Meleklere İman
Şöyle ki, her şekle girme, imkânı olan, canlı biçiminde yaratılmış ruhani şahsiyetler olan melekler, erkeklik ve dişilikle vasıflanamaz. Çünkü nakilde, buna delil yok akıl da uygun görür. Aksine Allah'a kullukta daimdirler. Onları kendi kudretine delil kılmış, ihtiyacından değil, kendi hizmeti için yaratılmış, yardımı için değil. O'nun emrinden bir an şaşmazlar, uygun davranırlar. Kendisiyle kulları arasında elcilik yaparlar. Allah emriyle yeryüzüne iner, çıkarlar. «O kanatlı meleklerini elçiler edinir» âyeti bunu bildirir.
Onların sayısını Allah bilir. Ve sınıf sınıftırlar.
«Allah'ın kendisinden başka, ordularının sayısını bilen olamaz» âyeti bunu bildirir. Onlar en büyük ilâhi ordulardır ki, reisleri dört büyük melektir; Cebrail vahiyle vazifelidir. Yani ruh ve kalplerin hayatı ona bağlıdır. Mikâil Aleyhisselam ise nebat âleminin emiridir. İsrafil ise hayat sona erdikten sonra tekrar eski haline, hayata dönüşle, yani sûr ile mükelleftir. Azrail ise, "ruhları kabzetmek ödevinde...
Meleklerin bazısı gökte bazısı yerdedir. Bazısı cennette, bazısı cehennemde vazifelidir. Adem oğlunun amellerini yazarlar: «Kiramen Kâtibin, onlar ne yaparsa kaydeder» âyeti bunu anlatır. Bazısı da ölümden sonra sual vazifesini yapar. İnsanların onları aslı yapısıyla göremeyişi de onların yapı ve sıfatlarını görecek kabiliyette olamayışındandır.
İcrna ile sabittir ki; meleklerin Resulleri insanların avamından üstündür. Ama insan peygamberleri onlardan üstündür. Yine insanların geri kalanı da meleklerin avamından daha faziletlidirler. Nitekim:
«Meleklere, Âdeme secde edin demiştik de onlar da secde etmişti hani» buyrulmuştur. Çünkü, faziletler, ilmi ve ameli kemalât zorluklarla elde edilir. İbadetler ise meşakkat verir, uğraştırır. İhlâs ile bunlara katlanmak fazilet kazandırır.
Halbuki melekler için günaha elverir hal yok ki, faziletle ilerlesin. «Onlar Allah'ın emrine âsi olamazlar» âyeti de bunu anlatır.
Ama Harut ve Maruta gelince, kendilerinden küfür sadır olmayan iki melektir. Büyük günah da işlememişlerdir. Onlar halka vaaz ediyor, biz fitneciyiz bize uymayın diyor, onlar küfretmiyorlardı. Onlar sihir öğretiyorlardı ki, bu küfür değildir. Ama onu caiz görüp yapmak küfürdür.
Tıpkı peygamberlerin zelleden ötürü itaba uğramaları gibi onlar da cezalandırılmıştır. Şeytan ise melek cinsinden değildir.
O cin soyundan olup, Rabbinin emrine ters gitmiş te, onlardan ayrı mütâlâa edilmiştir. Sonra Cenabı Hak onu ve soyunu, insanları denemek için, onlara musallat kıldı. Onun etkisi açıktır. «Şeytan size yaptıklarınızı cazip gösterdi» âyeti de bunu açıklar.
Batıni tesiri de vardır: «O insanların gönlüne vesvese verir» meali de bunu belirtir..Resulullah ta: «Şeytan insanı çekip kana böleyebilir» buyurdu. Allah onlara, çeşitli kılıklara girme gücü vermiştir.
Böylece de vesvese verirler. Allah'ın bir rahmetidir ki, insanlar onları asli yapısıyla göremezler... Çünkü çok pis ve çirkindirler.
Sahih rivayete göre onlar yumurtayla çoğalırlar. Yavruları ise beşerin günahları ile beslenir ve evlatları çıkar. Cinler de şeytan gibi görünmez mahlûklardır. Beşer gibi sorumlulukları vardır.
«Ben insan ve cinni bana ibadet etsin için yarattım» buyurulmuştu.
Dördüncü Bahçe Kitaplarına İman
Kitapların hepsi Allah-kelâmıdır. Onun kullarına hitabıdırlar. Keyfiyeti bilinmez şekilde işitilir. Ya da meleklerin tebligatı şeklinde olur. Tevratın Musa, Zeburun Davud, İncilin İsa, Kur’an’ın Muhammed Aleyhimüsselama indiği gibi... Gerek nazmında gerek mânasında nebinin veya meleğin hiç bir dahli veya tasarrufu yoktur.
Aksine onlar kendilerine ulaşanı olduğu gibi tebliğ ederler. Bunu inzal veya sema ile yapar. Yani Allah'ın tanzim ve inzal ettiği kitapları vardır. Peygamberlerine göndermiştir, İsim ve sayılarını tam olarak ancak Allah bilir: «Allah nebiler ve müjdeciler gönderdi, uyarıcılar gönderdi ki, beraberlerinde kitaplar vardır» âyeti bunu bildirir. Kur'an Allah'ın kelamıdır ve gayri mahlûktur. Mushaflarda yazılıdır, kalplerde mahfuzdur. Diller onu okur, kulak onu duyar onu ihata etmeksizin. Musa, Firavun ve benzeri konulardaki Kur'an kıssaları onlardan haber veren kelamı ilâhidir.
Bizim kıraat ve kitabetimiz de onun tekellüm ettiğidir. Aslında Musa ve öbür mahlükatın kelamı mahlûktur. Ama kelamı ilâhide nakledilişiyle mahlûk olmaktan çıkmıştır bu kıssalar.
Ve artık mahlûk diyen küfre girer. Çünkü bu durumda Resulü yalanlamak yardır. Kitapta ve sünnetteki naslar zahirine hamlolunur. " Kati delil bunu reddetmiştir. Batınilerin yaptığı gibi bu ölçüden sapmak ilhad ve zahiri mânayı reddetmek küfürdür.
Buna ve şeriate kargı istihza, haramı helâl sayma, hafife alma küfürdür.
Çünkü bütün bunlar tekzib belirtisidir. Ümitsizlik ve ameline güven de küfürdür. Delil: «Kâfirlerden başkası Allah'ın yardım ve bağışından ümid kesmez.» «Hüsran ehlinden başkası Allahın mekrinden korkmazlık edemez.»
Beşinci Bahçe Resullere İman
Zira Allah, uyarıcı ve müjdeleyici olmak üzere insanlığa, insanlar-, dan Resuller göndermiştir. Din ve dünya meselelerinden ihtiyaç duydukları şeyleri onlara açıklayıcıdırlar bunlar. Özlerinden veya şehvetlerinden oluşan nefis ve akıllarındaki farklılık dolayısıyla (insanların bir Ölçü etrafında toplanmaları mümkün olmadığı için, onların ittifak edebileceği ilâhi ve isabetli çareleri) bu emirleri ve Resulleri göndermiştir. Allah'ın yardımıyla, bunlar kasden günah işlemekten arınmışlardır. Kendilerine uymak zaruri olduğundan, tahriften ve tebdilden de masundurlar. Çünkü bunlar vahiyle teyid edilmişlerdir. Mucizeleri ve kendilerine meleğin gelmesi de aynı... Kitap nazil olması da bunun toplamıdır.
Aralarında bir fark yoktur. Allah'ın emir ve yasaklarından ne geldiyse hepsi hepsini ümmetlerine tebliğ etmişlerdir.
Bir kısmının ismi Allah'ın kitabında zikredilmiştir. Kalan Resul ve nebilerin sayısı ve adlarını Allah bilir. Topuna birden iman gerekir. Sayılarını sınırlamak doğru olmaz. Çünkü Cenab-ı Hak: «Biz onların bir kısmını sana anlattık, ama bir kısmını anlatmadık» buyurur. Resul de insandır. Ne var ki, Allah onu insanlara ahkâmını anlatabileceği kitap ve ilhamla göndermiştir. Nebiye gelince, kendisine vahiy veya kalbine ilham gelen kimsedir. Belki de rüya ile öğretilmiştir. İster" kitap getirmiş olsun ister getirmemiş olsun...
Veliye gelince, Allahı tanıyandır. Sıfatlarını tanıyandır. Gereği kadar ve taat üzre. Günahtan kaçınandır. Hatta zevk ve şehvetlerin mubahında bile çekingen olandır. Nübüvvet Allah'ın vergisidir. Kazanmak mümkün değildir. Dilediği kullarına verir bu yetkiyi, «Allah risaleti kirce vereceğini bilir» mealindeki âyeti buna işaret eder. Bu da ancak mucize ile isbat edilir. O da meydan okuyarak harikulade bir iş göstermektir. Karşılık verilemez ve tasdike mecbur kılar.
Harika: Peygamberlik gelmeden önce görülürse buna irhas kerameti denir. Ve bunda meydan okuma kasdı yoktur. Bundan sonra da mucize gelir.
Evliyadan sadır olan ise, bir iddia ve kasd olmaksızın zuhur eden velilik kerametidir. Keramet ise kitapla ve mütevatir hadisle sabittir ve haktır. Ümmetten birinde bunun zuhur etmesi ise, onun bağlı olduğu Peygamberin hak olduğunu tekid eder. Sonuç olarak onun mucizesi olmuş olur. Çünkü bu o kişinin, onun izinde olduğunu göstermektedir. Ama mucize kerametin tamamen aksidir. Müminlerden herhangi birine tecelli eden harikalara ise Maunet kerameti denir. Ama bir fasıkın veya kafirin elinde zuhur ederse bu bir istidraç'dır. Eğer -maksadına uygunsa böyle, değilse ona da ihanet denir. Bunlar mecnunlardan sadır olursa muhakkak şeytani hallere yorulur.
Veli asla Nebi derecesine varamaz. Çünkü Nebiler ma'sumdurlar. Kötü sondan emindirler. Ama evliya öyle değil. Hatta «bir nebi bütün velilerden hayırlıdır» denmiştir. «Her birini bütün âlimlerden üstün kıldık» buyuruyor Allah. Her mümin aslında Allah'ın velisidir, yani onun yolundadır. «Allah inananların velisidir» diyor âyeti kerime.
Onların en üstünü ise en müttekisi, Kur'an'a en iyi uyanıdır. Sizin en şerefliniz en mütteki olanınızdır» hitabına göre, emir ve nehiylerin sakıt olacağı, sorumluluğun kalkacağı seviyeye kimse eremez. Böyle bir derece yoktur. (Ancak, aklını ve inancını kaybederse başka!.)
Çünkü emir ve hitap umumidir. Üstün ilim sahiplerinin icmaı da bu tarzdadır.
Köleden, kadından ve yalancıdan peygamber olmaz, çünkü kölelik küfrün sonucudur. Allah, «Biz senden önce de ancak erkekler göndermiş ve vahyetmiştik onlara...» diyor. Nübüvvetin şartlarından biri üstün akıldı, dindarlıktı. Bu iki haslet ise kadınlarda çok zayıftır. Nebilerin sıdk sıfatı da yalancılıkla bağdaşmaz. Bazı peygamberlerden, yalan veya günaha benzer şeyler rivayet edilirse, haber'i vahidse red dedilir. Mütevatirse, bakılır. Mümkünse zahirinden mazruf olur. Yoksa bisetten Önce olduğuna hamledilir. (Buna sonradan terlettiğine hükmedilir...)
Peygamberlerin en büyüklerinden: Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (s.a.v.) bilinir. İhtilaf yüzünden Lokman ve Zülkarneyn'in Peygamberliği kesin değildir. Bunda sükût iyidir.
Peygamberlerin ilki Âdemdir. Kitap, Sünnet ve îcma ile bu kesindir. En sonuncu ise Muhammed (s.a.v.) dir. Ve en efdalidir tabii. «..Siz en hayırlı ümmetsiniz» mealindeki âyetle: «Ben geçmişlerin de en üstünüyüm, sonrakilerin de» mealli hadis bunu anlatır.
Resulümüz, hem insanlara, hem cinlere gönderilmiştir. Bunu da «Biz seni nasın kaffesine Resul gönderdik», «Şimdi Rabbinizin hangi şeyine yalan dersiniz?» âyetleri bildirir.
Onun miracının uyanık olarak bizzat, Mescidi Aksa'ya kadar kısım âyetle sabittir. Oradan en yüce semalara çıkması da meşhur hadisle sabittir. O'nun şeriati bakidir. Kıyamete kadar da neshedilmeyecektir. «..O peygamberlerin sonuncusu» âyeti ile «Benden sonra Peygamber yoktur» hadisi bunu anlatır. Peygamberlerden sonra beşeriyetin en şereflisi Hz. Ebu Bekr es-Sıddîk, sonra Ömer'ul Faruk, sonra Osman Zinnureyn, sonra da Aliyy'ül-Murtaza'dır. (r.a.) Onlar «Hulefa-i Raşidinadir, Hilafetleri de aynı sıraya göre olup, otuz yıl sürmüştür. «Benden sonra hilâfet otuz yıldır, sonra meliklik başlar» hadisi bunu bildirir. Aşere-i Mübeşşere'nin açıkça Peygamber (s.a.) min zikretmesi sebebiyle, cennetlik olduğuna şehadet edilir. Bunun dışında delil olmadan bir kimsenin cennetlik veya cehennemlik olduğunu iddia etmek olmaz. Ama müminlerin cennet ehlinden, kâfirlerin de cehennem ehlinden olanlarla, öbür sahabelerini ancak hayırla anarız. Hatta öbür müminlerden daha üstün olduklarını biliriz. Ama onlardan her hangi birini aşın sevmek veya aşırı yermek caiz olmaz da, onlara buğzedene buğzetmek caiz olur.
Başka türlü de anılabilir. Hayır dışında anılabilir. Çünkü Resûlullah, «Ehli Beytim hakkında sizi uyarırım», «Ashabım hakkında Allah'tan korkun..» buyurmuştur. Doğruya götüren imamlar, salih ulema, için de bu böyledir. Çünkü onlar Peygamberlerin varisleridir. Dünya vs âhiret için emniyetin sebebidirler.. Aralarında geçen çekişmeler ise, içtihadı hata olup tevil ve hamledilecek yönleri vardır. Çünkü müçtehid yanılır da, isabet de eder. Her iki halde de cevabı hak eder. Açık delile rağmen onlar için söğme ve tahkir küfür olur. Delil kesin değilse bile bidat ve fısk olur.
Müslümanların bir imam seçmeleri hususunda icma vardır. Resulullah’ın «Kim zamanının imamını tanımaksızın ölürse cahiliyyet ölümüyle ölmüştür.» emri ve ona bir sürü zaruri ödevlerin düştüğü için böyledir.
Ahkâmın uygulanması, cezaların tatbiki, ordu tanzimi, isyan ve bozulmaların önlenmesi vs. gibi.. Halifenin seçilmesiyle fesadın artması ihtimali ise merdud olur. Resulullah'ın «İmamlar Kureyştendir» fermam gereğince halifenin Kureyşten seçilmesi şarttır.8 Böylece kâfirlerin müminlere hakim olma imkânını kesin olarak önleyen bir velayet ve himaye kurulsun. Kölelik, kadınlık, çocukluk, delilik bu işleri yürütmeğe engeldir. Toplumun ihtiyaçlarını yerine getirmeğe yeterli değildir. Hükümleri yerinde uygulamak için imamın ilim ve görüş-sahibi olması da gerekli.
Mazlumu koruyucu da olmalıdır. Çünkü bunların olmaması imamın tayinindeki maksadı nakzeder. Ama imamın masum olması şart değildir. Haşim Oğullarından veya Ali (r.a) evlâdımdan olması da şart değil. Çünkü Ebubekir, Ömer, Osman (r.a.) in imameti üzerinde de sahaberim ittifakı var. Masum olmadıkları da bellidir. O halde halifenin, devrini en üstün insanı olması da gerekmez. Çünkü ümmetin salah ve fesadını keşfedip yönetmek için bu özellik zaruri değildir.
İmamın azli ise, fışkında nveya çevrinden ötürü olamaz. Çünkü bu haller, Hulefai Raşidin'den hemen sonra zuhur etmiştir. Selef de böylelerine itaat etmiş ve onlara karşı gelmemiştir. Öyleyse imamlarımıza ve vekillerimize karşı çıkmamız caiz olmaz. Selefin icmaı da böyle cereyan etmiştir. Onlara itaattan el çekmekte caiz olmaz. Çünkü onlara itaat, Allah'a itaat cümlesinden bir vecibedir. Ta masiyet emretmsdikçe. (O saman itaat gerekmez) Çünkü Cenabı Hak: «Allaha Resulüne ve sizden emir sahiplerine itaat edin» buyurur. Hiç değilse, onların ıslahına dua etmek gerekir, ıslaha uygun halleri yoksa dua gerekmez. Zararından emin olmak için dua gerekir!..
Cihad ve Hacc da, ister namuslu ister fasık olsun (bu emirlerle) yapılabilir, ta ki kıyamete dek. Çünkü Resulullah: «Cihad,, iyi kâfir her emir kumandasında kitapla amel bakımından vaciptir» buyurur.
Namaz da ehli kıble herkesin ardında caizdir: «Berr veya facir herkesin ardında namaz kılın» diyor hadis icma da bu yoldadır. «Kıble ehli kimse ölünce onun üstüne namazdan çekinmeyin».
Dostları ilə paylaş: |