Hasan ONAT: Biz teşekkür ediyoruz. Ahmet Bey…
Ahmet TAŞGIN: Ben Doğan bey’in son söylediği yerden devam edeceğim. İlk katkı, ya da somut olarak söyleyeceğim yer tam orasıydı. Yıllar önce bu çerçevede bir, yine bir toplantı sempozyumda sunduğum bildirinin başlığı “Ayetten Nefese, Alevî-Bektaşî Edebiyatının Dönüşümü”. Bildirimi sundum yaşlı, altmış yaşlarında bir amca, kürsüye çıktı, biz böyle masada oturuyoruz, geldi yan taraftaki konuşma kürsüsüne ve mikrofonu aldıktan sonra şöyle dedi; “Lütfen bu cahil çocukları nereden buluyorsunuz, burada gelip bildik bilmedik her şeyi konuşuyorlar ondan sonra da bizi böyle tanıtıyorlar, böyle anlatıyorlar (falan)” epey laf saydı bana. “Cevap verecek misin?” dediler. “Söyleyeceğim bitmişti” dedim, yani artık anlatacağımı anlattım buna cevap vereceğim bir şey yok. Şimdi 1960’dan sonra kentlere doğru gelen Alevîler kendi iç dünyalarını, kurdukları dünyayı, orada başka imkanlarla sunduklarında, o dünya parçalanmış bir halde kalır. Konya Ereğli’de Tunceli’den göçmüş yaşlı bir amca vardı. Doksan küsur yaşlarında, onu altı ay ikna ettim, bana yardım etmesi için, araştırma yapmak üzere. İşte bu film değil, gazete değil, reklam değil falan falan. Sonra ikna oldu ve o konuşmaları arasında “bak bir ayette ne diyor” diye devam ediyor. İmam Hatip okumuş, İlahiyat okumuş birisinin ilk beklediği Kur’an’dan bir ayet, bir deyiştir. Ben yirmi dört saat onunla konuşmalarımdan hala bir ayet okumasını bekliyorum. O sohbete gidiyor gidiyor ama hiç ayet gelmiyor. Dolayısıyla burada “ayet”e yüklenen anlam ve onun etrafında oluşturulan dünyanın nasıl bir şey olduğunu görünür kılındı ve elle tutulur hale geldi. Kente geldiğinde yazılı, okunur, televizyonlar, dernekler ve bunun etrafında oluşturulan yerler. Bu görünür kılınan dünya Sünnîlerin dünyasıdır, benim anlatmak istediğim yer burası. Bu zahiri bir dünya. Dolayısıyla biraz önce dostumuzun söylediği gibi bu ideolojik aygıtlar burada okula ya da benzeri alana dönüştüğü anda Alevîlik bildiğimiz Alevîlik olmaktan çıkıyor, gidiyor. Ben bundan korkuyorum.
Önereceğim iki şey var. Bir, genel olarak din eğitimi okullar vb. yerlerde verilsin ama genel geleneksel Alevîlerin kendi mürşit ocakları etrafında cemler ve dergahlar resmi bir hüviyet kazandırılarak buradan sürdürülsün. Bugün Bektaşî Babalarında gibi ona yakın yeni bir erkânla Kızılbaşlarla, Alevîlerle Bektaşî erkanına uygun yeni bir yapılanmayla takip edilerek nasip verilme süresi alma, bütün bu organizasyon yeniden yapılması gerekir. Aksi halde tamamen Sünnîlerin dünyasına giriyor burası. Neden, çünkü devlet, toplum, kaldırım, taş, nehir, ırmak tamamen Sünnî aklın ve bilginin kurduğu bir dünya. Bunu da talep eden Alevîler... Dolayısıyla ideolojik aygıtları da buna bir faktör olarak kattığımızda zaten şu an neredeyse yok olmak üzere olan Alevîlerin ancak siyasal ve benzeri alanda talepleri ki bunların da ne kadar gerçekçi olup olmadığı şüphelidir. Ben yaygın eğitimle ilgili olan kısmıyla konuşuyorum burada, dolayısıyla içi boşalıyor, gidiyor, yavaş yavaş başka bir yere kayacak. Somut olarak bu vakıfların, derneklerin sahiplendiği cem evlerindeki dedelerin özellikle mürşit ocakları, ki burada katılımcılar anlıyordur, onların etrafında yeni bir yapılanmayla Abdal Musa erkanında olduğu gibi yeniden bu şehirlere gelen insanların yeniden Alevîlerin yapacağı bir şey bu. Bunu kendileri yapıp resmi bir hüviyet kazandırmaları gerekiyor. Teşekkür ederim.
Başkan: Biz teşekkür ederiz.
