Belediye Kanunu’nun demokrasi açısından en önemli özelliği, kadın-erkek ayırımı yapmaksızın belirli yaşa gelmiş her hemşehriye, belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını tanımasıdır. Kanuna göre seçmen olabilmek için 18 yaşını tamamlamış, seçilme hakkını kazanabilmek için ise 25 yaşını bitirmiş olmak gerekmektedir. Kadınlar ilk defa siyasal haklarını 1930 yılında yapılan belediye seçimlerinde kullanmaya başlamışlardır. Kadınların genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı elde edebilmesi 1934 yılında gerçekleşmiştir.
Kanunun bir başka özelliği de, belediye başkanının doğrudan hükümet tarafından atanması yerine, belediye meclisinin kendi üyeleri arasından ya da seçilme şartlarını taşıyan dışarıdan bir kişiyi, belediye başkanı olarak seçme imkanı sağlamış olmasıdır. Ancak meclisin bu işlemi nihai bir karar değildir. Vilayet merkezi olan kentlerde, seçilen belediye başkanları İçişleri Bakanı’nın inhası ve Cumhurbaşkanı’nın onayı ile, diğer yöre belediyelerinde valinin tasdiki ile kesinleşmektedir. Bu da belediyeler üzerinde güçlü bir merkezi yönetim denetimi demektir. Bu uygulama, 1963 yılına kadar böyle devam etmiştir. Söz konusu tarihte kabul edilen 307 sayılı kanunla, belediye başkanının, halk tarafından tek dereceli seçimle doğrudan doğruya belirlenmesi yoluna gidilmiştir.
Belediyelerdeki demokratikleşmenin ülke genelindeki demokratikleşme ile yakın bir ilişki içinde olduğunu unutmamak gerekir. Tekeli’ye göre, seçim kurallarının daha demokratik bir görüntü kazandığı Tek Parti döneminde, belediye programları yerel seçmenlere daha az duyarlı halde olmuştur. Oysa seçim kurallarının demokratik olmadığı Osmanlı döneminde kentsel yaşama biçimi konusunda bir ideolojik çerçevenin bulunmayışı ve imparatorluğun çok milletli yapısının yerel yönetim-
lere yansıması dolayısıyla belediyelerin programlarının yerel taleplere daha duyarlı olduğu söylenebilir… Sivil toplumcu bir gelenek içinde doğmamış toplumlarda belediyelerde demokratikleşmenin ve yerel taleplere duyarlı hale gelmenin, ülke genelindeki demokratikleşmeye çok bağlı olduğu görülmektedir.14
1930’da yapılan Belediye Seçimleri’ne, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın yanında Serbest Cumhuriyet Fırkası da katılmıştır. Seçimlerin tek dereceli olmasına karşın, katılma oranının düşüklüğü dikkat çekicidir. Örneğin İstanbul’da seçimlere katılma oranı %16-17 düzeyinde kalmıştır. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın, 502 belediyeden 22’sini kazandığı bildirilmiştir. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın seçim kazandığı tek il merkezi Samsun olmuştur. Serbest Cumhuriyet Fırkası kapatıldıktan sonra, bu partinin kazandığı belediye seçimleri Danıştay tarafından iptal edilmiş ve yerlerine Cumhuriyet Halk Fırkalılar getirilmiştir.15
Çok partili siyasal hayata geçişten hemen sonra (29 Nisan 1946) belediyelerin demokratikleştirilmesi konusunda atılan en önemli adım, belediye meclisi seçim usulünün değiştirilmesi olmuştur. 1580 sayılı Belediye Kanunu’na göre belediye meclisi seçimleri hemen bir günde bitmiyordu. Seçimlerin kaç gün süreceği önceden ilan ediliyor ve genellikle bir hafta içinde tamamlanıyordu. Şüphesiz çok partili bir siyasal sistemde bu tür seçim sistemine güven duyulamayacağı açıktır. İşte 1946’da seçimlerin bir günde tamamlanması ilkesi getirildi16 ve böylece seçimlerin güvenliği artırılmaya çalışıldı. Bu arada, belediyeler arasında işbirliğini sağlamak ve belediyecilik alanında çalışmalar yaparak bir belediyecilik hareketi oluşturmak amacıyla 17 Temmuz 1945 tarihinde kurulan Türk Belediyecilik Derneği’nin, bu alanda olumlu bir gelişme olduğunu belirtmek gerekir.
1946 yılında kurulan Demokrat Parti, parti programında, yerel ihtiyaçların yerinden karşılanması, halkın yönetime katılması, il özel idaresi ve belediyelerin güçlendirilmesinden söz ediyordu. Demokratik hayat için çok önemli olan bu ilkeler, Demokrat Parti ile siyasal partilerin programına girmiş oluyordu. Çok geçmeden CHP’nin 1947 yılındaki 7. Büyük Kurultayı’nda, parti programında yapılan değişikliklerle benzer ilkelere yer verdiği dikkati çekiyordu.
1950’den sonra belediyeler, yerel taleplerin siyasete taşınmasında, bu taleplere duyarlı olmada, yönetime katılma kanallarının işlevsel hale gelmesinde, siyasetin toplumsal tabanının gelişmesinde ve siyasi bilincin artırılmasında çok etkili rol oynadılar.
Çok partili hayata geçişten sonra belediye organları ve parti programları yerel halkın taleplerine daha duyarlı hale gelmekle birlikte, belediyelerin görev ve yetki alanları, 1950’den sonra kurulan merkezi idare kuruluşları tarafından daraltılmış, zayıflatılmış ve en önemlisi, belediyelerin gelir kaynakları, kentleşmeye paralel olarak artırılmak bir yana giderek azaltılmış; böylece belediye başkanları personelinin maaşını ödeyebilmek için Maliye Bakanlığı’nın kapısında beklemek ve ancak merkezi idarenin desteği ölçüsünde görev yapabilir hale getirilmişlerdir.
Örneğin belediye bütçelerinin genel bütçeye oranı, 1950 yılında %10.33 olduğu halde, bu oran 1965’de %8.28’e, 1970’de %6.1’e ve 1980’de ise %4.65’e gerilemiştir. 1950-1980 döneminde kentleşme oranı ortalama olarak %5.5 dolaylarında gerçekleştiği dikkate alındığında, belediyelerin nasıl güçsüz bırakıldıkları daha iyi anlaşılır.
1950’den sonraki siyasal iktidarların, belediyeleri ve diğer yerel yönetim birimlerini güçlendirmek yerine, merkezi yönetim birimlerinin yapı ve fonksiyon itibariyle büyümesi ve modernizasyonu konusuna daha ağırlık verdikleri görülmektedir. Klasik kamu bürokrasisi yanında, ekonomi bürokrasisinin de bu dönemde gelişmeye başladığını, Tek Parti döneminde kurulmaya başlayan kamu iktisadi teşebbüslerinin sayı ve fonksiyon itibariyle genişlediği dikkati çekmiştir.
Belediyelerde Güçlü Başkanlık Dönemi ve Yönetim Krizi
1924 Anayasası, yerel yönetimlerden söz etmediği halde, 1961 Anayasası, özerk ve güçlü bir yerel yönetim kurumunun geliştirilmesine olanak sağlayacak bir çerçeve ortaya koymuştur. 1961 Anayasası, yerel yönetimlerin seçilmiş organlarının organlık sıfatını kazanma ve kaybetmeleri konusundaki denetimi, yargıya veriyordu. Böylece, önceleri Bakanlar Kurulu’na verilmiş olan bazı hallerde belediye meclisini feshetme yetkisi, Kanunda 1963 yılında yapılan bir değişiklikle artık Danıştay’a bırakılıyordu. 1963 yılında kabul edilen 307 sayılı kanunla, belediye başkanlarının tek dereceli çoğunluk usulü ile seçilmesi yöntemi getirilmiş ve Tek Parti döneminden kalan, belediye başkanlarının seçiminin vali ya da cumhurbaşkanı tarafından onaylanması kuralı yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece belediye yönetiminde, organlar arasındaki ilişkiler bakımından “güçlü başkan” modeline geçilmiştir. Önceki sistemde, belediye başkanları meclis üyeleri tarafından seçildiği için, daha çok meclisin hakimiyeti altında icraatlarını sürdürmek zorunda kalıyorlardı ve vatandaşlara karşı doğrudan sorumlulukları bulunmamaktaydı. Bu uygulama, meclis-başkan ilişkileri bakımından, göreli olarak “güçlü meclis”modeli demekti. Her ne kadar, 1963 yılında başkanlık mode-
line geçildiğinde, Belediye Kanununa eklenen 61 ve 76 maddelerle, belediye başkanının gücü, “gensoru” ve “yetersizlik kararı” gibi belediye meclisine ait olan yetkilerle dengelenmeye ya da sınırlandırılmaya çalışılmışsa da, uygulamada bu mekanizmaların etkin olarak işletilemediği, işletilse bile daha çok siyasi düşüncelerin etkisinde yürütüldüğü görülmektedir. Bizim yönetim geleneğimizde, karar organları yerine yürütme organları her zaman önemli olmuştur. Nitekim yürütme organının seçimle gelmediği yerel yönetim birimlerinde (il özel idarelerinde vali örneğinde olduğu gibi), ilgili yerel yönetim kurumu kendini geliştirememiş ve her zaman toplumsal desteği ve ilgisi eksik kalmıştır.
Bununla beraber 1580 sayılı Belediye Kanunu, belediye başkanlarının seçilmesini zorunlu ve değişmez bir kural haline getirmemiştir. Kanunun halen yürürlükte olan 94. maddesine göre, Bakanlar Kurulun’ca görülecek lüzum üzerine tespit edilecek bazı beldelerden vilayet merkezi olanların belediye başkanları İçişleri Bakanlığın’ca; vilayet merkezi olmayan yerlerin belediye başkanları mensup oldukları vilayet valileri tarafından atanabilmekte ve başkanlıktan çıkarılabilmektedir. Bu gibi yerlerde İçişleri Bakanlığı’nın teklifi ve Cumhurbaşkanı’nın onayı ile belediye başkanlığı vali ve kaymakamların uhdesine de verilebilmektedir. Bu şekilde göreve gelmiş belediye başkanlarına, belediye meclisi tarafından görevden düşürülebilmelerine olanak tanıyan Belediye Kanunu’nun 61 ve 76. maddeleri uygulanmamaktadır. Askeri müdahale dönemlerinde yasanın bu 94. maddesine çok sık olarak başvurulmuştur.
1580 sayılı Belediye Kanunu’nun bu hükmü, demokratik ilkelerle bağdaşmamaktadır. Her ne kadar anayasalar (1961 ve 1982 Anayasaları), yerel yönetimlerin yalnızca karar organlarının seçimle işbaşına gelmesini zorunlu kılmış, yürütme organlarının atama ile de göreve gelebileceğine açık kapı bırakmış ise de, yürütme organlarının karar organları karşısındaki sorumluluklarını ortadan kaldırmamış ve hatta böyle bir sorumluluğu zımni olarak gerekli görmüştür. Hal böyle olunca “mansup” belediye başkanları örneğinde, karar organı olan belediye meclisinin yürütme organı olan belediye başkanını görevden düşürecek bir işlem yapamaması, belediye başkanlarının “sorumsuzluğunu” ortaya çıkarır ki, bu durum her iki anayasanın da özüne aykırıdır.
1960’dan sonra seçim kurallarının demokratikleştirilmesi, temel hakların genişletilmesi ve yaratılan özgürlükçü ortam, belediyelerdeki demokrasi uygulamasını fonksiyonel hale getirememiş; merkezi yönetimin elindeki idari vesayet yetkisi, zaman zaman “siyasi” ve “mali” vesayete dönüşmüştür. Belediyeler, kıt kaynaklarıyla kentlerin, kırsal kesimden gelen göç dalgası ile giderek artan sorunlarına yanıt vermek için çok gayret gösterseler de, fazla başarılı olamamışlardır. Kentlerin düzensiz gelişmesine ve yasa dışı yapılanmasına seyirci kalınmıştır. Kısacası, özellikle kent belediyelerinde bir “yönetim krizi” yaşanmıştır.
Merkezi yönetimin, belediyelere karşı kuşkulu ve tereddütlü bakışı, onları rakip siyasi kuruluşlar olarak görmesi, yetki ve kaynakların kullanılmasında onlarla işbirliği yapmaması, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, çok partili hayata geçtikten sonra ve kısmen 1984-1990 dönemi istisna edilecek olursa, günümüzde de çok köklü bir değişiklik olmadan devam etmektedir. Bu bakış açışı, şüphesiz yerel demokrasinin en canlı ve fonksiyonel kurumları olması gereken belediyeleri zayıflattığı gibi, genel yönetim düzeyindeki demokrasiyi de olumsuz yönde etkilemektedir. Artık bugün, yerel düzeyde demokrasi ile ulusal ölçekteki demokrasiyi ve hatta küresel ölçekteki demokrasi kavramlarını birbirinden ayırmak imkansız hale gelmiştir.
1982 Anayasası ve
Büyükşehir Belediyeleri
1982 Anayasası’nın yerel yönetimlerle ilgili düzenlemesi, 1961 Anayasası’ndan ileri değildir. Hatta bazı bakımlardan ondan geridir. 1961 Anayasası, idari vesayet kavramından söz etmediği halde, 1982 Anayasası, idari vesayet kurumunu genişletmiştir.
Ayrıca 1982 Anayasası, görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan yerel yönetim organları veya bu organların üyelerini, İçişleri Bakanı tarafından kesin hükme kadar görevinden uzaklaştırabilmesine olanak tanımıştır. Uygulamada da görüldüğü gibi, bu hüküm, her zaman siyasi amaçlar için kötüye kullanılabilecek bir yetkidir.
Bununla birlikte 1982 Anayasası’nın getirdiği en önemli yenilik, büyük yerleşim merkezleri için özel yönetim biçimleri getirilebilmesine olanak tanımasıdır. Anayasanın bu hükmüne dayanılarak 1984 yılında büyük kent merkezlerinde büyükşehir belediyeleri kurulmaya başlandı. 3030 sayılı Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimine İlişkin Kanun, örgütlenme ve finansman açısından yeni bir sistem getirmiştir. Bu sistem, ilçelerin/beldelerin yerel özelliğini koruyup halkın yönetime katılmasını sağlarken, büyük kent alanına yayılmış ve birbirleriyle ilişkili çeşitli hizmetler arasında ortak yönetimi de gerçekleştirmektedir. Demokrasinin gerekleri ile
ekonominin avantajları arasında bir denge kurulmaya çalışılmıştır. Büyükşehir belediye modeli, büyük kentlerin sorunlarını hafifletmede yararlı bir düzenleme olmuştur. 1980’den sonra belediye gelirlerinde yapılan iyileştirmeler, belediyelerin çalışmalarına ivme kazandırmıştır. Ancak 1984 yılından itibaren ivme kazanan belediyecilik hareketi, 1990’ların başında duraklamaya ve yarısından sonra da gerilemeye başlamıştır.
Sonuç
Belediye kurumunu Avrupa’dan almakta geç kalmış sayılmayız, ancak bu kurumları demokrasi ve hizmet etkinliği açısından geliştirmede Avrupa’nın çok gerisinde bulunmaktayız. Gelişmiş bir belediye yönetimi felsefesi, çoğu siyasi partilerimizde yerleşmiş ve belirginleşmiş değildir.
Avrupa Devletleri, bize göre oldukça desantralize olmuş yönetim sistemlerine sahip olmalarına rağmen, yereli güçlendirmek, yerel temsil sistemini genişletmek, karar mekanizmalarını halka daha da yaklaştırmak için yoğun çaba göstermektedirler. Avrupa Konseyince 1985 yılında kabul edilen “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”, bu konudaki önemli belgelerden biridir. Türkiye bu şarttan yeterli ölçüde yararlanmamıştır.
DİPNOTLAR
1 Bennett, Robert J. (1993), “European Local Government Systems”, Local Government in New Europe, Bennett, Robert J. (Ed., ) Bethaven Press, London, s. 31.
2 Tocqueville, Alexis de (1994), Amerika’da Demokrasi (Çev., İhsan Sezal, Fatoş Dilber), Yetkin Yayınları, Ankara, s. 50-52.
3 Mill, John Stuart (1997), Hürriyet (Çev., Mehmet Osman Dostel), Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları: 852, İstanbul, s. 215-216.
4 Yıldırım, Selahattin (1990), “Yerel Yönetim ve Demokrasi”, Türk Belediyeciliğinde 60 Yıl, Ankara Büyükşehir Belediyesi Metropol İmar A. Ş., IULA-EMME, Ankara, s. 10.
5 Eryılmaz, Bilal (2000), Kamu Yönetimi, İstanbul, s. 123.
6 Ahmet Lütfi Efendi (1984), Vak’anüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi, Cilt: IX, (Yayınlayan: Münir Aktepe), Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul. s. 158.
7 Ergin, Osman Nuri (1995), Mecelle-i Umur-ı Belediye, cilt: 3-4, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları No: 21, İstanbul, s. 1429; Ortaylı, İlber (1985), Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Yerel Yönetim Geleneği, Hil Yayın, İstanbul, s. 146.
8 Tekeli, İlhan (1990), “Cumhuriyetin Altmış Yıllık Belediyecilik Deneyinin Değerlendirilmesi Üzerine”, Türk Belediyeciliğinde 60 Yıl, Ankara Büyükşehir Belediyesi Metropol İmar A. Ş., IULA-EMME, Ankara, s. 48.
9 Ergin, Osman Nuri (1995), Mecelle-i Umur-ı Belediye, Cilt: 3-4, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları No: 21, İstanbul, s. 1429.
10 Ergin, Osman Nuri (1995), Mecelle-i Umur-ı Belediye, Cilt: 3-4, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları No: 21, İstanbul, s. 1672.
11 Aytaç, Fethi (1990), “Belediye Kanununun Oluşumu, Uygulanması ve Değişiklikler”, Türk Belediyeciliğinde 60 Yıl, Ankara Büyükşehir Belediyesi Metropol İmar A. Ş., IULA-EMME, Ankara, s. 89.
12 Eryılmaz, Bilal (1997), Yerel Yönetimlerin Yeniden Yapılanması, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, s. 21-22.
13 Ergüven, Ekrem (1938), Şükrü Kaya, Sözleri-Yazıları, İstanbul, s. 46.
14 Tekeli, İlhan (1990), “Cumhuriyetin Altmış Yıllık Belediyecilik Deneyinin Değerlendirilmesi Üzerine”, Türk Belediyeciliğinde 60 Yıl, Ankara Büyükşehir Belediyesi Metropol İmar A. Ş., IULA-EMME, Ankara, s. 49.
15 Tunçay, Mete (1981), Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Yurt Yayınları, Ankara, s. 269.
16 Tekeli, İlhan (1978), “Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Belediyeciliğin Evrimi”, Türkcan, E., (Ed. ), Türkiye’de Belediyeciliğin Evrimi, Birinci kitap, Türk İdareciler Derneği, Ankara, s. 127.
KAYNAKLAR
Ahmet Lütfi Efendi (1984), Vak’anüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi, Cilt: IX (Yayınlayan: Münir Aktepe), Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul.
Aytaç, Fethi (1990), “Belediye Kanununun Oluşumu, Uygulanması ve Değişiklikler”, Türk Belediyeciliğinde 60 Yıl, Ankara Büyükşehir Belediyesi Metropol İmar A. Ş., IULA-EMME, Ankara.
Bennett, Robert J. (1993), “European Local Government Systems”, Local Government in New Europe, Bennett, Robert J. (Ed., ) Bethaven Press, London.
Ergin, Osman Nuri (1995), Mecelle-i Umur-ı Belediye, cilt: 3-4, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları No: 21, İstanbul.
Ergüven, Ekrem (1938), Şükrü Kaya, Sözleri-Yazıları, İstanbul.
Eryılmaz, Bilal (1997), Yerel Yönetimlerin Yeniden Yapılanması, Birleşik Yayıncılık, İstanbul.
Eryılmaz, Bilal (2000), Kamu Yönetimi, İstanbul.
Mill, John Stuart (1997), Hürriyet (Çev., Mehmet Osman Dostel), Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları: 852, İstanbul.
Ortaylı, İlber (1985), Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Yerel Yönetim Geleneği, Hil Yayın, İstanbul.
Tocqueville, Alexis de (1994), Amerika’da Demokrasi (Çev., İhsan Sezal, Fatoş Dilber), Yetkin Yayınları, Ankara.
Tekeli, İlhan (1978), “Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Belediyeciliğin Evrimi”, Türkcan, E., (Ed. ), Türkiye’de Belediyeciliğin Evrimi, Birinci kitap, Türk İdareciler Derneği, Ankara.
Tekeli, İlhan (1990), “Cumhuriyetin Altmış Yıllık Belediyecilik Deneyinin Değerlendirilmesi Üzerine”, Türk Belediyeciliğinde 60 Yıl, Ankara Büyükşehir Belediyesi Metropol İmar A. Ş., IULA-EMME, Ankara.
Tunçay, Mete (1981), Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Yurt Yayınları, Ankara.
Yıldırım, Selahattin (1990), “Yerel Yönetim ve Demokrasi”, Türk Belediyeciliğinde 60 Yıl, Ankara Büyükşehir Belediyesi Metropol İmar A. Ş., IULA-EMME, Ankara.
Osmanlılarda Çağdaş Belediye ve Çalışmaları
YRD. DOÇ. DR. M. EMİN YOLALICI
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Osmanlılarda XIX. yüzyıl öncesinde bağımsız bir belediye teşkilâtı mevcut değildi. Şehirlerin belediye işlerine kadılar bakardı. Kadı, hem kaza, ona bağlı nahiye ve köylerin mülki amiri, hem şehirlerin yargıcı, hem kolluk işlerinin sorumlusu, hem vakıfların denetçisi, hem de şehrin narh, fiyat tespiti, vergilerin konması ve toplanması gibi belediye işlerinin tek mesulü idi. Ancak narh, vergi, güvenlik işleri gibi konularda şehir kethüdaları, şehrin ileri gelenleri ve ruhani reisleri kadıya yardımcı olurlar idi. Bu durumda, Tanzimat Devri’ne kadar Osmanlı şehir ve kazalarında mahalli idare, belediye gibi bir kavram ve kurumdan bahsetmek mümkün değildir.
Yerel yönetimlerin kurulma aşaması XIX. yüzyıla ait bir gelişmedir. Ancak bu yüzyıl öncesinde şehirlerin yönetiminde ahilerin önemli roller oynadığını da belirtmek gerekir. Bununla beraber ahiler kendi içerisinde bir meslek denetimi yapan dini-mesleki bir tarikat olduğundan, yerel yönetimde tam etkili ve yetkili olduklarını söylemek zordur.
Ayrıca XIX. yüzyıl öncesinde bazı Osmanlı Balkan şehirleri ile bazı adalarda yerel yönetimin prototipine rastlamaktayız. Macaristan, Atina, Rodos ve Kıbrıs’ı buna örnek gösterebiliriz. Buralarda cizye, haraç, vs. gibi vergiler Osmanlı memurlarınca toplanmıyor, o yörenin yerli temsilcileri aracılığı ile bu görev yerine getiriliyordu. Yani bazı bölgelerde yerel temsilciler ve ruhani reislerden oluşan kurullar kurulmuştur.1 Ancak bu ilk örnekler Osmanlılarda XIX. yüzyıl öncesinde yaygın bir yerel yönetim sisteminin doğduğunu ispat etmez. Ayrıca yerel yönetimin en önemli unsuru olan siyasi katılma mevcut değildir. Bu anlamda modern belediyeciliğin Osmanlılarda kuruluşu Tanzimat sonrası olmuştur.
Buna rağmen XIX. yüzyılın ilk yarısında yerel yönetimde bazı gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelerin en önemlisi kadıların yetki ve görevlerinin sadece yargıçlığa indirilerek, diğer yetkilerinin başka kişi ve kurumlara bırakılmasıdır. 1826’da İhtisab Nazırlığı, 1836’da da Evkaf Nazırlığı kurularak kadıların yetkileri azaltıldı. İhtisab Nazırlığı, vergilerin toplanması, güvenliğin sağlanması ve şehir hayatının düzeninin korunması hizmetlerini yapıyordu. Ancak bu nazırlık yapıcı bir belediye hizmetlerinden çok, yasaklayıcı ve baskıcı bir uygulamayı yerine getiriyordu. Ayrıca bu göreve getirilen kişi bu işi ihale ile alan bir nevi müteahhitti.
Modern belediye teşkilâtı öncesi şehrin diğer bazı hizmetleri de halk veya bazı gruplar tarafından yerine getiriliyordu. Mahallelerin, çarşıların temizliğini arayıcı esnaf, meydanların temizliğini acemi oğlanlar yapıyordu. İtfaiye görevi yine halk veya gönüllü tulumbacılarca yerine getiriliyordu. Bu tür işler ise daha çok birkaç büyük şehirde oluyordu. Su, yol, sağlık vs. hizmetler de vakıflar aracılığı ile gerçekleştiriliyordu.
Ancak, dünyadaki gelişmeler, şehirlerdeki değişen yapı, ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar, dünyanın diğer ülkelerindeki şehirlerde olan gelişmeleri takip etme ihtiyacı, salgın hastalıklar, çıkan yangınlar, şehirlerdeki düzensiz yapılaşma, modern belediye teşkilâtının kurulmasını zorunlu hale getiriyordu.
I. İlk Kurulan Belediye:
İstanbul Şehremaneti
Osmanlı Devleti’nde hemen hemen her yenilik hareketinin uygulandığı, hatta pilot uygulama yapıldığı ilk yer başkent İstanbul olmuştur. Çağdaş eğitim kurumları, çağdaş sağlık kurumları, darülacezeler, daruleytamlar, vs. hep ilk olarak başkentte açılmıştır. Bu teamül belediyeler içinde geçerlidir.
İstanbul’un son dönemlerde fazla sayıda göç alması, uluslar arası ticaretin artması, ecnebilerin sayılarının çoğalması, şehrin güvenliğinin tehlikeye girmesi, çıkan yangınların verdiği zararlar, gıda ihtiyaçlarının karşılanmasındaki zorluklar, önlenemeyen salgın hastalıklar, artan nüfusa paralel olarak temizlik sorununun artması gibi nedenler İstanbul’da yerel bir yönetimin kurulmasının zorunlu hale getiriyordu. Ancak İstanbul’da şehremanetinin kurulmasını çabuklaştıran en önemli etken ise Kırım Savaşı olmuştur. Bu savaş nedeni ile İngiltere ve Fransa’dan pek çok sayıda asker ve çok miktarda malzeme İstanbul’a yığılmıştır. Bu malzemelerin dar yollarda taşınması zor oluyor, gelenlerin kalacağı sağlıklı yerler yok denecek kadar az ve salgın hastalıklar artmış durumdadır. Bu sebeple de yabancı diplomatlar tarafından hükümet tenkit edilmektedir. İşte bu gerekçeler üzerine önce Meclis-i Vâlâ tarafından şehremanetinin görev ve yetkilerini düzenleyen 13 Haziran 1854 tarihli bir nizamnâme düzenlenmiştir.2 Sonra 16 Ağustos 1854 tarihinde de Takvim-i Vekayi’de yayınlanan bir tebliğ ile İstanbul Şehremaneti kurulmuştur.3
Şehremini ve Şehir Meclisi’nden oluşan şehremaneti idaresi 3-4 aylık sürede hemen hiçbir faaliyette bulunamadı. Bunun üzerine hükümet bu idarenin daha başarılı olması için bazı düzenlemeler yapma ihtiyacını duydu. Şehremaneti idaresini daha aktif, daha başarılı, daha etkili hale getirmek amacı ile İntizam-ı Şehir Komisyonu adı ile 9 Mayıs 1855’te bir komisyon kurdu.4 Bu komisyon belediye idaresi için bir Nizamnâme-i Umûmî hazırladı. Bu nizamname 19 Aralık 1857’de yayınlandı.5 Nizamnameye göre İstanbul 14 daireye ayrıldı.6 Ancak İstanbul’da kurulan bu 14 belediye dairesi içerisinde sadece 6. Daire denilen Beyoğlu Belediye Dairesi tam bir şekilde teşkilatlanabildi, diğerleri istenilen şekilde geliştirilemedi.
İstanbul Şehremaneti idaresi için 1868 ve 1870 yıllarında iki kez daha düzenlemeler yapıldı. 1877 de Meclis-i Mebusan’da kabul edilen Belediyeler Kanunu ile belediyeler daha etkin hale getirilmeye çalışıldı.
II. Vilâyetlerde Belediyelerin Kurulması
Vilayetlerdeki belediye idarelerinin kurulmasının başlangıcı 1864 Vilâyet Nizamnâmesi ile atılmıştır. Daha sonra bu amaçla iki talimatname yayınlanmıştır. Birincisi “Vilâyetde Belediye Meclislerinin Suret-i Tertibi ve Memurlarının Vezaifi Hakkında” başlığı altında,7 ikincisi de “Vilâyâtda Belediye Meclislerinin Vezâif-i Umumiyyesi Hakkında Talimât”8 adı ile yayınlanmıştır. 1871 Vilâyet Nizamnâmesi ile de şehir ve kasabalarda belediye dairelerinin kurulması, yetkileri ve çalışma usûlleri düzenlenmiştir.
Bu düzenlemelerle meclis reisinin memurlar arasından vali ve mutasarrıfın onayı ile seçilmesi, her şehir ve kasabada bir belediye meclisinin kurulması, meclisin reis, reis muavini ve seçilen 6 üyeden oluşması, üyelerin iki yılda bir dini cemaatler arasından seçimle gelmesi gibi esaslar getirilmiştir. Üyelerin seçimi ise, mülki amir, müftü ve ruhani reisler ile katiplerden oluşan bir Tetkik Meclisi üye sayısının üç katı aday tespit edecek, bu adaylar her mahalle ihtiyar heyetlerince oylanacak, en çok oy alan üçte ikisi arasından vali veya mutasarrıf altı tanesini ayıracaktı. Meclis haftada iki gün çalışacaktı. Görevleri ise, imar denetlemesi, yol ve kaldırım yapımı, su yolları yapma ve bakımı, ulaşım araçları sağlama, şehrin aydınlatılması, itfaiye teşkilatının kurulması, şehrin temizliğinin sağlanması ve denetlenmesi, limanların işletilmesi, eğlence yerlerinin denetlenmesi idi.9
Dostları ilə paylaş: |