Örneklerle


Çocuk Yazınında Biçim, İçerik



Yüklə 5,79 Mb.
səhifə44/58
tarix31.10.2017
ölçüsü5,79 Mb.
#23511
növüYazı
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   58

Çocuk Yazınında Biçim, İçerik,

Hem dil, hem de mantık hatasına bir örnek:

“Ne yani yalan mı, sabah yataktan kalkıp yataklarımızı ve beden eğitimimizi yapıp, yıkanıp, kahvaltı edip, denize inip, yüzüp, kumda oynadıktan sonra yorgun olmamızı ve yatağa girmemizi gerektiren hiçbir neden göremiyorum.”(Coscinny,Pıtırcık Kampta,62.s.)

Bu hataları, kusurları şu temel başlıklar altında toplayabiliriz:

*Kahramanlıklara özendiricilik.

*Özdeşleştirmecilik.

*İmge hataları.

*Çocuk kahramanların konuşmalarındaki düzeysizlik.

*Özellikle sansayonel yabancı yapıtlara öykünme.

*Sözcüğün aynı yapıt içinde eski ve yani biçimiyle kullanılması.

*İyelik ekleriyle zamirlerinin aynı tümce içinde yar alması.

*Bozuk tümceler.

*Gereğinden uzun ve devrik tümceler.

*Özellikle noktalı virgül ve virgül kullanma hatası.

*Aynı tümce, ya da paragraf içinde farklı zamanlar hatası.

*Özne-yüklem,zaman uyuşmazlığı.

*Sözcük enflasyonu.

*Irk, din, renk ve cins ayrımcılığı yapması.

*Korkuyu gündemde tutarak kişilik özelliği haline getirmesi.

*Korkunun ilacı diye yazgıcılığı nermesi.

*Baskıyı, köleciliği meşru göstermeye çalışması

Sorunun ilginç olan yanıysa; bu hataların çocuk yazınındaki “usta kalemler”in yapıtlarında bile yer almasıdır. Birkaç örnek vermek gerekirse:

“Uçurtmamız için o kadar üzülmüştüm ki, ağladım bile...”

“Ha,bak, uçurtmada en önemli konu denge. Uçurtmanın dengesi iyi olmazsa uçmaz.Onun için uçurtmaya bağlanan iplerin.... onları çatarken de dikkat etmelisiniz. Bunlara dikkat edin.Uçurtma yapmak basit bir iş gibi görünür,ama zorca bir iştir.” (Hüseyin Yurttaş’ın,diğer bir deyişle de Bilgi Yayınevi’nin Deli Uçurtma’sından) gibi.

“Can-Can sirkinde üç sevimli penguen vardı.Penguen küçükleriydi.... Kuklalar günlük dertlerin yerini almışlardı.”( Sevim Ak’ın, diğer deyişle de YKY’nin Penguenler Fülüt Çalmaz’ından…)

Bu “vahim” hatalar, çocukların okuma alışkanlığını, okuma zevkini yok edebilir, aynı zamanda büyükler için de yazan birçok yazar da dahil olmak üzere “büyük edebiyatı” yazarlarının okunmaması sonucunu da doğurabilir hatalardır.

Çeviri çocuk kitaplarındaki durum çok daha vahimdir. Bunun en iyi örneklerinden biri, Can Yayınları “Can Çocuk” disizinden çıkan ve beşinci sayfasındaki yazıda da “...Goscinny’nin en büyük yapıtı Pıtırcık’tır” diye sunulan kitabın (PITIRCIK KAMPTA) 2003 yılında yapılan olağanüstü ve sayısız hatalarıyla belki de rekor kırabilecek olan “yedinci baskı”sıdır. Bir örnek daha:

“...sınıfta bütün arkadaşlar bir yerlere gitmeye hazırlanıyor.... söylemelerinden hiç hoşlanmam, çünkü genellikle bunu söylediler mi, bana hoşlanmayacağım şeyler... Babam beni kollarına aldı, beni havaya fırlattı.... çok yararlı olacağını söyledin. Bal gibi sen söyleyebilirsin... Ben,evet, çok anlayışlı olacağımı söyledim... Çünkü buzul çok büyük değildi, ama dert değil.... Ben treni kaçıracağız diye korkuyordum... Çünkü ilk keresinde...”

Bir de içerek sorunu var elbet “çocuk yazını”nın. Irk, cins, din, mezhep, ırk, renk ayrımı yapanlardan, kahramanlığa özendirenlere; çocuğun hayal dünyasını tüketenlerden, savaşa koşullayanlara kadar geniş bir yelpazede işlev veren çocuk kitapları ve dergileri gibi yayınlar alabildiğine çoğaldı.

Bu “vehamet”in nedenlerine gelince:Yine temelinde tıpkı eğitim gibi yazının da metalaşması için elinden geleni esirgemeyen kurulu düzen ve onun medyasının pohpohladığı popüler kitle kültürü olan pragmatik(yararcı) gelişmeler ve “çocuk yazını”nın insan yaşamındaki yerinin, öneminin ve etkisinin kavranamaması var. Bazı genellemelerle vurgulamak gerekirse. Örneğin:

*”Seri üretim

*”Sekreterya üretimi”.

*Ya da çocuk yazınının para kazandırdığını gören, ama çocuğa dair hiçbir birikimi olmayan kimi yayıncıların yakın çevresindeki bazı işlenmemiş yetenekleri, ücretsiz, ya da çok düşük ücretlerle yazmaya zorlaması ve bu yolla ortaya çıkarılan dosyaları kitaplaştırması.

*Klasiklerin sözümona kısaltılarak çocuk yazını haline getirildiğinin sanılması.

*Çocuk kitaplarının çocuğa göre olmayışı..

*Çocuk yazınındaki yabancı yayın baskısı.

*Her şeye karşın çocuklarımızın hala okumaları ve çocuk kitaplarının satışının sürmesi. Yani bu alanda çok büyük rantların olması.

Bestseller Ve Birinci Örnek: Harry Potter

Ülkemizde çocuk yazını alanında bile kurumlaşmış bir “bestseller” olgusu ve olgunun üç önemli çağrışımı var: Bir, emperyalist kültür politikası; iki, düzeysiz sanat ve yazın; üç, bilinçsiz ve yetersiz okur. Kısacası hem etik, hem de estetik kaygılar yaratan, “medya, sermaye ve kitle desteği” olan “popüler” yapıtlardır bunlar.

Bu olgunun ülkemize de yansıyan en yakın ve somut örneği Harry Potter fırtınasıdır. Bir tür çocuk yazını posmodernizmi.

Harry Potter okumanın, çocukların ve gençlerin okuma alışkanlığına, giderek “okuma kültürü”ne bir katkısı yok mu? Elbette var, ama hangi koşullarla?

Her Harry Potter okuru kendisini iyi bir okur sanıyor. Hatta dışarıdan bakanlar da öyle olduğunu düşünüyorlar. Bu sanı ve düşünce tamamen yersiz de değil hani. Öyle ya, her Harry Potter kitabı yüzlerce sayfadır. Bu durumda dizinin beş, altı kitabını okuyan, binlerce sayfa okumuş olacağından, iyi bir okur gibi gözükmek durumundadır. Ülkemizde hızla yaygınlaşan kalın çocuk kitapları olgusu da buralardan mı kaynaklanıyor yoksa?

Bir konferansımda, salonu dolduran dört yüz kadar genç dinleyicime Harry Potter okurlarını sordum, yarısından fazlası elini kaldırdı. Aynı okurlara Nadir Gezer’i sordum ikisi elini kaldırdı. Ruşen Hakkı’yı sorduğumda biri elini kaldırdı. Nazım? diye sordum; Can Yücel, Necip Fazıl, hatta Yaşar Kemal? diye sordum. Toplamına gelen yanıt onbiri geçmedi. Çünkü kitaplarıyla reklâmlarıyla, filmleriyle, tişörtleri, çıkartmaları, dosyaları, şapkaları, çay-kahve fincanları ve diğerleriyle; okur (hedef) kitlesinin duygularını ve hayallerini sömüren güçlü, tekelci, uyuşturucu, özdeşleştirici, kendine yabancılaştırıcı bir “Harry Potter Kültürü” oluşturulmuştur. Bu neden böyledir? Çünkü Harry Potter kitaplarında özetle;

*Kültür, din ve cins ayrımcılığı, korku, yazgı ve baskı sürekli olarak bilinç üstünde, göz ününde tutulmaktadır.

* İyiler, kötüler, yer, zaman ve olaylar soyuttur. Her şey metafizik, mistik öğelerle idealize ediliyor, parçalara ayrılarak bütünlükten yoksun bırakılıyor. Gerçeklik kavramı ve algı koşulları çarpıtılarak, yıpratılarak içi boş, kafası karışık bir kişilik formu sunuluyor okura.

On üç Harry Potter okuru ve hatta hayranıyla şöyle bir çalışma yaptım. Harry Potter kitaplarının içine serpiştirilmiş ürkütücü, korkutucu, heyecan yaratıcı, masalsı tümcelerden oluşturduğum yarım sayfalık bir metni onlara okudum ve duygularını tek sözcükle söylemelerini istedim. Dokuzu korktuklarını, üçü hem korkup hem olumlu bir heyecan duyduklarını, üçü önemli bir duygulanım içine girmediklerini söylediler. Biri çekimser kaldı. Ama birinin (ki, o tam anlamıyla Harry Potter tutkunuydu) söylediği hepsinin tuzu biberi oldu: “Kafam karıştı,” dedi. Harry Potter dizisinin birinci kitabındaki bir tümcenin tıpkısıydı. Belki de salt bu işlevini en iyi biçimde verebilsin diye, yazarı İngiliz Rowling, kitabının filmini yapan Hollywood firmasına oyuncularından teknik ekibine kadar herkesin İngiliz olması koşulunu koymuş ve kabul ettirmişti.

Bu kitap diğer bazı nedenlerle de önemli bir kitaptır. Girişi, tıpkı konforlu bir oda gibi albenili, rahat ve gizemlidir. Girer, dilediğiniz biçimde oturur, dinlenir, gevşer, rahatlar, hatta konfora alışırsınız. Otuzlu sayfalardan sonra ve ansızın etkili saldırılar başlar. Öylesine etkili, yapışkan, tutucu ve hızlıdır ki üstünüze gelenler; yerinizden doğruluncaya kadar elinizi, kolunuzu bağlar, bedeninizi tutsak düşürür. Bir daha da içine düştüğünüz durumdan kurtulamaz, tıpkı suyu yavaş yavaş ısıtılan o kurbağa gibi sessizce, tepkisizce haşlanırsınız.

Bu olgu; “tahdit” değilse bile, Harry Potter simgeselinde bireysel varoluşu, toplumsal duruşu etkileyebilecek ciddi bir kültürel tehdittir.
İkinci Örnek: Bir Kitabın Anatomisi:”Pıtırcık Kampta”
Bu çalışma beni çocuklar ve gençler için yazılmış kitapları hem içerik, hem de biçim açılarından çok daha yoğun biçimde incelemeye itti.İncelemelerimin sonuçları da “ürkünç”tü.

Siyasal iktidarlarımız öyle, eğitim dizgemizle medyamız böyle olunca yaşamın biçimine ve özüne dair çarpıklıklar, sakatlıklar, eksikler ve yanlışlar kaçınılmaz olarak yazında ve sanatta da kendini göstermektedir. Özellikle ve tam anlamıyla pazar ekonomisinin rant getiren metası durumundaki çocuk yazını, tıpkı çocuğun hastalıklar karşısındaki durumu gibi bu olumsuzluklardan çok daha faza etkilenmekte ve zarar görmektedir.

Sorunun en ilginç yanıysa; dil, içerik ve kurgu hatalarının çocuk yazınındaki “usta kalemler”in yapıtlarında bile sık sık, bol bol yer almasıdır.

Çeviri çocuk kitaplarındaki durum çok daha vahimdir. Bunun en iyi örneklerinden biri, Can Yayınları “Can Çocuk” disizinden çıkan ve beşinci sayfasındaki yazıda da “...Goscinny’nin en büyük yapıtı Pıtırcık’tır” diye sunulan kitabın (PITIRCIK KAMPTA, 2003), ilk sayfasından son sayfasına kadar olağanüstü ve sayısız hatalarıyla belki de rekor kırabilecek olan “yedinci baskı”sıdır. Örneklemek gerekirse:

“...sınıfta bütün arkadaşlar bir yerlere gitmeye hazırlanıyor(s.10)....

…söylemelerinden hiç hoşlanmam, çünkü genellikle bunu söylediler mi, bana hoşlanmayacağım şeyler(s.13)...

“Canımın içi, baban işten dönünce,” bu konuyu konuşacağımızı, şimdi gidip bahçede oynamamı söyledi(s:11)

Ben bahçeye çıktım…Babam beni kollarına aldı, beni havaya fırlattı(s.11)....

…çok yararlı olacağını söyledin. Bal gibi sen söyleyebilirsin(s.12)...

Ben, evet, çok anlayışlı olacağımı söyledim(s.14)...

“Pıtırcık oğlum, biz tatile seninle çıkamayacağız. Sen kocaman bir çocuk gibi tek başına gideceksin tatile,” dedi.(s.15)

“…senin bu yolculukta çok eğlenmeyeceğini düşünüp çocuklarla kampa gitmene karar verdik. Senin için çok yararlı olacak.”(s.16)

…müthiş bir şeymiş bu kamplar(s.17)…

Çünkü bavul çok büyük değildi, ama dert değil.... Ben treni kaçıracağız diye korkuyordum(s.19)…

gara. Her yerde bağrışan, itişip kakışan insanlar vardı. Arabayı zar zor, garın çok uzağında bir yerde bırakabildik. Babam bavulu arabada unuttuğu için oraya bir daha gitmek zorunda kaldı. Bavulu(s.21)…

bir sürü çocuk, anneler, babalar ve “Mavi Kamp” yazılı bir pankartla dolaşan bir adam…(s.24)

Ben pencereden bakıyordum(s.29)

Tren yolculuğu çok iyi geçti. Gittiğimiz yere bir gecede varılıyor.(s.31)

Meğer çocuk içeride kalmış, kapıyı açamadığı için dönmezmiş… Çocuk çıkıp da… Sonra yerlerimizi bulup uyuduk. Sonra sabah oldu(s.32)

Sayfa 40-41:On bir paragrafın yedisi “sonra” sözcüğüyle başlıyor.

Denizi soğuktu, dalgalıydı, ne kadar, ne kadar güzeldi!(s.43)

Sonracıma(s.44),… sonracıma (s.98)

…ekibimdekiler düdük seslerimi duyamıyorlar… Gerçekten ekip başkanları düdükleri, bağrışlarıyla müthiş bir gürültü koparıyorlardı (s.47)…

Babam işte orada uzakta kumun üstünde uyuyor(s:50)

…güzel bir makinem var benim(s.53)

…sandviçini açıp da(s.54)…

…milletin tatilini geçirdiği otellerin önünden geçerken kimse bizi görmedi(s.56)

…hem bu kadar eğlence yeterdi ve hadi bakalım ileri marş yürüyelimdi.(s.58)

Yağmur dindiğinde, artık çok geç olduğundan kampa döndük(s.60) “Ne yani yalan mı, sabah yataktan kalkıp yataklarımızı ve beden eğitimimizi yapıp, yıkanıp, kahvaltı edip, denize inip, yüzüp, kumda oynadıktan sonra yorgun olmamızı ve yatağa girmemizi gerektiren hiçbir neden göremiyorum.”(Coscinny,Pıtırcık Kampta,62.s.)

…iyi yürekli bir padişahın, çok kötü yürekli bir veziri varmış.(s.63)

Söylediğiniz gibi, yumurtayı bulduğum yere koydum. Burada bir yuvanın içinde bulmuştum,…(s.68)

…iyi eğleniyorsundur.(s.72(

“Olta iğnelerinizle bir yerlerinizi incitmemeye bakın.”(s.86),…balığı çıkarırken olta iğnesiyle parmağını incitti.(s.91) Çocukların kavram ve olay algılama yeteneklerini yanıltan bir yaklaşım.

…en yalanı olanımız odur.(s.88)

…oltasını çabucak denize attı, kurtu bir an önce uzaklaştırabilmek için.(s.89),…iğnede kurtun da olmadığını görünce sevindi.(s.90). Neden “kurdu” değil de iki kezinde de “kurtu”, anlamak olanaksız.

Bir de anneler ve babalarla ilgili ikili sözcük öbekleri var. Her kezinde başka biçimde yazılan, bir türlü doğrusu bulunamamış bir sözcük öbeği:

“Tek eksiğimiz ana-babalarımız.”(s.94)

Annesiyle babası (s.95)…

Çimbik’in annesiyle babası (s.96)…

Çimbik’in annesi ve babasına (s.96)…

Annemle babamla kalmak istiyorum.(s.100)

Yalnız anne ve babalarından uzaklaştıklarında… Anne babaları(s.102)…

…ana babalarının kendilerini(s.104)…

…bütün ana babaların… annelerini babalarını bulamayıp…annemi babamı gördüm(s.105)

Annem babamla konuşurken (s.108)…

Ben annem babamla deniz kıyısına gittim.(s.111)

Uslu olduğumuzu, çok iyi yediğimizi, eğlendiğimizi… söylüyoruz.” s.94) Buradaki “çok iyi yediğimiz” han gi anlama geliyor belli değil; iyi yemekler yedikleri mi, bol bol yemek yemeleri mi, hangisi?

“O zamanlar daha babası oğlunun saçlarını kesmeleri için diretmemişti.”(s.100). Virgül ekonomisinin yapıldığı bir tümce.

Bu hataları, kusurları şu temel başlıklar altında toplayabiliriz:

*İmge hataları, sözcük enflasyonu.

*Çocuk kahramanların konuşmalarındaki düzeysizlik.

*Sözcüğün aynı yapıt içinde eski ve yani biçimiyle kullanılması.

*İyelik ekleriyle zamirlerinin aynı tümce içinde yar alması.

*Bozuk, ya da gereğinden uzun ve devrik tümceler.

*Özellikle noktalı virgül ve virgül kullanma hatası.

*Aynı tümce, ya da paragraf içinde farklı zamanların bulunması.

*Özne-yüklem, zaman uyuşmazlığı.

*Zamir enflasyonu ve yanlış kullanımı. (İyelik zamiriyle zamirin bir arada kullanılması en yaygın hatadır.)

*Sanatsal (estetik) düzeyin tutturulamaması.

Bu kitapta iki temel ideolojik yaklaşım oldukça da belirgin biçimde öne çıkıyor:

1.Çocuklara koşulsuz ve bitimsiz boyun eğmeyi, sorgulamamayı öğütlüyor. Grup başkanları bunu sık sık yapıyorlar, yetmiyor, Pıtırcık’ın ailesi gönderdiği mektupta Pıtırcık’a şöyle yazıyor:” Neyse ki başında büyüklerin var. Hiçbir zaman onların sözünden çıkmamalısın.”(s.72) Hem de “hiçbir zaman!”

2.Bir de içerik sorunu var elbet “çocuk yazını”nın. Irk, cins, din, mezhep, ırk, renk ayrımı yapanlardan, kahramanlığa özendirenlere; çocuğun hayal dünyasını tüketenlerden, savaşa koşullayanlara, tıpkı dinler gibi korkuyu geçer akçe gibi gündemde tutmak isteyenlerden, yazgıyı öğütleyenlere, baskıyı, kölecilik anlayışını meşru göstermeye çalışanlardan, bütün zamanı ibadete ve hatta zikre ayırmayı önerenlere, ikinci din işlevi veren futbol sevgisi kazandırmaya uğraşanlardan, çocukların dünyasını cinle, şeytanla, falla karartmaya çalışanlara kadar geniş bir yelpazede işlev veren çocuk kitapları ve dergileri gibi yayınlar alabildiğine çoğalmış durumda. PITIRCIK KAMPTA adlı bu kitap ta öyle… Cins ayrımcılığı yapıyor, kızların(bayanların) zayıf, güçsüz ve beceriksiz olduğunu savlıyor. “Daha neler! Kızlara göre çok tehlikeliydi kamp.” Oysa okuyunca, kampta hiç kimse için herhangi bir tehlikenin söz konusu olmadığını görüyoruz.


Ürkünçlüğün Nedenleri Ve Erdal Öz
Bu “ürkünçlüğün” nedenlerine gelince:Yine temelinde tıpkı eğitim gibi yazının da metalaşması için elinden geleni esirgemeyen kurulu düzen ve onun medyasının pohpohladığı popüler kitle kültürü olan pragmatik(yararcı) gelişmeler; çocuğun ve “çocuk yazını”nın insan yaşamındaki yerinin, öneminin ve etkisinin felsefi düzeyde kavranamaması var. Bu nedenler de şöyle özetlenebilir:

*Çocuğa dair hiçbir birikimi olmayan birçok yayıncının çocuk yazınını yalnızca para kazanma aracı olarak görmesi.

*Bu anlayışla yakın çevrelerindeki bazı işlenmemiş yetenekleri, ücretsiz, ya da çok düşük ücretlerle yazmaya zorlamaları ve bu yolla ortaya çıkan dosyaları kitaplaştırmaları.

*Kitapların dil, kurgu, anlatım hatalarıyla dolu, sanatsal niteliklerden, estetik değerlerden yoksun olması.

*Irk, din, dil, cins ayrımcılığı yapması ve bu nedenle gözden düşmesi.

*Okulların tam anlamıyla rant furyasına bulaşarak, hiçbir seçicilik çabası göstermemeleri.

*Öğretmenlerin ve ailelerin okumamaları, duyarsızlıkları.

*”Seri üretim”, ya da ”sekreterya üretiminin yaygınlaşması.

*Klasiklerin sözümona kısaltılarak çocuk yazını haline getirildiğinin sanılması.

*Çocukların insan yerine konulmaması nedeniyle çocuk kitaplarının da çocuğa göre olmayışı.

*Çocuk yazınındaki yabancı yayın(çeviri) baskısı.

*Çocuk yazını dünyasında eleştirmenlerin olmaması.

Bu kusurlar, çocukların okuma alışkanlığını, okuma zevkini yok eden, aynı zamanda büyükler için de yazan birçok yazar da dahil olmak üzere “büyük edebiyatı” yazarlarının okunmaması sonucunu da doğuran, göz ardı edilemeyecek kadar önemli kusurlardır.

Aklımın almadığı da şudur: Biçim olarak bunca hata, kusur, yanlış dolu; içerik olarak da böylesine geri kafalı bir yapıt (demek bile yanlış) nasıl olur da yedinci baskısında bile aynı biçemle çıkar çocukların karşısına. Katletmek için mi onların güzelim dünyalarını? Algı biçimlerini bozmak, yazgıcı, korkak, soru soramayacak kadar özgüvensiz, beyinleri insanlığa karşı ayrımcılığa koşullanmış (geleceğin) despotların(ın) yetiştirilmesine katkı yapmak için mi?

Bu kadarı da olamaz!

Kulakların çınlasın Erdal Öz! Çınlamak ne söz; “Yaralısın”, “Kanayan”, “Deniz Gezmiş Anlatıyor”, ve “Kırmızı Balon” gibi yapıtların yazarı kulakların çın çın çınlasın!


Sözün Sonundaki Söz
Hasan Güleryüz’ün; “çocuk” ve “edebiyat” kavramlarından oluşan, ancak her ikisinden farklı bir bütünlük oluşturan dirik ve sanatsal yapı” (Antakya Edebiyat Günleri Kitabı,2004,s:125) olarak tanımladığı çocuk yazını, üzerinde düşünülenden de önemli bir yazın türüdür. O kadar ki, çocukluğu olmayan yazın -ve sanatın- büyüklüğü de olmaz, diye düşünüyorum.

Bu bağlamda, diyor Tacim Çiçek:” Bize düşen ayakları yere basan, insanın burnunun direğini sızlatan veya düş dünyasını besleyen çocuk kitapları oluşturmamız; özgünlüğü, zenginliği, içeriği ve onların dünyalarına göreliği göz ardı etmememizdir.”(Adasanat İnternet Dergisi).



KÜÇÜK ÇANTALI ÖĞRETMENLER

Cemil Akbulut (kulakları çınlasın) adlı ilkokul öğretmenimi anımsıyorum. Onun çantasını… “Doktor çantası” derlerdi eskiden, o benzeri. Alt kısmı körüklü. İçi doldukça genişleyen. Ek olarak satın alınan yeni dergilere, gazetelere, kitaplara her zaman yer açabilen. Öyle bir çantası vardı öğretmenimin. Büyük ve şişman.

Yıllar sonra, kendim de öğretmen olduktan, öğretmenlikte hayli deneyim kazandıktan sonra anlayacaktım ki Cemil Akbulut gerçek bir öğretmenmiş. Çantası dergi, gazete, kitap doluymuş. Görürdük de zaten. Dinlencelerde, evininin bahçesinde hep bir şeyler okurdu.

Ben de bu yüzden okur-yazar olmuşum demek ki. Daha küçücükken bile öğretmenimden göre göre… Ağaç yaşken okumaya başlar ya…

Ülkemizin en uzak, en kuş uçmaz kervan geçmez yerlerinden biri olan Arpaçay’ın bardaklı köyündeyken eğittiği, öğrettiği, yetiştirdiği öğrencilerinin hemen hemen hepsi bugün bile başarılı. İçinde ülke düzeyinde başarılı olanları da var.

Çantası büyük öğretmenim… Saygıyla anıyorum. Çantanı da…

Şimdiki çantalar çok küçük. İçine kitap, dergi, gazete sığmayan çantanın içine ne sığar? Cep telefonu, sigara ve çakmak. Onlar da saygıya değmez.

Yıllardır gözlem yapıyorum. Öğretmenler arasında da hızla yaygınlaştı bu küçük çantalar. İçinde dergi, gazete, kitap olmayan… Süs gibi bir şey. Bakıyorum, öğretmen kocaman, sırtındaki çanta küçücük.

Düşünüyorum… Öğreten kişi, anlamına geliyor “öğretmen.” Kime öğretecek? Ülkemizin yazgısını yarın eline alacak bugünün çocuklarına, gençlerine… Neyi öğretecek? Bilgiyi. Hangi bilgiyi? Eskilerin yanında, her gün onlarcası üretilerek bilim dağarcığına doldurulan yeni bilgileri. Akşam öğrenecek, sabah öğrencisine götürüp verecek.

Çanta neden küçük? İçine dergi, kitap, gazete sığmasın; daha çok zararlı şeyler sığsın diye. Bu çantaları taşıyanların dergi, kitap gazete okuduğunu düşünebilir miyiz? Çok büyük oranda hayır. Okur olsalardı, bu nitelikleri onların küçük çanta taşımalarına izin vermezdi. Kendimden apaçık biliyorum; küçük çantam olsa, büyük çantada taşıdığım dergi, gazete, kitap, broşür, program kartları, sanat bültenleri gibi dokümanları ona sığdıramam. Çünkü her ay içinde değişik zamanlarda değişik dergiler geliyor abone olduğum. Bu yüzden çantamda en az iki, üç dergi hep vardır. Kitap okuma alışkanlığım da özge. Birkaç özge alan kitabını aynı anda okuyorum. Bu yüzden çantamda en az bir, iki kitap oluyor.

Çantam büyük benim.

Çünkü okuyorum.

Çantası küçük öğretmenlere şaşıyorum. Özellikle öğretmenlere… Onlar okumazsa, yeni bilgileri edinemez, öğrencilerine de yeni bilgiler taşıyamazlar. Eski bilgilerin pek çoğu da işe yaramıyor artık.

İçine küçük boy bir kitap bile sığmayacak kadar küçük çantalı öğretmenlere şaşıyorum.

Çünkü okumadıkları çantalarından belli. Okuduklarına dair ne bir simge taşıyorlar üstlerinde başlarında, ne de nesne.

Okumayan öğretmen olur muymuş? Oluyormuş işte; çooook… İstatistiklerde de var: Okumayanlarının oranı % 92. 12 Eylül Anayasası gibi.

Teoride emperyalist-kapitalist sermayenin amacı biliniyor;”cahil” bırakmak. Hakkını arayamayacak kadar bilgisiz, korkak. Ama bunun ezikliğini yaşayamayacak kadar da avu(n)tucu. Yani cahil, yoksul ve kaderci.

Bütün bunların tersini başar(t)ması gereken öğretmenlerin o küçük çantalarının içinde ne yazık ki bunlar var işte. Yani kapitalizm bunun böyle olmasını başarmış.

Güzel bir söz var (söyleyenini anımsayamadığım için özür diliyorum): “Küçük beyinler bireylerle, orta beyinler olaylarla, büyük beyinler düşüncelerle ilgilenirler.”

Öğretmenlik mesleğine, okullara, çocuklara ve gençlere yakışmayan, onlara reva görülemeyecek gerçekler…

Görüyoruz, okullara girip çıkan öyle çok küçük çanta var ki!

Öyle çok cep telefonu, sigara, çakmak…

Duyuyor musun Cemil Öğretmenim?

İnip gelsene Gemlik’in o dağ köyü Selimiye’den.

O büyük çantanı getirip göstersene, açsana…

Milliyet Blog



ÇOCUK YAZINI SANAT DİYALEKTİĞİ I.


Çocukluğu olmayan yazın ve sanatın büyüklüğü de olmaz!
Bu konuyu tartışabilmek için öncelikle ve kısaca “çocuk” kavramına açıklık getirmek gerekiyor. Öyleyse nedir çocuk ve ne kadar sürer çocukluk?

Bebeklik”ten sonra gelen, okul öncesi dönemi de kapsayan ve yaklaşık on beş yaşına kadar uzayan bir süreçtir çocukluk. Bu süreci yaşayan da çocuk... Tam da bu nedenle “çocuk yazını” üç ana yaş kuşağına göre adlandırılmaktadır: Okul öncesi yazını (0-6), çocuk yazını (6-12) ve ilk gençlikyazını (12-15) gibi... Çocuk kitapları ve doğru hedef (okur) kitle saptaması sözkonusu olduğunda da, çocuk yazını yapıtları dört yaş dilimine ayrılmaktadır: 0-6 yaş, 6-8, 8-12 ve 12-15 yaş gibi.

Bir başka ve işlevsel yaklaşıma göre de çocukluk;“Masal” dönemi (0-3 yaş), kişilik ipuçlarının oluşması (Piage’ye göre 3-6, İbni Sina’ya göre 4-7) yaş, en yaratıcı dönem (5-6 yaş) ve yaratıcılığın en yoğun sergilendiği dönem (13-15 yaş) olmak üzere dört döneme ayrılmaktadır.

Bütün bunlar adı “çocuk” olan insanın “çocukluk” diye adlandırılan özellikli bir döneminin olduğunu göstermektedir. “Çocuk” diye bir kavram olduğuna göre, dili, anlatımı, biçimi, özü, biçemi kendine özgü ve öznesi çocuk olan “çocuk yazını” diye bir kavram ve yazın türü de var demektir.

Sıra çocuk yazınına geldiğinde, konuyla ilgili çeşitli tartışmaların ve farklı görüşlerin olduğunu görüyoruz.

Yazın’ın bir sanat dalı olduğu tartışmasız. Yazın türlerinin de roman, öykü, şiir, deneme, masal, fantsatik kurgu v.b. olduğu… Çocuk yazını bütün bunların neresinde? Adından belli, çocuk yazını, yazın’ın içinde. Belki yalnızca bir ayrımla; “çocuklara roman”, “çocuklara öykü”, çocuklara şiir” gibi başlıklarla sınırları belirlenmiş olarak. Bu durumda kısaca ve hemen söylenebilir ki, çocuk yazını da tıpkı büyük yazını gibi bir sanat dalıdır. Ama nasıl bir sanat dalıdır?

Soruya yanıt verebilmek için öncelikle bir tartışmaya değinmek ve konuyla ilgili en akla yakın saptamayı yapmak durumunayız. Bu konuda süregelen tartışmaların bir yanında yer alanlar, çocuk yazını diye bir sanat dalının olmadığını, onların karşısında yer alanlar, çocuk yazınının kendine özgü ve bağımsız bir sanat dalı oluğunu, ortada yer alanlar da çocuk yazınının sınırları, Çehov’un deyişiyle “dozu” ayarlanması gereken bir yazın türü olduğunu ileri sürerler.

Birinci görüşün zamanla, tartışmanın kıyısına düştüğünü görüyoruz. Konuyla ilgili Cemal Süreya örneği var. O, çocuk yazını diye bir türün olduğunu kabul etmez. İkinci görüşün tartışılır olması üçüncü görüşün daha akla yakın olduğu sonucunu veriyor. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “çocuk yazını” diye sınırları belli bir türün varlığını kabullenmesine karşın, örneğin Çehov, “büyükler ve çocuklar için ayrı ayrı ilaçlar var mı? Dozlar değişir yalnızca,” diyerek üçüncü görüşü desteklemiştir. Gerçekten de çocuklar için üretilen ilaçların renginin, kokusunun, tadının ve hatta sunumunun büyüklerinkinden hayli farklı olduğunu biliyoruz. Tacim Çiçek, “bize düşen ayakları yere basan, insanın burnunun direğini sızlatan veya düş dünyasını besleyen çocuk kitapları oluşturmamız; özgünlüğü, zenginliği, içeriği ve onların dünyalarına göreliği göz ardı etmememizdir.”diyerek, çocuk yazınını, var mı yok mu tartışmak yerine onun varlığından yola çıkarak yazıncılara düşen görevin onun ilkelerine göre yerine getirilmesi gerektiğini” söylerken Hasan Güleryüz, “çocuk Edebiyatı, “çocuk” ve “edebiyat” kavramlarından oluşan, ancak her ikisinden farklı bir bütünlük oluşturan dirik ve sanatsal bir yapıdır,” diyerek onun aynı zamanda bir sanat dalı olduğunu kesin bir dille belirtmektedir.

Kısacası, yazının bir sanat dalı olduğu gerçeğinden yola çıkarak çocuk yazını diye bir yazın türünün varlığı ve bu türün de bir sanat dalı olduğu tezi kabul görmüş demektir.

Böylece sıra, çocuk yazınının nasıl bir sanat dalı olduğunun tartışılmasına geliyor.

Her şeyden önce, bebeklikle başlayan bir yazın ve çocuklar için bir sanat dalıdır çocuk yazını. Ninni sosyal yaşama, masal kültürel yaşama, tekerleme eğitim yaşamına başlangıcın sanatıdır örneğin. Kısacası insan için insan olabilmenin başlangıcının sanatıdır çocuk yazını.

Temel özelliklerine gelince; çocukça değil ama çocuğa göre bir sanat dalıdır. Biçim bakımından beş duyuyla izlenebilir ve beş duyuya seslenebilir niteliktedir. Göze hoş görünür, kulağı tırmalayıcı değildir, oyma, kabartma v.b özellikleri nedeniyle dokunulduğunda etkisi ve anlamı varsıllaşır, güzel kokar ve hatta, bir adım daha ileri giderek söylemek gerekirse, güzel bir tadı da var. Öz olarak; nahiftir, samimidir, açık seçik ve tam anlamıyla didaktik değilse bile, biraz da öğreticidir. Biçem olarak da “çocuğa görelilik” ilkesinin gerektirdiği özelliklere; yani tıpkı çocuğun doğası gibi yazını da özgür, özgün ve estetik (sanatsal) özelliklere sahiptir.

Biraz daha açmak gerekirse… Çocuk yazınının bir sanat dalı olarak kabul edilebilmesi için ayrıntılardaki şu özellikleri de taşıması gerekir:

Dili çocuk diline yakın ve yalın olmalı.

Anlatımı açık, seçik, duru, akıcı, kısa; olabildiğince düz ve noktalama imleri doğru kullanılmış tümcelerden oluşmalı.

Kurgusu sağlam, dokusu sıkı olmalı.

Yanlış ya da yoğun imge yükü taşımamalı, sözcük dağarcığını geliştirmeli.

Irk, din, dil, cins ayrımcılığı yapmamalı.

Çocukları insan yerine koyan bir anlayışa sahip olmalı.

Konu, izlek, olay, olgu ve diyalogların yaşamla bağı doğrudan ya da dolaylı da olsa sıkı kurulmuş olmalı.

Çocuğun hayal dünyasını varsıllaştırmalı ama kahramanlığa özendirmemeli, aşırı ulusçuluğa, dini bağnazlığa ve kaderciliğe yönlendirmemeli.

Güzel duyguların oluşmasına katkı yapmalı, korkutmamalı, özgürlükçü olmalı.

Sanat değeri yüksek olmalı.

Çocuk yazınının bir sanat dalı olarak önemine, işlevine ya da yararına gelince…

Bu noktada da tam bir görüş birliği yoktur. Yazınbilimciler, yazıncılar, eğitimbilimciler ve eğitimciler arasında ciddi tartışmalar süregelmektedir. Sanatın ne olup olmadığı, özelliği, niteliği, işlevi kaynaklı tartışmalardır bunlar. Kimileri sanatın hâlâ yalnızca sanat yapmak için, hatta ileri giderek yalnızca zevk kavramıyla ilintili olarak, daha da ileri giderek anlamsız sürrealist sayıklamalar ve saçmalamalar üretebilmek için ilkesizce yapılması gerektiğini savunurken; kimileri de sanatın öz-biçim diyalektiği ilkeleri gereğince, insan için, insana çok yönden yarayışlı olması için üretildiğini savunmaktadırlar. Genel olarak sanatın biçiminin, bildirisinin, giderek biçeminin; türüne göre örneğin şiirin sesinin, öykünün olayının, resmin konusunun olmamasını savunanlarla, bunun tam tersini savunanlar ve yine ikisinin ortalamasını almaya çalışanlar arasındaki bu tartışmalardan sağlıklı bir sonuç çıkaranlar da var elbet.

“Bütün bir yaşamımız çocukluğumuzdan ibarettir,” diyor bir düşünür. Hemen hemen herkesin kendini bir biçimde içinde bulacağı bu sözden yola çıkıldığında çocuk yazınının aynı zamanda bir sanat olarak önemi daha iyi kavranmış olur. Çocuğun dil ve anlatım gelişimi konusundaki en etkili araç masal, öykü, şiir, deneme, roman v .b kitaplardır. Nitekim “yetişkinlerin sahip olabilecekleri dil gelişiminin % 60ı, sekiz yaşın sonuna kadar oluşuyor,” diyor Nevzat Süer Sezgin. Algı, konuşma, yorum, kıyaslama, çözümleme ve bireşim yapabilme, iletişim kurabilme ve bunu sağlıklı biçimde sürdürebilme yeteneğinin gelişmesi için de birincil araç bu kitaplardır. Ayrıca çocuğun kişilik gelişimi, özgüven ve sağlıklı bir psikososyal altyapıya sahip olabilmesi ve karşılaştığı sorunları çözebilmesi bağlamında da bu sanat yapıtlarının rolü yadsınamaz. Albert Einstein, “mevcut bilgi birikimimizle öyle sorunlar yaratıyoruz ki aynı birikimimiz bu sorunları çözmeye yetmiyor,” diyerek bilimin çözemeyeceği, hatta ürettiği sorunların başka araçlarla, yani sanatsal birikim ve deneyimlerle çözülebileceğine vurgu yapmaktadır.

Öte yandan, insanı insan edenin sanat olduğu tartışmasız bir doğrudur. Çünkü sanat sanatçının duygu yanından doğar, sanat tüketicisinin de duygularına seslenir ve onu kendi amacı doğrultusunda etkiler. Duygular köken itibariyle kıskançlık, kin, öfke, nefret v.b gibi kaba ve yabanıldır. Sanat ise estetik (güzellik) bilimiyle ilgili olduğu için güzellik üretir, güzelliğe hizmet eder. Bu durumda sanatın, yabanıl olanı eğitmek, onu ehlileştirmek ve böylece onun yerine sevgi, saygı, barış, dostluk, kardeşlik, hoşgörü, uzlaşma v.b güzel değerleri yerleştirmek gibi bir işlevinin olduğu söylenebilir. Onun bu işlevini göz önüne alarak baktığımızda çocuk için yazın sanatının önemi ve değeri daha da artmaktadır. Duygu farkındalığı eğitiminin en temel aracının sanat yapıtları olduğu da yeri gelmişken anımsanmalıdır.

Çocuklar için yazın sanatı konusunu tartıştıktan sonra madalyonun diğer yüzüne de bakmak gerekmektedir. Madalyonun o yüzünde de çocukların yazın üretimi konusu var. Tam anlamıyla “sanat” denemese de çocukların şiir, öykü, deneme, roman yazma denemeleri yaptıklarını hatta kitaplaştırdıklarını biliyoruz. “Çocuk yazını” kavramının içini gerçek anlamda dolduran bu çalışmaları, çocuklar, ailenin ya da öğretmeninin isteği ve desteğiyle gerçekleştirmektedir. “Çocuk saflığı” taşıyan bu değerleri üreten çocukların kendilerini daha hızlı eğitip olgunlaştırdığı, yaşama daha farklı bakabildiği, çalışmalara önderlik eden kişilerce söylenmektedir. Bu tür üretimlerin sıklıkla gerçekleştirildiği Bursa Bilim ve Sanat Merkezi öğretmeni olarak benim de kişisel gözlemlerim bu savın doğru olduğu yönündedir.

Demek ki çocuk yazını ve/ya çocuklar için yazın aynı zamanda çocukların iyiden, güzelden, doğrudan, sevgiden, barıştan v.b güzel değerlerden yana sezgileri aracılığıyla dolaylı da olsa eğitilmesine katkı yapan, etkin bir sanat dalıdır.

Çünkü, “damla kendini tamamladığında damlar.” Ancak damlanın, yani çocuğun kendini tamamlayabilmesi ve giderek üretebilmesi kültürel dengeli beslenmesini tamamlayabilmesine bağlıdır. Bunun için yalnızca iki temel besine gereksinme var: Bilim ve sanat. Yani insan denen varlığın gerçekten “insan” olabilmesi için, anne karnından başlayarak, eğitimi sürecinde yoğunlaştırılmış, yaşamı boyunca da aralıksız alarak bilimsel ve sanatsal verilerden eşit biçimde beslenmesi gerekir.



Aydili Dergisi,Kasım-Aralık 2011,sayı:4.

Yüklə 5,79 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   58




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin