâzirdir- bendeler teşrifine Makdeminle vir bu nev sâhilsarâya ziybü nâr

BEYLERRBEYİ SAHİL SARAYI

— 2892 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

- 2603 -

BEYLERBEYİ SAHİL SARAYI





Zamanımızın Beylerbeyi Sahil Sarayı (R«sim: Osman Zeki Çakaloz)

İkinci Sultan Mahmudun Yeni sarayı, (bizim için Eski Beylerbeyi Sarayı), başlıca Mabeyin-i Hümâyun, Zülvecheyn, Harem-i Hümayun dairelerini ihtiva ediyordu. Ayrıca Serdab köşkü, Sarı Köşk, Şevkaabâd Kasrı, Yalı Kasrı isimlerini taşıyan kasırları ve muhtelif bendegân daireleri, hamamlar, mutfaklar, has ahırlar vardı. Sarayın rıhtım üstündeki dairelerinin ayrı ayrı kapıları bulunuyordu. XIX. uncu asırda Beylerbeyi sarayını bazı mühim şahsiyetler ziyaret etmiş, garblı prens ve veliahdlara burada ziyafetler tertib olunmuştu. Mareşal Moltke, Şark Hatıralarında bu sarayı şöyle anlatmaktadır:

«Beylerbeyi sarayının cephesi pencereden görünmez. Sarayın arka tarafındaki bir kapıdan bahçeye girdim. Havuzlardaki mercan balıklarını, tarhlardaki nadide çiçekleri seyir ile meşgul idim. Bahçe bir çok sedler-le arkadaki bir tepenin zirvesine kadar uzanıyor ve yüksek yeşil duvarlar hududunu tâyin eyliyordu. Sarayın deniz cephesindeki pencereleri hep kafesli, kafesler sade harem pencerelerinde olmayıp selâmlık kısmı da bunlarla örtülmüştür. Fakat harem tarafın-dakiler, hem daha yüksek hem daha sıktır.

«Ben böyle öteyi, beriyi tetkik ile meşgul iken harem tarafında bir pencereden Sultan Mahmud başını çıkararak yanına çık-maklığımızı ferman buyurdu.

«Dehlizden geçerken bir zenciyenin kucağında Üçüncü Efendiyi gördük. Damad Said Paşa kemâli şjehâlük ve ihtiramla bebeğin eteğini öptü. Prens sıhhatli ve güzel yüzlü bir çocuktu.

«Güzel, büyük bir merdivenden çıktık. içinde mobilye namına bizim evlerimizde meveud şeylerden farklı bir döşeme bulun-mıyan bir çok salonlardan geçtik, sade yerler, Sûr Lübnan parkesile döşeliydi.

«Sultan Mahmudun dairesine girdiğimiz vakit Padişahı bir koltukta oturmuş bulduk. Çubuk içiyordu, karşısında mabeyincilerinden Mehmed Ali ve Rıza Beyler divan durmuşlardı.»

ikinci Sultan Mahmudun büyük oğlu Abdülmecid 1833 senesi yazında Beylerbeyi sarayında hatim indirmiş, vükelânın ve ulemanın bulunduğu bu merasimin sonunda Şehzadenin validesi hazır olanlara cevahirli

kutular, pırlanta saatler ve kalfalara da şallar, iğneler, ihsanlar dağıtılmıştı. Bu münasebetle üç gün üç gece âdeta bir düğün yâ-hud bayram olmuştu.

Beylerbeyi sarayında 1834 yılında da bir sergi kurulmuştu. Rus Çarı, Petersburg fabrikalarının imâl ettiği sanat eserlerinden mü-rekkeb bir koleksiyonu Padişaha hediye olarak göndermişti. Hediyeleri getiren heyete Beylerbeyi Sâhilsarayı civarında evler tutuldu, ve bu eşya Rus sefiri Pontiyef'in nezaretinde Beylerbeyi Sarayında teşhir olundu. Sergiyi Padişah, vezirleri ve devlet memurları ziyaret ettiler.

ikinci Sultan Mahmudun ölümünden clört yıl sonra, 1843 de Istanbulu ziyaret eden Prusya Kiralının biraderi prens Alber-te Beylerbeyi Sarayında çok mükellef bir akşam yemeği verilmişti. Prens, Abdülmecı-de Prusya Kiralının bir nâmesini getirmişti. Padişahla arasında müteaddit ve samimi görüşmeler oldu. Prens'Istanbuldan iyi hâtıralarla ayrıldı ve Tuna yolile memleketine döndü.

Abdülmecid 1851 yazında Beylerbeyi Sarayında otururken bir yangın çıkmış, ateş önlenmişse de bu hâdise bir uğursuzluk sayılmıştı. Derhal Çırağana nakleden Abdülmecid için yedi ve Valide Sultan için beş koyun kurban edildi.

Eîski Beylerbeyi sarayının tarihinde mühim hâdiselerden birisi de Amerikalı Profesör Mr. Smith'in arkadaşlarile beraber, Ab-dülmecidin önünde ilk telgraf makinesi tecrübelerini yapmasıdır.

Abdülmecid bu tecrübelerden çok memnun kalmış ve tarayın bir salonundan diğer salonuna kurulan makinelerin: «Fransız gemisi geldi mi, Avrupadan ne haber var» mealindeki mesajini nakletmelerini: — Maşallah, maşallah! diye karşılamıştı.

Kırım Harbi başında müttefik ordu ve donanmaların Istanbulda toplanmış olan kumandanlarına bu sâhilsarayda pek muhteşem bir ziyafet verildi. Bu harb üzerine kaleme alınmış manzum bir tarihçede Beylerbeyi Ziyafetinden de şu beyitlerle bahsediliyor:



Amirallerle seraskerler Generallerle lîvâyi asker

Davet glmuşdu umûmen süferâ Gelüb erbabı şâir vükelâ çünkü Beylerbeyi câyi hâli Oldu tasvib o sârâyi âlî Oturab sofrada yüz onyedi zât Müteaddid nieın ü meşrubat Zâti şahane dahi bitteşrîf Cümle mihmânı buyurdu teltîf

Abdülmecid zamanında Istanbula gelmiş olan ingiliz edîbesi Mis Pardoya, Türkiyenin mümtaz bir misafiri sıfatı ile Beylerbeyi Sâ-hilsarayını gezme müsaadesi verilmişdi. Bu kadın yazar Eski Beylerbeyi Sâhilsarayım şöyle anlatıyor;

«Sultanın Anadolu yakasındaki yazlık Beylerbeyi Sarayı Boğaziçinin en zarif eseridir. Bu, sahil boyunca uzanan gayri muntazam cebheli bir kâşane olup Boğazın suları, pırıldayan mermer merdivenlerini yıkar. Şurada burada esrarengiz kafesli menfezlere girer. Bina ahşabdır; harem kısmı yaldızlı küçük tahta kepenklerle mestur pencerelerle müzeyyen bir sıra nıüsellesiyüşşe-kil dâirelerden murekkebdir. İdârei hükümete âid odaları, sultanın şahsına mahsus salonları ve maiyeti şahanenin işgal ettiği yerler, selâmlık, sekiz köşeli muazzam bir -kısım teşkil eder ki bunun sivri damının tam ortasında, yaldızlı uçları güneş ışığında pırıldayan bir yıldızı kavuşdurmuş bir hilâl vardır. Bütün bina beyaz ve sarıya boyan-mışdır; ve bir insan eserinden ziyâde bü-

yülenerek yer yüzüne çıkmış bir peri sarayını andırır.

«Merdivenlerin müfttehâsındaki mermer kapudan müzehher ve muattar bir bağçeye geçilir. Buradaki havuzlardan savrulan fıskiye suları ruha sükûn veren nağmelerini etrafa dağıtırlar. Rengârenk çiçeklerin arasında kavsi kuzahm bütün elvanı ile mülev-ven parlak tüylü kuşlar dolaşır. Bu güzel bağçeyi deniz tarafındaki nazardan saklayan yaldızlı kafeslerin yanından geçildikden sonra muhteşem bir kapudan saraya girilir.

«Sarayın dâhili ilk bakışda bir fevkalâdelik arz etmez. Hemen orta yerden hilâlvâ-ri yükselen bir çift merdiven, yaldızlı muazzam sütunlar salonu nisbetsiz bir şekilde küçültmektedir. Fakat hakikatte böyle değildir; bu salona, pâdişâhın maiyetine tahsis edilmiş ve döşemeleri nâdîde ağaçlardan yapılmış, arabesk tavanlı, müzeyyen, en az sekiz geniş oda açılmaktadır.

«Yukarı katda devlet işlerinin görüşüldüğü şark ile garbın lüksünü mezcetmiş altın yaldızlı dâireler bulunur. Burada Türk dîvanları, sîm işlemeli kadifeleri yerine Av-rupakârî koltuk ve kanapeler; Ceneveden, Sevrden, Pompeiden, Irandan, Ingiltereden gelmiş türlü tezyinat, eşya, porselen, biblo, halı görülür. Bunlar' arasında Hünkâr iskelesi muahedesini müteakıb Rusya Çarı tara-, fmdan Pâdişâha hediye edilen, dünyanın en muhteşem altı endam aynası vardır. Dâire-

BEYLERBEYİ SAHİL SARAYI

2694

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

2695 —

BEYLERBEYİ SAHİL SARAYI



kısımdır. Sultanın en sevdiği yerdir. Words-vvorth'ın:

. «Kuğu ile sudaki aksi beraber yüzer..» dediği gibi, sakin sularda kayıb giden hayvanların karşısında bâzan saatlerce tefekkü-rata dalar. Gölün etrafını çerçiveleyen manolyalar, söğüdler ve diğer güzel ağaçların altında yaldızlı ve rengârenk sandallar bulunur. Sahilden takriben elli yarda ilerde zarif "Hava Hamamı" görülür. Hava Hamamı, yazın müz'ic sıcaklarından korunmak için kullanılan bir mel'ce olub tavanı, zemini ve duvarları mermerden inşâ edilmişdir; duvarlarının üst kısmından dökülen sular müteaddid deniz hayvanı kabuklarından, deniz yosunlarından ve mercan kayalarından şırıldayarak akarlar ve daimî bir serin hava cereyanı meydana getirirler. Bu güzel salonun iki tarafında daha basit birer kısım bu-

lunur, ve hepsi birlikde hayal kudretinin en son ibda edebileceği zarif bir oyuncağa benzer.

«Zirvenin yanı başında serviler, çınarlar arasında yaldızlı bir köşk pırıldar. Buradan görülen teshirkâr güzelliği bir sanatkâr renk ve çizgi hâlinde tesbit etmeden geçmez. Gür ormanlı tepelerin eteklerini çeviren.ve evlerle müzeyyen kıvrınlılı sahiller, kalelere temel teşkil eden kayalar, Boğazdan geçen gemilerin yelkenleri, ve daha uzakda fırtınaların hükümran olduğu Karadenizin yol vermek istemeyen kalelere meydan okurcasına kudurmuş dalgaları., bütün bunlar bir zâi-rin hayretini, ressamın nazarlarını celb edecek bir tablo meydana getirir..».

Abdülâziz tahta çıktıktan bir müddet sonra bazı eski saraylarla beraber Beylerbeyi Sarayı da yıktırıldı, ve yerine hassa




Yeni Beylerbeyi Sahil (Resim; Osman

lerdeki mefruşat ve müzeyyenâtm hayalleri, iki imparatorluğun armaları bulunan bu aynalardan daha füsünkâr tesirlere bürünerek in'ikâs ederler. Kabartma çiçeklerin, zemindeki parlak renkli halıların salona bahşettikleri ışık ve neş'e atmosferini, pencerelerin dışında nazarlı okşayan fıskiyeler, yaldızlı kafesler tezyid etmektedir.

«Padişahın kabul salonu küçüktür; fakat pâdişâhın oturduğu dîvan bir hârika, salonun, Sarayburnundan Rumelihisarma kadar uzanan nezâreti ise muhteşemdir.

«'Ziyafet salonu, mozayiklerle müzeyyen birbirine geçme klymetdar tahtalardan ya-pılmısdır. Tavan ise ananaslar üzerine atılmış asma yaprakları ve üzüm salkımları ile süs-lenmişdir.

«Sultanın husûsî dâiresine uzun bir galeri ile geçilir. Galerinin iki tarafındaki beyaz mermer çeşmelerden sırıklayarak sular akar; bunlardan birinde su, ak mermerden yapılmış gaayet sanatkârâne işlenmiş bir tüyden damlar, öyle ki, o taş tüy, ucunda biriken

Sarayında bir salon ZeM Çakaloz)

damlaların ağırlığı ile sanki eğiliyornıuş hissini verir. Başka bir çeşmede ise su, kenarlarında aşk bebekleri oynaşan bir nilüferi doldurarak taşar.

«Harami selâmlıkdan ayıran bu dâirede her türlü konfor temin edilmişdir. İki oda, mümkin olabilen en güzel tarzda ve krem renginde hasır ve kamış mefruşat ile döşen-mişdir.

«Harem bir mühürlü kitabdır. Saray hanımlarına, Sultan Mahmuda tahsis olunan dâirelere bile şöyle tatmini merak kabilinden bakmak müsâadesi verilmezken bir yabancının müdhiş kıskançlıkla kapanmış kapuları aşarak hareme girebilmesi nasıl mümkin olabilir.

«Sarayın arkasındaki dağın tepesine kadar kademe kademe yükselen vâsî ve muhteşem bağçelere'geçelim. Her kademe bir ecnebi bağçıvanm yedi ihtimamına bırakıl-mışdır, her bağçıvan da kendi memleketinin usulünce bağçesini tanzim etmişdir. Bunların en nefisi "Kuğular Gölü" nün bulunduğu


Yüklə 5,55 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin