Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sahil kapusu Resim: Sabiha Bozcalı


Beyoğlu (Necîb Bey Rehberinden, 1018)



Yüklə 5,55 Mb.
səhifə52/76
tarix27.12.2018
ölçüsü5,55 Mb.
#86801
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   76

Beyoğlu (Necîb Bey Rehberinden, 1018)

başlamışdır. Faransa Büyükelçisi Philippe de Harlay'nin arzusu üzerine St. Louis deş Français Kilisesi 1828 de Fransa Sefarethanesi arsasında yapılmışdır.

• «1700 yılında Beyoğlu, bugünkü Tünel - Galatasaray Caddesi ile bu caddenin yan sokaklarından ibaretti. Cadde dar ve kaldı-rımsızdı. Batıda «Petits Champs» mezarlığı (Âşıklar Mezarlığı?), doğuda da İncir Bostanı Beyoğlunu çerçiveliyordu. Büyük elçilik binaları da İncir Bostanı boyunca sıra-lanmışdı. (O tarihde) Beyoğlunda yalnız Dörtyol, Tomtom, Polonya, Asmalımescid ve Galatasarayı semtleri bulunuyordu; bunlardan ilk üçü hiristiyan, son ikisi de müslüman semti idi.

«1780 yılma doğru Beyoğlu iki kısımdan ibaret olup, bunların merkezini Balık Pazarı ile Galata Sarayı teşkil ediliyordu. Güzel Sokak, yâni büyük elçilikler sokağı, güneyde bulunuyordu. Öbür sokak ise, bir yandan Halil. Paşa tarafından inşâ edilen Büyük Topçu Kışlası (Taksim Kışlası), öbür yandan da Grands Champs mezarlığı (Ayaspaşa Mezarlığı?) ile sınırlanıyordu.-Bu sokakda genel evler bulunuyordu (1780 târihi için genel evler mevzûibahs -olmamak gerekir. İst. An). Soldaki ucunda «H6-pital deş Français de la Peşte â Pera = Fransızların Beyoğlundaki .Vebalılar Hasta-hânesi bulunuyordu. Grands Champs'daki vebalılar mezarlığına yakın bir sokakda, 1719 da inşâ edilmiş olan bu bulanın eski adı «Hopital Giffard = Giffard Hastahâne-sb olup bugün Fransa Başkonsolosluğudur. Hastahânenin yaranda, bütün bu semte adını veren Taksim, yâni su taksim yeri bulunuyordu.

«Aya Dimitri tepeleri üzerinde XVIII. yüz yılda, şimdi şehre katılmış olan Tatavla Köyü, Kurtuluş vardı. '

«XIX. yüz yıl boyunca Beyoğlu çok ge-nişlemişdir Evler Kasımpaşa vadisi ile Tophane yamaçlarını kaplamışdır. Petits Champs mezarlıkları 1860 - 1864 yıllarında kaldırılmış, Galata surları yıktırılmış, yeni yeni caddeler açılarak semtler inşâ edilmiş-dir.

«Beyoğlu Cadesi 1831 yangınından sonra ilk defa güneye doğru genişlemişdir. Ku-

zey kısmı ise binlerce evi yok eden ve yüzlerce insanın ölümüne sebeb olan 1870 yangınından sonra genişletilmişdir.

«1873 de Galata ile Beyoğlu arasında tünel yapılmış ve Beyoğlu Caddesi boyunca atlı tramvay kurulmuşdur. Bu sebebden caddenin bir kısmı ikinci defa olarak genişletilmişdir 1913 de elektrikli tramvay Beyoğlunu Şişliye bağlamışdır.

«XX. yüz yılın başındanberi Beyoğlu durmadan yayılmış ve sağdan soldan yeni yeni semtler yükselmişdir. Taksimdeki eski askerî tâlim meydanı, Ayaspaşa civarları, Maçka, Nişantaşı, Bomonti, Şişli modern, meskenlerle kaplanmışdır. Bir tramvay şebekesi Kurtuluş, Şişli Beşiktaş ve Maçkayı Taksime bağlamaktadır. Tiyatrolar, sinemalar, yabancı hastahâneler çoklukla burada kurulmuştur. Eskiden Caddei kebîr denilen Taksim - Tünel arasındaki Caddeye Cumhuriyetden sonra istiklâl- Caddesi adı verilmişdir» (Türk Ansiklopedisi, 6. cild).

Yukarıdaki satırların yabancı bir kay-nakdan tenkidsiz bir terceme ile Ansiklopediye nakledildiği aydın görülmektedir.

Ahmed Refik Bey (B.: Altmay, Ahmed Refik) Beyoğlu adına "Sokollu" adlı eserinde şu satırlar içinde temas ediyor:

«İstanbul, Kanunî Sultan Süleyman zamanında genişledi. Devletin kuvveti ve zaferleri ile beraber ticâreti de yüksek bir mertebeye vâsıl oldu. İstanbula her tarafdan tüccar geliyordu. Bunlar için Galatada yeni yeni mahalleler tesis edildi. O devirde Beyoğlunda bir kaç mezarlıkla bağlar ve tarlalar vardı. Fransa, Lehistan ve Venedik elçilerinin sarayları, Galatasaray Acemioğ-. lanlar Mektebinin civarında idi. O zamanlar Maktul İbrahim Paşanın adamlarından Al-vario Griti de Taksim civarındaki sarayında oturuyordu. Bu zât Venedik Balyosu idi, kendisi bakında yazılan müharreratda «Beyoğlu» diye yâd olunurdu. Keza Kasımpaşa, Pirîpaşa, Ayaspaşa, Pîyalepaşa mahalleleri de Kanunî zamanında tesis edildi. Bu mahallelerin yâd olundukları isimler hep Kanunî devri ricalinin isimleriydi» (Sokullu, s. 92).

Kanunî Sultan Süleyman zamanında, 1555 de İstanbula Almanya İmparatorunun



BEYOĞLU

- İ766 -


İSTANBUL

AttSİKLÖPEDISI



-2?0f-

BEYOĞLU



elçisi olarak gelmiş olan Busbecq "Türk Mek-tubları" adı ile meşhur sefâretnâmesinin bir yerinde Beyoğlundan kısaca şöyle bahsediyor:

«Beyoğlunda bir çok tacirler oturmaktadır; bunlar İtalyandırlar. Hıristiyan esirleri tahlis hususunda büyük muavenetleri görülüyor».

Lâle Devrinde İngiltere elçisinin zevcesi olarak İstanbula gelmiş ünlü yazar Lady Montague 29 mayıs 1717 tarihli bir mektubunda Beyoğlu hakkında şu satırları yazıyor:

«Sefarethanemiz Beyoğlunda. Westmins-


ter Londranın nasıl ki varoşu ise, burası da
îstanbulun varoşu. Bütün sefirler burada, bir
birine yakın oturuyorlar. Sefarethanemizden
liman, şehir, saray, Anadolunun uzak dağla
rı hep görünüyor, dünyanın en güzel manza
rası...». , "-• * ,
Geçen asır ortalarında yaşamış piyasa sazen
de ve bestekârlarından Ekmekçi Bagdasar'ın
Beyoğlu -üzerine mahur bir şarkısı vardır:

Yok felekde sevdiğimin feir eşi

Başka âlemdir Beyoğlu cünbüşü



Kıydı cana ol eivann gelişi

Başka âlemdir Beyoğlu cünbüşü

İysü işret zevki mehtâb ideîim Seyri Şişli Çiftliğinde nidelim Yâr ile tâ foaîoyadek gidelim Başka âlemdir Beyoğlu cünbüşü



Sanlayım sarayım ince belin Akıdayım kanını engellerin Sabrı yande böyle seyre âdemin Başka âlemdir Beyoğlu cünbüşü

Bu şarkı da aydın olarak göstermektedir ki geçen asır ortalarında Şişli kırlık, bir çift-likdir.

Mora ihtilâli, Navarin deniz baskını faciasından sonra başlayan Türk - Rus harbi ve o sırada Yeniçeri Asker Ocağının kaldırılması Galata ve Beyoğlu ramlarını şımartmış, hem siyasî hem de inzibatî bakımdan sevimsiz vak'alar olmuş, yahud olması muhtemel vak'alar önlenmek istenmişdir ki Lütfi Tarihinde 1826 yılı vekaayii arasında şöyle bir fıkra vardır:

«O esnada Yunan Meselesi münazaasından dolayı Beyoğlu ve Galatanın muhafazası ehemmiyet kesbetmişdi; ve daha bâzı mevhum sebeblerden, (vak'a nüvis bu nıübhem

ve güya küçümser tâbir ile îstanbulda bir rum kıyamını îmâ ediyor), Galata ve Tophane taraflarının muhafaza hizmetinde bulunan Tophane askerinin müsellah dolaşmaları için pâdişahdan izin istendi». Ayni bendin altında dere edilmiş bir hattı hümâyun suretinden, pâdişâhın oralardaki karakollar efradına bu müsaadeyi verdiği öğreniliyor.

1850 - 1860 arasındaki Beyoğlunu Beyoğlu rumlarının kibarlarından Dr. Zoiros Paşa şöyle anlatıyor:

• «Ondokuzuncu asrın ortalarında Beyoğlu cadde, sokak ve evlerinin hal ve vaziyeti, halkın, ezcümle kadınlarının kıyafetleri, giyiniş tarzları bambaşka idi. Caddeler dar, sokaklar yanın yumru idi. Sefarethaneler, konsoloshaneler, zengin rumlarm bâzı ermeni katolokle-rinin ve îstanbulda yerleşmiş olan ecnebilerin mükemmel kagir evleri, ve Avrupanın ikinci ve üçüncü derecedeki otellerini andırır bir kaç oteli istisna edilirse, bütün binalar ah-şabdı. Ve bittabiî bu binalarda konfor nâmiy-le bir şey aranamaz jdi. Cadde ve sokaklar temiz de değildi.

«İslâmlar la gayri müslimlerin mahalleleri ayrı yerlerde olduğundan Beyoğlunda oturanlar muhtelif din, ırk ve milliyete men-sub hiristiyanlardan ibaretti, ve çoğu rum idi. Rumlardan sonra Ermeniler ve ermeni katolikler, ve yerlirler ile esnecîlerin ihtilâ-tından husule gelip «Tatlısu Firengi» denilen melezler ve ecnebiler Beyoğlu tarafı halkını teşkil ederlerdi.

«O devirde Beyoğlunda hiç bir mûsevî ailesi yokdu.

«Şimdi caddelerde görülen kalabalık o devirde yokdu, hele kadınlar nadiren sokağa çıkarlardı. Ecnebi kadınlar ile zengin rum kadınları kıyafetçe o vakit fransız modasını tâkib ederlerdi. Diğer kadınlar entari ve şalvar giyerler, ve sokağa ferace yaşmakla çıkardı, şu kadar ki islâm kadınları gibi yüzlerini örtmezler idi.

«O devirde gezinti yerleri pek mahdud-du. Yaz akşamları Beyoğlunun ileri gelen aileleri Taksim Bağçesinin ilerisinde dar bir so-kakdan geçerek Bella Vista denilen kahveye giderler ve ancak kendisine güvenen bâzı delikanlılar Küçük Ihlamura kadar uzanırlardı.

«O devirde Beyoğlunda pek çok kahve-

hâne var idi. Bunların o devre göre en asrisi "Gafe Riche = Kafe Riş", Kafe Tortoni" ve "Kafe Valori" idi. Bunlardan yalnız Valori Kahvehanesine Beyoğlunun pek yüksek tabakasına mensub kadınlar nadiren girebilirlerdi. Kahvehanelerin müdavimleri ezcümle kışın bekârlardı.

«Müzik Haller ve Kafe Şantan'lar bu ta


rihlerden çok sonra açılmışdır. O devirde Na-
om adında Halebli bir hiristiyan idaresinde
Avrupadakilerin ikinci ve üçüncü derecele
rinde bir de tiyatro vardı. Bu tiyatroda tem
siller fransızca ve italyanca verildiği için mü
davimleri bittabiî ecnebilerle bu lisanları bi
len yerlilerdi. 'Bu tiyatronun müdürü Naom,
osmanlı vezirlerin olub hâriciye müsteşarlı
ğında ve Cebeli Lübnan mutasarrıflığında
bulunmuş olan Naom Paşanın babası idi (B.:
Duhânî, Said). Bu tiyatro 1870 tarihindeki
büyük yangına kadar muntazam temsilleri
ile halkın mümkin mertebe ruhî gıdasını te
mine çalışmışdır. ,-

«1861 tarihinde bir yunan dram kumpanyası İstanbula gelerek Beyoğlunda muntazam temsiller vermiş ve pek büyük rağbete mazhar olmuş olduğu için bu kumpanya her sene kıs mevsiminde İstanbula gelirdi. Beyoğlunun belli başlı eğlence yerleri bu saydığım kahvehaneler ve tiyatrodan ibaret. Gerçi Kaptan Mihal ve Kaptan Vangel adlarındaki kimseler idaresinde muntazam kumarhaneler de vardı, fakat kumar, o zamanlar şimdiki gibi taammüm etmemişdi, bu kumarhanelerin müdavimleri ayak takımından kimselerdi. İçtimaî mevki sahibi hiç bir ferd o batakhanelerin önünden bile geçmezlerdi» (Osman Nuri' Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. II, S. 651).

Ahmed Midhat Efendi «Bir fitnekâr..» adındaki uzun hikâyesinde, Mümta'-s Bey adında kibar bir İstanbullunun Mansur adındaki yezidî kölesinin portresini çizerken îstanbulda alafrangalık düşkünlüğünün başlangıcına ve bu yolda Beyoğlunun ehemmiyetine iki satırla temas ediyor, fakat bir tarih rakamı kaydetmiyerek «o zamanlar» demekle iktifa ediyor, alafrangalığa düşkün gene kölenin portresi şudur;

«Bu çocuk o zaman 17 - 18 yaşında bir şey olub aslı yezidî ise de buğday renkli ben-

zi üzerinde üzüm gibi kara gözler ve kuzgu-nî siyah kaşlar ve saçlar ol kadar halâvet-bahş idi ki Hanım Efendi, şâyed Beyin bu çocuğa alâkası vardır diye gözünde ok olsa atup Mansuru vuracak mertebede idi. Uşak Karabacak da yirmi beş yaşında gene bir adam olub Mansura ol kadar muhabbeti var idi ki Mansur hakkındaki hissiyatını gönlünde mukayese eyledikçe, âlemde aşkın alâka dirler bir şey var ise o da benim bu Mansur hakkındaki hissim olmalıdır derdi. Mansurun her meziyetene zamîmeten bir de nezâfeti vardı ki, o zamanlar îstanbulun alafrangaya henüz ibtiâyi ibtilâsı olup halk Beyoğlunda bir saç taratmak için yirmi kuruş perÛKâr ücreti verdiği halde bizim Mansur İstanbulun en hücrâ ve her şeyden mahrum olan bir mahallinde her levazımı bizzat kendisi hazırlayarak Beyoğlu frenklerinden bile daha alafranga ve daha süslü gezerdi».

Ahmed Midhat Efendi, geçen asrın Beyoğlu bekâr hayatını ve bekâr pansiyonları ile . Beyoğlu otellerini «Bekârlık Sultanlık» adındaki uzun hikâyesinde anlatmaktadır (B.: Bekârlık Sultanlık).

Yine Ahmed Midhat Efendi «Yer yüzünde bir melek» adındaki romanın ilk satırlarında bir kış gecesini tarif ederken, 1845 -1850 arasında Beyoğluna kurtların hücum ettiğini yazıyor; bu da, geçen asır ortalarında^ Beyoğlunun, Taksimden öte kısmının kırlık olduğunu gösterir, romancı 1844 de doğmuş olduğuna göre, dayandığı rivayetler kuvvetli olmak gerekir.

Geçen asır sonlarının Beyoğlunu en; canlı tasvir eden muharrirler arasında Ahmed Rasim ile Sermed Muhtar Alus'u bilhassa hatırlamak lâzımdır. O güzel yazılar, bu ansiklopedide, Beyoğlunun târihine geçmiş müesseselerin müstakil maddelerine alınmışlardır.

Muhafazakâr müslüman türklerin nazarında Beyoğlu, son zamanlara kadar bir fuhuş ve rezalet âlemleri .yeri görülürdü; bir geçin Beyoğlunda dolaşması, onların nazarında iffetşiken bir hâdise idi. Galatasaray Sultanîsi Beyoğlunda olduğu halde, Darüşşafaka, talebelerinin köprüyü geçmesine tahammül edemezdi; Darüşşafakadan yetişmiş Ahmed Rasim anlatıyor:

«... derslerime çalışmakla beraber başka



BEYOĞLU

2?0â —

İSTANBUL



şeylere de göz atıyor, kulak veriyordum. Diğer taraf dan Müdiri mekteb de gözümüzü açacak, fikrimizi üğraşdıracak vesileler buluyordu. Meselâ her izin günü bizi divanhanede topluyor, nasihat yollu sözler söyledikden sonra:

— Galataya, Beyoğluna geçilmeyecek!, semtli olanlar bile ora sokaklarında gezinmeyecek!, diyordu.

«Acaba Galata ile Beyoğlu nasıl mahallerdir ki gidilmesi memnu?.. Bu tenbih hepimizi uyandıryor idi» (Ahmed Rasim, Muharrir, şâir, edîb).

Beyoğlu piyasaları, geçen asır sonlarında alafrangalık düşkünü türk gençlerinin cuma ve pazar günleri hemen yegâne eğlenceleri idi. Servetifünün sahibi Ahmed İhsan Tokgöz şunları yazıyor: «Pazar günü arabalara, atlara binüb, yâhud, daha sâde olarak-ele baston, şemsiye alub Beyoğlu cihetinden istifâdeye ritaban olanlar kendi kendilerini tebrik etmişlerdir; bunun sahnei tezahürü de tabiî Beyoğlu Caddei Kebîridir. Tünel Meydanından Şişliye kadar olan cevelângâh iğne atılsa yere düşmeyecek şeklini almış idi».

G^çen asır içinde Beyoğlu piyasaları üzerine istanbullu bıçkın ağzından çıkmışa benzer güzel bir türkü vardır; mısralar, Beyoğlu meftunu gene küçük beylerin o eski kabadayıların gözüne biraz tuhaf görüldüğünü açıkça belirtmektedir.

Beyoğiunda gezersin

Aldırmayub geçersin

Sevdiceğim »yavrucuğum

Niçin niçin beni üzersin

Ah., ah..

Tıkır tıkar da sen bana gel

Şıkır şıkır da sen bana gel

Beyoğlnnda gezersin Gözlerini süzersin Sevdiceğim yavrucuğum Niçin niçin beni üzersin Ah., ab...

Tıkır tıkır da sen bana gel Fıkır fıkır da sen bana gel

Beyoğiunda gezersin Kâkülünü dökersin Sevdicegim yavrucuğum Niçin niçin beai üzersin

Şıkır şıkır da sen bana gel Tıkır tıkır da sen bana gel

Bu türkünün notasını maalesef elde edemedik.

ikinci Abdülhamid devri sonlarının sahne yıldızlarından kantocu Büyük Şamram'ın hüzzam bir kantosu vardır, şudur:

Beyimin gelişi hoşdur

Gaaliba cebleri boşdur

İspir çal kamçıyı koşdıır.

Bulaşıkdr beyim benim

Sarmaşıkdır beyim benim

Gözlerin kara karası

Hanımların maskarası Âşıkının yüz karası..

O devrin şık beylerini tehzil yolunda söylenmiş olacak bu kanto ayak takımı, tulumbacı güruhu tarafından pek tutulmuşdu. Devrinin hakikaten pek dilber bir yosması olan kantocu Peruz ise bu rağbeti görünce, pek kıskanç bir kadın olduğu için ortaya hemen bir taklidini koydu, Peruz Şamramdan sanatça üstündü, şık beyini Beyoğlunun akşam piyasasına çıkardı ve kantosu Şamrammkini basdırdı:



Beyoğlunun her akşam

Piyasası pek hoşdur

Benim güzel beyimin

Gaaliba cebi boşdur

Nazlı güze! beyimde



Ahu gözîer kestane

Piyasada etrafa



Bakışları mestâne

Bıçkın meşreb beyimin

Cilveleri pek hoşdur

Beyoğiunda her akşam

Dolaşırken sarhoşdur

Çal kamçı ispir oğlan

Nazlı yârimi koşdnr

Balaşık küçük beyim

Kabından taşkın beyim

Beni divâne eden ,

Senin aşkındır beyim

Tutulduğum oğlanın

Gözleri kara kara

Güzellikde eşi yok

Bir düzenbaz maskara

Beyoğlu piyasası

Pek hoşdur dolaşması

Soyuldum soğan gibi

İşte kesenin dibi

ANSİKLOPEDİSİ

2709

BEYOĞLU



f*

Vay vay vay vay pek yandım Yazık pek geç uyandım.

1918 mütârekesinin kara günlerinde îs-tanbulda bulunmuş Paul Herigo (?) adında bir fransızm "Rus Ateşi" adlı romanında Beyoğlunun bir tasviri vardır; bu romanı dilimize terceme eden Ahmed îhsan Tokgöz "yalnız isimleri değiştirilmiş hakiki roman" diyor:

"Beyoğlunda o muhite kendini beğendirmek isteyen gençler mutlaka her gece sabahlara kadar dolaşmak ve gezmelidir. Acaba moskoflar İstanbula akın edib bir takım barlar açmadan gece eğlencesine muhtaç olanlar ne yapıyormuş? (B.: Bar; Baloz; Beyaz Ruslar, Istanbulda).

«Beyoğlunun kafe konser ismi altındaki mahalleri ve eğlence yerleri çok adî şeylerdir. Oralarda romanyalı sedası bozuk aktörler, Fransadan dökülmüş kötü şantözler, ga-rib şiveli danimarkalılar, Japonyadan gelme canbazlar.. fakat hepsi başka yerlerde zor geçer mahlûklardır.

«Sinemalar dünyâyı devr etmiş aşınmış filmleri gösterir; ve bu filmleri arka arkaya mütemadiyen işletir. Beyoğlunun rumları ellerindeki pasdırma ve sucuk ve ekmeği yiyerek sinemaya dolar, para verdim ve iyi anla-yayım diye ayni filmi bir kaç defa seyr eder. Bu filmlerin çoğu muhtelif memleketlerde yapılmış olduğu halde ekseriya Fransadan gelmiş diye ilân edilir. Sinemaların orkestraları pek fena değildir.

«Tiyatro yok gibidir. Parisin Jimnaz tiyatrosundan gelmiş diye ilân edilen Madma-zel Martte Resine felemenk şiveli bir yabancı idi. Bir gün Perapalas Otelinin yemek salonunda Batarciyan ismindeki tırnakları kirli, esvabı yağlı bir ermeninin sofrasında idi.

«îşte moskoflar gelip lokanta, konser, bar, kabere ve kumarhane açınca Beyoğlunun bir eksiğini tamamlamış oldular. Ekserisi yahudi moskoflar tarafından çok zekâ ile idare olunan bu yerlerde rııslara mahsus olan müteşebbis gece hayatı ve eğlencesini bulmak kaabildir. îstanbula Vrangel Ordusu artığı olarak gelmiş kibar moskof kadınları garsonluk yapıyor, içlerinde kibar takımına mensub olmayanlar da var, bunların bile kibar olmadığını, asıl kibarlar söylemeğe te-

nezzül etmiyor.

«Ekseriya zabit rütbesinde olan kocalar lokanta ve barlarda kapucu, barci, kumar memuru, piyanist vazifesini görürler, fakat zevcelerinin bulunduğu yerlerde çalışmazlar, kadınları kendilerinden uzak ve serbest bırakırlar. Sabahın saat ikisinden sonra her koca karısını diğer barın kapusunda bekler beraberce evlerine giderler.

«Rus kadınlarının buralara gelmesi bir şeye daha yaramışdır; bu zavallı mahlûklar fakir hayata katlanmamak için lövanten veya rum ve yahudi zenginlerinin iltifatlarım kabul etmişler, ve altı ayda onları soyub soğana çevirdikleri gibi onlara hadlerini bilmeği öğretmişler, paralarını ellerinden almak için bu kaba adamları, odalarına kabul etmeden ellerindeki cıgaralarını olsun atmağa mecbur etmişlerdir».

Birinci Cihan Harbi sonunda kara işgal günlerinde Beyoğlu rumlarının şımarıklığı, istanbul târihine geçmiş acı hakikattir.

O zamanlar millî serpuşumuz olan fese hakaret, her vesile ile hergün pek çok görülen vak'alardandı. Duygulu insan için Beyoğ-luna çıkmak bir ızdırab teşkil ederdi.

Zamanımızda Beyoğlu som kozmopit bir semttir. Istanbulun en "büyük ve en lüks müesseseleri otelleri, eğlence yerleri Beyoğlun-dadır.

Ve nihayet hâlen de, her türlü fuhuş, Beyoğlu sokaklarında, museccel veya gizli evlerindedir.

Yakın ve uzak geçmişde ve zamanımızda Beyoğlunun en namlı müesseseleri, bu ansiklopedide kendi müstakil maddelerinde tesbit edilmişdir.

Beyoğlu ilçesi — 1960 sayımında Beyoğlunun nüfusu 214 369 can idi. ilçenin 6 bucağı vardır:


  1. Beyoğlu Merkez Bucağı — Mahallele
    ri: Şahkulu, Tomtom, Asmalımescid, Kâmer-
    hâtun, Hüseyinağa, Kalyoncukolluğu, Çukur,
    Kuloğlu, Firûzağa, Evliya Çelebi.

  2. Galata Bucağı — Mahalleleri: Yenica-
    mi, Arabcamii, Emekyemez, Bereketzâde,
    Kemankeş Karamustafa, Müeyyedzâde, Ha-
    cımimi, Kıhçalipaşa, Pürtelâşhasanef endi,
    ömeravni.

B. Kasımpaşa Bucağı — Mahalleleri: Bed-

BEYOĞLU

2710

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

BEYOĞLU


reddin, Yahya Kâhya, Sürusi Mehmedefendi, Hacıhüsam, Küçükpiyâle, Camiikebir, Kaptan, Kadı Mehmedefendi, Çatmamescid.


  1. Hasköy Bucağı — Mahalleleri: Sütlü
    ce, Keçecipiri, Piriçavuş.

  2. Şişli Bucağı — Mahalleleri: Pangaltı,
    Bozkurt, Feriköy, Paşa, Duatepe, Cumhuri
    yet, Halâs'kârgazi, Meşrutiyet, Şişli.

  3. Taksim Bucağı — Mahalleleri: Bostan,
    Şehid Muhtarbey, Bülbül, Kocatepe, inönü,
    Eskişehir, Kâtib Mustafaçelebi, Cihangir, Gü
    müşsüyü, Harbiye, Yenişehir, Hacı Ahmed-
    efendi.

BEYOĞLU — 1882 temmuzunda Galata palikaryalarından Pandeli adında ayyaş bir şerire attığı bir tokat yüzünden o adam tarafından kahbece bıçaklanarak öldürülmüş Tophane İskelesi kayıkçılarından bir delikanlıdır. Asıl adı tesbit edilemeyen Beyoğlu, öldürüldüğü sırada on sekiz yaşlarında olub Tophane İskelesi kayıkçılar kâhyâ" sı Yahya Reisin evlâdı manevîsi ve semtde müstesna güzelliği ile meşhur bir çerkes genci imiş. Babası memleketinin hanedan sahibi beylerinden olub hicrî 1276, milâdî 1859 da ruslar nogay ve çerkesleri toplu olarak ve hemen yarı çıplak, mallarından bir habbe dahi aldırmayarak Türkiye sınırları-^ na döküb attıklarında Istanbula gelmiş, ve güzel çocuk beş sene sonra Tophanede doğ-muşdur; dokuz on yaşlarında iken anasını babasını kaybetmiş, Tophanede bir sefalet ve şenaat girdabına düşmeğe mahkûm iken Yahya Reisin himaye kanadı altına sığınmış-dır, vücud yapısı gelişib denize kürek çalabilecek çağa girince de, bir bekâr uşağı olan babalığının tek çifte kayığında kayıkçılığa başlamışdır.

ölümünden ört sene sonra, 1892 de, babalığı Yahya Reis, o tarihlerde gene, fakat tulumbalıcık âleminde bilhassa ayak takımının devam ettiği kahvehanelerde-bir halk şâiri, bilhassa destancı olarak tanınmış Üsküdarlı Vâsıf Hocaya müracaat ile Beyoğlunun katli vak'ası üzerine bir destan istemiş, Vâsıf Hoca da bu talebi, belki de bir ücret karşılığı, kabul ile bir destan yazmışdır, namlı destancının ilk eserlerinden biridir: 1. Beyoğlunun iskelede kayığı



Güzelliği sarhoş ider ayığı

Nevhat civan yaş onyedi on sekiz Kıvır kıvır o karanfil bıyığı

  1. Şahin başlı bir civelek dal fesdir
    Tophaneli delifişek çerkeşdir
    Ayak yalın sîne üryan celâsin
    Afilidir çalımlıdır, serkeşdir.


  2. Topuk vurur levendâne ayağı
    Ak şalvarın yerde sallanır ağı
    Kabar düşkünüdür çerkes dillâver
    Nişan belde Lajıûrî şal kuşağı


  3. Yahya Reis yâni o merdi meydan
    Namusu mücessem hafızı Kur'an
    Evlâdımsın deyû açub âguuşun
    Çeküb odasına eylemiş mihman


  4. Düşmez kalkmaz demişlerdir bir Aîlah
    Nevhat civan olmuş melâhetpenâh
    Oturmuş kayığa sahibi bâzû


Rûyi derya üzre mün'akis ol mâh

6. Çilelidir hep güzeller çileli
Göze geldi o kayıkçı güzeli
Tophanede bir gün yayıldı haber
Beyoğlunu vurmuş diye Pandeli


"7. Zehri kaatil Kefalonya çapkını Kan bürümüş gözlerinin akını Meyhaneden çıkmış kör kütük sarhoş Fark eylemez uzak ile yakını

Yüklə 5,55 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin