Örnek Bir Kuran Nesli 5 Kur'anî Yöntemin Yapısı 8


Müslümanın Milliyeti Akidesidir



Yüklə 0,51 Mb.
səhifə10/13
tarix22.01.2019
ölçüsü0,51 Mb.
#101421
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   13

Müslümanın Milliyeti Akidesidir


İslâm insanlığa ilişkiler, değerler, ölçüler ve bunların alındığı kaynağa dair yeni bir anlayış ge­tirmiştir. İslâm jnsanı Rabbine döndürmek; yarlığı­nı, hayatını, ölçü ve değerlerini aldığı yeri en yüce otojjteJahriak-için gelmiştir. İlişki ve bağlantılarını ona göre ayarlar. Ondan gelmış7yme~oiîa "dönecek­tir.

1 İnsanları Allah'a bağlayan bir tek bağın olduğu­nu vurgulamak için gelmiştir. Bu olmazsa, ne bir saygı, ne de bir sevgi kalır jj "Babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da akrabaları olsa bile, Allah'a ve ahiret gününe*iman eden bir milletin Allah'a ve peygamberine karşı gelenlere, sevgi beslediklerini

göremezsin. "(Mücadele, 22)

Allah'a ait çok değil, bir tek hizb (parti, grup) vardır. Diğer hizbler şeytana ve tağuta aittirler:

"îman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kafirler ise tağut yolunda savaşırlar. Şeytanın dostla­rıyla savaşın, gerçekte şeytanın hilesi zayıftır." (Nisa, 76)

Allah'a ulaştıran tek bir yol vardır. Diğer yollar kesinlikle ona ulaştırmazlar: "Bu dosdoğru olan yo­luma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yol­lara uymayın." (En'am, 153)

İslâmî olan tek bir düzen vardır. Onun dışında­kilerin hepsi cahilidir.

" Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar"? Yaki-nen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır?" (Maide, 50)

Tek bir şeriat vardır. O da İslâm Şeriatıdır. Di­ğerleri heva ve hevese dayanan düzenlerdir: "Sonra, seni de din konusunda .bir şeriat sahibi kıldık, ona uy. Bilmeyenlerin heveslerine uyma!" (Casiye, 18)

Ve meydanda çok değil, yalnızca tek bir hakikat vardır. Diğerleri sapıklıktır: "Hakikatin dışında sa­dece sapıklık vardır. Öyleyse nasıl olup da döndürü­lüyorsunuz?" (Yunus, 32)

Üzerinde İslâm devletinin kurulu bulunduğu, Allah'ın şeriatının egemen olduğu, hadlerinin uygu­landığı müslümanlann birbirlerinin velileri olduğu tek bir dar (ülke) vardır. O da dar-ül İslâm'dır. Onun dışındakiler dar-üî harp'tir. Müslümanm onunla ilişkisi ya savaştır, ya da ahd-i eman yap­maktır. O dar-ül İslâm değildir. Oranın halkıyla müslümanlar arasında bir velayet (dostluk) da yok­tur: "Doğrusu iman edip hicret edenler, Allah yolun­da mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar birbirlerinin velisi (dostu) dirler. ifnan edip, hicret etmeyenlerle, hicret edene kadar sizin dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse, ara­nızda anlaşma olmayan topluluktan başkasına kar­şı onlara yardım etmeniz gerekir. Allah işledikleri­nizi görür. İnkâr edenler, birbirlerinin velisi (dos­tujdirler. Eğer siz birbirinizle dost olmazsanız yer­yüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar, îman edip hicret eden, Allah yolunda savaşanlar ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte onlar gerçekten mümin olanlardır. Onlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır. Sonra iman edip hicret eden ve sizinle birlikte savaşanlar, işte onlar sizdendir." (Enfâi, 72-75)

İslâm böyle bir bütünlük ve kesinlikle insanı yükseltmek, onu toprak ve kan bağından kurtarmak için .gelmiştir. Allah'ın şeriatının hakim olmadığı, onunla mensupları arasındaki ilişkilerin Allah esa­sına dayanmadığı yer müslümana vatan olamaz. Onu, İslâm ümmetinin, İslâm ülkesinin bir üyesi ya­pan akidesinin dışında bir milliyeti de yoktur. Müs-lümanın Allah'a imandan kaynaklananın dışında bir yakınlık bağı da yoktur.

Yaratan'a iman edip, sonra akrabalık buna ek-lenmedikçe; müslümanm babasıyla, anasıyla, karde­şiyle, aşiretiyle yakınlığı gerçekleşmez:

"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, on­dan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve ka­dın meydana getiren, Rabbinizden sakınıp korkun. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten sakının." (Nisa, i)

Bu, müslümanlara düşman olan cephede olma­dıkları müddetçe; akide farkına rağmen ana-babayla güzel bir şekilde ilişki kurmaya engel değildir. Eğer düşmanlıkta bulunurlarsa ne bağ, ne de ilişki kalır. Abdullah b. Abdullah b. Ubeyy bize muhteşem bir örnek vermektedir: İbn-i Gerir'in İbn-i Ziyad'dan ri­vayetine göre şöyle dedi: Allah Rasûlü Abdullan b. Abdullah b. Ubeyy'i çağırdı. Babanın ne dediğini bi­liyor musun?, dedi. O da, anam babam sana feda ol­sun, ne diyor? dedi.

Allah Rasûlü buyurdu ki; baban, Medine'ye dön­düğümüzde güçlü olan zayıf olanı çıkaracak, diyor. Ey Allah'ın Rasûlü şüphesiz doğru söylemiş. Allah güçlü, o zayıftır. Sen Medine'ye geldiğinde Allah'a yemin olsun, herkesin de bildiği gibi babasına ben­den daha saygılı kimse yoktu.

Eğer Allah ve Rasûlü onun başını getirmemle ra­zı olacaklarsa hemen getireyim. Allah Rasûlü (s.a.v.) hayır, dedi. Medine'ye geldiklerinde Abdullah, elin­de kılıç kapıda babasının karşısına geçip, "Medine'ye döndüğümüzde güçlü olan zayıf olan çıkaracak di­yen, sen misin" dedi. "Allah'a yemin olsun gücün (iz­zetin), sana mı, yoksa Allah Rasûlune mi ait oldu­ğunu söyleyeceksin. Allah ve Rasûlü'nün izni olma­dıkça ne buranın gölgesine, ne de içeriye girebilir­sin"-dedi. "Ey Hazrec" dedi. "İbn-i Ubeyy oğlum, beni evime girmekten alıkoyuyor". Bazı insanlar geldiler, onunla konuştular. "Allah ve Rasulü'nün izni olma­dıkça kesinlikle girmeyecek" dedi. Peygambere gelip olan biteni haber verdiler. "Ona gidin, bırakın evine girsin, deyin" buyurdu. Ona gelip peygamberin sözü­nü bildirdiklerinde, "O'nun emri geldiğine göre, ar­tık girebilir", dedi.

Akide bağı yerleştiğinde, aralarında nesep ve ak­rabalık bağı olmasa bile, bütün mü'minler kardeştir: "Doğrusu iman edip hicret edenler, Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla cihad edenler ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte onlar birbir­lerinin velisidirler." (Enfal, 72)

O, bir nesli aşıp sonraki nesillere ulaşan, bu üm­metin başmı sonuna, sonunu da başına sevgi, saygı, dostluk bağıyla bağlayan bir velayettir: "Daha önce­den Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler, onlara verilenler karşısında bir çekememezlik hissetmezler. Kendileri zaruret içinde olsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nef­sinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, îşte onlar mutluluğa erenlerdir. Onlardan sonra gelen­ler, "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş kar­deşlerimizi bağışla, kalbimizde mü'minlere karşı kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz sen şefkatlisin, merhametlisin" derler." (Haşr, 9-10)

Allah (c.c.) zaman tüneli içinde kendilerinden önce iman etmiş olan peygamberlerden örnekler ve­rir: "Nuh Rabbine seslendi: Rabbim! Oğlum benim ailemdendi. Doğrusu senin vadin haktır. Sen hük­medenlerin en iyi hükmedenisin. Allah: Ey Nuh!. O senin ailenden sayılmaz, çünkü o, iyi olmayan bir iş yapmıştır. Öyleyse bilmediğin bir şeyi benden isteme! Sana cahillerden olmamanı öğütlerim, dedi. "Rabbim! Bilmediğim şeyi senden istemekten sana sığınırım. Beni bağışlamaz ve bana merhamet et­mezsen hüsrana uğrayanlardan olurum, dedi." (Hud, 45-47)

"Rabbi İbrahim'i bir takım emirlerle denemiş, o da onları yerine getirmişti. Allah, "seni onlara önder kılacağım" demişti. O, "soyumdan da" deyince "Za­limler benim ahdime erişemez" buyurmuştu."(Bakara, 124)

"İbrahim: "Rabbim! Burasını emin bir şehir kıl, halkından, Allah'a ve ahiret gününe iman edenleri rızıklandır" demişti. Allah da; "İnkar edeni de az bir müddet geçindirir, sonra da onu ateşin azabına uğramak zorunda bırakırım, ne kötü sonuç" buyur­muştu." (Bakara, 126)

İbrahim, babasının ve anasının sapıklıkta ısrar ettiklerini görünce, onları terkeder: "Sizin Allah'tan başka ibadet ettikleriniz bırakıp çekilir, Rabbime dua ederim. Rabbime ettiğim duada mahrum kal­mayacağımı Umanm." (Meryem, 48)

ibrahim, kavmi ve onlarda bulunan güzel örnek­ten de şöyle bahseder: "İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizin için uyulacak güzel bir Örnek vardır: Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: "Biz sizden ve Allah'tan başka ibadet ettiklerinizden uzağız, sizin dininizi inkar ediyoruz, bizimle sizin aranızda yal­nız Allah'a iman edinceye kadar sonsuz bir düş­manlık ve öfke baş göstermiştir." (Mümtehine, 4)

Ashab-ı Kehf gençleri de, dinlerini Allah'a özgü kılmak için ailelerim, milletlerini, topraklarını bırakip gitmişlerdir. Vatanlarında, ailelerinde, kabile­lerinde kendilerine bir yer bulamayınca akideleriyle Rabblerine sığınmışlardı: "Onlar Rablerine iman et­miş bir kaç gençti. Onların hidayetlerini artırmış ve kalplerini pekiştirmiştik. Durup, şöyle demişlerdi: "Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. O'nu bırakıp başka bir tanrıya dua etmeyiz, yoksa and olsun ki, batıl söz söylemiş oluruz. Şu bizim milletimiz Al­lah'ı bırakıp O'ndan başka tanrılar edindiler. Onla­rın gerçek olduğuna dair apaçık delil getirmeleri ge­rekmez mi? Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir? Onlara: "Siz onlardan ve Allah'tan başka ibadet ettiklerinizden ayrıldınız, bunun için mağaraya girin ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve size işinizde kolaylık göstersin" denildi." (Kehf, 13-

16)


Nuh ve Lut'un hanımları, eşlerinden, akideleri farklı olduğu için ayrılıyorlardı. 'Allah inkar edenle­re, Nuh'un karısıyla Lut'un karısını örnek verir. Onlar kullarımızdan iki iyi kulun nikahı altında iken onlara karşı hainlik edip inkarlarını gizlemiş­lerdi de o iki peygamber Allah'tan gelen azabı onlar­dan savamamışlardı. O iki kadına cehenneme giren­lerle beraber siz de girin, denildi." (Tahrim, 10}

Öte tarafla da Firavunun hanımı vardır: "Allah iman edenlere Firavunun karısını örnek verir. O, Rabbim! Katından bana cennette bir ev yap, beni Fi­ravundan ve yaptıklarından kurtar, beni zalim milletten kurtar, demişti."(Tahrim, ıi)

Böylece bütün ilişki ve bağlarda örnek çoğal­maktadır: Nuh kıssasında babahk bağı, İbrahim kıs­sasında oğul ve vatan bağı, ashab-ı kehf kıssasında aile, kabile ve vatan bağı, Nuh ve Lut'un kanlarıyla, Firavunun karısında eş bağı gözler önüne serilmek­tedir.

Orta (vasat) ümmete gelinceye kadar, bu büyük kervan ilişki ve bağların gerçekliğini, düşüncesini de taşıdı. Bugün bu ümmet bir Örnek ve tecrübe biriki­mine sahiptir. Müslüman ümmete düşen şey, Rab­bani yönteme göre davranmaktır. Akide farklılaştı­ğında kabile ve ev de farklılaşmış, bölünmüştü. Böy­lece tek bir bağ çıkmıştı ortaya. Müminlerin sıfatıy­la ilgili Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da akrabaları dahi olsa, Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir milletin Allah'a ve peygamberine karşı ge­lenlere sevgi beslediklerini göremezsin, işte Allah, imanı bunların kalblerine yazmış, katından bir nur ile onları desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetlere koyar. Allah onlardan hoşnud olmuştur, onlar da Al­lah'tan hoşnud olmuştur. İşte bunlar, Allah'ın hiz­bidirler. İyi bilin ki saadete erecek olanlar, Allah'ın hİzbİndekİlerdİr." (Mücadele, 32)

Muhammed (s.a.v.) ile amcası Ebu Leheb, amca-oğlu Amr b. Hişam (Ebu Cehil) arasındaki akrabalık bağı kesildiğinde; muhacirler aileleri ve akrabalarıy­la savaşıp onları öldürdüklerinde, muhacirlerle en-sar arasında akide bağı oluştu. Onlar aile ve kardeş oldular. Müslüman Araplarla kardeşleri Suheyb-i Rumî, Bilal-i Habeşî ve Selman-ı Farisî arasında akide bağı kuruldu. Kabile, ulus ve toprak asabiyeti ortadan kalktı. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Asabiyetten vazgeçin. O bir pisliktir" Yine onlara şöyle dedi: "Asabiyyet üzerine ölen bizden değildir" Bu pisliğin işi bitmişti. Soy sopun işi sona ermişti. Ulus kiri temizlendi. Et ve kan kokuşmuşluğundan uzak, yüce ufuklara ulaştı insanlık. O günden beri müslümamn vatanı toprak olmadı hiç. Onun vatanı akidesinin egemen olduğu, yalnızca Allah'ın şeriatın yürürlükte olduğu, sığındığı, savunduğu, korumak için uğruna şehid olduğu "dar-ül İslâm"dır. Orası İslâm'ı akide kabul eden, şeriatını şeriat kabul eden herkesin vatanıdır. "Dar-ül İslânTda yaşayan ehli kitap gibi, müslüman olmayanlar bile İslâm şeriatı­nı düzen olarak kabul ediyorlarsa, orası onların da vatanı olur. İslâm'ın egemen olmadığı, şeriatının yü­rürlükte olmadığı ülke müslümana, anlaşmalı zım-miye göre "dar-ül harb"tır. Orada doğmuş, orada ak­rabaları, mah-mülkü olsa bile müslüman onlarla sa­vaşır.

Muhammed (s.a.v.) ailesinin, kabilesinin bulun­duğu, kendisinin ve arkadaşlarının evlerinin bulun­duğu, mallarını terkettikleri Mekke ile savaşmıştı. Orası ona ve ümmetine ancak orada İslâm kabul edildiğinde, şeriatı uygulandığında vatan olmuştu.

İslâm budur iste. İslâm ne dil ile söylenen, ne de üzerinde İslâmî Bir etiketin, bir ismin bulunduğu doğulan yer, jıe^de^^ttüslüjman ana-babadan doğan birinin ti

"Hayır, Rabbine yemin olsun ki, aralarında çekiştikleri şeyde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan ta­mamen kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar. "(Nisa, 65)

İslâm sadece budur. Toprak, ulus, neseb, akra­balık, kabile, aşiret değil, yalnızca odur; Dar-ül İslâm.

İslâm, insanları göğe uzansınlar diye toprak bağlarından, yüceler yücesine yükselsinler diye de kan prangalarından kurtarmıştır.

Müslümamn özlemini çektiği, savunduğu vatan bir toprak parçası değildir. Müslümamn tanıdığı ulus, egemen ulus, değildir. Müslümamn aşireti sı­ğındığı, savunduğu kan bağından ileri gelen aşiret değildir. Müslümamn bayrağı, aziz bildiği, uğruna şehid olduğu bayrak, herhangi bir kavmin bayrağı değildir. Müslümamn istediği elde ettiğinde bundan dolayı şükrettiği galibiyet herhangi bir ordunun za­feri değildir.

Allah şöyle buyuruyor: "Allah'ın yardımı ve za­fer günü gelip, insanların Allah'ın dinine akın akın girdiklerini görünce Rabbıni hamdederek teşbih et. O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri daima ka­bul edendir." (Nasr, 1-3)

Zafer diğer bayrakların değil, akide bayrağının altındadır. Cihad başka amaçlar için değil, yalnızca Allah'ın dini ve şeriatı galib gelsin diyedir. Herhangi bir ülkeyi değil, belirtilen şartlar dahilinde İslâm ül­kesini savunmaktır. Ne bir ganimet, ne bir şöhret, ne bir toprak ya da ulus, nede çoluk çocuk için değil, sadece Allah için. Onları Allah'ın dininden uzak­laştıracak, fitneden korumak bunun dışındadır.

Ebu Musa'dan (r.a.) rivayet edildiğine göre şöyle dedi: "Allah Rasûlü'ne (s.a.v.) cesurluk, asabiyet ve için savaşan kimselerden hangisinin Allah yolunda olduğu soruldu. Şöyle buyurdu: "Kim Allah'ın dini üstün olsun diye savaşırsa, o Allah yolundadır."

İnsan, bu biricik hederin uğruna; Allah'ın rızası­nın dışında herhangi bir savaşta, herhangi bir hedef için değil, ancak bu yolda savaşırsa şehid olur.

Müslümanm akidesiyle savaşan, onu dininden alıkoyan şeriatını uygulamayı yasaklayan her ülke, orada müslümanm ailesi, aşireti, kavmi, malı ve ti­careti dahi bulunsa; dar-ül harbtir. Akidesinin ha­kim olduğu, şeriatının uygulandığı her ülke, orada müslümanm ailesi, aşireti, kavmi ve ticareti bulun­masa da orası, dar-ül İslâm'dır.

Ülke, Allah'ın koyduğu akidenin, hayat düzeni­nin, şeriatın hükmettiği yerdir. İnsana layık olan ül­ke budur. Milliyet, akide ve hayat tarzıdır. Ademo-ğallarının layık olduğu temel bağ budur.

Aşiret, kabile, kavim, milliyet, renk ve toprak asabiyyeti geri kalmışlık, düşüklük belirtisidir. İn­sanlığın ruhsal düşüşlere uğradığı dönemlerde orta­ya çıkan cahilî bir olgudur.

Allah Rasûlü (s.a.v.), yaydığı pis ve iğrenç koku­dan dolayı ırkçılığı kokuşmuşluk olarak nitelemiştir

Yahudiler kendilerini, milliyet ve kavimlerinden dolayı Allah'ın seçilmiş milleti olduklarını iddia et­tikleri zaman, Allah bunu reddetti. Allah, gelip ge­çen nesilleri, değişe gelen kavimleri, millet ve ülke­leri değil, imanı ölçü olarak koymuştu:

"Allah'a, bize gönderilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına gönderilene, Mu­sa'ya ve İsa'ya verilene, Rableri tarafından peygam­berlere verilene iman ettik. Onları birbirinden ayırt etmeyiz. Biz O'na teslim olanlarız" deyiniz. Sizin iman ettiğiniz gibi iman etmiş olsalar, doğru yolu bulmuş olurlar. Yüz çevirirlerse, şüphesiz onlar çık­mazdadırlar. Onlara karşı Allah sana yetecektir. O, işitir ve bilir. Allah'ın verdiği renge uyun. Rengi Al-lah'ınkinden daha güzel kim vardır1? Biz "O'na iba­det edenleriz." (Bakara, 136-138)

Gerçekten Allah'ın seçilmiş milleti, aralarında çeşitli milliyet, kavim, renk ve ülke farkları bulunan Allah'ın (c.c.) bayrağının gölgesinde yaşayan İslâm ümmetidir: "Siz insanlar arasında ortaya çıkarılan hayırlı bir ümmetsiniz. İyiyi emreder, kötülükten alıkoyar ve Allah'a iman edersiniz" (Âl-i İmrân, no)

İlk safında, Arap Ebû Bekir'in, Habeşli Bilalin, Bizanslı Suheyb'in, İranlı Sehnan'ın bulunduğu ve sonraki nesillerin izlediği bu muhteşem çizginin ha­kim-oldağu ünınıetin_mijliyeti_akide. ülkesi dar,-ül İslâjTi, hakimi Allah, anayasası da Kur'an'dır/

Bu yüce ülke, milliyet ve akrabalık anlayışı, Al­lah'a davet erlerinin gönüllerine egemen olması ge­reken anlayıştır. Bu o kadar açık olmalı ki, hiç bir yabana cahilî düşünce ona karışmamalı. Hiç bir giz­li şirk türü ona sızamamalı. Yeryüzünde milliyet, kavim, sayı, küçük çıkarlar vb. gibi gizli şirkleri Ce-nab-ı Allah tek bir ayette zikredip, bir kefeye; imanı ve gereklerini de ayrı bir kefeye koyarak seçimi in­sanlara bırakmaktadır:

"De ki"Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden, Allah yolun­da cihad etmekten daha sevgili ise,Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez: " (Tevbe, 24)

Cahiliye ve İslâm'ın gerçekliği, dar-ul harb ve dar-ül İslâm'ın niteliği konusunda, Allah'a davet er­lerinin kalblerine yüzeysel şüpheler gelmemelidir. Aksi takdirde anlayışları karışabilir: İslâm'ın hük­metmediği, şeriatının yürürlükte olmadığı bir yerde İslâm yoktur. İslâm'ın yöntemi ve hukukuyla ege­men olduğu yerin dışında dar-ul İslâm yoktur. İmandan sonra ancak küfür vardır. İslâm'ın dışında kalan herşey cahiliyedir. Hakkın ötesinde ancak sa­pıklık vardır. 23


Yüklə 0,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   13




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin