Müslimîn ve’l-Müşrikîn adlı kitabında ‘yetmiş üç fırka hadisi’ni merkeze
almıştı. Fakat bir yenilik yaparak mezheplere ilaveten ‘Ahvâlü’s-Sûfiyye’
başlığı altında sapkın addettiği altı tasavvufî akımı sıralamış ve haklarında
kısa malumat vermişti. Şirvânî (v. 1036/1627) ve Akkirmânî (v. 1174/1760)
gibi bazı Osmanlı müelliflerinin de aynı usulü takip ettiklerini görmekteyiz
(Aydınlı, 2008, s. 72; Kutlu, 2008, s. 86–87).
Osmanlı devleti ile Safevî devleti arasındaki siyasî mücadele, dönemin
eserlerine kuvvetli şekilde yansımıştı. Râfızîlik adı altında hem Safevî devle-
tinin resmî mezhebi olan İmâmiyye Şiîliğine hem de Safevîlerin etkisindeki
Anadolu’daki Kızılbaş-Alevî zümrelere karşı suçlamacı ve dışlamacı bir
söylemin kitapların muhtevasına hakim olduğunu görebilmekteyiz.
Osmanlı düşüncesi ve halk inançlarında çok önemli bir tesiri bulunan
Nakşîliğe konumuz bağlamında değinebiliriz. Bu tarikatın iki büyük kolunun
kurucuları sayılan İmam Rabbânî ile Mevlâna Hâlid Bağdâdî’nin “hak
mezhep ve kurtuluşa eren fırka” olarak Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat üzerinde
yapmış oldukları kuvvetli vurguların Osmanlı dönemi eserlerine yansıma-
ması mümkün değildi. Yazılı kaynaklarda göze çarpan bâtınîlik ile mücadele
gayreti, bu vurgudan büyük ölçüde beslendi. Osmanlı ülkelerinde etkili diğer
bir tarikat olan Kâdirîlik de benzer bir duyarlılığa sahipti. Zira tarikatın
kurucusu olan Abdülkâdir Geylânî’nin (v. 561/1161) el-Gunye adlı kitabında
‘yetmiş üç fırka hadisi’ çerçevesinde güçlü bir Ehl-i Sünnet-Ehl-i Bidat
ayrımı yapılmaktaydı (Aydınlı, 2008). Osmanlı devri Mezhepler Tarihi
yazıcılığı, söz konusu siyasî ve tasavvufi unsurların etkisinde kendine mahsus
bir karakter kazandı.