Uzun Süren Bir Geçiş Dönemi
İman eden veya etmeyen bütün insanlara İslâm'ı sunarken, kendimizde tamamen açık olması gereken öncelikli bir gerçek vardır... Bu, İslâm'm kendi yapısından ve tarihinden ortaya çıkar.
İslâm, farklı özelliklere sahip bağımsız1 bir varlık ve hayat sistemidir. Bütün bağlantı ve dinamikleriyle kendine özgüdür. Bağımsız hayat yöntemi ondan doğmakta, bilinen özelliklere sahip düzen onun üzerine kurulmaktadır.
Bu düşünce, eski olsun, yeni olsun diğer cahili düşüncelere köklü bir şekilde karşı çıkar. Bu düşüncelerle bazı tali noktalarda kesişebilir. Ancak bunların kaynaklandığı temeller insanlığın tanıdığı diğer sistemlerin hepsinden farklıdır.
İslâm'ın ilk görevi yeryüzünde bu düşünceye, uygun bir yaşam biçimi kurmak, onun fiilî bir şekilde tezahürünü sağlamak, Allah'ın seçtiği Rabbani yönteme uyan bir düzen kurmaktır. Bunu pratik olarak gerçekleştirsin, o temel üzere kursun diye bu müslüman ümmeti Allah göndermiştir: "Siz insanlar için ortaya çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar, Allah'a iman edersiniz" (Al-iİmrân, 110)
"İyiliği emrederler, kötülükten alıkoyurlar." (Hacc, 4i)
Öyİeyse İslâm'ın görevi yeryüzünde egemen olan cahili düşüncelerle, her yerde hakim olan cahili kurumlarla uzlaşmak değildir. Geldiği günde de görevi bu değildi. Bugünkü görevi de bu değildir. Yarın da bu olmayacaktır... Cahiliye aynı cahiliyedir. Cahiliye tek olan^Allah'a ibadet etmemek, ilahî hayat tarzında sapmak, ilahî kaynağın dışındaki başka bir kaynaktan düzen, hukuk, yasa, adet, gelenek, değer ve ölçüler ortaya çıkarmaktır. İslâm da yine aynı İslâmdır.' Ve görevi insanları cahiliyeden İslâm'a taşımaktır.
Cahiliye; Allah'ın izin vermediği halde bazı insanların diğerlerine yasalar koyarak insanın insana ibadet etmesidir.
İslâm ise insanların düşüncelerini, akidelerini, hukuk düzenlerini, yasalarını, değerlerini, ölçülerini Tek olan Allah'tan alarak O'na ibadet etmek, kula kulluktan kurtulmaktır.
İslâm'a iman eden ve etmeyen bütün insanlara, İslâm'ın doğasından ileri gelen bu gerçeği, yeryüzündeki rolünün yapısını sunmamız gerekir.
İslâm, ne düşünce bazında, ne de bu düşünceden doğan kurumlar bazında cahiliye ile ortak çözüme girmeyi kabul eder... Ya İslâm... Ya da cahiliye...
İslâm'ın kabul edeceği, hoşnut olacağı yarısı İslâm, yarısı da cahiliye olan başka bir şey yoktur ortada. İslâm'ın bakış açısı nettir: Hak çok değil, tekdir. Bu hakkın dışındakiler ise ancak sapıklıktır. İkisinin bir araya gelmesi, kaynaşması mümkün değildir. Ya Allah'ın hükmü vardır, ya da cahiliyyenin. Ya Allah'ın şeriatı ya da heva ve heves. Bu konuda birçok ayet vardır.
Kur'an'da: 'Aralarında Allah'ın indirdiği Kitab ile hüküm ver. Allah'ın sana indirdiğinin bir bölümünden seni vazgeçirmelerinden sakın. Heveslerine Uyma." (Maide, 49)
"Bundan dolayı onlara davette bulun. Emrolun-duğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma." {Şura, 15)
"Eğer onlar sana icabet etmezlerse, bil ki, onlar sadece heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan gelen bir delile dayanmaksızın hevesine uyandan daha sapık kim vardır"? Allah zalim milleti şüphesiz ki, doğru yola eriştirmez." {Kasas, 50)
"Sonra seni de din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Ona uy. Bilmeyenlerin heveslerine uyma. Şüphesiz onlar seni Allah'tan müstağni kılamazlar. Doğrusu zalimler birbirlerinin dostudurlar, Mutta-kilerin dostu ise Allah'tır."(Casiye, 18-19)
"Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? Yaki-nen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim, vardır?" {Maide, 50)
Bu, üçüncüsü olmayan iki şeydir. Ya Allah ve Rasûle icabet etme, ya da hevese uyma. Ya Allah'ın hükmü, ya da cahiliyenin... Ya tamamen Allah'ın indirdiği ile hükmetme ya da Allah'ın indirdiğinden yüz çevirme... Allah'ın (c.c.) ortaya koyduğu bu kesin ve net açıklamadan sonra artık tartışmaya, konuşmaya gerek yoktur.
Öyleyse İslâm'ın görevi, cahiliyeyi insanların yönetiminden uzaklaştırmak, bu yönetimi; özel yöntemi, bağımsız yapısı ve köklü özelliklerine dayandırarak üstlenmektir. Bu doğru yönetimden amaç; insanlığın Yaratıcısına dönmekten ileri gelen hayrı, insanların hareketleri arasındaki uyumdan doğan kolaylığı bütün insanlar için istemektir. Bu yönetimi; özel, bağımsız yöntem olarak üstlenir. Allah'ın kendisi için istediği yüksek bir düzeye ulaştırır, heveslerin hükmünden kurtarır.
Ya da İran ordusu komutanı Rüstem'in Rebi* b. Amir'e (r.a.) "Sizi buraya getiren nedir?" diye sorduğunda verdiği cevap gibidir: "Dileyeni kula kulluktan Tek olan Allah'a kulluk etmeye dünyanın darlığından dünya ve ahiretin genişliğine, dinlerin zulmünden, İslâm'ın adaletine ulaştırmak için bizi Allah gönderdi."
İslâm geçmişte ve günümüzde, doğuda ve batıda insanların düşüncelerinde, düzenlerinde, kurumlarında, geleneklerinde ve adetlerinde tezahür eden azgınlıklarını okşamak için gelmemiştir. O ancak bütün bunları ortadan kaldırmak üzere tamamen neshetmek, insan hayatını kendine özel ilkeleri üzere kurmak için gelmiştir. Hayatı yeniden, yepyeni bir biçimde, ekseninin kendisi olduğu bir biçimde kurmak için gelmiştir. İnsanların cahiliyede yaşadiğı, sahip olduğu bazı noktalarla, onun bazı noktaları benzeşebilir. Ancak bu, o demek değildir. Ondan bir parça da değildir. Tâli noktalardaki bu benzeşme sadece ve sadece tesadüfi bir şeydir. Ağacın kökü tamamen farklıdır. O, kendisinden Allah'ın hikmetinin çıktığı, diğeri ise beşeri heveslerin çıktığı bir ağaçtır: "İyi toprak Rabbinin izniyle bitki verir, çorak toprak ta ancak kavruk bitki çıkarır." (Araf, 58)/
Cahiliye eskiden pis idi, şimdi de pistir. Görünüşte, biçimde farklılaşır bu pislik. Ancak özde, temelde değişmez. Cehaletlerinden, adaleti, hakkı, hayrı kendi insan, sınıf ve milletlerinin çıkarlarını üstün tutma hastalığından kurtulamayan cahillerin hevesleridir. Allah'ın şeriatının gelip, bunu toptan yürürlükten kaldırması, bütün insanlık için insan cehaletinin bulaşmadığı, heveslerinin kirletmediği, hiç bir grubun çıkarma meyletmeyen bir yasa koyması gerekir.
Allah'ın yöntemi ile insanların yöntemi arasındaki bu köklü farkdan dolayı, bu ikisinin bir düzende bir araya gelmesi, bir kurumda birleşmesi, yarısının bir taraftan diğer yarısının öteki taraftan alınması muhaldir. Çünkü Allah (c.c.) kendisine ortak koşulmasını affetmez. Yönteminin yanında başka bir yöntem de kabul etmez. Bu aynen böyledir. Ve yakinen böyle bilinmelidir. 1
/islâm'ı insanlara sunarken dilimizin sürçmemesi, düğümlenmemesi, insanları bir şüphede bırakmamak için bu gerçeğin bizce çok iyi anlaşılması ve kavranması gerekir. İslâmı kabul ettiklerinde, islâm'ın onların hayatını, hayata dair düşüncelerini ve kurumlarını tamamen değiştireceğim yakinen bilinceye kadar onları bırakmamalıyız. Mukayese edilemeyecek bir şekilde daha iyisini vermek, anlayışlarını, düzeylerini yükseltmek, insan hayatına yaraşır daha iyi bir konuma getirmek için İslâm onları değiştirecektir. İçinde bulundukları bayağı cahili kurumlardan birşey kalmayacaktır. İslâm dü^ zenine benzeyen bazı unsurlar kalabilir. Ancak aynı ile kalmayacaktır bunlar da. Çünkü onlar şimdi bağlı bulundukları pis ve kirli cahiliye kaynağından tamamen farklı yüce bir kaynağa bağlanacaklardır. Aym zamanda bu, onları pozitif bilim alanında ilerlemekten alı koymayacak, tersine daha da ileri gitmesini sağlayacaktır, i
İnsanlar, İslâm'ın çeşitli şekillerde ortaya çıkan herhangi beşeri sosyal bir ideoloji, herhangi siyasal bir düzen olmadığını, İslâm'ın sadece İslâm olduğunu kavraymcaya kadar onları bırakmamalıyız. İslâm bağımsız kişilik, anlayış ve kurumları .ile in-sanlıkiçin bütünj^şerjjjdeoj^ ğündençÖTs daha iyisini gerçekleştirecek olandır. ISj^^ vejgöze3Ljnr şekilde Yüce Mevla'dan İslâm'ın hakikatini bu şekilde kavradığımızda; bu anlayış bize, doğası gereği İslâm'ı; insanlara sunarken kendimizin tabi olduğunun hak, başkaları-mnkinin batıl olduğunu yakinen bilmenin sağladığı bir güç ve güven verecektir. İnganlığın içinde hulun- onları mutlu kılacak şeyjnjıe--ûl^u£3injjjbilm£njn rahatlığıyla, insanların bilmenın
Kesinlikle İslâm'ı onlardan gizlemeyeceğiz, arzu- \ îannı, sapık anlayışlarını okşamayacağız. Tamamen açık olacağız onlara karşı: Sizin içinde bulunduğu-i nuz cahiliye, bir pisliktir ve Allah sizi temizlemek is- \ temektedir. Yaşadığınız hayat, bayağı bir hayattır. \ Allah sizi yüceltmek istemektedir. İçinde bulunduğunuz bu durum kötülük, sıkıntı ve acıdan ibarettir. Allah sizi affetmek, merhamet etmek ve mutlu kılmak istiyor. İslâm sizin anlayışlarınızı, kurumlarınızı, değerlerinizi değiştirecek, kavuştuğunuzda şu andaki yaşadığınız hayatı inkar edeceğiniz başka bir hayata; onu elde edince yeryüzünün her köşesindeki kurumlarınızı, küçümsemenizi sağlayacak yeni kurumlara; bütün bir yeryüzünde egemen olan değerlerinizden sizi vazgeçirecek yeni değerlere sahip kılacaktır. Siz içinde bulunduğunuz kötü durumdan dolayı İslâmî hayatın gerçek yüzünü göremediniz. Çünkü; düşmanlarınız, yani bu dinin düşmanları, bu hayatın kurulmaması, bu düşüncenin bir vücud bulmaması için büyük bir gayret içindedirler. Elhamdülillah biz, Kur'anımız, şeriatımız, tarihimiz ve geleceğine dair hiç bir şüphemiz bulunmayan düşüncemiz sayesinde bunun gönüllerimizde tezahür ettiğini görüyoruz.
İnsanlara İslâm'ı sunarken işte böyle davranmalıyız. Çünkü bu hakikatin kendisidir. Çünkü ister Arap yarımadasında, ister İran'da, ister Bizans'ta veya başka bir yerde olsun İslâm insanlara ilk kez bu şekilde hitap etmiştir.
Onları hasta olarak değerlendirdi. Çünkü gerçek buydu. Onlara sevgiyle, sempatiyle hitap etti. Çünkü bu yapısından ileri gelen bir özellikti. Şüphe ve tereddüte mahal bırakmayacak bir şekilde kendini ortaya koydu. Çünkü bu onun yöntemidir. Hiç bir zaman "Onlara hayatlarınıza, kurumlarınıza, anlayışlarınıza ve değerlerinize küçük düzeltmelerin dışında kesinlikle dokunmayacağını, ya da kendisinin onların kaynaştıkları düzen ve kurumlarına benzediğini söylememiştir.
Günümüzde kimileri, İslâm'ı sunarken bazen "İslâm demokrasisi" bazen "İslâm sosyalizmi" bazen de dünyada egemen olan ekonomik, siyasal ve hukukî düzenlerin sadece "bazı İslâmi düzenlemelere" ihtiyacı olduğunu söyleyerek İslâm'ın gerçek yüzünü gizlemektedirler.
Hayır!.. Konu büsbütün farklıdır. Yeryüzüne yayılmış bulunan bu cahiliyeden, İslâm'a geçiş geniş ve uzun bir süreçtir. İslâmi yaşam biçimi, bugünün ve dünün cahiliye yaşam biçimlerinden büsbütün farklıdır. İnsanlığın karşı karşıya bulunduğu bu sıkıntılı durum; düzen ve kurumların bazı birimlerinde yapılacak eksik ve yüzeysel düzenlemelerle bir çözüme kavuşturulamaz. İnsanlığın kurtuluşu ancak bu geniş ve uzun süreçle, yaratıkların yöntemlerinden Yaratan'nın yöntemine, beşeri düzenlerden beşerin Rabbinin düzenine, kulların egemenliğinden kulların Rabbinin egemenliğine geçişin sağlandığı süreçle ba şarıl abilinir.
Bu, bir gerçekliktir. Bunun gibi diğer bir gerçek de, bunu açıkça söylememiz, insanları şüphe ve tereddüt içinde bırakmamamızda-.
İlk başta insanlar bunu beğenmeyebilir, ürküp kaçabilirler. İslâm'a davetin başladığı ilk dönemde de onu beğenmemişler, ürküp kaçmışlardı. Muham-med'in (s.a.v.) kendi düşüncelerini aşağılaması, tanrılarını ayıplaması, kurumlarını inkar etmesi, adet ve geleneklerinden uzaklaşıp kendi ve kendisiyle birlikte olan az sayıdaki müslümanla cahiliye düzeninden farklı kurum, değer ve gelenekler ortaya koyması onları korkutmuş, ürkütmüştü.
Sonra ne oldu? Sonra ilk başta beğenmedikleri; "Arslandan ürkerek kaçan yabanî merkeplere benzerler"^(Müddesir, 50-51) diye âyette ifade edildiği gibi ürkenler, onunla savaşanlar; ellerindeki bütün güçle karşı koydukları; Mekke'de zayıf iken korkunç işkenceler yaptıkları, Medine'de güçlü iken savaştıkları, müminlerin Rabbine sığındılar.
Davet, ilk dönemde bugünkünden daha güçlü, daha iyi bir konumda değildi. Cahiliye tarafından görmemezlikten geliniyor, reddediliyordu. Makam ve mevki sahiplerinden uzak, Mekke vadisiyle sınırlıydı. O vakit bütün bir dünyaya yabancıydı. Bütün ilke ve amaçlarıyla kendisim reddeden güçlü büyük imparatorluklarla etrafı çevrilmişti. Bütün bunlara rağmen, bugün olduğu ve yarında olacağı gibi güçlüydü. Gerçek gücün unsurları bu akidenin yapısında gizlidir. Üzerine kurulduğu yalın ve açık gerçekte... Gücüne uzun müddet karşı koyma imkanı bulunmayan fıtratla olan uyumunda... İnsanlığın ekonomik, sosyal, bilimsel ve entellektüel alanlarda gelişme ve ilerlemesini sağlayacak güçte gizlidir. Cahi-liyenin bütün bir maddi gücüne karşı koyusunda, bir tek ilkesinden bile ödün vermemesinde, cahilî hevesleri okşamamasmda, hiç bir şeyini gizlememesinde; İslâm'ın insanlar için bir hayır, rahmet ve bereket olduğunu açıklarken sergilediği açıklıkta gizlidir. Böylece en kötü, en zor şartlarda çalışma imkanını elinde bulundurmuştur.
İnsanları Yaratan; onların yapısını, kalplerine açılan kapıları, açık ve güçlü bir şekilde, eğip bükmeden Hakk haykırıldığında nasıl karşılık verileceğini bilir.
İnsan nefsinde, bir hayattan başka bir hayata geçiş özelliği, yeteneği vardır. Çoğu zaman bu ona cüzî bazı düzenlemelerden daha kolay gelir. Bir hayattan başka bir hayata tam bir geçiş ve dönüşüm diğerinden yani küçük düzenlemelerden daha üstün daha yetkin ve daha temizdir. Bu geçişi sağlayacak bazı gerekçeler vardır. İslâm düzeni yalnızca orada burada bazı yüzeysel değişiklikler yapacaksa, o zaman cahili düzenden Islâmî düzene geçişin gerekçeleri nedir? Yürürlükteki düzenin ayakta kalması, mantığa daha yakındır. Çünkü en azından varolan bir düzendir. Restorasyonu ve düzenlenmesi mümkündür. Bir çok özelliği ile ona benzediğine göre bunun yıkılmasına, yürürlükte olmayan ve uygulanmayan bir düzene geçilmesine gerek yoktur.
İslâm adına konuşurken, onu insanlara sunarken sanki o itham altındaymış da bu ithamı bertaraf etmek için gayret eden bazı insanlar da görüyoruz. Bu tür gayretlerden biri şudur: Çağdaş düzenlerin yaptıkları bazı şeyleri İslâm'ın yapmadığı, bu durumun İslâm için bir eksiklik, bir ayıp olduğu şeklindeki değerlendirmelere karşı İslâm'ın bu konularda, yaptıkları çağdaş uygarlığın bindörtyüz yıl sonra yaptığından başka bir şey değildir. Ne bayağı, ne kötü bir savunmadır bu!.
İslâm, cahili düzenlerden ve onlardan kaynaklanan yanlış uygulamalardan gerekçe almaz. Bir çok kimseyi hayrete düşüren, ruhlarını hezimete uğratan bu uygarlıklar, aslında cahili düzenlerden başka bir şey değildir. İslâm'la karşılaştırıldığında onlar eksik, düşük ve bayağı kalırlar. Orada yaşayan halkın durumunun "İslâm ülkesi" ya da "İslâm dünyası" adı verilen yerlerde yaşayanlardan daha iyi olmasının hiç bir önem ve değeri yoktur. Çünkü onların, yani müslümanların bu kötü duruma düşmelerinin nedeni müslüman olmalarından değil, İslâm'ı terkettiklerinden dolayıdır. İslâm, kendin i, insanlara sunarken_gu_delile-dayRrıır. O,
cak bir şekilde onlardan daha iyidir. O düzenleri yerleştirmek için değil, değiştirmek; uygarlıkkisvemda çırpmanı kutlan"eTrlmjçamur mak için_değilA.bu^ durumdan onu kurtarmak, için gelrnîştîr.
Yürürlükte olan bazı düzen, ideoloji ve fîkirler-deki İslâm'a olan benzerlikler bizi bozguna sürüklemesin. Doğudaki ve Batıdaki bu. düzenleri reddediyoruz biz. Onların hepsini reddediyoruz. Çünkü İslâm insanlığın ulaşmasını istediği düzenle karşılaştırılınca onlar geri kalmış düzenlerdir.
İnsanlara bu gerçekle seslenirken, fıtratlarının derinliklerinde bir düşünceden başka bir düşünceye, bir durumdan başka bir duruma geçişi sağlayacak genel İslâm düşüncesinin akidevî bir temelini sunuyoruz onlara. Onlara şöyle seslenirsek ikna edici bir delil getirmeyiz. Fiilen var olan bir düzenden; uygulanmayan fakat, yürürlükteki sisteminizi az bir değişikliğe uğratacak başka bir düzene gelin. Bunun kanıtı da şudur. Siz şu konuda Onun yaptığı gibi yapıyorsunuz. O sizden adetlerinizin, uygulamalarınızın bir kısmında değişiklik yapmanızı istiyor. Bu konularda sizce çok değerli olanlar olduğu gibi kalacak, onlara azıcık bile dokunulmayacaktır.
Görünüşte kolay görünen budur. Oysa işin aslı Öyle değildir. Çünkü gerçek bundan farklıdır. Gerçek, İslâm'ın düşünceleri, duyguları, düzen ve kurumları, yasaları, kanunları, insanlığın yaşadığı ca-hiliye hayatını, cahiliye ile hiçbir bağı kalmayacak bir şekilde kökten değiştireceğidir. Yeterli olan, onları kula kulluktan yalnızca Allah'a kulluğa; hem genel, hem de özel olarak geçişi sağlamasıdır. "Dileyen ifnan etsin, dileyen de inkâr etsin." (Kehf, 29)
"Kim inkâr ederse, Allah alemlerden müstağnidir. " (Al-i trarân, 97)
Sorun aslında küfür-iman, şirk-tevhid, cahiliye-İslâm sorunudur. Açık olması gereken durum budur. Cahiliye hayatı yaşayan insanlar, iddia ettikleri gibi müslüman değildirler. Eğer onlardan kendilerini ya da başkalarını aldatmak isteyen, İslâm'ın bu cahiliye ile birlikte bulunabileceğine inanan bir kimse varsa; onun bu durumu varolan gerçekten hiç bir şeyi değiştiremez. Ne bu İslâm'dır, ne de onlar müslüman. Bugünün daveti, o cahillerin İslâm'a dönüşlerini, onların yeniden müslüman olmalarını sağlama temeline dayalıdır.
Biz insanları İslâm'a davet ederken, bundan bir kazanç elde etmek, yeryüzünde bir makam sahibi olmak, ya da fesad çıkarmak, kendimiz için özel bir şey istemiyoruz. Biz hesabımızı insanlara verecek, ödülümüzü onlardan alacak değiliz. Onlar bize ne kadar eziyet ve işkence etseler de, onları sevdiğimiz, onların iyiliğini istediğimiz için biz onları İslâm'a davet ediyoruz. Çünkü bu İslâm davetçisinin karakteridir. Bu davetin dinamiği de budur. Sonra onlar bizden İslâm'ın hakikatini, onlara verdiği engin iyiliklerin karşılığında İslâm'ın istediği yükümlülüklerinin hakikatini öğrenmeleri gerekir. İçinde bulundukları cahiliyenin hakikatine dair görüşümüzün ne olduğunu bilmeleri lazımdır.
Cahiliye İslâm'dan bir şey, değildir. O, jeriat olmadığı sürece hevestir. O, Hakk ojmadığı müddetçe ^apıkIıktn\_Haktan başka sapıklığnjiışında bir şey yoktur*—
İslâmımızda bizim utanacağımız, savunmaya zorlanacağımız, insanlardan gizleyeceğimiz, hakikatinin tersine açıkça söylemekten çekineceğimiz bir husus yoktur. Batı karşısında, doğu karşısında, cahili kurumlar karşısında uğranılan psikolojik bozgun bazı müslüman insanları beşeri düzenlerin kimi yönlerini İslâm'la uzlaştırmaya, bazı konularda cahili uygarlığın etkinlikleriyle İslâmî etkinliklerin dayanakları arasında bir uzlaşma kurmaya itmektedir.
Eğer birinin savunmaya, gerekçe bulmaya, özür dilemeye ihtiyacı varsa o kimse, İslâm'ı insanlar sunan değil, tenakuzlarla, eksikliklerle ve ayıplarla dolu bu berbat cahiliye hayatını yaşayan kişidir. Cahiliye için gerekçeler bulmaya çalışır. Asıl gerekçeler bulması gerekenler İslâm'a saldıranlar, onu savunulup savunulmayacağı gerçeğinden habersiz bazı bağlılarım zorlayanlardır.
Amerika'da bulunduğum yıllarda, orada bize -ki İslâm'a bağlı az sayıda kişiydik- karşı çıkanlara karşı bazılarımız savunma konumuna geçerdi. Ben ise tersine ister sapık dini inançlarıyla ilgili olsun, isterse de sosyal, ekonomik, ahlakî kurumlar ile ilgili olsun batı cahiliyesine saldırı konumuna geçerdim.
Teslis, ilk günah ve buna karşılık İsa'nın (a.s.) kendini feda düşünceleri akılla, mantıkla uyuşmayan şeylerdi. Karaborsası, faizi ve bütün melanetle-riyle kapitalizm... Ancak kanun zoruyla yapılan sosyal dayanışmayı yok eden bireyselcilik... Kupkuru maddeci hayat anlayışı...
Kadın ve erkeğin bir arada yaşaması özgürlüğü adı verilen hayvanî özgürlük... "Kadın özgürlüğü" adı verdikleri köle pazarı... Evlenme - boşanma sistemindeki hayat gerçeğine ters, zor ve güce dayanan uygulama.. İğrenç ırk ayrımı gibi konuları tartışır, şunları da eklerdim: İslâm'da var olan mantık,yüce-lik insanlık ve güler yüzlülük; insanlığın isteyip de şu ana dek ulaşamadığı ufuklar aynı zamanda İslâm'ın hayata yönelişi, onu sağlıklı, insancıl temellere göre tedavi edişi...
İşte batı hayatında karşılaştığımız hakikatler... Bunlara, İslâm'ın ışığıyla bakıldığında bağlılarını utandıran hakikatlerdi. Cahiliyenin içinde yaşadığı bu kokuşmuş durum, karşısında, müslüman olduklarını iddia eden bazı insanlar bozguna uğramaktadırlar. O kadar ki, batının bitkin ve çaresiz düzen ve doğunun korkunç maddeci düzeni ile İslâm arasında benzerlikler aramaya koyuluyorlar.
Bütün bu açıklamalardan sonra, cahiliyenin bize olan baskısı ne kadar artarsa artsın, İslâm'ı insanlara sunarken bizler, onun hiç bir düşüncesi, kurumu ve geleneği ile bir ilişkide olmadığımızı söylemek ihtiyacında değiliz.
İlk görevimiz; cahiliyenin yerine İslâmî düşünce ve gelenekleri yerleştirmektir. Bu, henüz yolun başında iken cahiliye ile ilişki kurmak, birlikte yürümekle kesinlikle gerçekleştirilemez. Ki, bazılarımız bunu böyle görmektedirler. Bunun anlamı daha işin başlangıcında bozgunu, yenilgiyi ilan etmektir.
Egemen sosyal düşüncelerin, yaygın sosyal geleneklerin baskısı, özellikle kadın söz konusu olduğunda korkunç bir hal alır. Bu cahiliye ortamında müslüman kadın sert ve katı bir baskıyla karşılaşmaktadır. Ancak bundan kaçışın olmadığını bilmeliyiz. İlk önce sebat etmemiz gerekli. Sonra da yükselmemiz. İstediğimiz İslâmî hayatın yüce ufuklanyla cahiliye hayatı karşılaştırıldığında cahilyenin içinde bulunduğu düşüklüğü görmemiz gerekir.
Bu, cahiliye ile olan ilişkilerimizi kesip bir köşeye çekilmekle gerçekleşmeyeceği gibi, onunla birlikte bazı adımları atmakla da gerçekleşmeyecektir. Kesinlikle!... Bu, hayata karışıp, kendimizi koruyarak, alış-verişte bulunarak, sevgiyle hakkı söylemekle, tevazu içinde imanla yükselerek gerçekleşir.
Bütün bunlardan sonra şu gerçeği de özümsemeliyiz: Biz cahili ortamda yaşıyoruz ve mutlak doğru bir yola sahibiz.
Cahiliyeden İslâm'a geçişi sağlayacak dönem uzun bir süreçtir. Bu süreç yolun ortasında, üzerinde buluşulacak bir köprü değil, cahiliye ehlinin İslâm'a geçişlerini sağlaycak bir köprüdür. Onlar ister İslâm ülkesi adı verilen yerde yaşayan ve kendilerini müslüman sananlar olsun, isterse de İslâm ülkesinin dışında yaşayan; karanlıktan nura çıkmayı, içinde bulunduğu kötü durumdan kurtulmayı, biz İslâm'ı tanıyanların tattığı ve yaşamaya çalıştığı iyilikle nimetlenmeye çalışan cahiliye ehli olsun far-ketmez. Yoksa Allah'ın (c.c.) Rasülü'ne (s.a.v.) demesini emrettiğini söyleriz: "Sizin dininiz size, benim dinim &Gma." (Kâfirim, 6}24
Dostları ilə paylaş: |