Doğan BERMEK: Bu tâbiî bir süreçtir. Bunun da kurumlaşması belki bir 25-30 sene daha alacaktır. Şu anda gecekonduluktan tapunun cem evine geçme mücadelesini verdikleri için Alevîler fazla şey değil. Ayrıca gelenekler kırılmamış, gelenekler sürüyor ama yeni bir yapılanma oluşuyor. Şimdi “Kent Alevîliği” gibi bir sürece girdik. Ama burada asıl aşılması gereken engeller, yasal engeller. İşte rahat iletişim, efendim, doğru dürüst bir cem evi, cem evinin arazisinin bulunması, elektriğinin parasının ödenmesi, böyle sorunlar var. Teşekkürler.
Hasan ONAT: Ali Bey.
Ali KENANOĞLU: Ben de teşekkür ediyorum. İyi bir çalıştay olduğunu düşünüyorum. Dünkü konuşmamda Alevîliğin büyük oranda İslam içerisinde gördüğünü kendisini ve bu İslam’da nasıl tanımlandığı konusunda bir şeyler ifade etmiştim.
Hasan ONAT: Bugün somut öneri istiyoruz.
Ali KENANOĞLU: Evet, öneri kısmına geçeceğim. Kısaca konuşmaların değerlendirilmesini yaptıktan sonra. Gördüm ki iki gündür yapılan konuşmalarda İlahiyatçı arkadaşlar Alevîliğin, hani, İslam içerisinde olduğunu ispata yönelik konuşmalar yapmak durumunda hissettiler kendilerini. Şu örnek önemli, yani buradan bir örneklemeyle gidersek Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin genel ve kapsayıcı bir ders olduğunu, ama bunun karşısında Hıristiyanların muaf tutulmasının bununla çeliştiğini; diğer taraftan da Alevîlik derslerinin bir şeyler eklemeye devam etmesiyle bununla çeliştiğini; bu ne lahana, bu ne perhiz hikayesi gibi bir durum olduğu anlaşılıyor. Şimdi buradan ben de şunu söylemek istiyorum. Yani Alevîliğin İslam içinde olduğu ispatına yönelik sürekli her konuşmacı buna değinmek durumunda kaldı. Madem bu zaten kabul edilen bir şeyse niye bu ispat gerekliliği sürekli hissediliyor. Bu bence herkesin kendince sorması gereken bir sorudur. Demek ki orada bir sorun var. Şimdi Alevîlerin kaynakları konusuna sürekli dem vuruluyor, örnek gösteriliyor ve İlahiyat Fakülteleri aracılığıyla bu kaynaklara ulaşmanın öneminden bahsediliyor. Ben bu yazılı kaynaklarının çok sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Şöyle ki düşünmüyorum yani yüzyıllardır baskı altında tutulan, sürgünler yaşamış, dergâhları darmadağın edilmiş, yıkılmış, kitaplarına el konulmuş, yazışmaları, yazıtları, Hacı Bektaş Dergâhından çıkan İcazetnâmeler bile kontrol altında olan bir toplumun yazılı belgelerine müdahale edilmemiş olmasını, o belgelerin tamamen Alevî düşüncesi ve görüşleriyle ifade edilmiş halde kalmış olduğuna pek inanamıyorum. Bu kadar baskı ve kontrol altında tutulan bir toplumun, ki ben bir Dede Ocağındanım, bizim ocağımızın nasıl bir tahribata uğratıldığını ve dedelerimizin talipler üzerine hizmete gidemeyişini çok canlı yaşayan insanlardan dinleyen birisi olarak, bu tahribatlar esnasında Alevî kaynaklarının tahrif edilmemiş olması gerçeğini pek düşünemiyorum. O anlamda, peki bu Alevîlerin bir kaynağı yok mu? Alevîlerin kaynağı, göreceksiniz hepimiz yaşamış olduğumuz köylerimize baktığımız zaman yaşayan Alevîlikte o kaynağı bulmanız mümkündür. Şimdi çözüm önerileri hep kontrol altına almaya yönelik çözüm önerileriydi. Yani yapılan çözüm önerileri görüşmelerde “ya bu Alevîliği nasıl kontrol altına alabiliriz, bu Alevîliği nasıl bir böyle sistemin içerisinde bir yerlerde tutabiliriz” şeklindeki önerilerle yaklaşıldı. Bunu da çok doğru bulmuyorum.
Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili konuşuldu çok somut bir şey olduğu için ifade etmek zorundayım. Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluş yasasıyla şu an ki uygulama yasasının farklılıklarını biliyoruz. Ve şu anda biz Diyanet İşleri Başkanlığını mahkemeye vermişiz bu konuda ve kazanmak üzereyiz. Danıştay karar veremiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı da telaşa düşmüş durumda. Yönetmeliklerini filan değiştiriyorlar. Bu bir gerçektir. Şu anda yaşadığımız bir olaydır. Çünkü kuruluş amacıyla uygulama alanı birbirinin tamamen tersidir. Bu nedenle de çok zor durumdalar. Dosya şu an Danıştay’da. Onu da kazanacağız. Din dersi davasını kazandığımız gibi.
Şimdi çözüm noktasında yapılması gereken hani “Alevîliği nasıl kontrol altına alırız”dan öte Alevî gerçeğini kabul etmeliyiz. Aleviliği bütün gerçekliğiyle kabul etmeliyiz. Gelenekleriyle, yaşayan biçimiyle, ocaklarıyla, dergahlarıyla, cem evleriyle. Bunun için siyasi olarak yasal olarak gereken düzenlemeler yapılmalıdır. Gerekiyorsa anayasal düzenlemeler yapılmalıdır. Mevcut yasalarla, yani hala şu anda yürürlükte olan yasalarla gerekli düzenlemelerin yapılması mümkün görünmüyor. Bunu bazen çıkıyor, televizyon tartışmalarında söylüyoruz. Bir dedemizi çıkartıyorlar, işte dede veya babamız diyorlar, bu yasak, suç olarak görülmesi tamamen bir savcının harekete geçmesine bağlı. Bir savcı harekete geçip bak bu adam kendisini dede ilan etti, bak orada dedeyim dedi, tekke ve zaviyeler kanununun şu şu maddesine göre yasak dese, bitti... Dava açılmak zorunda. Bir kere bunların düzeltilmesi gerekir. Bunlar ortada dururken samimi adımlar atmak gerekiyorsa, işte elektrik yasasından bahsedildi. Bütün bunlara yönelik düzeltmeler olmadan bu işi nasıl çözeriz noktasına gelmek biraz samimiyetsizlik oluyor. Şimdi bu alanda öncelikle engel yasaların kaldırılması gerekir.
Hasan ONAT: Yani ben maddeleştiriyorum, şu anda size göre “tekke ve zaviyeleri” somut olarak mı öneriyorsunuz?
Ali KENANOĞLU: Tekke ve zaviyeler yasası başta olmak üzere, Alevilikle ilgili aykırı ve küçümseyici yasaların yürürlükten kaldırılması gerekiyor.
Hasan ONAT: Tamam tekke ve zaviyelere hiç itiraz etmedim, onu not aldım zaten.
Ali KENANOĞLU: Yine bakanlar kurulu kararıyla alınmış bir kanun var, biliyorsunuz, işte elektrik kanunu çıkartılırken, Bülent Ecevit dönemindeki bir bakanlar kurulu kararında, ibadet hanelerin muaf tutulması ya da Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden ödenmesi söyleniyor. Ama parantez açılıyor ibadet haneleri sayıyor, (cami, sinegog, havra, kilise, mescit) deniyor, parantez kapatılıyor. Bu kadar. Biz cem evinin de girmesini istiyoruz, böyle söylüyoruz.
Okullarda din eğitimi konusuna gelince, okullardaki din dersleri zorunlu olmaktan, anayasal zorunlu olmaktan bir kere çıkartılmalıdır. Bunun, ne din açısından tartışılacak bir tarafı vardır ne de demokratik ve laik bir ülke olma açısından tartışılacak bir tarafı vardır. Bu kesindir. Şükür ki, bir çok insan da bu konuda görüş bildirdi. Bunun haricinde, şimdi benim çocuğum din dersi almayan bir çocuk, yani davayı kazandım ve çocuğum din dersi almıyor. Öyle söylendiği gibi de çocuğum ortalıkta dolaşıp da birileri tarafından kapılmış durumda değil, çocuğumuza sahip çıkıyoruz. Bütün Alevilerin de çocuklarına sahip çıkacaklarından bir kuşkumuz yok. Ben çocuğumu nasıl gönderirim, ben tabi ki çocuğumun bir takım dinsel dini bir takım bilgilere sahip olmasını istiyorum. Fakat bu dersler, dinler kültürü, dinler tarihi, dinler hakkında tanıtıcı bilgiler içeren ders olmalıdır. Benim çocuğum Hıristiyanlığı bilmelidir. Museviliği bilmelidir. Budizmi bilmelidir. Hinduizmi bilmelidir, İslamiyeti ve İslamiyetin bütün açılımlarını da bilmelidir. Ama Şakir Babanın söylediği duaları dördüncü sınıfta ezberlemek ve ezberleyemezse sınıfta kalmak zorunda kalmamalıdır. Böyle bir şey olmamalıdır.
Esas önemli olan yaygın eğitimden bahsedildi. Sayın hocalarımın bir çoğu bundan bahsettiler. Yaygın eğitim şu anda zaten, fiilen veriliyor, camilerde Kur’an kurslarında şimdi İslamiyetin ya da Sünni mezheplerin Hanefiliğin bütün alt detaylarını, açılımlarını, daha derin bilgilerini insanlar gidiyor Kur’an kurslarından çok net daha rahat bir şekilde alıyorlar. Bunun bir engeli yok hatta yasal bir statüsü de var. Onun haricinde Aleviler de cem evlerinden, cem evleri yeni bir kavramdır, yeni bir kavram olabilir, ama sonuçta bugün vardır ve kentlerde eski dergahların karşılığını oluşturmaktadırlar. Bu gün cem evlerine baktığımız zaman cem evi sadece ibadet edilen bir yer değil aynı zamanda semah kursları, saz kursları, eğitim kursları, İngilizce kursları olan, hatta biçki dikiş nakış kursları olan cem evlerimiz var. Üniversite hazırlık kursları olan cem evlerimiz var. Cem evlerimizde şu anda Alevilik dersleri de veriliyor. Bir çok cem evinde çeşitli dönemlerde bu dersler veriliyor. Cem evleri şu anda bir eski dergah özelliği içerisinde çalışıyor. Bu açıdan baktığınız zaman Alevilik konusunda bu genel dinler bilgisini alan bir Alevi çocuğunun eğer Alevilik bilgisini pekiştirmek ve geliştirmek istiyorsa bulunduğu bölgedeki cem evlerinden pekala bu bilgileri alabilir. Bu anlamda, biz illa bütün Aleviliğin o anlatılan işte felsefi, tarihsel, tasavvufi boyutlarını okullardaki ders ortamlarında anlatmanın mümkün olmadığını saygılı hocalarımızda dile getirdiler. Meseleye buradan bakmak ve çözüm olarak da bunları uygulamak gerektiğine inanıyorum. Teşekkür ederim.
Hasan ONAT: Ben de Teşekkür ederim, devam ediyoruz.
Mansur YALÇIN: Bütün konuşmacı dostlarıma saygı duyuyorum saygı gösteriyorum hepinize teşekkür ediyorum. Yaklaşım iki günden beri yapılan müzakereleri dinliyorum ve bu dinlediğim müzakereler esnasında biraz da geçmişe giderek TESEV’in yaptığı araştırmayla ilgili açıklama sunmak istiyorum. TESEV diyor ki öğretmenlerle ilgili bir anket yapılıyor;
“Alevilik nedir?” sorusuna % 15’i meslek, % 15’i tarikat, % 15’şi Şia, % 23’ü de yaşam felsefesidir diyor.
Aynı ankette “Alevilik hakkında bilgi sahibi misiniz?” sorusuna 2/3 değerinde Alevilik bilgisine sahip değilim cevabı geliyor. Şimdi bu çok önemli bir tespit. O zaman bunun daha gelişmesi için özellikle Alevilikle ilgili derslere giren öğretmenlerimizin akademisyenlerle ortaklaşa bir çalışma yaparak aynı zamanda pedagoji alanında geliştirerek Aleviliğin genel açılımlarını, bilgilerini daha geliştirerek bu derslerde daha aktif hale gelmeleri sağlanmalıdır. Birinci talebim bu. Onun dışında, bir de şu tespiti gördüm. Akademisyenlerimizin ilahiyatçılarımızın ve diyanet işlerindeki görevli olan din adamlarımızın Alevilikle ilgili yaptığı genel tanımlamalar, bilgi tanımlamalarıdır, yani zihinsel ve teorik tanımlamalar. Zihinsel ve teorik tanımlamalar, bu geleneğin genel işleyişi ile ilgili teorileri kapsadığı için bir takım anlatımlar içerir, ama bir de bilmenin dışında bilmek ve deneyimlemek vardır. Bilmek ve deneyimlemek, yaşamsaldır ve tanıklık içerir. Bu tanıklığının içerimi de ruhani bir açılımla arındırmayla alakalıdır. O zaman bilgi ve bilmek, zihinsel düşünce, ampirik düşünce bir teori içeriyorsa ve bu akademilerde ve üniversitelerde öğretiliyorsa bir de bunların özü olan bu referansların deneyimi olan bilmeyi ve yaşamayı da dedelerimizden, inanç önderlerimizden deneyimlemek lazımdır. Yaklaşık 15 seneden beri İstanbul’da Şah Kulu Dergahı’na gidip geliyorum. Bir çok çevreye de katıldım ama 15 seneden beri Diyanet İşlerinden ve İlahiyat Fakültelerinden 15 kere katılım olmamıştır ve daha altındadır. O zaman bir inancı, bir kültürü, bir geleneği, bir ruhani arınmayı bilmek istiyorsak sadece onu düşüncelerimizde ve yazılarımızda değil, o geleneğin kültürün içine girerek onu deneyimlemek, bizatihi tanık olarak düşüncelerimizle analiz ederek birbirimizi tanıma sürecine geçmemiz lazımdır diye düşünüyorum. Bir de bir sevgili dostumuz burada konuşma yaparken Alevilik felsefenin dışında bir açılımdır dedi, ben tabi ona bir eleştiri olarak bunu sunmuyorum, kendi düşüncelerimi söylüyorum. Aleviliğin kendi ilkesindeki özellikle ozanlarımıza ve bilgelerimize baktığımız zaman, onların kullandığı dil fonetik dildir. Fonetik dil, bir felsefe içerir. Yani bu kültürün, inancın açılımlarını dile getirir onlar. Ve onların da ifadesi, onların varidatlarında, doğuşlarında ve beyitlerindedir. Ve o doğuşlar ve beyitler, varidatlar okunduğu zaman insan orda kendini keşfeder, ki felsefe kendini bilmeyi içerdiği için, biliyorsunuz, Belh tapınaklarında kendini bil yazılır, Sokrat’ın kendini bil demesi, Peygamberimizin nefsini bilen rabbini bilir demesi, Yunus’un ilim ilim kendini bil demesi, insanın kendisini keşfetmesiyle alakalıdır. Ve bu öz olarak da bu beyitlerin içindedir. ve bu beyitler de aklın işleyişini geliştirir, sezginin açılımını sağlar, keşfin tanıklığını gösterir, duyguların armonikleşmesini sağlar ve duyuların da ruhani bir arınmayla bir araya gelerek insana ahlak kazandırır. O zaman Aleviliğin altında yatan çok derin bir anlayış ve felsefe vardır. Özellikle bilim adamlarımızın ilahiyatçılarımızın bu yedi ozanları daha bu zamanda bile yaşayan çağdaş ozanlarımızla iletişim içerisine girerek onların kendi sözel kültür geleneğine tanık olarak bunları deneyimlerinin zamanının gelmiş olduğunu düşünüyorum. Ve bu doğrultuda bir de Alevi dedeleriyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Alevi dedeler toplumun ruhâniyetini ve ahlak gelişimini sağladığı için kendi içlerinde de kendilerini eğitmek babında bir problem vardır. Eğer biz bir dedeyi bir akademyaya ya da bir üniversiteye yönlendirirsek oradan irşat mekanizmasını kaldırmış oluruz. Çünkü bu geleneğin kendi içindeki irşat bu geleneğin kendi özelidir. Akademide ve üniversitede ya da ilahiyatta ve diyanette bunlar öğretilmez. İkili bir ilişki ile alakalıdır. Ve bunun olması için de dedelerimize özgünlük ve özerklik kazandırılmalıdır. Genel yaptığı çalışmalarda da hizmet unsurları ve araçları geliştirilmelidir. Ve bununla ilgili devletten ve diyanetten de katkı sağlayarak bu geleneğe mensup insanların yapabileceği şekilde kendi inançlarıyla ve öğretileriyle kendi başlarına bırakılmalıdır. Çünkü gelenek ve öğreti farklı olduğu için de böyle bir problem taşımaktadır. Teşekkür ediyorum.
Hasan ONAT: Teşekkür Ederim. Evet Dursun Bey.
Dursun GÜMÜŞOĞLU: Yaygın eğitim konusu nasıl olmalıdır Alevi kimliğinin tanınması konusu zannediyorum Ankara’da bizim konuşacaklarımız konuşulması gereken konu. O nedenle birkaç cümleyle fazla uzatmadan sabah söylediklerimin içinden bazılarını tekrarlarsam aynı zamanda bu sonuç maddeleri yahut özeti anlamında olur diye düşünüyorum. Evet dinde baskı ve zorlama yoktur. Kur’an’ı-Kerim’deki bir ayet. Buna hiçbirimizin itirazı yok. Dolayısıyla o açıdan baktığınız zaman din dersine gerek yoktur gibi bir şey ortaya çıkıyor; ama toplumun bir de içinde bulunduğu sosyal şartlar var. Ailelerin Alevisi olsun, Sünnisi olsun, kesinlikle buna ihtiyaç var. Yine mesela bu sene ilk defa karşılaştığımız bir sorun, karşılaştığımız bir konu oldu. 15, 20 tane öğrenci çocuk ilkokul 3. sınıftan 8. sınıfa kadar müracaat ettiler. İlla çocuklar Alevilik din dersi alsınlar diye Şahkuluna gelip müracaatta bulundular. Daha sonra ilaveler oldu vs. Toplumun böyle bir ihtiyacı var. Peki niçin Alevilik din dersi özellikle almak istiyor? Yine daha önceden konuştuğumuz gibi okullarımızda ortadan bakan İslam’ın ortak değerleri olan yani din kültürü ve hepimizin İslam’ın bütün mezheplerinin ortak kabul edeceği ahlak bilgisinin dışındaki kaymalardan dolayı çocuklar, aileler özel dersler istiyorlar.
Konuyu toparlamak gerekirse şuraya bağlamaya çalışıyorum. Din kültürü ahlak bilgisi dersleri okullarda gözden geçirilmeli bu kitaplar, bu kitapların gözden geçirilmesi de yine üniversiteler veya yetkililer tarafından, bunların kimler olduğuna sizler karar vermeniz daha doğru olur, ama tamam biz yaptık buyurun bir de siz kontrol edin derseniz biz de acizane bir katkımız varsa veyahut da kurumlar olarak bu konuda az çok uğraşan insanlar olarak katkıda bulunmaya çalışırız. Orada tabi biraz önce söylediği üzere şunlar olmalı şunlar olmamalı, cennet cehennem vesaire, çocukların psikolojik dengelerini bozuyor vesaire. Bunlar pedagoglar tarafından, psikologlar tarafından değerlendirilebilir. Hangi sınıfta konmasının doğru hangi sınıfta konmasının yanlış olacağı. Yani programların bütün eğitim süreci içinde baştan sona bir gözden geçirilmesi lazım. Yine bunun dışında da gerek Diyanetten, gerek devlet düzeyinde hükümet düzeyinde bu Alevi Sünni ayrımını ortadan kaldıracak söylemler olmalı. Camilerdeki hocalarımıza bu konuda çok büyük görevler düşüyor, Diyanet bu konuda talimatlar verebilir, halen muazzam bir bilgi boşluğu bir bilgi kirliliği var. Bundan kaynaklanan toplum içinde sürtüşmeler oluyor. Genç kızlar oğlanlar evlenmek istiyorlar aileler hemen bu Alevi mi Sünni mi vs. problemlerle karşılaşılıyor. Tabi bu toplumun kanayan yaraları.
Mezhebi din dersi konusuna gelince, daha ileriki sınıflarda olabilir ya da Sönmez Kutlu hocamın önerdiği şekilde, tercihli, seçmeli olarak o mezhebin veya o inancın ibadet pratikleri okul dışında da yapılabilir. Yani lise iki diye önerdik ama, o sadece bir düşünce, bir öneri şeklindeydi. Belki okul dışında yapılması daha uygun olabilir. Onu da ayrıca değerlendirip ayrıca konuşmakta fayda var. Benim çok özetle söyleyeceklerim bunlar, teşekkürler.
Yılmaz SOYYER: Bir cümle söyleyebilir miyim? Mansur Bey’e bir şey söyleyeceğim. Çünkü benim konuştuklarımla Mansur Bey’in konuştuklarıyla bağlantılı şeyler. Mansur Bey dedi ki, dede üniversitede yetişmez. Haklısınız. mürşit mürit ilişkisi çerçevesindeki vasıtasız bilginin vasıtasız bilginin aktarımında üniversite hiçbir şey yapamaz. Ama o vasıtasız bilginin açıklanması bilgisini yani maddi bilgiyi verebilir. Hz. Mevlana’ya soruyorlar, “aşk nedir?” “Ben ol da bil,” diyor. Ben olmayı yani Mevlana olmayı mürşit öğretir ama bu eğitimin bilgisel yani teorik zeminini anlamak açıklamasını yapmak için üniversiteye ve İlahiyat Fakültesine ihtiyaç var. Bunu söylemek istedim.
Mansur YALÇIN: Yılmaz hocamın söylediklerine katılıyorum. Zaten benim orda yapmak istediğim vurgu dedelerimizin üniversiteyi reddetmesi değil, üniversiteye tabi ki giderler, ama Alevi irşadının üniversite düzeyinde bir akademiye dönüşmemesi gerekir.
Hasan ONAT: Sanıyorum ortaya çıkan ortak bir nokta var. Yani bilginin önemi konusunda bir ihtilafımız yok. Bence bu sempozyumun en güzel taraflarından birisi bu. Yani burada doğru bilgi, doğru bilgi, doğru bilgi, artık bu işin şakası yok doğru bilgiye ulaşmanın da imkanı konusunda aslında ulaşılabileceği konusunda kimsenin kaygısı yok. Ama bu doğru bilginin doğru şekilde nasıl verileceği ile alakalı kaygılar ağır basıyor. Bence bu gelinen en önemli noktalardan birisi.
Hıdır AKDOĞAN: Şimdi bir notumda vardı ama, galiba atladım. Okullarda yaygın öğretim modeli önerildi. Ben onun üzerine söz almak istedim. Şimdi benim eğer yanlış bilmiyorsam, biliyorsam yanlışlarımı lütfen düzeltin. Yaygın öğretim okul dışı öğretim olarak biliniyor. Okul dışındaki bir öğretim, ya tarikat öğretimi olur veya kontrolü nasıl olacak yani niye örgün öğretim değil de yaygın öğretim. Benim bu konudaki endişem var, bana göre örgün öğretim içinde daha kontrollü olarak bu öğretimin verilmesi gerekir.
Sönmez KUTLU: Teşekkür ediyorum sayın başkan. Benim asıl endişelerim şu; şu anda biz Türkiye’de din anlayışı konusunda dini anlama konusunda büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Sadece bu Aleviliğin sorunu değil, Sünniliğin de sorunu değil. Aslında bize geleneksel olarak Sünnilik de yetmiyor Alevilik de yetmiyor. İstatistiki verilere bakacak olursak, Almanya’da yapılan çalışmalarda cem evlerini kullanan, cem evlerine giden % 17, Türkiye’de %30’ları buluyor. Camileri de aynı görüyoruz, yani biz cem evi ve cami merkezli bir dindarlık üretme ve illa bu kurumlar üzerinde ısrar ederek buralara Aleviliği buralara Sünniliği hapsetmemizin doğru olmadığı kanaatindeyim. Ben onun için diyorum ki, eğer çeşitlendireceksek bu eğitime katkımız olacaksa öğretim olarak bütün Türkiye’deki Müslüman olarak kendini tanımlayan insanların, tabi birinci derecede, -eğer Hıristiyanlar ve Yahudiler girmiyorsa bu konuya, girecekse ayrı bir program yapılabilir- bu derste kendini bulabilecek şekilde ortak değerlerin verilmesinden yanayız ve programı hazırlarken de temel hedef oydu. Ama burada bir sorunla karşı karşıyayız. Şimdi namaz konusunu verirken mezhepler üstü vermek gerekiyor bu Cumhuriyet döneminde az önce sayın Şakir Bey’in de vermiş olduğu kitaba tekrar baktım. Sonraki dönemlerde yayımlanan kitaplara da... Programları da biliyorum. Bizim programı da biliyorum. Bu programlara baktığımız zaman, namaz bir İslam konusu olarak ele alınıyor. İhtiyaç analizleri yapıldı programlar hazırlanırken, veliler diyor ki “efendim biz çocuklarımıza rasgele yerde namazı falan öğrenmesini istemiyoruz.” Nerede öğrensin? Öğretmen okulda öğretsin daha sağlıklı olur. Böyle bir talep var. Şimdi bunu verirken, namazı nasıl kılacağız konusunda çok ayrıntılı namaz, zekat, oruç ve kurban gibi çok ayrıntılı ibadetler konusunda bazı uygulamalar, Sünnilik üzere, Hanefilik üzere verilmiştir. Bunu biz de hazırlayıcılar olarak söylüyoruz. Durum böyledir, ama burada esnek bir program adını koyduğumuz için illa Sünnilik üzere Hanefilik üzere anlatılmasını da istemiyoruz. Mesela Şafii bir bölgede veya Caferi bir bölgede öğretmen bu konuyu kendi durumunu ve sınıftaki duruma göre Şafiye göre de orada namazı anlatabilir veya Caferiliğe göre de anlatabilir. Eğer karışık bir durum söz konusuysa sınıftaki farklı mezhepler arası bir şeye öğretime de dönüştürebilir. Mesela ne yapar. Caferiye siz nasıl namaz kılıyorsunuz getirip anlatılır, öbürü anlatır. Bir karşılıklı iletişim kurulabilir. Bundaki maksat bir anlayışı empoze etmek değil tabi. Mesela 2007’de hazırlanan Toledo Raporlarını gündeme getirdik sabahleyin, orada şöyle bir ifade vardır: “Bir ülkenin genel ihtiyacına binaen ağırlıklı anlayışın öne çıkarılması insan haklarına aykırı değildir.” Ama buna rağmen programın hiçbir yerinde de doğrudan doğruya Sünnilik empoze edilmesi şeklinde bir şey yapılmak istenmedi. Kur’an merkezli diye bir ifade özellikle öne çıktı, ki 1959 yılında Yusuf Ziya Bey’in -kendisi Atatürk’ün çok yakın arkadaşı ve bir çok konuda, Alevilik konusunda bilgi kaynağıdır- hazırladığı bir kitap, orada da yıllarca okutulmuştur. Kur’an merkezli ifadesi vardır. Mezhepler üstü ifadesi söz konusudur. Mezhepler üstülük bize günümüzde Avrupa Birliğinin istediği çoğulculuğu da sağlayacaktır. Çünkü eğer biz ortak bir teolojimiz olursa, -ki bu da İslam kaynaklı bir teoloji eğitimi söz konusu edilmeli- bu ortak teoloji üzerinden farklılıkları bir zenginlik olarak ortaya koyabiliriz. Sorun burada konuların yer alması falan değil, mesela, ben ona girmedim ama kısaca isterseniz programlarla ilgili bir iki şey söylemek istiyorum. Programlarda Aleviliğe üç şekilde yer verdik. Birisi okuma parçaları olarak yazılı kaynaklar esas alınarak bunlar konuldu. İkincisi, alt başlıklar olarak yer verildi, üçüncüsü ise doğrudan ünite başlığı “İslam düşüncesinde yorumlar” adıyla “tasavvufi yorumlar adıyla”. Bunu dememizin sebebi şuydu. Şimdi din dendiği zaman, evet dinse eğeri böyle bir karara varırsa Alevi kesim, “biz diniz” derse programda din olarak yer alır. Alevi kesim, “biz mezhebiz” diyorsa “mezhep” olarak yer alabilir. “Tasavvufi oluşumuz” diyorsa “tasavvufi oluşum” olarak yer alabilir. Bütün yapılan araştırmaları inceledik. Ortada tarihsel bir gerçeklik var baktık ki Alevilik tasavvufi bir yorumdur, İslam düşüncesinde Bektaşiliğin zaten böyle olduğunu söylemem burada malumu ilam olur, herkes zaten biliyor buna göre programda bir zenginlik olarak kültürümüzün içinde var olan bir gerçeklik olarak koymaya çalıştık. Ama bunu verirken eleştirel olabilmeyi de öğrenciye vermek için özellikle kök değerleri vererek ilk aşamada ikinci aşamada öğrenciye kendi inancını da sorgulayabilsin. Mesela hurafelere yer vermedik çünkü bir laik eğitim sisteminde hurafenin eğitimi olmaz. Mesela, tarihsel gerçeklikle ilişkisi olmayan konulara yer vermedik. Onun için ben diyorum ki, din öğretimini yeniden din eğitimi olarak bir mezhebi eğitim olarak veya buna “indoktrinel” diyebiliriz, “konvansiyonel” diyebiliriz, böyle bir yapılandırma yapacaksak evet bu programdaki mevcut mezhepler üstülüğü zorlayan, mezhebi çağrıştıran şeyler varsa onları arındıralım; bu bir kültür ve din dersi olarak devam etsin, din eğitimi değil. Bunun dışında ailelerin isteğine bağlı olan kısmı yaygın eğitime bırakalım. Bu şu anlama gelmiyor, tarikatlara teslim etmemek için bunu zaten formüle ederken de özellikle söylüyorum, bunu yaparken aynen programda paydaşları ile oturacak Milli Eğitim Bakanlığı sizinle veya başka kim istiyorsa böyle bir talebi varsa neleri koymak istiyorsunuz onları gözden geçirin birlikte program hazırlanacak okutacak kimseleri ülkemizin Fakültelerinden mezun olacak programın belli bir kademeleri olacak kaç kurda verilmesi gerekiyor bunlar belirlenecek halk eğitim merkezleri olabilir, cem evleri olabilir ve başka mekanlar Sünni kesim için belki Kur’an Kursları olabilir. Az önce bir genç arkadaşımız, hakikaten çok önemli şeyler söyledi; ben Alevilik doğrudan doğruya bir eğitim sisteminde Alevilik eğitimi yapılırsa Aleviliğin çok resmi ve ritüelleşeceğine ve bir çok şeyini kaybedeceğine inanıyorum. Ben onun için de kendi mekanlarında bu işi vermelerini uygun görüyorum. Böyle olursa ülke daha rahatlayacak yalnız bu sorun sadece Alevilik sorunu değil, ülkemizde din özgürlüğünün önünün açılması gereken bir durumla karşı karşıyayız bir özgürlükler sorunu vardır. Bunu çözmek için devlet sadece Alevilik olayıyla bakması da doğru değil. Aynı şekilde başka talepler var ama şu anda gündemde değil; yani böyle bir şey tek yönlü tek bir cemaate ait bir şey yapıldığında diğerleri insan haklarına gittiğinde aynı hakları bu defa onlar zorla alacak. Biz bu duruma düşmeyelim biz devlet olarak gerçek bir hukuk devleti olarak eşit haklar tanıyalım ve insanlara kendi mekanlarında isteyene din eğitimi verme imkanı verelim. Ama bunun bilimsel yönünü içeriğini devlet bilimsel kurumlarla kuruluşlarla paydaşlarla birlikte hazırlasın ve bunun eğitimini yapalım. Aksi takdirde bunu ister, eğer laik sisteme, efendim mezhebilik eğitimi, Alevilik eğitimi, Sünnilik eğitimi çeker de buralara soktuğumuz zaman burada çatışma meydana gelir. Ne fiziki mekanlarımız uygun buna, ne bizim toplumsal yapımız buna müsait. Çünkü toplumsal yapımızda bir kişi hem Hanefi oluyor, hem Maturidi oluyor, hem Nakşibendi oluyor veya bir kişi hem Hanefi oluyor hem Bektaşi oluyor vs.. Yani hangisini esas alıp da ayıracak. Ama özel olarak ayrılmak istiyor ve bir konuda bilgi almak istiyorsa özel mekanlara yer vermek lazım.
Din öğretimi konusunda hakikaten öğretmenlerimiz çok yetersiz. Şu ana kadar din öğretiminde üç ayrı öğretmen grubu 52 tane ili dolaştı. Bu programda “mezhepler üstü”lüğü asla ve asla bir propaganda yapılmaması gerektiğini dindar değil, eşit öğrencilerimize din konusunda eşit bilgilenme fırsatı vermek istediğimizi ve bunu Aleviliğin ne olduğunu orada anlatmaya çalışıyoruz. İmam Hatiplere ilk defa bu sene Alevilik konusunda bir ünite koyduk Kelam kitaplarına, ya bu iyi niyetli bir girişim. Bunun eksiği olabilir bunun çıkarılması gereken kısımları olabilir benim özellikle Alevi kuruluşlardan talep ettiğim şey şu; ne verilmek isteniyor, eğitime nasıl taşıyabiliriz. Mezhepler üstülüğü itibariyle din öğretimi çerçevesine koyabileceğimizi alıp koyalım ama din eğitimi şeklinde gelen bir şeyin mekanı laik eğitim sistemi değildir. Bence onu yaygın eğitimde formüllendirmemizin daha faydalı olabileceği kanaatindeyim. Teşekkür ederim.
Dostları ilə paylaş: |