Ebu Bekir ve Ömer’in Hz. Fatıma’yı Ziyaret Etmesi
Şimdi de sözümü bitirmek ve iddiamı bir defa daha ispat etmek için şu rivayeti de rivayet etmek istiyorum. İbn-i Kuteybe el-İmamet’u ve’s- Siyase kitabında, İbn-i Ebi’l- Hadid ve diğer alimler de kendi muteber kitaplarında şöyle yazmışlardır:
“Ömer Ebu Bekir’e şöyle dedi: “Gel Fatıma’ya gidelim; zira onu gazaplandırdık.” (Bazı rivayetlerde ise Ebu Bekir’in Ömer’e böyle söylediği yer almıştır ki bu daha doğru gözükmektedir) Birlikte Fatıma’nın kapısına vardılar. Ama mazlum Fatıma (a.s) onlarla görüşmek istemedi. Hz. Ali (a.s)’ı aracı kılınca Fatıma (a.s) Hz. Ali’nin sözüne karşı sessiz kaldı. Bunun üzerine onlara sadece giriş izni verdi. Girip selam verdiler, Hz. Fatıma ise yüzünü duvara döndü. Ebu Bekir şöyle dedi:
“Ey Resulullah’ın kızı, Allah’a and olsun ki Peygamber (s.a.a)’in akrabalığını kendi akrabalığımdan daha çok seviyorum. Seni kızım Aişe’den daha çok seviyorum. Keşke Resulullah (s.a.a)’den sonra ben de ölseydim. Ben senin değer, şeref ve faziletini herkesten daha iyi biliyorum. Eğer seni mirasından men ettiysem, bu bizzat Peygamber (s.a.a)’den duyduğum; “Biz miras bırakmayız; bıraktığımız miras değil, sadakadır.” hadisi üzere idi.”
Hz. Fatıma (a.s) Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s)’a şöyle arz etti:
“Ben onlara Resul-ü Ekrem (s.a.a)’in bir hadisini hatırlatıyorum, Allah’ın rızası için doğru söylesinler. Acaba Resulullah (s.a.a)’in şu hadisini duymadılar mı?: “Fatıma’nın rızası benim rızamdır; Fatıma’nın gazabı benim gazabımdır; Fatıma’yı seven beni sevmiştir; Fatıma’yı razı eden beni razı etmiştir; Fatıma’yı öfkelendiren beni öfkelendirmiştir.”
Onlar; “Evet, Hz. Peygamber (s.a.a)’den bunu duyduk.” dediler.
Bu sırada Fatıma (a.s) şöyle buyurdu: “Allah’ı ve meleklerini şahit tutuyorum ki sizler beni gazaplandırdınız, beni razı etmediniz. Resulullah (s.a.a) ile görüşürsem sizin ikinizi O’na şikayet edeceğim.”
Ebu Bekir, Hz. Fatıma’nın bu beyanı karşısında ağlar bir halde şöyle dedi: “Senin ve Peygamber’in gazabından Allah’a sığınırım.”
Fatıma (a.s) da ağlar bir halde şöyle buyurdu:
“Allah’a and olsun ki her namazda sana beddua ediyorum.”
Ebu Bekir bu sözleri duyunca ağlayarak dışarı çıktı. Halk etrafında toplandı ve ona teselli vermeye çalıştı. Ebu Bekir şöyle dedi:
“Eyvahlar olsun size! Siz eşlerinize ve evinize sevinç içinde dönüyorsunuz; beni bırakın, benim sizin biatinize ihtiyacım yoktur, benden vazgeçin. Allah’a and olsun ki Fatıma’dan duyduklarım ve gördüklerimden sonra, hiçbir Müslümanın boynunda biatimin olmasını istemiyorum.”
Büyük alimlerinizin bu yazdıklarından da anlaşıldığı gibi Hz. Fatıma (a.s) ömrünün sonuna kadar Ebu Bekir ve Ömer’den rahatsız oldu, hüzün dolu bir kalple dünyadan ayrıldı ve kesinlikle onlardan razı ve hoşnut olmadı!
Fatıma’nın Gece Yarısı Defnedilmesi
Hz. Fatıma’nın üzgün, kırgın ve halifelere karşı hoşnutsuzluğunun en büyük delili, Hz. Ali (a.s)’a şöyle vasiyet etmesidir:
“Bana zulmedenlerden ve hakkımı alanlardan hiç kimse cenaze namazıma katılmasın. Onlar benim ve Resulullah (s.a.a)’in düşmanlarıdır. Onlardan ve taraftarlarından hiçbirisinin cenaze namazımı kılmasına izin verme. Gece olup gözler uyuyunca beni defnet!”
Nitekim Buhari Sahih’inde şöyle diyor: “Ali, Fatıma’nın vasiyetini yerine getirdi ve O’nu geceleyin defnetti. Ne kadar aradılarsa da yerini bulamadılar.”
Fatıma’nın Dertleri Kıyamete Kadar İçler Acısıdır
İttifakla şu sabittir ki Hz. Fatıma (a.s), vasiyeti üzere geceleyin defnedildi.
Muhterem beyler, Allah aşkına insaflı edin! Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bu ümmetin saadet ve azameti için büyük zahmetler çekti, hayatını bu ümmetin rahatlığı ve mutluluğu için harcadı, ölünce geriye biricik kızını emanet bıraktı, gece-gündüz, açık-gizli muteber kitaplarınızda da yer aldığı üzere şöyle buyurdu:
“Fatıma benim bir parçamdır, emanetimdir. Beni koruduğunuz gibi O’nu da koruyunuz, rahatsız olacağına yol açacak bir iş yapmayınız. O sizden razı olduğu takdirde ben sizlerden razı olurum.”
Mir Seyyid Ali Hemedani eş-Şafii Meveddet’ul- Kurba’da Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Ben Fatıma’ya eziyet edenleri kıyamette ağır sorguya çekeceğim. Fatıma’nın rızayeti benim rızayetimdir; Fatıma’nın gazabı benim gazabımdır; benim gazap etmiş olduğum kimseye eyvahlar olsun.”
Bu ümmet, Resulullah (s.a.a)’in onca tavsiyelerine itina göstermedi, Fatıma’ya eziyet etti, O’nun sabit hakkını gasbetti! Genç yaşta öyle üzülüp kederlendi ki ağlar gözle şöyle buyurdu:
Üzerime bir takım musibetler döküldü;
O musibetler gündüzün üzerine dökülseydi kararır gece olurdu.
Resulullah’ın aziz kızı o kadar üzgün ve dertliydi ki sürekli Allah-u Teala’ya; “Allah’ım, ölümümü çabuklaştır.” diye dua ediyordu; geceleyin defnedilmesini ve muhaliflerinden hiç kimsenin cenaze namazına katılmasına izin verilmemesini vasiyet ediyordu.
Muhterem beyler lütfen insaflıca hükmedin; acaba bu olaylar O’nun hoşnutluğunu mu, yoksa hoşnutsuzluğunu mu gösteriyor? Artık bu hadisler ışığında gerçekleri apaçık bir şekilde görünüz.
Birazcık gam ve hüznümü sana anlattım ama;
Kalbinin kırılacağından korktum; yoksa diyecek söz çoktur.
(Bu toplantıda hepimiz özellikle de Hafız bey hüngür hüngür ağlıyor, istiğfar ediyordu. O geceden itibaren artık konuşmadı. Mantıklı delillerimiz o insaflı alimi derinden etkilemişti. Son gecede manen Şii olarak bizden ayrıldı. Oturum bir çeyrek saat öylece sessiz, hüzün dolu bir halde kaldı. Çay ikram ettiler, ama hiç kimse içmedi. Sabah namazına yakın toplantı sona erdi.)
DOKUZUNCU OTURUM
(2 Şaban 1345 Cumartesi akşamı)
(Grup vakti Nevvab Abdulkayyum Han, Gulam İmameyn Mevla Abdulahad Gulam Haydar Han ve Seyyid Ahmed Alişah adındaki beyler yanıma gelerek, hal hatırdan sonra şöyle dediler: “Bütün bu açıklamalardan sonra, özellikle de dün gece hakkı bulduk. Biz inatçı ve bağnaz kimseler değiliz. Makam, mevki sevgimiz de yok. Bir ömür adetler üzere yaşadık. Hakkı bulduktan sonra adetler üzere yaşamak insaf değildir. Bu gece herkesin huzurunda açıkça Şii olduğumuzu ilan etmeyi kararlaştırdık.”
Ardından resmen Şii oldular, geçmişlerinden teberride bulundular.
Hoş sohbetin ardından toplantı bitene kadar beylerden susmalarını, dinlenmelerini, görüş izharında bulunmamalarını istedim.
Sadece kendileri değil, bu konuşmaları gazete ve dergilerden okuyan birçok temiz kalpli insanın da Şii olduklarını, fakat halktan utanarak, çekinerek ve bu şehir halkıyla muaşeretlerini devam ettirmek için takıyye etmek zorunda kaldıklarını söylediler.
Akşam namazından sonra beylerin tümü geldi, ikramlardan sonra toplantı başladı. Hafız Bey önceki gece etkilendiği için sadece iki tarafın konuşmalarını dinlemek istediğini belirtmişti. Bu yüzden Şeyh Abdusselam ile karşılıklı konuşmaya, tartışmaya başladık.)
Şeyh: Bu toplantılar boyunca sizden çok istifade ettik; güzel ahlak ve edebinize hayran kaldık. Bırakın dostları, düşman bile karşınızda teslim olmak zorunda kalır.
Siz her yerde Ehl-i Sünnet’in amel ve davranışlarını kınıyorsunuz. Ama Şii Müslümanların amellerine dokunmuyorsunuz, sürekli onları savunuyorsunuz. Halbuki bilindiği gibi Şiilerin çirkin amel ve davranışları ıslah edilemeyecek kadar kötüdür.
Davetçi: Ben hep hakkı savundum. Zira Hz. Ali (a.s) evlatlarına, özellikle de Hasan ve Hüseyin’e şöyle buyurmuştur:
“Hak için konuşun, ahiret için amel edin; zalime düşman, mazluma yardımcı olun.”
Muhaliflerimiz kınamış veya Şii Müslümanları savunmuşsam hak üzere yapmışımdır. Kınadığım şeyleri akıl, nakil ve mantık delilleri üzere kınadım. O halde siz de Şiilerin ıslahı bile mümkün olmayan çirkin işlerinin ne olduğunu söyleyiniz.
Seyh: Akıl ve rivayetin de çirkin bulduğu, Şii Müslümanların en büyük çirkin işi Hz. Aişe’ye dil uzatmalarıdır.
Halbuki bilindiği gibi Hz. Aişe Resulullah (s.a.a)’in eşi olma şerefine nail olmuştur. Ona dil uzatmanın nereye varacağını bilmiyorlar. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
“Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. Bunlar (sonuncular), iftiracıların söylediklerinden uzaktırlar. Bunlar için bir bağışlanma ve güzel bir rızk vardır.”180
Davetçi: Şii Müslümanların Ümm’ül- Müminin Aişe’ye dil uzattığı iddiası büyük bir iftira ve yalandır. Haşa, sıradan Şiiler bile böyle bir şeye yeltenmemiştir. Nasibiler ve Hariciler bunu iftira ve yalanla Şiilere isnat etmişlerdir. Onlar zavallı Şiilere ihanet etmiş, bir grup insan da hiç araştırmadan, öncekilerin adeti üzere bu iftiraları kabul etmiş, itiraz etmişlerdir.
Nitekim şimdi de siz bu iddialarda bulunuyor, kınıyorsunuz. Bütün Şii kitaplarını araştırın, hiçbir yerde Ümm’ül- Müminin Aişe’ye dil uzatıldığını göremezsiniz, bu iddia büyük bir iftira ve yalandır.
Dostları ilə paylaş: |