İkinci Bahçe Allah'a İman :
Allah'a imanın ilk gerekçesi, alemin sonradan olmuş olması, eşyanın gerçeği hakkında da insanın bilgi elde edebilmesindedir.
Her akli hükmün, üç durumdan birinde olacağı bir kuraldır: Mümkün, vacip, mümteni. Allahın varlığı lizatihi vaciptir. Vacıbul vucud yalnız odur Onu yokluğunu iktiza ile mümtenidır, tahayyül bile edilemez. Ona ortaklar düşünmekte böyle... Varlığı veya yokluğunun iktizasında denk olarak caiz görülene de mümkün denir. Alemin var isen yok olması veya yok iken var olması mümkündür.6
Mümkün de ya mütehayyiz olur ( yani özellikleri kabule elverir varlıktır) cevher denir buna. Ya da o cevherin durumudur. Buna da araz denir. Cevher ise, ya parçalanabilir, ona cisim denir. Ya da parçalanmaz, ona da «cüz'ün - lâyetecezza» denir. Araz da ya dirilere hastır. Mesela İlim., ya da geneldir, renk, ağırlık., gibi. Şimdi, her mümkün olan şey varlığında veya yokluğunda bir tercih edici müessire muhtaçtır.
O da, ya dilemekte muhtardır. İsterse yapar isterse bırakır. Ya da zatı bir şeyi gerektirir. Yani istese de istemese de kendisinden bir eser zuhur eder. Güneşten ışık ve ısının doğuşu gibi.. Yine bir şeyin başlangıç maddesi olmadan, âlet ve vasıtasız ibdaı da böyle. İlk yaratılanların oluşu gibi.. Bunların oluşu ise, tekvindir. İbda da denir buna. O halde Vacibül Vücud'un, zatının gereği olduğuna inanmak zaruri olur. Yani mümkünattan olan sonradan oluşan varlığın ortaya çıkmasının izahı Allah'ın vacib varlığı ile izah edilebilir. Âlemin hadis olması ise, araz dediğimiz hadiselerin beraber oluşuna bağlıdır. Hadise bağlı olan hadistir. Çünkü, onun hadis olması ise, yok iken var, var iken yok oluvermesiyle izah edilir. Hadis ise, mucide muhtaçtır. Çünkü kendi kendine olsa, o zaman tercih edici olmadan bir tercih söz konusu olur. Hani, eserin varlığı bir oluşun varlığını bildirir.. O da oldurucu sanatkârı gerektirir.
Yine Cenabı Hak ortaksız birdir; Çünkü iki olsa, biri öbürüne karşı gelemezse, aczi anlaşılır. O itiraza yetkili iss, ona ters iş yapabilecekse ikisinin acizliği ortaya çıkar.
Buna âyette de işaret edilir: «Yerde gökte başka ilâhlar olsa, fesade giderdi.» Yine «Allah melekleri ve İlim ehli şahittir ki, Allah tektir, başka yok.» buyuruluyor. Aynı zamanda o kadimdir. Eğer kadim olmasa, hadis olurdu. Bir muhdise de muhtaç olurdu. Devir ve teselsül gerekirdi ki, ikisi de batıldır.
O bakidir: Hani onun kidemi sabit ise yok olduğu an muhal olur. Cenabı Hak: «Onun, Rabbin vechi baki kalır» buyuruyor ya...
Onun benzeri de yoktur. Çünkü ondan başka her şey hadistir. Hadise benziyenden ise ulûhiyet kalkar ve batıldır bu hal. Nitekim «Onun misli de yoktur» buyrulmuştur.
O zatıyla kaimdir. Masivadan müstağnidir. Mahal ve hassalardan da beribir. Çünkü mahale muhtaç olsa onunla vasıflanıldı. O halde bu onunla vasıflanamaz. Hasseye de muhtaç olamaz. Öyle olsa yaratılmış olurdu. Bu da bâtıldır. «Allah âlemlerden müstağnidir» âyeti bunu anlatır.
O iradesiyle faildir. Çünkü o kendi zatını gerektirmiştir desek, ilk eseri zaruri ve kendisine tâbi olurdu. Çünkü eser müessire müstakil olarak zatı için isbat olunur.
Eserinin izi'de böyledir. Öyleyse, zatının devamına bağlı olarak bütün mevcudatın da devamı gerekli olurdu. Halbuki, oluşların gerçeği böyle değildir. Aynı şekilde, bir varlığın yok oluşu da onun zatını ifna etmesi gerektirirdi... Çünkü lâzımın ifnası melzumun olmasına götürür.
Bu ise tabii muhal!.
O, zatıyla kaim, ezeli sıfatlarıyla muttasıftır. Mesela Hayat: Bu bir şeye taalluk etmez.
İlim: Bu ise, bütün, mümkün vacip ve müstakil her varlığa talluk eder. Tekvin: İradenin taalluk ettiği her şeye taalluk eder. Çünkü, ondan bir şey eksilse, havadisten bir şey bulunmuş olur. Şu âyetler de bunu anlatır: «O diridir, ondan başka ilâh yoktur. O her şeyi bilir. O irade ettiğine istetir. O her şeye kadirdir. Her şeyin yaratıcısıdır.» Semi ve Basarda bütün mevzuatta taalluk eder. Zira «O Semi ve basırdır» buyrulmuş.
Harf ve savttan beri olan kelam sıfatı da ilim sıfatının taalluk ettiğine bağlıdır. Âyette: «O Musa ile tekellüm etti» buyruluyor. Aynı zamanda Allah bu sıfatla vasıflandırılmazsa, zıttıyla vasıflanması gerekir ki, bu da noksanlıktır. Ve onun hakkında muhaldir.
O hayatiyla diridir. Bizim hayatımız gibi değil. İlmiyle âlimdir, bizim gibi değil. Yine iradesiyle müriddir ama bizim ki gibi değil. Kudretiyle kadir, yaratmasıyla öldürücü, işitmesiyle duyucu, görmesiyle görücü kelamiyle de tekellüm edicidir. O, kimsenin onu vasıflandırmadığında da bu sıfatlarla sıfatlı idi. Kıdemi için kıdeme gerekli şeylere muhtaç değildir. Çünkü tekvin mükevvenden ayrıdır. İster istem-ez, fiil mefûlü değiştirir. (Veya fiil mefülden ayrıdır) aynı şekilde, o sıfatlarıyla, daha bir şeyi yaratmamışken de ezelî idi ve zailden olmayacak. Çünkü onun sıfat veya isminden birinin değişmesi ona noksanlık olur ki, muhaldir. Onun sıfatları zatının aynı değildir. Sıfatın, sıfat sahibinin tıpkısı olmayacağı gerçeğine göre... Zatının gayri de değildir. Çünkü açık örfte, iki ayrı şey iki zat olur. Biri öbürünün aynı olmaz. Sıfat ise, zat değildir. Gayri de olmaz. Gayrin kadim olması da, kudemanın çokluğu da düşünülemez.
O şeydir. Eşya gibi değil. Cisim, cevher değildir. Araz da değil tabi. Sureti, sının ve ölçüsü de yok. Mahiyeti açısından da vasıflandırılamaz. Keyfiyet, mekan tutma, zamana ihtiyaç duyması düşünülemez. Çünkü bunlar, hüdûs ve imkân ifade eder.
Bazı âyet ve haberlerde ki, işaretlere gelince: Mesela: Fevk, Vech yed, gibi ifadeler, tevil etmeden, mahiyetini de düşünmeden selefin yaptığı gibi yorumsuz iman ve maksadın ne olduğunu onun ilmine havale etmek gerekir. Çünkü Allah «Onun te'vilini Allah'tan başkası bilmez» buyurur. Yani, onun «yed-i» kudretidir, veya nimetidir denemez. Çünkü bu «Yed» sıfatını iptal etmektir 7Halbuki keyfiyeti bilinmemekle beraber «Yed» bir sıfattır. Tıpkı rıza, gadap, kaza, kader gibi. Yahut sonraki, ulemanın basısının yaptığı gibi, bunlar tevil edilir.
İster el versin, ister vermesin ona bir şey zorunlu olamaz. Çünkü ona hükmeden yok. Öyle olsa eğer uyursa terkinde bir başkasına uymuş olurdu. Bu muhaldir. Uymasa da gereken gerçekleşmezdi.
Her iki âlemde de ne olursa, onun ilmi, iradesi, kudreti, tekvini ile olur. Çünkü bazı şeyleri bilmemek te, bazı şeylerden aciz kalmak da noksan ve başkasına muhtaç olmaktır. Öyleyse, o ne dilerse olur. Neyi düemediyse o asla olmaz. Çünkü onun iradesinin işlemediği başka bir iradenin bulunması, onun kahr delilidir ki, cenabı Hak için muhaldir. Onun zıddı, dengi yok. Doğrultur.
Korur, afiyet verir, kendinden bir lütuf olarak. Saptırır, yenilgiyle uğratır. Belâya uğratır, adlinin gereği olarak. Zira o, kendi mülkünde zikri geçtiği üzere ezeli ilmi ile tasarrufta bulunur; kulun itaat veya isyanı, küfür veya îmanı, dilek ve teşebbüsü ile, kendi zorlaması ve tazyikiyle değil. Allah'ın filleri maksadla malul değildir. Çünkü garaz, noksanlığa işarettir. Zatı için, başkasıyla kendini tamlama anlamına gelir. Her ne kadar âyetlerde, onun bazı maksatlara bağlı fiillerine imaları varsa da, buradan, gaye ve sonuç anlaşılmalı, kendisi için hedef ve illet değil, belki kul için...
Allah ahirete görülecek. Ehli Cennet, ihata etmeksizin görür. Keyfiyeti de bilinmez «O günler yüzler aydınlık olarak Rablerine bakarlar» âyeti ile «siz muhakkak, rabbinizi, ayın ondördünü gördüğünüz gibi görürsünüz» hadisi bunu bildirir. Akılda saf halinde bunun aksine hüküm veremez.
Allah dualara icabet eder. Dilekler yerine getirir. «Ben duâ edene cevap veririm» ve «Benden isteyin, size vereyim» âyetleri bunu bildirir. Zira duada ve sadakadaki fayda, ölüye diriye etkisi, cenaze namazı ile istihare namazında aşikârdır.
Dostları ilə paylaş: |