10
daha sonra Ehl-i Sünnet adını alacak yaygın dinî telakkiyi
ve çoğunluğun
siyasî eğilimini temsil eden merkezi zümrenin, ya da daha küçük başka bir
itikadî/siyasi grubun bir veya birden fazla konudaki
görüşünü eleştirmek için
yazılmış eserler görünümündedir. Hicrî ilk iki asra ait olduklarını bildiğimiz
ilk
makâlât örnekleri, Hâricîler, Mürciîler, Şiîler ve Mu‘tezilîler tarafından
kaleme alınmışlardır. Bunların büyük kısmı maalesef günümüze ulaşma-
mıştır. Gelişim dönemi yazarlarının bu kaynaklardan yaptıkları alıntılar ve
eser adları üzerinden, oluşum dönemi edebiyâtı hakkında bazı kanaatlara
sahip olmaktayız.
Sonradan Ehl-i Sünnet adını alacak merkezi zümrenin temsilcileri olan
âlimlerin, ilk iki asırda, diğer mezhepleri eleştirmek adına
çevrelerindeki
rakip akımların müellifleri kadar kaleme sarılmada istekli olmadıklarını
görüyoruz. Bu isteksizlikte, dinî düşüncenin merkezinde olmalarının ve
çoğunluğu oluşturmalarının sağladığı özgüven mutlaka rol oynamaktaydı.
Ayrıca bu zümrenin belkemiğini oluşturan hadis taraftarı ve rey (aklîlik)
karşıtı Ehl-i Hadis geleneğinin, sapkın saydığı görüşlere ve
bu görüşlerin
mensuplarına karşı uyguladığı
teberrâ (uzaklaşma) prensibine dayalı boykot,
onları muhatap almama şeklindeki bir tutumu ortaya çıkarmıştı. Onlarla
oturmama, sözlerini dinlememe,
münakaşa etmeme, kitaplarını okumama
biçiminde gelişen söz konusu tavır, Sünnî geleneğin bu ilk temsilcilerinin,
karşılarındakileri muhatap alır tarzda özel eserler yazmayışlarının kayda
değer bir sebebi olabilir. Ehl-i Hadis mensupları, daha çok Kitâbü’l-Îmân
veya Kitâbü’s-Sünen adını verdikleri çalışmalarında doğrudan kendi itikadî
prensiplerini ortaya koyuyorlar, bu arada
bazen isim vererek bazen
vermeyerek, sapkın saydıkları düşünce ve oluşumları da eleştirmiş ve tabii ki
dışlayıp ötelemiş oluyorlardı.
Rey taraftarı Mu‘tezile ile sistemleşen Kelam geleneğine bağlı âlimler ise,
inançları yönünden zararlı gördükleri İslâm kökenli ya da gayri İslâmi
akımların fikir ve pratiklerini doğrudan muhatap alıyorlar, onlarla mücadele
etmeyi
emr-i bi’l-ma’rûf prensibi uyarınca zorunlu görev kabul ediyorlardı.
Diyalektik argümantasyon, yani cedel, bu mücadele için en elverişli
yöntemdi. Bu nedenle farklı din, mezhep, fırka ve felsefî ekolleri tanımak,
onların düşüncelerini tanıtarak ikazda
bulunmak, bunları nakil ve akıl
zemininde çürütmek amacıyla en fazla eser üretenler Mu‘tezile âlimleri
olmuştur. Cafer b. Harb (v. 236/850), Verrâk (v. 247/861), Câhız (v.
255/869), Zurkân (v. 278/891), Hayyât (v. 300/913 civarı) ve Belhî (v.
319/931) bunlar arasında öne çıkan isimlerdir.
Ayrıca Mu‘tezile âlimleri müstakil konularda reddiyeler kaleme almak
suretiyle dönemin farklı dinî görüşlerinin ve partizan hareketlerinin
eleştirisini yapmışlardır. Örneğin devlete karşı silahlı ayaklanmayı onaylayan
kesimlere karşı Asamm’ın (v. 200/815 sonrası), ilhamı dinî hüküm
kaynaklarından kabul edenlere karşı Câhız’ın yazmış olduğu
reddiyeler söz
konusu yazım türünün dikkat çekici ürünleridir. Hişâm b. Hakem (v. 186/803
sonrası) gibi ikinci asır Şiî âlimlerinin de benzer reddiyeler yazdıklarını
bilmekteyiz.
Bazen de devletler, zındıklık ithamıyla takibe aldıkları çoğunlukla
hükümet muhalifi grupları tanıtan ısmarlama eserler yazdırıyorlardı.
Zındıkları ve görüşlerini ret için kitap yazdırtan ilk kişinin Abbasî halîfesi el-
Mehdî (v. 169/785) olduğu, İbnü’l-Muk‘ad adındaki bir şahsa fırkalar ve
mezhepler hakkında bir kitap yazmasını emrettiği bildirilmektedir
(Büyükkara, 2005, s. 447).
11
Oluşum döneminde yazılmış eserlerde, mezhep ve dinî gruplar
basit
tasnifler altında ve muhtasar olarak tanıtılmaktaydı. Zaten bu dönemde Şia,
Ehl-i Sünnet gibi büyük mezhepler henüz oluşumlarını tamamlamamıştı.
Yine bu dönemde genellikle kader, imamet, ircâ gibi tartışmalı meselelerden
birisi üzerinde odaklanılmış, sadece bu konu etrafındaki ihtilaflara değinen
müstakil fakat küçük hacimli risaleler ortaya çıkmıştı. Bazı risâleler ise,
fikirleri eleştirilen bir şahsa doğrudan reddiye şeklinde yahut onun iddialarına
bir cevap tarzında kaleme alınmıştı.
Dostları ilə paylaş: