AVRUPAZÂDE f. Avrupa'dan doğan. Avrupa te'siri ile olan. Avrupalıyı taklid eden.
AVŞİN f. Kekik otu.
AVUKAT Mahkemede ücret mukabilinde taraflardan birinin müdafaasını ve davasını üzerine alan hukukçu. * Mc: Müdafaaya muktedir, çeneli, cerbezeli.
AVUNMAK t. Oyalanmak, kendi kendini eğlendirmek. * İnek vs. nin gebe kalması.
AVVA Bir yıldız kümesi.
AVVAC Fildişi satan. Fildişi işçisi.
AVZ Hâcet. İhtiyaç. Bir şeyin bulunmaması. * Fakir. * Fakirlik, muhtaç olma.
AVZ (Avez) (İyâz, meaz, meâze) Sığınma. Sığınak. Melce. Sığınacak yer.
AVZEN (Zenav) (Kürdçe) Suların biriktiği yer. Havuz, göl.
AY (Bak: Ayât)
AYÂ Tedavisi mümkün değil, iyileştirilmez. * Kabiliyetsiz, kudretsiz.
ÂYÂ (Şüphe ve tereddüt bildiren edât; hayret ve taaccüb, soru ile beraber ümid ifâde eder) Acabâ. Âyâ, nasıl oluyor. Hayret, sen bu işi nasıl olur da yaparsın?.. der gibi.(Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız! Âyâ, Avrupa'nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akıl ile onların sefâhet ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz? Yok! Yok! Sefihane taklid edenler, ittiba değil; belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz! Çünki şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır! L.)
A'YA En kudretsiz, kabiliyetsiz. İktidarı hiç olmayan.
A'YAD (İd. C.) Bayramlar.
AYAL (Bak: Iyal)
A'YAN (Ayn. C.) Gözler. * Bir yerin ileri gelenleri. * Meclis âzaları. Senato âzaları. * Muayyen ve müşahhas olan şeyler. * Altınlar. * Kaymakam.
A'YAN-I SÂBİTE Tas: İlm-i İlâhide eşyanın ezelden beri sâbit olan sûret ve hakikatları. Mevcudat-ı ilmiye. (Bak: Adem-i hâricî)
AYAN (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği. * Çiftçi âletlerinden olan saban okunun bileziği.
AYAR Altın ve gümüşten yapılmış şeylerin saflık ve hafiflik derecesi. *Saadete, mutluluğa doğru gitme.
A'YAR (Ayr. C.) Eşekler.
AYAR-DAN f. Ölçüden anlar, değerbilir.
AYASOFYA İstanbul'daki bu ilk kilisenin açılış resmi Mi : 325 tarihinde yapılmıştır. 513 senesi Ocak ayının 13-14. gecesi bir yangın esnası bina kâmilen yanmış. O zaman İmparator Justinyanus yeniden yaptırmış. 573 de binanın resm-i küşâdı yapılmıştır.Osmanlılarca 29 Mayıs 1453'de İstanbul fethedilince Fatih Sultan Mehmed yaya olarak Kiliseye girmiş ve müezzine ezan okutarak maiyeti ile beraber namaz kılmıştır. Ayasofyanın câmi halinde kıyâmete kadar devamını vasiyet etmiş, fakat maalesef câmi 1934 de bir müze haline getirilmiştir.
AYASTAFANOS İstanbul'da Yeşilköy semtinin eski adı.
AYASTAFANOS MUAHEDESİ 3 Mart 1878 Rusya ile Osmanlılar arasında ilk olarak yapılan bir anlaşmadır. (28 Safer 1295) Tarihte buna "Ayastafanos Mukaddemat-ı Sulhiyesi" denir. Anlaşma maddeleri tatbik edilememiştir.
ÂYÂT (Âyet. C.) Âyetler. * Cenab-ı Hakk'ın sıfât ve kudreti hakkında görülen âşikâr deliller, bürhanlar. * Menziller. Mekânlar.
ÂYÂT-I KİBRİYÂ Allah'ın kibriyasını ve büyüklüğünü gösteren âyetler, deliller ve eserler.
ÂYÂT-I KUR'ÂNİYE Kur'ânın âyetleri.
ÂYÂT-I MENSUHA Sâbık olan, geçmişte olan hükümleri beyân eden âyetler.
ÂYÂT-I MUHKEMÂT Manası kat'i ve açık olan Kur'an âyetleri.
ÂYÂT-I NÂSİH Sâbık olan şer'i hükmün kaldırıldığını beyan eden âyetler. (Bak: Nesh)
ÂYÂT-I TEKVİNİYE Tekvinî âyetler. (Bak: Tekvin)
AYB Kusur. Leke. Utandıracak hal.
AYB-I HÂDİS Huk: Satılan eşya müşteri elinde iken ârız olan ayıb. (Müşterinin satın aldığı kumaşı kesip biçmesiyle meydana gelen hâl gibi)
AYB-CÛ f. İnsanın ayıplarını araştıran, herkesin ayıbını, noksanını meydana çıkarmak isteyen.
AYBE (C.: İyâb) Heybe, deri çanta.
AYB-GÛ Fitneci, fitnekâr, dedikoducu.
AYB-GÛYÎ f. Dedikoduculuk.
AYB-NÂK f. Noksan, kusurlu.
AYC Razı olmamak. * Tasdik edip inanmamak. * Menfaatlenmemek, faydalanmamak.
AYDAN (Uvd. C.) Uzun hurma ağaçları.
AYDANE Uzun hurma ağacı.
AYDE Yaramaz huylu.
AYDIN Aydınlık. * Açık, âşikâr, açıkça görünen. * Mübârek, mesut. Bilgili, okumuş, görgülü.Bugün bazı çevrelerde batı ilim ve felsefesini tahsil edip benimseyenlere de "aydın" denilmektedir. Aklı gözüne inmiş, yani herşeyi maddi ölçülerle yorumlamaya alışmış, kalbi maddeci felsefe ile kararmış insana aydın demek yanlıştır. Böylelerine "zulmetli münevver" yani kalbi ve aklı kararmış okumuşlar demek daha doğru olur.
A'YEN Büyük ve iri gözlü. * Bakılan yer. * Çok açık, pek belli, bâriz.
ÂYEN f. Demir.
ÂYENDE (C.: Âyendegân) f. Gelen, geçici.
A'YES (C.: İys) Beyaz deve.
AYES Beyazlık, aklık.
ÂYET Eser. * Kimsenin inkâr edemiyeceği açık delil. Nişân. Alâmet. İşaret. * Menzil, mekân. * Kur'ân-ı Kerim'deki her bir cümle. Mânen uyanmağa, intibâha sebeb olan hâdise. (Kur'ân-ı Kerim'de 6666 âyet vardır.)
ÂYET-İ MÜDÂYENE Kur'an-ı Kerim'de (Sure-i Bakara, 281. âyet) borçlu ve alacaklı hakkındaki âyet. (Bu âyet vasatî olarak bir sahife uzunluğundadır.)
AYFE Hayret. * Tereddüt. * İğrenmek.
AYHEKA Neşat, sevinç, neşe, sürur. * Bir kuş adı.
AYHEM Katı, sağlam nesne.
AYHÜM Ağaç kökü. * Kırmızı sahtiyan.
AYIKLANMA t. (Biyolojide) Çevre şartlarına en iyi uyabilen canlıların hayatta kalıp çoğaldığı, uyamıyanların öldüğü ve nesillerinin yok olduğu, böylece canlılardan tabii bir tekâmül (evrim) meydana geldiğini savunanların ileri sürdüğü bir tâbirdir. Ayıklanma ile tekâmül görüşü tabiatta herşeyin tesadüfle meydana geldiği peşin hükmüne dayanır. Hayatı ve kâinatı tesadüfle açıklamak hem ilmi, hem aklı inkârdan başka birşey değildir. Canlıların bulunduğu çevre şartlarına göre cihazlarla donatılması; onların Hâlık'larının, Rab'lerinin sonsuz merhametini, ilmini ve iradesini gösteren inkâr edilemez delilleridir. Bunlar kör tesadüfün, şuursuz maddenin işleri değildir ve olamaz. Dünyaya bir yavru getiren annenin memelerinden süt gelmesi ve yavrunun kimseden öğrenmeden memeyi arayıp süt emmesini başarması tesadüf mü, yoksa Allah'ın sonsuz merhameti, ilmi ve iradesini göstermez mi? Bunu zerre kadar aklı olan anlamaz mı?
AYIN Arap alfabesinin onsekizinci ve Osmanlı alfabesinin yirmibirinci harfi olup, ebced hesabında yetmiş sayısına tekabül eder.
AYİB Dönüp çekilen. Geri dönen. Tövbe eden.
AYİDE Fayda, menfaat. * Muhabbet, sevgi.
AYİJ f. Kıvılcım, şerâre.
AYİL(E) Ailesi kalabalık olan. * Ailesini besleyen. * Aşırı. * Fakir. * Dengede olmayan terazi.
ÂYİN Gözü değen kişi. Nazarı değen kimse.
ÂYİN Merâsim. Usûl. Görenek. Dinî âdâb. Âdet, örf ve kanun. * Ziynet, süs.İslâm'da fıkıh lisânı âyin kelimesini kabul etmemiştir. Bazı vakıflar, filân câmide herhangi bir tarikat âyini icra için te'sis yapacakları zaman vaki olan müracaatlarında fetvahâne tarafından verilen müsaadelerde âyin sözü kullanmayıp "İcra-yı zikrullah" tabiri kullanılırdı. Sofiyede âyin lâfzı muteberdir. Turuk-u âliye tekkelerinde icra edilen şekil ve merasime âyin ıtlak edilir. "İcra-yı âyin-i ehlullah" tabirdendir. Bu sûretle her tarikata mensub tekkelerde yapılan dinî merasime âyin ismi verilmiştir. Bu âyinlerden herbirinin ayrı ismi ve şekli vardır. Yaptıkları âyine Mevleviler: Semâ; Kâdirîler: Devran; Rıfailer ve Sa'diler: Zikr-i kıyam; Halvetiler: Darb-ı esmâ; Nakşibendiler: Hatm-i hâcegân isimlerini verirler. Diğer turuk-u âliye de bu esaslardan münşaib olduğuna göre âyinleri bu esaslara bağlıdır. (T.İ.A.)
AYİNE f. Ayna. Mir'ât. Kendisine tecelli ve aksedeni gösteren veya bildiren şey. (Ayna, ışığı aksettirip gösterdiğinden dolayı esmâ-i İlâhiyeyi de bize gösteren ve Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarına âyinelik eden mevcudata da mecazen "âyine" denilmektedir.) * Vasıta ve mazhar mânasına da gelebilir.
AYİNE-İ ÂSMÂN Güneş.
AYİNE-İ EHADİYET Ehadiyetin ayinesi. Cenab-ı Hakk'ın ekser isimlerinin tecellisine mazhar olan şey.(Hayat birşeye girdiği vakit, o cesedi bir âlem hükmüne getirir; cüz ise küll gibi, cüz'iye dahi külli gibi bir câmiiyyet verir. Evet hayatın öyle bir câmiiyyeti var; âdeta umum kâinata tecelli eden ekser Esmâ-i Hüsnayı kendinde gösteren bir câmi âyine-i ehadiyettir. Bir cisme hayat girdiği vakit, küçük bir âlem hükmüne getirir, âdeta kâinat şeceresinin bir nevi fihristesini taşıyan bir nevi çekirdeği hükmüne geçiyor. Nasıl ki, bir çekirdek, onun ağacını yapabilen bir kudretin eseri olabilir; öyle de: En küçük bir zihayatı halkeden, elbette umum kâinatın Hâlıkıdır. L.)
AYİNE-İ ERVAH Ruhlar âyinesi. Esmâ-i İlâhiyenin tecellisine mazhar olan ruhlar.(... Muhabbetten yetimâne bir şefkat, me'yusâne bir rikkat tevellüd eder. Bütün zihayatlara acır; hatta güzel ve zevâle maruz bütün mahlukata bir rikkat ve bir firkat hisseder; elinden birşey gelmez, ye's-i mutlak içinde elem çeker. Fakat gafletten kurtulan evvelki adam o şedit şefkatin elemine karşı ulvi bir tiryak bulur ki: Acıdığı bütün zihayatların mevt ve zevalinde bir Zât-ı Bâki'nin bâki esmâsının dâimi cilvelerini temsil eden âyine-i ervahları bâki görür; şefkati, bir sürura inkılâb eder. M.)
AYİNE-İ İSKENDER Makedonya kralı Büyük İskender'in aynası. Rivayetlere göre, bu ayna Aristo tarafından yapılmış ve İskenderiye şehrinde yüksekçe bir yere konulmuştur. Bu sayede İskender, yüz fersah uzaklıktaki düşmanlarını aynada görürmüş.
AYİNE-İ ZİŞUUR Şuur sahibi âyine. (Yani: İnsan, cin, melek)
AYİNEDAR f. Ayna tutan. * Eskiden, bir büyük adamın giyinirken aynasını tutmakla vazifeli hizmetçi. * Berber.
AYİNE-RÛ f. Yüzü ayna gibi parlıyan.
AYİNE-SAZ f. Aynacı.
ÂYİN-HAN f. Mevlevihâne ve semâhânelerde sema edilirken, yüksek bir yerde bulunan ve mutribhâne adı verilen mahfilde âyin okuyan kimse.
AYİR Tereddütlü kimse.
AYİS (Bak: Sinn-i iyâs)
AYİŞ(E) Bolluk içinde rahat yaşayan. * Hz. Peygamber'in (A.S.M.) zevcesi ve mü'minlerin vâlidesi, Hz. Ebu Bekir'in (R.A.) kızının bir ismi. Aişe-i Sıddıka diye de anılır. Hayret edilecek derecede takva, iffet ve zekâvet sahibesi olup 2210 Hadis-i Şerif nakletmiştir. Hicretin 57. yılında vefat etmiştir. (R.A.)
AYİŞNE (Ayişte) f. Casus, ajan. * Dalkavuk.
AYİZ(E) Mukabil olarak veren. Karşılık olarak verilmiş.
AYİZ (C.: Ayizât) Yeni doğurmuş hayvan.
AYK Nâhiye. * Kenar. * Taife.
AYKA Deniz kenarı. * Ev ortası.
AYKE Sık koruluk.
AYLE Fakirlik.
AYLEM (C.: Ayâlim) Yumuşak nesne.* Suyu çok olan kuyu.
AYMAN Süt içmeğe iştihası olan erkek. * Malı gitmiş kişi.
AYME Süt içmeğe iştihası olmak. * Malın iyisi.
AYN (C.: A'yan-A'yun-Uyûn) Göz. * Pınar, kaynak. Çeşme. * Tıpkısı, tâ kendisi. * Zât. * Eşyanın hakikatı. * Kavmin şereflisi. * Diz. * Altın. * Nazar değme. * Casus. * Her şeyin en iyisi. * Muayene etmek.
AYN-İ VÂHİD Tek gözlü.
AYN-EL YAKÎN (Ayn-ül yakîn) Göz ile görür derecede görerek, müşâhede ederek bilmek. (Bak: Yakîn)(İman-ı tahkikîde pek çok meratib var. O mertebelerden ilm-el yakîn mertebesi çok bürhanların kuvvetleriyle binler şüphelere karşı dayanır. Halbuki taklidî iman ise bir şüpheye karşı bazan mağlup olur. Hem iman-ı tahkikînin bir mertebesi de, ayn-el yakîn derecesidir ki, çok mertebeleri var. Belki Esma-i İlâhiye adedince tezahür dereceleri var. Bütün kâinatı bir Kur'an gibi okuyabilecek derecesine gelir. Ve bir mertebesi de, hakk-al yakîndir ki, onun da çok mertebeleri var. Böyle imanlı zatlara şübehat orduları hücum da etse, bir halt edemez. R.N.)
AYN-ÜL HAYAT Hayatın tâ kendisi.
AYN-ÜL KITR Bakır kaynağı.
AYN-ÜL LİKA İstenilen kavuşma ve sevilenin tâ kendisi.
AYN-ÜR RIZÂ Rıza gözü. Kusuru görmeden bakan muhabbet gözü.
AYN-ÜS SEVR Boğa gözü. * Koz: Semânın kuzey yarım küresinde bulunan boğa burcunun en parlak yıldızı.
AYN-ÜS SUHT Kızgınlık ile bakış, hiddet gözü.
AYNA (C.: În) Gözü güzel ve iri olan.
AYNAN Akmak, seyelan.
AYNEN Bir şeyin aslı veya kendisi olarak. Tıpkısına, hiç bir şeyi değiştirmeden, aynı olarak.
AYNİYYAT (Ayniyye. C.) Kullanılmaya veya harcanmaya elverişli olup taşınabilen ve para eden şeyler.
AYNİYYE Göz hastalıkları kliniği. * Pahada ağır olan ve taşınabilen şeyler.
AYNİYYET Bir şey veya şahsın aynı veya kendisi olması.
AYR (C.: A'yâr) Eşek, himar. * Medine-i Münevvere yakınında bir dağ. * Uzun demir mıh.
AYS Fesâd ve ifsâd etmek.
AYS Cimâ etmek. * Meni denilen su.
AYS Sık ağaçlık yer. Koruluk.
AYSE Yumuşak yer.
AYSELE Gözsüz, a'mâ, kör.
AYSUM Filin dişisi. * Sırtlan. * Büyük deve. * Süsen çiçeği.
AYŞ Yaşayış, yaşama. Yiyip içme. Zevk u safâ. * Dirilik. Hayat.
AYŞE Dirilik, hayat, yaşama.
AYŞ U İŞRET Yiyip içme. (Bak: Îş)
AYŞÛM Nebatattan bir ot.
AYŞ Ü NÛŞ Yiyip içme. (Bak: Îş)
AYŞ U TARAB Yeme içme, eğlence.
AYT Uzun boyunlu.
AYTA' Uzun boyunlu kadın. * Uzun boyunlu dişi deve.
AYTEL Uzun boyunlu.
AYTEMÛS (C.: Atâmıs) Bütün vücut organları yerli yerince ve tam olarak yaratılmış olan.
A'YÜN (Ayn. C.) Gözler, aynlar. * Çeşmeler, pınarlar. Menba'lar.
AYYAB Kusur görücü, ayıb gören.
AYYAN Yorgun. Bitkin. * Ne yapacağını bilmeyen.
AYYAR Hırsız. Hileci, dolandırıcı, hilebaz, dessas. * Zeki, kurnaz.
AYYARÎ f. Dolandırıcılık, hilecilik.
AYYAŞ Haram içki içen. şarhoş.
AYYİL (C.: İyâl) Nafakası lâzım olan kişi.AYYUK : Samanyolunun dâima sağ tarafında olan çok parlak ve uzak bir yıldızın ismi. * Mc: Gökyüzünün pek yüksek yeri.
AYZAN Yaban eşeğinin erkeği.
AYZEMÛR Yük taşıyamıyan büyük ve yaşlı deve.
AZA' Başa gelen musibete sabretmek. * Bir kimseyi babasına nisbet etmek.
A'ZA (Uzv. C.) Bedenin her bir uzvu. * Bir cemiyete mensup kimse.
A'ZA-YI DÂHİLİYE İç organlar.
AZA (C.: Uzâ) Kertenkele.
AZAB Dünyada işlenen suç ve kabahate karşılık olarak âhirette çekilecek ceza. * Eziyet. Büyük sıkıntı. Şiddetli elem.
AZAB-I CEHENNEM Cehennem azabı. * Mc: Büyük ıztırab, sıkıntı.
AZAB-ENGİZ f. Azab verici, keder verici.
AZAD f. Serbest. Hür. Kimseye bağlı olmayan. Kölelikten kurtulmuş olan. * Dünya alâkasından kesilmiş. * Serbest fikirli.
AZAD Kısa ve sık olarak dikilmiş.
AZADE f. Bağlardan kurtulmuş. Serbest. Kayıtsız. Hür. Sâlim. Müberrâ.
AZADE-DİL f. Gönlü bir şeye bağlı olmayan.
AZADE-GÂN f. (Azâde. C.) Azadeler. Bağımsız, serbest ve hür olanlar.
AZADE-GÎ f. Hürlük, âzâdelik, serbestlik.
AZADE-HÂTIR f. Başı dinç, gönlü hoş olan.
AZADE-HAYAT f. Hayattan kurtulmuş. Ölmüş.
AZADE-SER Başı boş. Hür.
AZADÎ Serbestlik. Hürriyet. * şükür.
AZ'AF (Bak: Ez'af)
AZAHÎ (Bak: Adâhi)
AZAİM (Azime. C.) Mühim ve büyük işler. Kararda kesinlik.
AZAİM Büyük iş. * Büyük belâlar. Büyük günahlar.
AZAİM Kötü şeyleri defetmek için yazılan duâlar.
AZAL (Ezel. C.) Ezeller. Başlangıcı olmayan zamanlar.
AZALİL (Uzlûle. C.) Yanlışlar, yanılmalar. Doğru olmayanlar.
AZAM (C: Azamât) Kin, husûmet, adâvet, garaz, fena niyet. * Öfke, hiddet. * Kıskançlık.
A'ZAM Çok büyük. En büyük. Daha büyük.
A'ZAM-I ESBAB Sebeplerin en büyüğü.
AZAME Eskiden, büyük görünmesi için kadınların bağladıkları arkalık.
AZAMET Büyüklük. Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğü. * Kibirlilik.(Beşerin zihni ve fikri Cenab-ı Hakk'ın azametine bir mikyas, kemalâtına bir mizan, evsafının muhakemesine bir vasıta bulmak vüs'atinde değildir. Ancak cemî masnuatından ve mecmu asarından ve bütün ef'âlinden tahassül ve tecelli eden bir vecihle bakılabilir. Evet zerre, mir'ât olur, fakat mikyas olamaz. Bu meselelerden tebârüz ettiği vechile Cenab-ı Hakk'ın mümkinata kıyas edilmesi ve mümkinatın onun şuunâtına mikyas yapılması en büyük cehâlet ve hamakattır. İ.İ.)
AZAMET-FÜRÛŞ Kibirlenen. Büyük görünmek isteyen.
A'ZAMÎ En fazla, en çok, nihayet derecede.
AZAMİM (Izmâme. C.) Desteler, kümeler, topluluklar, zümreler.
A'ZAMİYYET En fazla oluş. En fazlalık.
AZAMÛT (Mübalâğa sigası ile) Azamet. Kibriya. Allah'a mahsus olan büyüklük.
AZAN (Üzn. C.) Kulaklar.
A'ZAR (Özr. C.) Özürler, mâniler, bahaneler, engeller.
AZAR f. İncitme. Tâzib. Kırılma. Tekdir. Zulüm. Ukubet.
AZÂR-I DİL Gönül kırıklığı.
AZAR f. Mart ayı.
AZAR-DİDE f. Zulüm görmüş. Küskün.
AZARENDE f. Azarlıyan, tekdir eden. * Kalb kıran, inciten.
AZARÎ f. Muzırlık. Küfürbazlık. * Fenalık görmüş, kalbi kırılmış, incitilmiş olma.
AZARİŞ f. İncitme, kalb kırma.
AZAR-MEND f. İncitilmiş, zulmedilmiş.
AZAR-MENDÎ f. İncitilmiş, kırılmış olma.
AZARR (Zarar. dan) Çok zararlı.
AZAR-RESİDE f. Zulüm görmüş, kırılmış, incitilmiş.
AZAYE (C.: Izâ-Izâyâ) Kertenkele.
AZAZ Bir tek lokma.
AZÂZE Kuvvet. * Azamet, büyüklük. * Şiddet. * Azlık. * Gâlip olmak.
AZAZİL Şeytan. (İblisin bir adı) Şerlerin temsilcisi.
AZB Kesme. * Isırma. * Azarlama. * Hastalıktan hırpalanma.
AZB Tatlı, lâtif, hoş ve şirin olan yiyilecek ve içilecek şey. * Fazla susuzluktan yemek yemeği terketme. * Men'etme. * Feragat.
AZB Gizli kalma. Görünmez olma.
AZBA' (Zab'. C.) Kolun yukarı kısmı, dirseğin üst tarafı.
AZBE (C.: Uzeb-Azebât) Su içinde olan çerçöp. * Her bir şeyin ucu, tarafı.
AZBÎ Güzel ahlâklı.
AZBU (Zebu. C.) Sırtlanlar.
AZD (Azid, azud) Kolun üst kısmı. * Destek. * Kuvvet, kudret. (Bak: Adud)
AZDAD (Bak: Ezdâd)
AZDE f. Boyalı, boyanmış. * Ucu sivri olan bir âletle delinmiş.
AZEB Bekâr. Mücerred. Evlenmemiş. Zevcesi olmayan.
A'ZEB Çok tatlı. Pek hoş.
A'ZEB Karısı olmayan erkek.
AZEBE Kocası olmayan kadın.
AZEH f. Vücutta çıkan siğil.
AZEKA Alâmet, nişan, işâret.
A'ZEL Yalnız veya silâhsız bulunan.
AZER f. Ateş. * Şemsî senenin dokuzuncu ayı. Kasım. Her şemsî ayın dokuzuncu günü. * Mecusilere göre güneşe memur meleğin adı. * Hz. İbrahim'in (A.S.) babasının veya amcasının ismi.
AZERAHŞ f. Yıldırım.
AZERBAYİGAN f. Azerbeycan.
AZERD Boya, renk.
AZERET Yetişip kuvvetlenme. * Kalınlaşma. * Ekinin yetişip tanelerinin çıkması. (Bak: Muâzere)
AZER-GÛN f. Ateş renginde olan, kızıl, kırmızı. * Ay çiçeği.
AZERÎLER Kafkasyanın Azerbeycan bölgesinde yaşamış Türk kavmi.
AZERM f. şefkat, merhamet. * Haşmet, büyüklük, azamet. * Haya, utunma.
AZERM-CÛ f. Hayâlı, utangaç. Terbiyeli, nâzik.
AZERPEREST Ateşe tapan, mecûsi.
AZERŞEB f. Batıl bir inanışa göre ateş içinde yaşadığı sanılan ve semender denilen bir hayvan. * Şimşek, berk.
AZF Yemek.
AZF Zâhidlik. Nefsini bir şeyden döndürmek.
AZFAR (Zufr. C.) Tırnaklar.
AZFENDAK f. Gökkuşağı.
AZGAN (Zıgn. C.) Kinler, garazlar.
AZGAS (Bak: Adgas)
AZHA (Zahve. C.) Su havuzları. Göller.
AZHAR En zâhir. En açık. Besbelli. Bedihi olan, rûşen. * Bir ibârenin en açık ve kat'i olan mânası.
AZIRRA (Zarir. C.) Körler, âmâlar, gözleri görmiyenler.
AZİB Susuzluktan yem ve yulaf yemeyen yorgun hayvan.
AZİB Uzak merâ, otlak ve çayır.
AZİDE f. Ucu sivri bir aletle delinmiş olan.
AZİF Sazcı, çalgıcı.
AZİFE Yaklaşan. Yaklaşmakta olan. * Kıyamet.
AZİG f. Nefret, kin, garaz. * İğrenme, tiksinme.
AZİHE Yalan, iftira.
AZİK Hoşa giden.
AZİL Islah edilmesi mümkün olmayan. Muannid, inatçı.
AZİL (Bak: Azl)
ÂZİM Dudaklarını yumup susan kişi.
AZÎM Büyük. Yüce. Çok ileri.
AZÎM-ÜŞ ŞÂN Şânı büyük. Namı çok yüce.
AZÎM Azimet eden. Gidici.
ÂZİM Bir yere gitmeğe karar veren. Bir iş hakkında kat'i karar ve niyet sahibi.
AZİMAT (Azime. C.) Kıtlık yılları.
AZİME (C.: Azâim) Büyük iş, fevkalâde ve çok mühim iş. * Tılsım, efsun, sihir. * Sebat. Verilmiş olan kararda kat'ilik. * Kasdetmek, yemin etmek.
ÂZİME Azı dişi. * Kıtlık senesi.
AZİMET Takvâ ile amel etmek. Allah'ın emirlerini en mükemmel ve eksiksiz yapmağa çalışmak. * Kesin karar vermek. * Yola çıkmak, gitmek.
AZİMET-RÂH Yola çıkma.
ÂZİN Kefil. Birinin yerine kefalet eden. * Kapıcı, perdeci. * İzin veren.
ÂZÎN f. Kaide, kanun. * Süs, zinet, güzellik. * Yoğurttan yağ çıkarmak için hususi olarak yapılmış yayık.
ÂZÎNE f. Cuma veya bayram günü.
ÂZÎR f. Iztırab, sıkıntı. Ağrı, sızı. * Azar, tekdir.
AZÎR Biçilmiş olan ekinin tarlada satılması.
AZİR Özür dileyen, özrünün afvedilmesini isteyen. * Özür. * Sünnet düğünü.
ÂZİR Yara izi.
ÂZİRE Hayızlı kadın.
AZİRE (C.: Uzrât) Ön yanı, önü.
AZİŞ f. Talaş, yonga, ağaç ve tahta kırığı. * Eşik tahtası.
AZİYY (C.: Ezavî) Deniz dalgası.
AZÎZ İzzetli. Çok izzetli. Sevgili. Çok nurlu. * Dost. * Şerif. * Nadir. * Dini dünyaya âlet etmeyen. * Sireti temiz. * Ermiş. Mânevi kudret ve kuvvet sahibi. * Mağlup edilmesi mümkün olmayan ve daima galib olan manasında Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir. * Hristiyanlıkta kudsî kabul edilen daimî reis.
AZİZÂN f. Azizler.
AZİZE (Müe.) Aziz olan. * Hristiyanlıkta kadın rahib. Rahibe.
AZK Hurma ağacı. * Nişan, alâmet, işâret.
AZK Yarmak. * Sürmek.
AZKA İri yünlü koyun.
AZL (Azel) Levmetmek, kınamak. Azarlamak.
AZL Bir şeyi yerinden veya güruhundan veya işinden ayırmak. Birisini işinden veya makamından ayırmak.
AZLA' (C.: İzâl) Kırba ağzı.
AZLAF (Zılf. C.) Zool: Çatal tırnaklı olan hayvanların tırnakları. Toynaklar.
AZLAL (Zıll . C.) Gölgeler.
AZLEM Çok zâlim. Pek zâlim. * Çok karanlık.
AZM (Azim) Kasd, niyet. Sağlam ve kat'i karar. Sebât.
AZM-İ KAT'Î Kesin karar, kat'î azim.
AZM Büyüklük, ululuk. * (C: İzâm) Kemik.
AZM-İ ACZ Tıb: Sağrı kemiği. Kuyruk sokumu kemiği.
AZM-İ ADESÎ Tıb: Mercimek kemiği.
AZM-İ ADUD Tıb: Pazı kemiği.
AZM-İ AKAB Tıb: Ökçe kemiği.
AZM-İ ENFÎ Tıb: Burun kemiği.
AZM-İ KASABA Tıb: Baldır kemiği.
AZM-İ KİTF Tıb: Kürek kemiği, omuz kemiği.
AZM-İ KU'BERE Tıb: Kolumuzun ön tarafında bulunan önkol kemiği. (Önkol kemiğinin arkasında dirsek kemiği bulunur).
AZM-İ TERKOVA Tıb: Köprücük kemiği.
AZM-İ US'US Tıb: Kuyruk kemiği.
AZM-İ VECENÎ Tıb: Elmacık kemiği.
AZM-İ ZEND Tıb: Dirsek kemiği.
AZM-İ ZIFRÎ Tıb: Tırnaksı kemik.
AZMA(Y) f. Denemiş.
AZMAYİŞ f. Deneme, sınama, tecrübe. * Tar: Emekdar tirendâzların kullandığı bir çeşit ok.
AZMAN Cins ve nev'inin icabından fazla büyümüş, çok iri. * Melez. İki ayrı cins hayvandan doğma.
AZMEN Pek fazla şeyler içine alabilen. * En çok güvenilen.
AZMEND f. Haris, açgözlü, tamahkâr, cimri.
AZMÎ Kemikli, kemikten yapılmış.
AZMÛDE f. Tecrübe etmiş olan. Tecrübeli. * Tecrübe olunmuş, denenmiş.
AZMÛDEGÎ f. Tecrübe, deneme, imtihan.
AZMÛN f. Tecrübe, deneme, imtihan.
AZOİK En eski jeolojik zaman. * İçinde fosil bulunmayan toprak.
AZR Sünnet etmek.
AZRA Medine-i Münevvere'nin bir ismi. * Sevgili. Mahbûbe. * Delinmemiş inci. * Üzerinde yürünmemiş kum. Kız olan kız. * Hz. Meryem'in bir vasfı.
AZRAİL Ölüm meleği. Dört büyük melekten biridir, ölenlerin ruhlarını almak görevi vardır. Diğer bir ismi de "melek-ül mevt: Ölüm meleği"dir. Yeryüzünde hayatın var olması, insanın yaratılışı tesadüfle açıklanamıyacağı gibi, ölüm de tesadüfle açıklanamaz. Hayatı yaratan ölümü de yaratmıştır. Hayat gibi ölüm de bir rahmettir. Ölüm, meşakkatli dünya hayatından terhis olma ve ebedî âleme yolculuktur. İnanmıyanların ölümden çok korkmaları ve hatırlarına getirmekten ürkmeleri bundandır. Azrail (A.S.) müslümana göre ebediyet âlemine yolculuğun dâvetçisi; hastalık, kaza vs. sebepler, ölüm için bahane ve sebeplerdir. Azrail (A.S.) bu sebeplerin arkasında görevini yerine getirir.(Azrail Aleyhisselâm Cenâb-ı Hakk'a münâcât edip demiş: "Kabz-ı ervah vazifesinde senin ibâdın benden küsecekler, şekvâ edecekler." Ona cevaben denilmiş: "Senin vazifene hastalıkları ve musibetleri perde yapacağım; tâ ibâdımın şekvaları onlara gitsin, sana gelmesin." Aynen bu perdeler gibi Azrail Aleyhisselâm'ın vazifesi de bir perdedir. Tâ haksız şekvâlar Cenâb-ı Hakk'a gitmesin. Çünkü; ölümdeki hikmet ve rahmet ve güzellik ve maslahat cihetini herkes göremez. Zâhire bakıp itiraz eder, şekvaya başlar. İşte bu haksız şekvâlar Rahim-i Mutlaka gitmemek hikmetiyle Azrail Aleyhisselâm perde olmuş. Aynen bunun gibi bütün meleklerin, belki bütün esbab-ı zâhiriyenin vazifeleri, izzet-i rububiyetin perdeleridir. Tâ güzellikleri görünmeyen ve hikmetleri bilinmeyen şeylerde kudret-i İlâhiyenin izzeti ve kudsiyeti ve rahmetinin ihatası muhafaza edilsin, itiraza hedef olmasın ve hasis ve ehemmiyetsiz ve merhametsiz şeyler ile kudretin mübaşereti nazar-ı zâhirîde görünmesin. Ş.)
Dostları ilə paylaş: |