Rıza Kardan Çeviri: Kadri ÇELİk tatbik ve Tashih Mecme-i Cihani-i Ehl-i Beyt (a s.)


Alusi'nin Şia’nın İstidlaline verdiği ikinci cevap



Yüklə 0,76 Mb.
səhifə12/43
tarix26.07.2018
ölçüsü0,76 Mb.
#59402
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   43

Alusi'nin Şia’nın İstidlaline verdiği ikinci cevap


Alusi’nin Şia’nın deliline verdiği ikinci cevap ise şudur: Eğer farzen, “enfusena” kelimesinden maksat Hz. Ali olursa, yine ayet Hz. Ali’nin Allah Resulünden (s. a. a.) Hemen sonraki imamet ve hilafetine delalet etmemektedir. Zira enfusena kelimesinin Hz. Ali’ye ıtlakı şu mülahaza iledir ki nefis kelimesi yakınlık (akrabalık) ve dinde ortaklık anlamında kullanılmaktadır. Bu kelimenin Hz. Ali hakkında kullanılması ise Allah Resulü ile kendi arasındaki irtibat ve bağ sebebiyledir. Zira Hz. Ali ve Allah Resulü dinde birlik ve akraba olarak da damatlık ilişkisine sahiptir. Bundan da öte eğer maksat Peygamber ile eşit olan biri olursa bu durumda da bütün sıfatlarda mı bir eşitlik söz konusudur, yoksa bazı sıfatlarda mı? Eğer maksat bütün sıfatlarda eşitlik olursa bunun gereği de Hz. Ali’nin nübüvvet, hatemiyet, biset hususunda Peygamber ile birlikte bütün insanlar üzerinde ortaklığı anlamını gerektirir. Böyle bir eşitlik ise icma ile batıldır. Eğer maksat bazı sıfatlarda eşitlik olursa bu durumda da Şia’nın iddia ettiği üstünlük ve Peygamber’den hemen sonraki imamet meselesine delalet etmemektedir.

Bu cevabın reddi


Alusi’nin bu deliline birkaç şekilde cevap vermek mümkündür. İlk olarak “nefs” kelimesinin akrabalık, yakınlık ve dinde ortaklık olarak kullanımı hiçbir fazileti barındırmamaktadır. Oysa bu ıtlak hadislerden de anlaşıldığı üzere Hz. Ali için bir fazilettir. Saad b. Ebi Vakkas daha önce naklettiğimiz bir hadiste bu anlamı Muaviye karşısında ifade etmiş ve Hz. Ali hakkında kötü söz söyleyememesine bir delil saymıştır.

İkinci olarak “nefis” kelimesinin din ortaklığı veya mecazi bir ıtlak olan akrabalık ve yakınlık hakkında kullanılması bir delile ihtiyaç duymaktadır ve bu delil ifadede mevcut değildir.

Üçüncü olarak nefsin ıtlakı hakikat olarak mümkün olmadığı takdirde maksat Peygamber’in yerine göz önünde bulundurulan kimsedir. Bu da mutlak eşitlik ve benzerliği ifade etmektedir. Kesin bir delille istisna tutulan nübüvvet gibi şeyler dışında bütün sıfat ve makamlarda Peygamber ile eşitliği ifade etmektedir.

Dördüncü olarak bu durumda Alusi’nin sonraki sözlerine yer kalmamaktadır. Yani bütün sıfatlarda veya bazı sıfatlarda ortaklık söz konusu edilemez. Zira eşitlik nübüvvet gibi kesin delille istisna tutulan şeyler dışında bütün sıfatlarda ıtlak sebebiyledir. O halde Peygamber’in en üstün oluşu ve yöneticiliği de diğer kemal sıfatları gibi bu indirim ve yerine geçme hususuna dahildir.



Alusi’nin Şia’nın istidlaline verdiği üçüncü cevap


Alusi şöyle diyor: Eğer ayet Ali’nin (a. s.) Hilafetine delalet ediyorsa o zaman ister istemez Hz. Ali’nin bizzat Peygamber zamanında bile imam olması gerekir ve bu da icma ile batıldır.

Eğer bu hilafet belli bir dönem ile kayıt altına alınacak olursa evvela bu kayıt hususunda bir delil yoktur. İkinci olarak Ehl-i Sünnet de bunu kabul etmektedir. Yani Hz. Ali özel bir dönemde bu makama sahipti.



Bu cevabın reddi


İlk olarak Hz. Ali’nin bizzat Peygamber (s. a. a.) Zamanında halife ve imam oluşu bir çok hadislerden de ispat edilmektedir. Bu hadislerin en açığı ise “menzilet” hadisidir. Bu hadise göre Hz. Ali, Peygamber’e oranla Harun’un Musa’ya nispeti gibidir. Malum olduğu üzere Harun bizzat Hz. Musa’nın zamanında onun halifesi olmuştur. Kur’an-i Kerim Hz. Musa’nın kardeşi hakkındaki sözlerini beyan etmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Kavmimin içinde benim yerime geç.”1

Bu esas üzere Peygamber’in (s. a. a.) Hazır olmadığı her yerde Hz. Ali onun halifesi sayılmaktadır. Nitekim Tebuk savaşına giderken böyle olmuştur. Bu mesele menzilet hadisinin şerhinde daha detaylı olarak açıklanacaktır. 2

İkinci olarak Ali’nin (a. s.) Mübahale ayetinde Peygamber’in nefsi konumunda tutulması da mutlaktır. Eğer Hz. Ali’nin bizzat Peygamber zamanında halife olmadığı hususunda bir icma varsa bu icma söz konusu ıtlakı Peygamber’in hayatı zamanında mukayyet (kayıtlı) kılmaktadır. Neticede ise bu ıtlak Peygamber’in vefatı anından itibaren geçerli ve bakidir.

Bütün bu bilgilerden de anlaşıldığı üzere Alusi’nin söz konusu ettiği itirazlarının tümü temel ve esastan yoksundur ve bu ayetin Hz. Ali’nin Allah Resulü’nden hemen sonra halife ve imam olduğuna delalet ettiği hususunda hiçbir şüpheye yer yoktur.



Fahr-u Razi’nin sözleri


Fahr-u Razi bu ayet-i kerimenin Hz. Ali’nin geçmiş peygamberlerden üstün olduğuna delaleti hususunda Mahmut b. Hasan Humusi’nin1 sözlerini naklettikten sonra (ki daha önce istidlali detaylı olarak zikredildi) şöyle bir soru sormaktadır: “Evvela peygamberin peygamber olmayan kimseden üstün olduğu hususunda icma vardır.

İkinci olarak Hz. Ali’nin peygamber olmadığı hususunda da yine icma vardır. Bu iki delil ışığında söz konusu ayet Hz. Ali’nin diğer peygamberlerden üstün olmadığını ispat etmektedir.



Fahr-u Razi’nin Sorusuna Cevap


Evvela peygamberin peygamber olmayandan üstünlüğü konusu her peygamberin diğer bütün fertlerden hatta ümmetinin diğer fertlerinden dahi üstün olduğunu ispatlayacak bir genellik bulunmamaktadır. Yakini olan miktarı şudur ki her peygamber kendi ümmetinden üstündür. Bu aynen, “Erkek kadından üstündür” sözüne benzemektedir. Bunun anlamı şudur ki erkekler sınıfı kadınlar sınıfından üstündür; dolayısıyla bu, her erkeğin her kadından üstünlüğü anlamını ifade etmemektedir. Dolayısıyla bu ifadenin bazı kadınların bazı erkeklerden üstün olmasıyla çelişen bir boyutu yoktur.

İkinci olarak bu konuda bir icmanın olması da sabit değildir. Zira sürekli olarak Şia alimleri buna muhalefet etmişlerdir. Onlar masum imamları, sahip oldukları kesin deliller üzere geçmiş peygamberlerden üstün kabul etmişlerdir.

Ebu Heyyan Endulisi Bahr’ul Muhit1 adlı tefsirinde Şia’nın istidlaline karşı –ki ayette geçen nefisten maksat sıfatlardaki eşitlik ve benzerliktir- Razi’den2 bir cevap nakletmiş ve şöyle demiştir: “Nefsin ıtlakı kelamcıların, “benzerlik nefsin bütün sıfatlarındadır” dediği gibi bütün sıfatlarda bir benzerliği gerektirmemektedir. Zira bu sadece kelamcıların bir ıstılahıdır. Arap lügatinde nefis kelimesi bazı sıfatlardaki benzerlikte de kullanılmaktadır. Arap şöyle demektedir: “Haza min enfusina” Yani “Bu bizim kendimizdendir, bizim kabilemizdendir.”

Bunun cevabı da şudur ki bütün sıfatlarda veya bazı sıfatlarda benzerlik ne lügavi bir tartışmadır ve ne de kelami bir konu! Aksine usul-i fıkıh ile ilgili bir konudur. Zira nefis kelimesi hakiki anlamda kullanılmazsa onu mecazi anlamına yüklemek gerekir. Dolayısıyla da “ekreb’ul mecazat” diye ifade edilen hakiki anlamına en yakın bir anlam irade edilmelidir. Ekreb’ul mecazat ise nefsin hakiki anlamıyla benzerlik teşkil etmektir.

Bu benzerlik ise mutlaktır, bir kaydı yoktur. Bu ıtlak Hz. Ali’nin bütün sıfatlarda kesin delillerle istisna edilen hususlar dışında Peygamber (s. . A. A) ile benzerliği ifade etmektedir. Bu esasa göre diğer bütün sıfat ve makamlar bu içeriğe dahildir. Bunlardan biri de Hz. Ali’nin diğer tüm peygamberlerden sütün oluşu ve Hz. Ali’nin İslam ümmetine oranla mutlak velayet makamına haiz bulunuşudur.


Yüklə 0,76 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin